31 Aralık 2018 Pazartesi

Makarna Bahane Aile Aktivitesi Şahane

Oğlum Okan'ın öğretmeni hafta içinde gönderdiği WhatsApp mesajı ile bu haftaki aile aktivitemizin baba oğul makarna yapmak olduğunu ilettiğinde açıkçası "yaşadık" dedim. Hem makarnayı çok sevdiğimiz için hem de önceki aktivitelere kıyasla makarna yapmak "kolay" olduğu için haftasonu keyifli bir aktivitenin bizi beklediği kesindi. Öyle de oldu...

Bize de geriye 2018'in son günlerini hatırlatacak güzel hatıralar kaldı...

Kaynayan suyumuzu dikkatle tenceremize boşalttık

Yağımızı "fazla kaçırmadan" kaynayan suya ekledik

Makarnamız pişerken hatıra "selfie" çektirmeyi de atlamadık

Makarnamız istediğimiz kıvama gelirken Okan üretkenliğe devam etti, işte "günün gemisi"

Makarna süzmek ciddi bir iştir, sadece Okan biraz ti'ye alıyor

Makarnamızın tadı oldukça başarılı, Okan'ın yüzünden anlayabilirsiniz!

İşte böyle bir haftasonu etkinliği de geride kaldı. Damaklardaki tad geçse de gönüldeki hatıralar burada kalsın istedim. Bu güzel aktivitelerin 2019'da da devamının gelmesi dileğiyle...

19 Aralık 2018 Çarşamba

Körlük - Okumamış Olan Herkese Tavsiyemdir

Güzel kitapları okurken özellikle sona yaklaştıkça biraz ağırdan alıyorum. bitmesin istiyorum, bitmesine kıyamıyorum. Yine öyle bir kitap bitirdim. Özlem bana bu kitabı önermese muhtemelen ismi sebebiyle okuma radarıma da takılmayacaktı. Hatta ne yalan söyleyeyim, kitabı Ağustos ayında almama rağmen Aralık ayına kadar kitaba elimi bile sürmedim ön yargım yüzünden. Ama iyi ki önermiş Özlem bu kitabı bana, sayesinde haz alarak daha bitirdiğim bir kitap okudum.

Kitabın konusuna, aldığı nobel edebiyat ödülüne ya da bana hissettirdiklerine girmeyeceğim. Kitabın derinliğini vermesi adına sadece alıntı yaptığım bir kaç cümleyi paylaşmak istiyorum. Sanırım bu kadarı iyi bir referans olacaktır Jose Saramago'nun Körlük adlı kitabını okumak için.


Korku insanın gözünü kör eder. 
Zevk peşinde koşan yorulmaz. 
Zamana zaman tanırsanız her şeyi çözer. 
Fethetmek zorunda kaldıklarımızdan çok, kendini bize kendiliğinden sunanları sahipleniriz. 
Zaman, kumar masasında karşımızda oturan bir oyuncudur ve oyunun bütün kartları onun elindedir. 

7 Aralık 2018 Cuma

Babasının Gözünden Okan

Okan'ın öğretmeni Okan'ın yaptıkları ve yapamadıklarıyla ilgili bir mektup yazmamızı istemişti dün. Malesef hasta olduğum için akşam Nilgün ile yazacak şansım olmadı, o ayrı ben ayrı iki mektup kaleme aldık. Söz uçar yazı kalır diyip burada paylaşayım istedim, bakalım yıllar sonra okuduğumuzda neler hissedeceğiz.


07/12/2018

Cuma
Sevgili Gizem Öğretmenim,

Öncelikle Okan hakkında ebeveynlerinden yaptıkları ve yapamadıkları konusunda fikirlerimizi istemeniz çok güzel bir fikir. Gün içerisinde “ah neden bu çocuk şunu yapmak istemiyor” diye hayıflandığımız ya da “way be işte benim oğlum” diye gururlandığımız anlar oluyor ama büyük resmi görmek, şöyle bir kenarda sakince Okan nasıl büyüyor diye değerlenmek için bu mektup güzel bir fırsat oldu. Bir de şunu belirtmekte fayda var, dün akşam rahatsız olduğum için sağolsun sevgili eşim mektubu yazarken benim adıma da imzalamış ancak ben çok erken yattığım için o mektuba eşlik edememiştim. Tabi ki yazdıklarına katılıyorum ancak bir de baba gözüyle ben kendi fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Nilgün somut davranışsal örnekleri gayet güzel paylaşmış, ben de biraz daha kendi perspektifimden konuya yaklaşacağım.

Bardağın dolu tarafıyla başlayacak olursam, bir kere Okan’ın duygusal yönünü ön planda tutuyor olması benim çok hoşuma gidiyor. Yemek yerken bir anda masadan kalkıp bize sarılması kadar insana kendini iyi hissettiren bir şey yok. Bununla beraber yaratıcı özelliği de dikkatimi çok çekiyor. Lego ve bloklarla yaptığı oyuncakları görünce ileride yaratıcılığını konuşturarak ekmeğini kazanacağı yönündeki düşüncelerim ve umudum ağır basıyor. Komik olmayı, etrafını eğlendirip tabiri caizse “şebeleklik” yapmayı öyle iyi beceriyor ki bulunduğu ortamın havasını bu yönüyle hemen değiştirebiliyor. Ne çocukları ne de insanları birbiriyle kıyaslamanın doğru bir davranış olmadığının bilincindeyim ama bir AVM’ye ya da parka gittiğimde diğer çocukların “aşırıya kaçan” hareketlerini görünce oğlumun “daha ağırbaşlı” tavırları olgunlaştığı ya da bizim zamanımızdan örnek vermem gerekirse “uslu” bir karaktere sahip olduğu yönündeki fikirlerimi somutlaştırıyor.

Tabi her fırsatın riski, her riskin de fırsatı barındırması gibi yukarıda bahsettiğim hoşuma giden özellikler Okan için ileride riskleri de barındırabilir. Yapısında bugün beğendiğim nitelikler yarın rekabetçi ve acımasız dünyada onun için dezavantaja dönüşebilir. Örneğin Okan’ın ağırbaşlı tavrı bazı durumlarda hakkını ya da sahip olduklarını korumasına engel olabiliyor. Oyuncaklarını arkadaşlarıyla oynadığı zaman onları koruyabilecek otorite ve ağırlığı koruyamıyor olması bunun bir göstergesi olabilir. Yine de bu konuda ona öğüt verirken dikkatli olmaya çalışıyorum çünkü korumacı tavrı çok fazla öğütlersem bu kez da paylaşmayı bilmez diye endişeleniyorum. Duygusal yönünü beğendiğimi yukarıda belirtmiştim fakat bu yönü de bazen fazla ön planda olduğunda kendisi için sorun yaratabiliyor. Örneğin ben ya da Nilgün Okan’ın bir hatasını gördüğümüzde uyardığımızda duygusal yapısı ön plana çıkıyor ve ağlayarak kendisini dış dünyaya kısa süreliğine kapıyor. Her ne kadar bu ruh halini uzatmasa da onu bekleyen acımasız dünyada bu yönü ona zarar verir mi diye yer yer endişeleniyorum. Son olarak, Okan’ın ailesi ve çok yakınları dışındaki komşu ve arkadaşlarımızla karşı karşıya geldiğinde onlara karşı ilk etapta iletişim kurmayan yapısı beni üzüyor. Bu konuda geçtiğimiz yaz yazlık komşumuza karşı tavrı benim için adeta bir travma oluşturdu. Hala kendisine merhaba deyip sevgi gösteren bir tanıdığımızı yolda gördüğümüzde Okan’ın kaçan tavrını gördüğümde bize yazlıkta yaşattığı tatsız hatırayı hatırlatıyor.

Her zaman söylerim, birini eleştirmek kolaydır, önemli olan güzel yönleri çıkarıp onları daha da geliştirebilmektir. Yukarıdaki 2 paragrafa bakınca ben de olumsuz yönlere daha çok yoğunlaştığımı ve bu alanda daha uzun yazdığımı görüyorum. Ancak daha hiçbir şey için geç olmadığının ve aslında burada belirttiğim konuların birer gelişim alanı olduğunun da farkındayım. İyi ki Okan bizim oğlumuz diyebiliyorum ya gerisi zaten onun kişisel gelişim ve dönüşüm hikayesi olacak. Bu hikayeye olumlu yönde katkılar sağlayacak olan da ailesi ve öğretmeni olarak bizler olacağız. Hani bu aralar sıklıkla sosyal medyada dönen bir söz var ya: insan birlikte vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır diye, işte o 5 kişinin 3’ü zaten anne, baba ve öğretmeni. O halde ona güzel nitelikler katmakta bizim görevimiz. Birlikte çok daha iyiye…



Volkan YORULMAZ

Okan’ın Babası

2 Aralık 2018 Pazar

Nasıl Bağımsız Denetçi Oldum?



2018 yılında teknik bilgimi geliştirmek gibi bir hedefim olduğu için kariyer hedeflerimle paralel olduğunu düşündüğüm bağımsız denetçilik sınavlarına girip bağımsız denetçi ünvanını almak için yola koyuldum. Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) tarafından yılda iki kez düzenlenen sınav, Mayıs ve Kasım aylarında Ankara’da ve İzmir’de gerçekleşiyor.

2010 yılında nasıl Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir (SMMM) olduğumu anlattığım blog içeriğim onbinlerce insan tarafından okunduğu için bağımsız denetçi olmayı düşünen kişiler için faydalı olacağını umarak süreci baştan sona paylaşmak istedim. Bu arada nasıl SMMM olduğumu merak edenler buradan buyursun:


Yukarıda da belirttiğim gibi 2018 yılında teknik bilgimi geliştirmek için yeni bir şeyler yapmak gibi bir hedefim vardı ve bu hedefi gerçekleştirmek için de yine Finans alanında bir şeyler çalışmak istiyordum. Kafamda bu düşünceler dolaşırken aylardan Mart ayı olmuştu ve ben transfer fiyatlandırması, ilişkili taraf işlemleri gibi konularla boğuştuğum, hafta sonlarımda bile ailemden uzak kalıp ofiste çalışmak durumunda kaldığım yoğun bir dönem geçiriyordum. Tam bu dönemde SMMM Yeterlilik sınavı için eşimin kuzeni İzmir’e gelmişti ve onunla sınav sonrasındaki hedefleri hakkında konuşurken konu KGK tarafından verilen bağımsız denetçilik yetkisine gelmişti. O konuşmanın ardından yeni hedefimi belirlemiştim.

Nedir bu “bağımsız denetçilik” bir de senden dinleyelim Volkan derseniz genel hatlarıyla şöyle açıklayabilirim:

SMMM ruhsatına sahipseniz, en az 3 yıl denetim tecrübeniz ya da 15 yıllık mesleki tecrübeniz varsa, KGK’nın düzenlediği sınavlardan “Muhasebe Standartları”, “Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Finansal Yönetim” ve “Denetim” sınavlarına girip 70 ortalamayı tutturabilirseniz “bağımsız denetçi” ünvanını alabilirsiniz. Tabi bu yazdıklarım dışında da yeterlilik için ek bazı şartlar da var, şartlardan oluşan uzun listeye KGK websitesinden erişebilirsiniz. Yeri gelmişken söyleyeyim, sınavlar test ve her biri 40 sorudan oluşuyor. Hesap makinesi kullanmak serbest.

O yoğun geçen Mart ayında KGK websitesine girip yetkilendirme için şartları sağlayıp sağlamadığımı araştırırken duyurularda Mayıs sınavı için başvuruların o hafta sona ereceğini gördüm. Eşimle konuşup zaten yoğun bir tempoda çalıştığımı, nisan sonu gibi transfer fiyatlandırması ile ilgili çalışmalarımın kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesiyle biraz hafifleyeceğini düşünüp sınava kaydolmaya karar verdim. Her bir sınav için giriş ücreti 150 TL’idi, üç sınav için 450TL’lik ücreti KGK websitesi üzerinden ödeyip hemen sınav tarihi için Ankara’ya sabah ilk uçak ile gidip öğleden sonra dönecek şekilde uçak biletlerimi satın aldım.

Yukarıda bahsettiğim gibi 3 sınava girecektim ama Muhasebe Standartları sınavı Türkiye Muhasebe Standartları, yıllık ve konsolide finansal tabloların hazırlanmasına ilişkin mevzuatta yer alan düzenlemeler ve standartları içeriyordu, yani oldukça kapsamlıydı ve içinde bulunduğum kısıtlı sürede ancak standartları okuyabilirdim. Aynı şekilde Denetim de Türkiye Denetim Standartları, mesleki etik kuralları, bağımsızlık, risk yönetimi, iç kontrol ve denetimle ilgili diğer mevzuatı kapsıyordu ve burada da okunacak konular oldukça detaylıydı. Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Finansal Yönetim ise üniversiteden beri kullanmadığım bilgilerimi tazelemem gereken bir alandı. Çevremde KGK sınavlarına giren arkadaşlarım olmadığı gibi internetteki forumlarda da bu yetkilendirme sınavı ile ilgili güncel paylaşımlar çok kısıtlıydı. Hal böyle olunca ben de kendi stratejimi belirledim ve Deha Yayınları’nın KGK için hazırladığı soru bankasını satın aldım. Bir de üzerine çıkmış soruları indirdim. Kısıtlı sürede bol bol soru çözerek sınava hazırlanmayı tercih ettim. Bu arada sınavdan önceki hafta şirketle Bodrum’daki Titanic Otel’e toplantıya gittiğimizde her arayı fırsat olarak görüp odada, yolda soru çözdüğüm için çevreme biraz asosyal bir izlenim bile vermiş olabilirim.

Sayılı gün hemen geçti ve sınav sabahı 3‘te kalkıp 4’te Havaş’a binip 5 gibi İzmir Atatürk Havalimanı’nda Ankara uçuşu için beklerken bile son sınavda çıkan soruların üzerinden geçiyordum. Ankara’ya indiğimde buz gibi havasıyla beni Üniversite yıllarıma götürdüğü gibi üzerimdekilerin İzmir şartlarına göre olması sebebiyle öyle bir üşüttü ki kendime neden daha kalın bir şeyler giymediğim için oldukça kızdım. Neyse ki sınava gireceğim Gelir İdaresi Başkanlığı Eğitim Merkezi’ne erken gidip ısınabileceğim bir kafe buldum ve cebimdeki naneli Olips sayesinde hasta olmadan sınava girdim. Sınavın başlamasıyla birlikte sınav için seçtiğim stratejinin yani sadece soru çözerek hazırlanmanın maalesef başarısız olduğunu gördüm. Şöyle ki, kitapçık Muhasebe Standartları soruları ile başlıyordu ve ilk 10 soru içerisinde 3 soru BOBİ FRS ile ilgiliydi, BOBİ FRS 2018 yılından itibaren uygulanmaya başlayacağı için bu konuda daha önce hiç soru gelmemişti. Buna benzer standartlardaki güncellemelerden gelen sorular hem Denetim hem de Muhasebe Standartlarında oldukça fazlaydı. Geçmiş yıllarda çıkan soruları ya da benzer soruları cevaplasam da bu sorular daha sınav bitmeden sonucun çok da parlak olmayacağını bana hissettirdi. Bununla beraber, üniversitede, özellikle Sabancı Üniversitesi’nde finans alanında yaptığım MBA iyi bir temel oluşturmuş olmalıydı ki Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Finansal Yönetim sınavı sorunsuz geçmişti. Sınavdan çıktığımda aldığım dersler şöyleydi:

-      Bu sınavda başarılı olmak için geçmiş yıl sorularını çözmek tek başına yetmez, illa ki standartları okuyup genel bir hakimiyet sağlamak lazım.

-      Sınava aynı gün gelmek için gece yarısı denebilecek bir saatte kalkmak böyle bir sınava yorgun girmeye sebep oluyor, ondan bir gün önce şehirde olmak gerek.

-      Metinler oldukça uzun ve bu durum insana soruları okurken çok zaman kaybettiriyor, evde soru çözerken hiç vakit tutmadığım için sınavda zamana karşı yarışmak son bölümde (Denetim) soruları tam anlamadan boş bırakmamak için hızlıca okuyup cevaplamama sebep oldu. Evde sınav çözerken mutlaka süre tutmak ve hızlanmak gerek.

Sınavdan iki hafta sonra sonuçlar KGK tarafından duyuruldu ve beklediğim gibi Muhasebe Standartları ve Denetim sınavlarında soruların yarısından fazlasını doğru yapsam da yeterli puanı tutturamamıştım. Ama güzel haber Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Finansal Yönetim dersinden gelmişti, 88 almıştım. Bu sayede bir sonraki sınavda başarılı olmak için derslerin birinden 60 diğerinden 62 almam yetecekti. (3 ders için ortalama 70 olması için toplam 210 puan gerekiyor, elde var 88, geriye 122 puan kalıyor, geçme notu 60, o halde 60 ve 62 yeterli).

Kasım sınavı için tecrübem ve umudum vardı. Farklı bir departman ve farklı bir ülke tecrübeleriyle yine dolu dolu geçen bir dönem geçirsem de Kasım’daki sınava bence doğru metodoloji ile çalıştım. Önce güncel standartları KGK websitesinden indirdim. Sonra bunların önemli bölümlerinden kendim için notları çıkardım. Standartları bilmeyenler için şunu söyleyebilirim, yabancı dilden çeviri olduğu için gündelik dilimizden uzak ve anlaması çok kolay değil. Ama bir kere bu yola girmiştim ve geri vites yapacak bir durumda değildim. Not alarak çalışmayı kendim için daha motive edici bir hale getirmek için ise güzel bir fikrim vardı: öyle notlar çıkaracaktım ki benden sonra da bu sınavlara girecek kişiler bu notları alıp sınavda başarılı olabilecekti. Motivasyonum kısaca şöyleydi: çıkardığım notları ebook haline getirip Google Play Kitaplar üzerinden herkesin kullanımına ücretsiz bir şekilde açacaktım. Bu fikir beni not çıkarırken ayrı bir heyecanlandırıyordu ve yer yer sıkıcı bir işi daha ulvi hale getiriyordu.

Sınava hazırlandığım dönemde vitesi artırmam gereken Eylül-Ekim aylarında iş sebebiyle 4 haftalığına Romanya’daydım. Burada bulunduğum dönemde döviz kurunun TL’ye göre oldukça yüksek olmasının da etkisiyle çok fazla gezilebilecek bir durum olmaması sebebiyle hafta sonları sık sık farklı Starbuck’s’lara (marka takıntım yok sadece gurbette bana daha güvenilir ve konforlu geldiği için burayı seçtim) kaçıp not çıkarmaya, sabahları erken kalkıp standart okumaya çalıştım. Ekim ortasından itibaren Türkiye’ye döndüğümde sabahları 60 kilometre ötedeki iş yerime gitmek için kullandığım serviste pdf dosyalarından standartları okuyup özet çıkarma işini tamamladım. Ardından yine çıkmış soruları çözmeye başladım. Bu kez hem zaman tuttum, hem de hata yaptığım her soruyla ilgili sınav sonrasında tekrar standarda gidip ilgili bölümle ilgili yeniden not aldım. Böylece notlarımı da daha geniş ve nitelikli bir hale de getirebiliyordum. Yeri geldi iş yerinden mesai servisi ile çıkıp çalıştım, yeri geldi arabamı servise götürdüğümde bekleme salonunda soru çözdüm. Hatta sınavdan önceki son Cuma evde çalışırım diye izin almama rağmen oğlumun da hafif bir hastalık durumu sebebiyle evden kaçıp annemde çalıştım.

11 Kasım 2018 Pazar günkü sınav için bu kez Cumartesi öğlen İzmir’den çıktım ve akşamüstü Ankara’da oldum. Tandoğan’da mütevazi bir otelde yer ayırtmıştım, önce otele yerleştim, sonra da eski günlerdeki gibi Tandoğan Orduevi’nde akşam yemeği yedim. Takvimlerin 10 Kasım’ı göstermesi ve Anıtkabir’e çok yakında olmam sebebiyle coşkulu kalabalığın içinde yürüyüş yaptıktan sonra son tekrarlarımı kendi çıkardığım notları okuyarak yaptım ve ertesi gün sınava gittim.

Sınava Atatürk Anadolu Lisesi’nde girdim. 10’da başlayan sınav için 9’da oradaydım. Sınava girecek insanların yanlarında dolaşırken çoğunun dershanede aldıkları notlardan ve hocalarının son hatırlatmalarından bahsediyor olması ya da şirket aracı olduğunu tahmin ettiğim lüks araçlarla gelmesi acaba bu sınav için yeterli miyim diye şöyle bir kendime sormama sebep olsa da başarılı olacağıma inancım tamdı.

Sınıfa girip de sayfalarını kontrol etmemiz için sınav kitapçığını elime alıp yavaş yavaş sayfaları çevirirken bir yandan da sorulara göz ucuyla baktım ve çoğunun çalıştığım konulardan oluştuğunu görmek özgüvenimi tazelememe sebep oldu. Evde yaptığım testlerde denetim sorularını daha hızlı çözdüğümü görmem sebebiyle sınava önce denetimle başladım ve ardından daha çok vakit kalması için muhasebe standartları sorularına geçtim. Sınavlarda zamanı yetiştiremeyecek olan adaylar ek bir ders ücreti (örneğin Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Finansal Yönetim) daha yatırarak ekstra süreye sahip olabilirler ancak ben böyle bir maliyete katlanmaya gerek görmedim. Zamanı iyi kullanıp, tereddütte kaldığım için yanına işaret koyduğum sorulara da geri dönme vakti buldum. Bu arada 40 sorudan oluşan sınavlarda her bir şıktan 8’er tane cevap var, yani 8 A, 8 B, 8 C, 8 D ve 8 E. Sınavın sonunda vaktiniz kalırsa bu kontrolü de yapabilirsiniz. Kontrollerimden sonra kalan zamanda bu şekilde de bir gözden geçirme fırsatı buldum.

Sınav bittiğinde bu işin bu kez bittiğini biliyordum. Sınavdan iki gün sonra KGK websitesinde soruların yanıtları açıklandı. Hepsini değil ama genelini şöyle bir kontrol ettim, doğrularımın sınavda başarılı olacak kadar olduğunu görünce de devamını getirmedim ve resmi sonuçların açıklanmasını bekledim. Şükürler olsun ki, sınavdan sonraki üçüncü haftanın Cuma günü mesai bittikten sonra KGK websitesindeki duyuru ile açıklanan sonuçlarda başarılı olduğumu gördüm.

Peki bu sınavlara girmek ve sınavlar sonucunda başarılı olmak bana ne sağladı:

Her şeyden önce ben çalıştığım şirketin Finans departmanında görevliyim ve sınava dair konular bugünkü iş tanımımda direk olarak bulunmasa da ileride olabilir. Bu sınava hazırlanırken öğrendiklerim ve tazelediklerim yarın işime yarayacaktır. Bununla beraber bir şeyleri bildiğini söylemekle bildiğini belgelendirebilmek arasında fark vardır. Saygınlığı olan bir kurum tarafından yetkilendirilmek, bu farkı ortaya koymak açısından önemlidir. Ayrıca konulan hedeflere ulaşmak insana ayrı bir tatmin sağlar. Ben Mayıs ve Kasım ayından girdiğim bu sınavlar ve sınavlar öncesi yaptığım çalışmalarla hedefim olan teknik bilgimi geliştirme konusunda bir başarı elde etmiş olmanın hazzını da yaşıyorum. Çalıştığım şirket bir dönüşüm yaşıyor ve bizden beklenen özelliklerden biri de anlam yaratmak. Anlam yaratan kişilerin özelliklerine baktığımızda da profesyonel gelişimlerine yatırım yapan kişiler olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada da hedefime ulaşmış olmak bir yandan da bu nitelikle örtüşüyor. Tüm bunlara ek olarak, şu an Google Play Kitaplar’da hem muhasebe standartları hem de denetim konusunda hazırladığım notlar bu konulara ilgili duyan herkesin erişimime ücretsiz bir şekilde açık. İşte bu da bana manevi bir haz sağlıyor.

Dilerseniz “Sınav Kazandıran Muhasebe Standartları Notları” ve “Sınav Kazandıran Denetim Notları” diye adlandırdığım kitaplarımı Google Play’den bu isimlerle ya da direk “Volkan Yorulmaz” diye aratarak bulabilirsiniz. Hatta bu kitapları okuduktan sonra GoodReads kullanıyorsanız buradan da kitaplarımı okuduğunuzu belirtebilir, yorumlarınızı diğer kullanıcılarla paylaşabilirsiniz.

Google Play Kitaplar’dan kitaplarıma erişmek için:


Goodreads’ten kitaplarıma ve onlarla ilgili yorumlara ulaşmak için:


Nasıl “Bağımsız Denetçi” olduğumu anlattığım bu içerik “Nasıl SMMM Oldum?” konulu içeriğim kadar popüler olur mu, onun kadar çok paylaşılıp yorum alır mı bilmiyorum ama dileyen herkes bana yorum ya da mail ile ulaşabilir ve süreçle ilgili merak ettiklerini sorabilir. İşte benim bağımsız denetçi olma hikayem böyle… Yeri gelmişken bu konuda beni arayarak mesaj atarak tebrik eden herkese bir kez de buradan teşekkürlerimi sunarım. Tabi ben de sevgili eşime ve oğluma teşekkürlerimi sunarım, sınava çalıştığım dönemde onları istemeden de olsa ihmal ettim. Neyse ki bu sürecin ve çabaların sonu mutlu bitti. 

Mutlu Son: Sınav Sonuç Belgesi
Romanya'da Starbuck's'ta Çalışmayı Tercih Ettiğim Günlerden Hatıra Tweetler
Ankara'ya Uçmadan Önce Kendi Notlarımdan Son Tekrarlar

11 Kasım 2018 - Ankara Atatürk Anadolu Lisesi 

Dileyen Herkes Sınav Kazandıran Notlarıma Ücretsiz Erişebilir
Goodreads adlı sanal kitaplık aracılığıyla da kitaplarıma erişebilir, hatta okuduklarınız arasına ekleyip yorumlar paylaşabilirsiniz.

27 Kasım 2018 Salı

"Bizi Hatırla" Filminin Hatırlattıkları

Uzun zama aradan sonra sinemada eşimle başbaşa film izleme şansı yakaladım. Malum, çocuklu bir aile olunca böyle fırsatlar her zaman denk gelmiyor. Havanın ve şartların sinema izlemeye uygun olduğu bu haftasonu, Çağan Irmak'ın Bizi Hatırla adlı filmin izleyip bir hayli duygusal anlar yaşadım.

Filmin hikayesini de eleştirisini de internette pek çok kaynakta bulabilirsiniz. Bu konulara hiç girmeden filmin bana hatırlattıklarını paylaşmak isterim:

- Herşey insanlar için
- Köklerini unutma
- Sevdiklerine zaman ayır
- Merdivenleri çıkarken durursan o merdivenleri başkaları çıkar
- Çocuğunu karşına alıp konuş, diyalog kur
- Hayaller kurarken bedelini de kestirmeye bak


18 Kasım 2018 Pazar

Murakami ile Rüzgarın Şarkısını Dinle

Daha önce buradan sizlere Haruki Murakami'nin eserlerini çok beğendiğimi, müthiş keyifle okuduğumu iletmiştim. Bu hafta sadece servisle işe giderken 3 günde hızlıca bir başka Murakami kitabı bitirdim. Bu seferki kendisinin ilk yazdığı eser olması açısından adeta çıraklık eseri diyebiliriz. Ama yine de aynı hamurdan çıktığı için okuması keyifliydi. Kitabın kapak tasarımı da pek bir güzel olunca insan elinden bırakmakta başka bir zorlanıyor. 

Bu kitaptan benimle kalan alıntılar ise aşağıdaki gibi oldu:


Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır. 

Öğle vakti aydınlığında anlaşılır mı gece karanlığının derinliği? 
Yazmak dediğimiz şey aslında kendin ile seni sara olaylar arasındaki mesafeyi korumaktır. Gerekli olan şey sezgiler değil, cetveldir.
Uygarlık iletişimdir. Eğer bir şeyi ifade edemezsen, o şey var sayılmaz.

Ronaldo - A Biography of a Boy Who Rose Out of Poverty

Recently, I have read the biography of Cristiano Ronaldo. It was an amazing book which I really liked a lot and will keep it in my library as one of the most motivating books I've ever read. The book is named Football Book of the Year at the Cross Sports Book Awards 2016. 

Although it was a paperback format book, I took notes from the book to my Evernote while reading and then collected them all in one content below.

The book has also another special importance for me. I purchased it from a book store when I was in Romania. So I went out with it a lot as I was away from my family. Here are some of my memories (photos) with the book.
 
 I bought this book with some other books for my son

I enjoyed it in Business Class flight as well

When I went out for dinner, the book was my mate

Just after the office hour, a quick break with some cheesecake and Ronaldo

From the book "Ronaldo" 

Only part of the truth is told. Whatever we think will be of interest. Or whatever we think will sell best. 

There is no art without obsession. 

If you don't put much in, you don't get much back. 

Everybody takes photographs of the Eiffel Tower, but the key lies in taking the one that nobody has seen before. 

If we were born to be poor, we will be... But be close to your children at the very least. 

Nobody considered it a limitation - it never is when everyone is in the same situation. 

The owner of the ball sets the rules. 

In a poor village, you have no choice but to have character. If you don't, they eat you up. Either you step on them or they step on you.

We didn't achieve it but our son can dream it. 

It is the one who puts it the most hours, perseverance and hard work who ends up achieving his goals in the end. 

Money used as a barometer of status and personal value, perhaps typical comments by a boy who rose out of poverty. 

He isn't the present, he is the future. 

It was a period of transformation. Some were visible and physical, while others were deep and internal. 

When there is passion, there is no place for reason. 

Good players must run, too, it is non-negotiable. 

I drink Red Bull while I buy my friends champagne at 1000 pound plus a bottle. It is no problem - I like my friends to be happy. 

It was a type of fight between alpha males. It ended as they all do: with the coach leaving. No matter how good he is, he can't get you fifty goals a season.

Football is a tool for self-improvement. Why football? Because it is what closest to him.  If his father had worked at a swimming club, maybe he'd be a world champion swimmer. The desire to better yourself and fight is intrinsic, football is circumstantial.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Romanya'da Misafir Denetçi Olmak

Misafir denetçi olarak 5 haftalığına ya da otel rezervasyonumda yazdığı gibi 32 geceliğine (yazının sonunda 32 gece kalmadığımızı da okuyacaksınız ama özellikle fırsat buldukça kaleme aldığım bu içeriğin akışı bozulmasın diye değişiklik yapmıyorum.) Romanya’nın başkenti Bükreş’te olacağım. Fırsat buldukça da gözlemlerimi not edip yıllar sonra da geri dönüp “ne günlerdi be!” diyebileceğim bir kaynak bırakmak istedim. Daha önce Romanya’da hiç bulunmadım, aslında çok fazla yurt dışına çıkan biri de değilim. Bundan 10 yıl önce 3 geceliğine yine iş için Paris’te bulunmuştum, bir de yurt dışı olarak kabul ederseniz Karadeniz gezisine çıktığımda birkaç saatliğine vizesiz Gürcistan’a geçmiştim.


Vize konusunun ne kadar önemli ve zorlu bir süreç olduğunu Romanya vizesi için evrakları toplayıp online başvuruyu yapma sürecinde oldukça iyi anladım. Şimdi kayıtlarımı tekrar kontrol ettiğimde, sadece bireysel başvuru kabul eden (yani acente vasıtasıyla başvuru yapamazsınız) konsolosluğa evraklarımı 18 Temmuz 2018 tarihinde internet sayfası üzerinden göndermişim. Hemen aynı gün akşamüstü saatlerinde ise 3 Eylül 2018 tarihinde olacak vize görüşmesi için bilgi maili geldi. Basitçe Excel’de iki tarih arasındaki farkı alınca 47 çıkıyor. Bir başka deyişle, vizeye başvurduktan 47 gün sonrasına konsolosluk gün veriyor. Benim 10 Eylül’de Bükreş’te olmam gerektiği için bu maili aldığımda oldukça gerildim. Önce bilgi ve tecrübelerine danışmak için şirketimin anlaşmalı seyahat acentesi olan Vista Turizm’i aradım, belgelerde bir sorun olmazsa yetişebileceğimi söylediler. Ardından gelen maile durumumu anlatan bir cevapla döndüm ama tahmin edeceğiniz gibi yanıt alamadım. En son olarak da arayıp durumumu sözlü olarak anlattım ve karşımdaki görevli değişik bir Türkçe ile eğer evraklarda sorun olmazsa görüşmeden 2 gün sonra vizemi vereceklerini söyledi. Aradaki süreci hızlıca ileri saracak olursam, 3 Eylül’de Romanya’nın İzmir’deki konsolosluğuna gittim ve her ne kadar internette yazmayan evrakların da istendiği bir durumla karşılaşsam da gün içinde onları da tedarik edip vize ücretini de yatırdım ve dedikleri gibi 5 Eylül Çarşamba akşamüstü saatlerinde vizem hazırdı. Bu kadar vize sürecini detaylandırdıktan sonra geçelim Romanya’ya varışıma…

10 Eylül sabahı önce İzmir’den İstanbul’a, ardından da İstanbul’dan Bükreş’e uçacak şekilde uçuşumu planlamıştım. Beni Romanya’ya götürecek uçak Türk Hava Yolları’nın anlaşmalı uçuş yaptığı Tarom’un uçağıydı. Maalesef görevlinin söylediğine göre bu firma Star Alliance’a üye olmadığı için bagajımın bağlantısını yapamadı ve bu sebeple İstanbul’da bagajımı alıp tekrar dış hatlarda Tarom’un gişesinden teslim etmek zorunda kaldım. Fiziksel olarak iki bavul, bir sırt çantası ve elde taşınan bir takım elbise biraz yorsa da yurtdışına çıkış heyecanı ile fazla koymadı. Her iki uçuşumu da şirketimin sunduğu 5 saati aşan uçuşlardaki business class tercih etme hakkını kullanarak gerçekleştirdiğim için gayet rahat geçirdim. Ne yalan söyleyeyim, business bileti bilerek almadım, bana en yüksek bagaj hakkını almam söylendiği için 50 kg bagaj hakkı veren bileti satın aldım, uçuştan bir gün önce koltuk seçimi için online işlemlere girdiğimde ban sunulan ön sıralardan business uçacağımı anladım. Şunu da söylemeliyim ki, business class uçarken THY gerçekten yolcusuna fark yaratıyormuş. Olay meyve suyunda değil de gözlerinizin içine memnuniyetiniz için bakan, müşteri memnuniyetine odaklanmış personeldeymiş. Neyse bu kıyaslamayla konumuzu dağıtmadan Romanya’ya inişime geçelim.

Uçaktan indikten sonra pasaport kontrolü için sıraya girdim. Sıra bana gelince karşımda tüm ciddiyetiyle bulunan görevli amca önce İngilizce olarak Pegasus’la mı geldin diye sordu, hayır Tarom’la dedim. Ardından neden geliyorsun dedi? Misafir denetçi olarak denetim ekibine katılacağım dedim. Nereden geliyorsun dedi? İzmir dedim. Onu görüyorum, hangi firmadan dedi, onu da cevapladım. Sonra kaç gün kalacaksın dedi, 33 gün dedim. Dönüş biletini, otel rezervasyonunu göster dedi. Sırt çantamdan otel rezervasyonumu teyit eden mail çıktısını kendisine verdim. Nihayet ikna olmuş gözüktü, kendi kendine bir şeyler yaptıktan sonra pasaportumu geri verdi. Bu süreçte beni ne kadar gerdiyse artık o rahatlamayla ağzımdan önce “teşekkürler” çıktı, sonra da hatamın farkına varıp “thanks” diyerek oradan uzaklaştım.

Bavulumu da aldıktan sonra havaalanındaki ilk taksiye bindim ve Sheraton dedim. Şoför amca Sheraton’un sonundaki “ton”u oldukça vurgulayarak adeta onayımı istedi, ben de kafamı yukarıdan aşağıya sallayarak onay verdim. Otelin önüne geldiğimizde taksimetre 36 Leyi tutmuştu. Şöfor’den belge isteyince bana dönüp “40 Leyi tuttu ama istersen bahşişle 50 Leyi verebilirsin” dedi. Taksimetreye bir daha baktıktan sonra “40 Leyi verebilirim” dedim. Bu kez “Yani bahşiş vermek istemiyorsun” dedi. Olay sanki benim açımdan bir vicdan testine doğru gidiyordu ve bu konuyu daha fazla uzatmamak için “45 Leyi ödemek istiyorum” dedim. Adamın gözlerinin içi hemen güldü ve teşekkür etti. Romanya’ya gelmeden önce ekşisözlük’ten buradaki taksicilerin marifetlerini okumuştum, ben de ilk günden tecrübe etmiş oldum.

Otele girdiğimde 32 günlük konaklama için her hafta Pazartesi takip eden hafta için provizyon ve geçmiş hafta için fatura ve ödeme şeklinde işlem yapabileceklerini söylediler. Bu iş yükü yerine girişte provizyon ve sonunda ödeme metodunu önersem de sürekli “garanti” için deyip duran görevlinin teklifini kabul ettim. Söylediğine göre benimle aynı ekipte olan diğer bayan arkadaşlardan biri de bu şekilde ödeme yapmayı kabul edip odasına yerleşmişti. Sonradan teyit ettiğimde bu bilginin doğru olduğunu öğrendim. Sheraton’daki odam metrekare cinsinden biraz küçüktü, alanın çoğunu çift kişilik yatağım kaplıyordu. Duvara yapışık dar bir masa vardı ve ben bu satırları orada kaleme aldım. Odanın bence en büyük dezavantajı açılabilir bir penceresi olmamasıydı. Tek bir pencere vardı ve o da köhne bir binaya bakıyordu. Bu sebeple genelde odayı kapalı pencere ve loş ışıkla kullanmayı tercih ettim. TV’de ise maalesef Türkçe içerik yoktu. Menüde Türkiye’den bildiğim TRT World (İngilizce yayım) ve Kanal D vardı. Kanal D’yi heyecanla açtığımda ise her ne kadar logosu bildiğimiz Kanal D logosu olsa da Romanya için yayım yapan ve bu sebeple dilini anlamadığım (Romence) bir kanal olduğunu gördüm. Akşamüstü otelin spor salonuna gittim. Ülkemizdeki otellerin spor salonundan sonra tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Evet alet ekipman vardı ama o kadar az ve salon o kadar sadeydi ki, odadan sonra spor salonunu da görünce Türkiye’nin oteller konusunda Romanya’dan açık ara önde olduğuna kanaat getirdim. Hele ki uzun dönem ve toplamda 4 kişi için alınmış gecelik 110 Euro fiyat bence sunulan imkan için biraz abartılıydı.

Ertesi gün sabah gruptaki 3 bayan arkadaşımla lobide bir araya gelip denetleyeceğimiz şirketimize gittik. Bu sefer Uber kullandık. Biraz sıkışıp gittik belki ama kısa mesafe olduğu için sorunsuz bir transferdi. Şirkete ulaştığımızda ofislerin Türkiye’dekine benzediğini ama bir tık daha mütevazi olduğunu gördüm. Şirket kültürü açısından farklı olan şey ise öğle yemeğinin şirkette verilmemesi oldu. Konuştuğumuz yönetici genelde insanların evden getirip mutfaklarda yediğini, dilersek çevredeki restoranların adresini verebileceğini ya da internet üzerinden sipariş vermek için link paylaşabileceğini söyledi. İlk gün onun önerdiği “Stadio” adlı restauranta gittik. Otantik bir yapısı vardı, avluda yemek yer gibiydik. Menü oldukça seçenek sunuyordu. Riske girmemek için tavuk şinitzel söyledim. Tabağımda küçük bir omlet, salata, soslu bir patates ile beraber büyük bir şinitzel geldi. Fiyatı 42 leyi idi. Türkiye’de daha iyisini daha ucuza yerdim ama Avrupa ile Türkiye arasındaki satınalma gücü, para birimlerinin değeri ve hizmet sektörünün fiyatlaması açısından fark olduğunu kabul etmemiz gerekir. Restoranda fiş geldiğinde altta toplam tutar vardı, onun altında ise memnuniyet seviyelerini belirten orta, iyi çok iyi gibi üç değerlendirme vardı. Her birinin yanında da artan tutarlar vardı. Yani taksideki, oteldeki gibi restoranda da işlerini garantiye alıp bahşişi kendileri belirliyorlardı. Bakalım daha neler görecektim.

Denetimin ikinci gününde transfer için Uber kullanmak yerine yürümeye karar verdik. Google Maps otelle iş yerinin arasının 10 dakika olduğunu söyleyince gidiş ve dönüşü havanın da iyi olması sayesinde yürüyerek yaptık. İyi fikirdi, böylece günlük 10.000 adım atma hedefimi de tutturmuş oldum. Yüksek konsantrasyon gerektiren toplantılar sonrasında yorgun bir şekilde odaya geldiğimde uyuyacak gibi olduğumu hissedince kendimi toparlayıp spor salonuna gittim. Neyse ki denetim ekibindeki diğer iki arkadaşım da oradaydı. Spor salonunda aynı ülkemizdeki gibi kendini fazlasıyla beğenen ve bu yüzden gözlerini aynadan alamayıp farklı açılardan kaslarına bakan erkek modelini görmek bana evrenselliği hatırlattı. Öğlen gittiğimiz Frufru adlı mekandan alıp bitiremediğim ton balıklı sandviçimi yiyip FastForward eğitimimi odamda tamamladım. Bu satırları yazdıktan sonra da biraz kitap okuyup yarınki toplantılarda daha dinç olmak için enerji toplamaya geçeceğim. Bakalım Bükreş bana yarın hangi yüzünü gösterecek…

Her ne kadar üstteki paragrafı “Bükreş bana yarın hangi yüzünü gösterecek…” diye bitirmiş olsam da araya 2 günlük yoğun çalışma ve sonrasında kişisel meraklarımla ilgili araştırma yapma molası girdiği için hafta sonu gözlemlerimi paylaşmaya devam ediyorum. Genel de “yediğin içtiğin sana kalsın gezip gördüğünü anlat” derler ama ben yemeklerle ilgili gözlemlerimi de paylaşmayı tercih ediyorum. Dün yine öğlen yemeği için “Stadio” adlı restauranta gittik. Bir gün önce gittiğimiz mekanda yemeğin gelmesini yarım saat bekleyip bazı hijyen eksiklikleri gördükten sonra bir önceki deneyimimizde çok da fena bulmadığımız Stadio’ya bir daha gitmeye karar verdik. Menüde oldukça çeşit olmasına rağmen Türk yemeklerini nasıl yaptıklarını merak ettiğim için “Istanbul Kebap” denemek istedim. İçinde domuz eti kullanılmadığının teyidini aldıktan sonra siparişi verdiğimde garson bana “side dish” tercihimi sordu. Tabi ülkemizdeki kebap sipariş ettiğinizde masayı donatma anlayışı burada olmayınca yanında garnitür sorması çok doğal. Neyse, nar ekşili marul ile servis edilen bizim Adana kebap diye nitelendirebileceğimiz kebap makul bir sürede servis edildi ve lezzeti gayet iyiydi. 38 leyi gibi bir fiyat Romanya standartlarında orta seviyede kalıyor. Yurtdışına sık çıkan arkadaşlarımdan etin yurtdışında ucuz olduğunu duyuyordum. İlk hafta itibarıyla etin salataya ve makarnaya kıyasla uygun olduğunu ben de gözlemledim. Bu Cumartesi akşamı, İsviçre’den gelecek diğer denetim ekibiyle bir araya gelip beraber akşam yemeği yemek için şehirde popüler olduğu söylenen “Caru’cu Bere” (literally “Cart with Beer”) adlı restaurantta buluşacağız. Gündüz herkes serbest zamanını değerlendirip akşam 8’de mekanda buluşalım diye karar alınca ne olur ne olmaz ben önceden mekana nasıl ulaşacağımı bir keşfedeyim diye öğlen yola çıktım. Öğlene kadar da iş yerinde yakında gireceğim “bağımsız denetim sınavı” konularına çalıştım ama onun konumuzla alakası yok. İnternet paketim olmadığı için wi-fi üzerinden Google Haritalardan Bükreş haritasını indirip (boyutu 30 mb) mekanı buldum. Evet biraz hızlı ileri sardım, bulmam çok kolay olmadı ama bunda şehrin ya da haritaların bir suçu yoktu. Neyse günlük adım hedefimi tutturarak mekana ulaştım. Öğlen 2 gibi oradaydım, oturacak yer yoktu ve girmek için sıra bekleyen insanlar vardı. Mekanın popüler olduğunu ve akşam da buraya ulaşabileceğimi teyit ettikten sonra biraz çarşıyı ya da buradaki adıyla “Old Town”u gezeyim istedim. Elimde olmadan Türk markalarını görünce pek bir sevindim. Hatta dayanamayıp Garanti Bankası’nın fotoğrafını çekip, Koton mağazasının içini gezdim. Havanın sıcak olması ve sırtımda içinde bilgisayar olan bir çanta taşıyarak o kadar yürümek beni yormuştu, kendimce Alaçatı’ya benzettiğim sokaklarda gezerken bir yemek molası vermeye karar verdiğimde karşıma “Efendi” çıktı. Bildiğin dönerciydi, dürümde kaşarlı bir et döner yanına da nar aromalı Sırma marka soda sipariş ettim. Hem de sadece 25 leyi’ye. Kesinlikle Romanya’daki fiyat performansı en yüksek olan yemek tecrübemdi. Gurbette Türk ürünleri görünce önüne geçemediğim bir duyguyla atlıyorum ama belki de yeniliklere daha açık olmam lazım. Neyse daha dört hafta buradayım bakalım neler deneyimleyeceğim.

Yukarıdaki paragrafı kaleme aldıktan 6 gün sonra gözlemlerimle kaldığım yerden devam ediyorum. Bükreş’te yaklaşık iki haftayı devirdikten sonra şunu net bir dille söyleyebilirim ki bu şehirde İngilizce bildikten sonra hiçbir sıkıntı çekmezsiniz. İlk günümde sokakta gezerken yaşadığım ürkeklikten bugün eser yok çünkü ne derdim olsa rahatlıkla iletişime geçebileceğimi biliyorum. Marketteki promosyoncu elemanla ya da kasiyerle, her çeşit restauranttaki garsonla, oteldeki bellboy ile, herhangi bir Über şöförü amcayla ya da spor salonundaki personal trainer ile kısaca aklınıza gelen her statüdeki insanla İngilizce konuşabileceğinizi, kendinizi ifade edebileceğinizi bilmek önemli bir konfor alanı sağlıyor.

Bir de şu trafik ve yayalara saygı konusuna değinmeliyim… Bükreş’te araçların kullandığı caddeler bizdekilere göre çok ama çok geniş. İnşa etmekte üzerimize yok ama nedense bizde bu geniş yollardan yok. Belki bir gün bizde de olur, belli mi olur… Ama bizde maalesef kolay kolay olmayacak bir şey daha var burada. O da yayalara saygı. Yaya geçidi olarak belirlenmiş yoldaki çizgilerin üzerinde yürümeye başlamanız halinde hangi araç olursa olsun duruyor. Ben ilk 5-6 gün de baya tedirgin bir şekilde geçerken benimle beraber olan Avrupa’lı arkadaşlarım son derece emin ve rahat bir şekilde yaya geçitlerini kullanıyordu. Ülkemizde bunlara hiçbir şekilde güven olmayacağı için ben başta hep araçları kontrol edip, mümkünse şoförle göz teması kurarak karşıdan karşıya geçtim. Şimdiler de yavaş yavaş o ürkekliği üzerimden atıyorum. Tabi Türkiye’ye döndüğümde bu alışkanlığımdan hemen vazgeçmem gerektiğini de biliyorum. Aksi takdirde, ülkemizde bu çizgileri hiç bir şoför umursamayacağı için baya üzülebilirim.

Buradaki ikinci hafta sonumda Cumartesi günü alışveriş merkezlerini keşfetmek için önce biraz Google haritalarda keşif yaptım, ardından da kendimi yollara vurdum. Belki kurgu sanacaksınız okurken ama hiç böyle ufak hesaplarla işim olmaz, size bir gözlemimi aktaracağım ki gerçekten çok bomba: Cumartesi öğlene doğru plazaların olduğu bir caddede yürüyorum. Cadde geniş ama tatil olması ve evlerin çok olmaması sebebiyle hem yol, hem de cadde oldukça boş. Yolun karşısında bir adam duvara iyice yanaştı, elini önüne götürdü ve tahmin edeceğiniz gibi çişini yapmaya başladı. Ben de bir yandan yürürken bir yandan da adamı izledim. İçimden de “vay be Avrupa Birliği vatandaşı ama yuhh yani!” diye geçirdim. Neyse sonra adam önünü düzeltti, yürümeye devam etti. Elinde siyah bir poşet vardı, ve üzerinde “Süravi” yazıyordu. Yoksa Türk müydü?

Ve sahne Rod Stewart'ın... 
Romanya’da olduğum sürede bir de dünya yıldızı izleme şansına eriştim. Kim miydi bu yıldız? Rod Stewart. 73 yaşındaki rock yıldızını açıkçası daha önce pek dinlediğimi söyleyemem ama tabi ki büyük bir isim olduğunu biliyordum. Kendisini sahnede görünce de, neden bu kadar büyük bir yıldız olduğunu çok iyi anladım. Gerçekten sahne şovu ile müziği çok iyi birleştiriyor. Rod Stewart’ın konserdeki performansını bir yana bırakacak olursak, Rumenlerin konser esnasındaki tavırlarına/duruşlarına hayran kaldım. Binlerce insan parlamento binasının önünde toplanmıştı ve adeta su gibi akan alkole rağmen bir tane taşkınlık yapan, olay çıkartan, çevresini rahatsız eden kişiye rastlamadım. Hani derler ya, ağzınla iç diye, adamlar gerçekten ağızlarıyla ve adabıyla içiyorlarmış, takdir ettim.

Bu arada bu satırları yazdığım Eylül ayının son haftasında burada havalar erken kararmaya ve oldukça sert esmeye başladı. Hava durumu dinleyenlerin sıklıkla duymaya alışık olduğu “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası”nı burada yaşamaya başladım, atkısız dışarı çıkamaz oldum. Neyse ki yalnız değilim, sokağa çıktığımda ceketini giyip atkısını saran pek çok kişiyi gözlemliyorum.  

Hafta içi şirket yönetimi bizi geleneksel Romanya yemekleri yiyebileceğimiz “Lacrimi si sfinti Restaurant”a götürdü. Adının pek bir acayip olduğunu görüp de yanlış yazılmış sanmayın, yazımını internet sitesinden de kontrol edip kopyaladım. Ortam fazlasıyla otantikti, müzik ve konum da gayet iyiydi. Başlangıçlarla birlikte masaya etlerin gelmesiyle birlikte işin rengi değişti. Geleneksel olan neredeyse her yemekte Romenler domuz eti kullandığı için ilk etapta benim için tek alternatif masadaki mezeler gibi gözüktü. Neyse ki durumu fark eden ev sahipleri olaya müdahale etti ve önceden verilmiş olan siparişlere kuzu ve ördek eti ekletti. Özellikle ördek eti bir hayli başarılıydı, Bükreş’te özel bir akşam yemeği yiyeceklere duyurulur.

Hafta sonu yine kendime vakit ayırma şansı bulunca abartıp hem Cumartesi hem de Pazar minimum üçer saat bir Starbucks şubesinde geçirdim. İlk gün kitap okuyup blog yazdım, ikinci gün de ciddi ciddi hazırlanmaya başladığım bağımsız denetim sınavına çalıştım. Starbucks’ta tabi çevremi de gözlemleme şansım oldu. Burada da özellikle zincir kahve mağazalarının müşteri portföyü bizdekine çok benziyor. Bir kısım insan tek başına gelip bir şeyler okuyor ya da çalışıyor, bir kısım genç (ya lisenin son sınıfları ya da üniversitenin ilk sınıflarında olduklarını tahmin ediyorum) laptoplarını açıp ortak projelerini yapıyorlar, bir de sevgilisiyle gelip bol bol fotoğraf çekip koyu muhabbete dalanlar mevcut. Maalesef tost, sandviç çeşitleri bizdekinden çok az ve sürüm hiç yok denecek kadar, şöyle ki ben girdiğimde mağazadaki az seçenekten bir tane kaşarlı (malum domuz eti konusu) sandviç seçip siparişi veriyorum, 3 saat sonra çıkarken aynı sandviçler bekliyor oluyor. Ama günün sonunda son iki haftada toplamda sanırım 12 saatten (min 3 saat * 4 gün) fazla 2 farklı Starbucks şubesinde vakit geçirdim, amaca yönelik hizmet aldığım için hep mutlu ayrıldım.

Romanya'da her çeşit kumarhane mevcut, adeta her bütçeye göre kumarhane imkanı sunulmuş
Gelelim sokakların durumuna… Avrupa Birliği falan da olsa sokaklarda bizimki gibi tükürük görmeniz çok olası. Hatta bazı sokaklar gayet kokuyor. Bükreş’te çok zengin bir tabaka var kesin. Bu yüzden trafikte ya da park halinde Bentley, Maserati, Rolls Royce, Porsche, Volvo, Mercedes, BMW gibi arabaların üst modellerini sıklıkla görebiliyorsunuz. Şehrin içinde ağaçlar arasında harika konumlanmış villalara da rastlamanız mümkün, bununla beraber aynı villanın kapısında bir evsiz adamın yatıyor olduğunu görmeniz de. Anlayacağınız, bizdeki gibi burada da iki kutup var ve bu iki kutbun arası sosyo-ekonomik açıdan oldukça açılmış durumda.

Romanya’daki denetim ekibimizle çalışmalarımızı özverili bir şekilde sürdürünce ortaya şöyle bir tablo çıktı: “Eee biz zaten yapmamız gereken kontrol ve testleri tamamladık, daha fazla kalmamıza gerek yok, haydi bunu merkeze iletelim ve erken dönüş için onayımızı alalım.”  Ardından erken dönüşün bütçeye katkısı da göz önünde bulundurularak onay geldi ve dönüş biletimizi aldık. Peki Romanya ve Bükreş üzerine yazdığım bu içerikte neden böyle bir başlık açtım diye sorarsanız, bunun iki cevabı var. Birincisi ilk paragraflarda yazdığım gibi 32 gün değil 25 gün Romanya’da kaldım. İkincisi ise, ki bence asıl konu da bu, otelden erken ayrılacağımızı 2 iş günü öncesinden otel yönetimine yazılı olarak bildirmemizin ardından otelin müşteri ilişkileri müdürünün göstermiş olduğu tavır oldu. Baştan beri Sheraton’da kaldığımız için çok memnun değildik. Odalarımızın iyi temizlenmemesi, kahvaltıda sunulan seçeneklerin yetersiz/garip olması, otel personelinin kaba davranışı gibi sebeplerden ötürü aklımız alternatif otellerde kalmıştı ancak bavulları toplayıp çıkmak gözümüzde büyümüştü. Her neyse, ekip şefi arkadaşımız otelden Cuma çıkacağımızı ve memnun olmadığımız konuları belirten mail attığı Çarşamba sabahı müşteri ilişkileri müdürü 32 gün kalacağımız yönündeki bildirimimize istinaden 110 Euro + vergiler içeren fiyat teklifinin bize sunulduğunu, aksi takdirde kredi kartımızda bloke edilen tutarın çekileceğini belirten bir mail ile dönüş yaptı. Özetle almadığımız bir hizmet için bizden ödeme yapmamızı istiyorlardı. Bunun üzerine kendisiyle telefonda konuştuk ve önceki maillerde de 32 gün kalacağımıza dair bir taahhüdümüzün olmadığını kendisine ifade ettik ama fikrinde ve tavrında bir değişiklik olmadı. Bu sorunu kendisiyle çözemeyeceğimizi anlayınca kendisinden daha yetkili biriyle görüşmek istediğimizi, aksi takdirde otelleri ile şirketimizin ilişkilerinin bozulacağını ilettik. Aynı gün akşam beş buçuk için otel genel müdürü ile bir toplantı ayarlandı. Yaklaşık kırk beş dakika süren hararetli görüşmede uzun süre otellerinin bu durumdan zarar edeceğini (aynı görüşme esnasında “peak season”da olduklarını da iletmelerine rağmen) belirtseler de böyle bir masrafı şirketimize yansıtamayacağımız için günün sonunda cebimizden ödemek zorunda kalacağımızı belirtince geri adım attılar ve kaldığımız kadar ödememiz konusunda anlaştık. Peki o akşam ne mi oldu, ben odamda yavaştan bavullarımı hazırlarken kapım çaldı ve kibar bir görevli elinde meyve tabağı ve makaronlarla odama girmek için izin istedi. Genel müdürlerinin sevgilerini ilettiğini söyledi ve tadını çıkarmamı istedi. Ben de öyle yaptım. Neyse ki otel yönetiminin fırsatçı tavrı son bulmuştu ve orta yol bulunmuştu.

Ve Romanya izlenimlerime dair son satırları, İzmir Karşıyaka’daki evimden bildiriyorum. Hani YouTube’da cep telefonu inceleme videolarının sonunda bu fiyata alınır mı alınmaz mı gibi bir değerlendirme oluyor ya, ben de o şekilde bir final yapacak olursam, yani Romanya’ya gitmenizi önerir miyim diye kendime sorsam cevabım şöyle olur: Eğer sıklıkla yurtdışına seyahat ediyorsanız, Romanya’yı da görmenizi öneririm. Tarihi binaları, nehri, havası, ülkemize yakınlığı, yaygın şekilde İngilizce konuşulması gibi sebeplerle gördükleriniz arasına katmanız güzel olur. Ancak çok sık yurtdışına çıkma şansınız yoksa, bir başka deyişle, tek sıkımlık kurşununuz varsa, dövizin de Türk Lirasına karşı oldukça değerli olduğunu göz önünde bulundurursak, diğer alternatifleri değerlendirmenizi öneririm. Sokakların pisliği, yemeklerinin çok başarılı olmaması, alışveriş için çok fazla özgün alternatifin olmaması aklıma ilk gelen sebepler. Bu arada İzmir’e dönüşü İstanbul üzerinden THY ile yaptım, rötarsız olduğunu düşündüğümüz seferler yaklaşık 5 saat 10 dakika sürüyor. Alternatif olarak rekabetçi fiyatıyla Pegasus’u da değerlendirebilirsiniz. Romanya’daki son günümde otelden çıkıp bindiğim taksi şöförü aksanımdan Türk olduğumu anlayınca Lucescu ve Hagi muhabbeti yaptıktan sonra genel olarak ülkelerini beğenip beğenmediğimi sordu. Ona verdiğim samimi cevap ile değerlendirmemi bitireyim: “Ben Romanya’yı ve Bükreş’i beğendim. Beklentimin üzerindeydi ve ciddi bir sorun yaşamadan 4 hafta geçirdim.” Umarım siz de gitme fırsatı bulursanız keyifli vakit geçirirsiniz!
Misafir denetçi olma hikayemde dönüm noktası...

Bankalar bizdeki kulelerden farklı

Old Town'da her haftasonu farklı sokak sanatçılarını dinlemek mümkün

Parlemento binası oldukça büyük

Bu binanın önünden her geçişimde  ressamların eserlerini hikayeleriyle beraber pazarladıklarına şahit oldum

Haftasonları çalışmak için düzenli olarak Starbucks'ı tercih edince belli bir gönül bağımız oluştu :)

4 Ekim 2018 Perşembe

Tersine Mentörlük'te Mentee Oldum

Bu yaz Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında birer seans olmak üzere “tersine mentörlük” deneyimini “mentee” olarak tecrübe etme fırsatım oldu. Bu yılki inkompass (Philip Morris’in çeşitli departmanlarının tanınmasını sağlayan bir program ve birisi yaz, diğeri de kış olmak üzere iki farklı cycle’dan oluşuyor. Bu iki cycle; farklı departmanları tanıma imkanı sağlıyor. Esas amacı da bu sayede öğrencilerin kendilerine neyin uygun olup olmadığını görebilmesini sağlamaktır.) arkadaşlarımızdan Merve Salihoğlu ve Özge Özdemir’in bana mentörlük yaptığı süreçte her iki tarafın paylaşım konusunda istekli olduğu, doğal ve akışkan bir ilişki kurduk.

Şirketimizde benden daha genç, daha az deneyimli olan arkadaşlarımdan benim gibi daha kıdemli olanlara doğru öğrenme, bilgi aktarımı ve paylaşım ortamı yaratılması en yeni bilgi veya teknik becerileri öğrenmenin yanında şirketimize yeni katılan kişilerin perspektiflerini anlama açısından benim için faydalı oldu.

Her seansımız sonrasında öğrendiklerimi kendim için not alıp sakladım. Üç görüşmemizden üç tane ders çıkaracak olursam:

  1. Seneye yüksek ihtimalle iş hayatına atılacak olan arkadaşlarımız, bağlı olacakları yöneticilerinde samimiyeti, şeffaflığı, beklentilerin açık olmasını ve iş dışı konularda da iletişim kurabilmeyi arıyorlar.
  2. Kariyerlerinde ilerleme fırsatı için farklı tecrübelerin önemli olacağını inanıyorlar ve bu yüzden farklı departmanlar denemeyi tercih edebileceklerini söylüyorlar.
  3. Kendilerinin nasıl bir fark yaratarak binlerce aday arasından seçildiklerini ve önümüzdeki dönemde nasıl fark yaratarak hedefledikleri işi bulacaklarını sorduğumda öne çıkan yönlerinin herkesi birbirine bağlama, yönlendirme, kendi fikirlerini kabul etmekten çok doğruyu bulmaya çalışma, hızlı öğrenme ve teknolojiye hızlı adaptasyon olduğunu ifade ediyorlar.

Her geçen gün daha karmaşık, değişken ve belirsiz olan dünyamız için ben de kendilerine kişisel gelişimlerini teşvik edecek geri bildirimlerde bulunmaya çalıştım. Özetle, iki tarafın birbirini açık yüreklilikle tanımaya çalıştığı ve mutlu yüzlerle sonlandırdığı bir tecrübeydi.

2 Ekim 2018 Salı

Bir Yarış Oyununda Başıma Gelen En İlginç Hikaye



Sizleri bundan yaklaşık 18 ya da 19 sene önceye götürmek istiyorum. 90’lı yılların sonları, o dönemler lise öğrencisiyim. Need For Speed (NFS) ortalığı kasıp kavuruyor. Sıra arkadaşım Fatih ve ben de bu oyunun tutkulu oyuncularıyız. O dönem hayatımızın merkezinde iki şey var: hazırlanmakta olduğumuz üniversite sınavı ve her fırsat bulduğumuzda oynadığımız NFS. İkimizde çok iddialıyız ve en iyi olduğumuzu düşünüyoruz. Her akşam test çözdükten sonra NFS oynayıp formumuzu koruyoruz, ertesi gün de ilk teneffüsten itibaren bir gece önceki başarı hikayemizi ballandıra ballandıra birbirimize anlatıyoruz.

“En iyi” olma konusundaki atışmalarımızı artık aksiyona dökmemiz gerektiğine karar verdiğimiz bir gün hafta sonu dershane çıkışı bizim eve gelip “en hızlı”yı belirlemek için anlaştık. Bilgisayarımda doğal olarak tek klavye olduğu için o hafta sonu Fatih dershaneye kendi klavyesi ile geldi. Hala dershane çıkışı bindiğimiz otobüste sırtında çantası, elinde klavyesi ile otobüsteki hali dün gibi gözümün önündedir.

Neyse eve geldikten sonra annem bize enerji verecek ikramlarını sunup evde rahat etmemiz için alışverişe gitti. Artık tüm koşullar en hızlıyı belirlemek için hazırdı. Fatih’in klavyesini de bilgisayara bağlayıp tanıttıktan sonra NFS oyununu açtık, iki kullanıcı moduna ayarladık, favori araçlarımızı alıp en sevdiğimiz renk tercihleri ile favori pistimizde yarışa başladık.

Hazır ev boşken sesi en yüksek seviyeye getirip süreyi de en uzun olarak belirledik. Ve yarışımız başladı… O dönemlerde internete 146 üzerinden 33.600 kbps modem ile bağlandığımız için online multiplayer oyunlara alışık olmadığımızdan ilk defa gerçek bir kullanıcıya karşı oynamak çok farklı bir tecrübeydi. Bol bol çarpmalı, sürtmeli bir yarış adeta kıran kırana geçti. Sonucunda ev sahibi olmanın da avantajını kullanarak oyunu kazandım ama oyun esnasında yaşadığım heyecan ve stres kazanmamla beraber öyle bir coşkuya sebep olmuştu ki bir anlık sevinç bana oldukça pahallıya mal olmuştu.

Finish çizgisini geçmemle birlikte spikerin “Congratulations” diyen o çoşkulu sesiyle ayağa kalkıp sevincimden bilgisayarın monitörüne adeta “çak bi beşlik” yaptım. Tabii monitörün arkası boş olunca o da aynen denize balıklama atlar gibi yere düştü. O dönemki monitörleri hatırlayanlar bilir, monitörün arkasında boşluklar vardır, o boşluklardan dumanlar çıkmaya başladı. Hemen fişini pirizden çektik. Odadaki koku azalınca korkarak dualarla yeniden prize taktım ama nafile… Maalesef monitör tepki vermiyordu. Bir süre sonra annem eve geldi. Fatih ile beraber durumu dilimiz döndüğünce anlattık. Ne mi oldu? Annem güzelce iğneli sözleriyle dövmekten beter etti. Ana yüreği, dayanamayıp uygun vakit geldiğinde yeni bir monitör alıp yarış zevkime devam etmeme de fırsat sağladı. Ama ben bir daha “en hızlı yarışçı” değil “en kontrollü yarışçı” oldum hep.

İşte benim bir yarış oyununda başıma gelen en ilginç hikayem. Umarım genç arkadaşlarıma ders alabilecekleri bir örnek sunmuşumdur.

Not: Yukarıdaki hikaye Media Markt'ın "Herhangi Bir Yarış Oyununda Başına Gelen En İlginç Hikaye" konulu yarışması için tarafımca kaleme alınmıştır.

30 Eylül 2018 Pazar

Beni Asla Bırakma

Ne çok haksızlık etmişim ben bu kitaba... Onca yol katetti benle, önce Bursa'ya, İstanbul'a, sonra Seferihisar'a, ardından Antalya Finike ve Belek'e taşıdım. Bölük bölük okuyup, içindeki o bütünlüğe bir türlü erişemedim. Bu arada da ne yalan söyleyeyim soğudum okurken. Nasıl olur da bu kitabın yazarı 2017 Nobel ödülü alır dedim.

Ama ne zaman geldi de şu hafta sonu kendimle baş başa kalıp adam gibi kitabın ne anlattığını, derinliğini ve hissiyatını anladım, işte o 70 sayfalık bölümde bu kitap beni bambaşka bir dünyaya yolcu etti.

Filmi çekilirse de eminim çok başarılı olacak bir hikayey sahip bu kitabı kendinizi vererek okuma fırsatı yaratın, bakın sizi nasıl bir dünyanın içine çekip etkisi altına alacak.

"Yatılı okul Hailsham'ın öğrencileri, bahçe duvarının arkasındaki karanlık ormandan çok korkarlar. Hafta sonları veya tatillerde evlerine gitmez., Hailsham'dan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. Dış dünyayla bağlantıları yoktur. Öğretmenler değil, gözetmenler tarafından eğitilirler. Spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, Hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatır ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlar. 

Kazuo Ishiguro, yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan Beni Asla Bırakma'da, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanmış görünüyor." 

Yeri gelmişken bu kitabı bana öneren Özlem'e de çok teşekkürler. Kitaptan yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü sıkıldığım dönemde kendisine teessüflerimi iletmiştim, şimdi de geri alıyorum.

Google adsense

Analytics