17 Ocak 2018 Çarşamba

“Kurallar Sıfırlanıyor: Vergilemede Dönüşüm” Semineri

16 Ocak 2018 tarihinde KPMG tarafından İzmir Ticaret Odası’nda düzenlenen “Kurallar Sıfırlanıyor: Vergilemede Dönüşüm” konulu seminer Abdülkadir Kahraman’ın “Dijital Ekonomide Vergileme Trendleri ve Vergide Teknoloji” hakkındaki sunumu ile başladı. Seminerden bir gün önce Abdülkadir Bey’e maille aşağıdaki soruyu yöneltmiştim:

Araştırmalar neticesinde muhasebe mesleği dijitalleşme ile birlikte yok olacak meslekler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. En son “kâhin ekonomist” olarak tanınan dünyaca ünlü ekonomist Nouriel Roubini, dünyada dördüncü sanayi devrimiyle birlikte birçok mesleğin gerekliliğinin ortadan kalkacağını belirtmiştir. Yine The Economist dergisi önümüzdeki 20 yıl içinde ‘dijitalleşmenin’ hangi mesleklerin sonunu getireceği yönünde bir çalışma yayımlamıştır. Her iki araştırma sonucuna göre, gelecek 20 yıl içerisinde muhasebe sektöründe çalışan 1000 kişiden 940’ının teknolojik gelişmeler neticesinde işsiz kalacağı açıklanmıştır. Sizin bu noktada görüş ve önerileriniz nelerdir?

Abdülkadir Bey de bu soruyu aşağıdaki mail içeriğiyle yanıtlamıştı:

Volkan bey merhaba

Benim ele alacağım konular arasında bu konuya yer veriyorum. Öncelikle bu ve benzeri haberler var.



İkinci linkte muhasebe ve denetim bunlar arasında.

Ancak sunum sırasında da belirteceğim bu meslekler tam anlamıyla ortadan mı kalkar, yoksa dönüşür mü? Yarın görüşmek üzere.

Abdülkadir Bey sunumuna “UNCTAD Information Economy Report 2017”den verilerle başladı. OECD’nin 15 maddelik BEPS uygulamasına atıfta bulundu ve KPMG olarak 2017 yılıyla ilgili ülke bazlı raporlamanın istenmesine yönelik düzenlemenin hayata geçmesini beklediklerini söyledi.

Bununla beraber, dijital ekonomide “işyeri” tanımında sorun olduğunu ve tanımlamanın kolay olmadığı belirtti. Örneğin booking.com, twitter gibi firmaların ülkemiz pazarından gelir elde ettiğini ama bunu vergilemenin zor olduğunu, bu sebeple KDV, satış vergisi gibi dengeleme vergileri getirildiğini ve bu konuda taslak tebliğ olduğunu açıkladı. Benzer örneklerin spotify, apple gibi şirketler için de geçerli olduğunu ve bu sebeple gelirden ziyade hasılattan vergiye yönelim olduğunu ifade etti.

Robotik yapay zekanın hayatımıza girmesiyle transfer fiyatlandırmasında farklı ülkelerde faaliyet ve kar marjlarının örnekleme yoluyla testi yerine bütün veriyi inceleyip karar vermeye imkan sağlayacak sistemlerin hayatımıza gireceğini açıklayan Abdülkadir Bey, bu sayede şirketlerin daha sağlıklı öngörülerde bulunabileceğini ve riski daha iyi yönetebileceğini belirtti.

7061 Sayılı Torba Kanun ile ilgili olarak Halil Bağdınlı ve Güray Kurşunoğlu sunumlar yaptı. Halil Üstad torba kanun ile birçok itiraz süresinin 15 güne çıktığını belirtip, usulün esasın önüne geçtiği bazı durumlar (önceki mevzuatta 8. günde yapılan itirazın usul açısından kabul edilmemesi gibi) için bu süre artışının mükellefin lehine olduğunu ifade etti. Yapılan düzenlemelerle adres kayıt sistemi Mernis’te kanuni temsilcilerin yerleşim yeri adreslerinin bilinen adres olarak kabul edilecek olmasından bahseden Bağdınlı, bilinen adreste ikinci kez bulunulmadığında kapıya pusulanın yapıştırılarak tebligat yapılacağını ve 15 günlük sürenin başlayacağını aktardı. Kişinin Mernis’te adres kaydının olmaması durumunda ise ulusal gazetede ilan verme yöntemiyle tebliğ yapılacağı belirtildi. Her tür bildirim ve dilekçenin elektronik ortamda verilmesi için gerekli altyapı çalışmalarının yapıldığını anlatan Halil Bağdınlı, İzmir’in e-ticarette pilot bölge olduğunu ve 2018 yılı Şubat ayından itibaren bu konu ile ilgili çalıştayın başlayacağını duyurdu. İkametgah değişikliğinde bildirim zorunluluğunun kalktığını da ifade eden Bağdınlı, artık torba yasa ile değerli kağıtların da elektronik ortamda verilebileceğini belirtti. Bakanlar Kurulu’na verilen yetki ile maktu ve nisbi vergileri kağıt türleri itibarıyla ayrı ayrı artırmaya ya da indirmeye yetki sahibi olduğunu söyleyen Bağdınlı bundan sonra damga vergisinde artışların olası olduğunun altını çizdi. Transfer Fiyatlandırması yöntem belirleme anlaşmaları üzerinden alınan harçların yürürlükten kaldırıldığı ve emlak vergisi için önümüzdeki 4 yıl için artışın bir önceki değerleme döneminde belirlenen vergiden %50 fazla olamayacağına yönelik düzenlemenin de torba yasada bulunduğu belirtildi.

Torba yasa ile sunumun geri kalanına devam eden Güray Kurşunoğlu, mobil elektronik haberleşme, internet ve benzerinde ÖİV’nin tek oran olarak %7.5 olduğunu belirtti. Güray Bey, gayrimenkul sermaye iradında götürü gider oranının %15’e indirildiğini söyledi. 1 Ocak 2018’den itibaren satın alınan araçlar için MTV hesaplamasında kıstasın motor gücü ve yaş değil ayrıca çıplak fiyatın da (ÖTV ve KDV hariç bedel) dikkate alınacağı vurgulandı. Kurumların 2 yıl süreyle aktiflerinde tuttuğu taşınmazların satışlarındaki istisna %75’den %50’ye indiğini belirten Kurşunoğlu, kurumlar vergisi oranının 2018-2020 arası için %22’ye çıkarıldığını hatırlattı.

7061 sayılı Kanun’un sunumda önemli bölümleri anlatılmakla beraber yukarıdaki ifadeler aldığım notları içermektedir. Kanunun tam metnine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:


“Global Ticarette Güncel Konular” hakkında Murat Palaoğlu sunum yaptı. İthalat vergilerinin artmasının ithalatı frenlemek için alındığını anlatan Palaoğlu, ithalatı frenlemek için hayatımıza giren bazı uygulamaların (KKDF gibi) ihracatı da vurabildiğini belirtti. Gümrükte 23 farklı vergi kaleminin alındığını bunların içerisinde gümrük vergisinin payının %6 olduğunu ifade eden Murat Palaoğlu, serbest ticaret anlaşmaları ile korumacı politikalara karşı konulduğunu anlattı. Gümrük İdaresinin 19 farklı bakanlık ile çalıştığını, tüm bu bakanlıkların incelemelerinin gümrükte konsolide edildiğini belirten Murat Bey, aslında gümrükte bekleyen malın gümrükten kaynaklanan sebeplerle değil bu bakanlıkların işleminde olması sebebiyle beklediğini açıkladı. Murat Palaoğlu, GET-APP uygulaması ile iş sahiplerinin gümrük idaresindeki tüm süreçleri takip edebileceğini belirterek sunumunu bitirdi.

“İstihdam ve Sigorta Prim Teşvikleri ile Yeni Düzenlemeler” konulu sunumu ile İsmail Sevinç seminere devam etti. 5510 sayılı kanun ile 5 puanlık indirim sağlandığını anlatan İsmail Bey, 6111 sayılı kanun ile genç, kadın ve mesleki belge sahibi olanların istihdamına yönelik teşviğin 2020 yılı sonuna kadar geçerli olduğunu ifade etti. 2016 yılında yapılan bir değişiklikle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun idari para cezalarındaki düzenlemeyle muhtasar ve prim hizmet beyannamesinde sigortalıların iş yerlerinde fiilen yaptıkları işe uygun meslek adı ve kodunu gerçeğe aykırı bildiren işverenlere sigortalı başına asgari ücretin onda biri tutarında idari para cezası uygulanacağı iletildi. İşe iade uyuşmazlıklarında mahkemeye gitmeden önce arabuluculuk müessesine başvurmak gerektiği yönünde düzenleme yapıldığını anlatan İsmail Bey, arabuluculuk müessesinin aldığı kararın mahkeme kararı ile eşdeğer olduğunu ifade etti.

Seminerden bir gün önce İsmail Bey’e aşağıdaki soruyu iletmiştim:

Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi uygulaması ücret gizliliğinin büyük önem taşıdığı kurumsal şirketler açısından çalışma barışının bozulması gibi ciddi sorunlar yaratacaktır. Zira şu anda ayrı ayı düzenlenen ve ayrı ayı şifre ile ilgili kurumlara gönderilen Muhtasar Beyanname ve Aylık Prim ve Hizmet Belgesi, 2018/Temmuz ayından itibaren Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi şeklinde tek belge olarak birleştirilecek ve tek şifre ile Maliye Bakanlığı sistemi üzerinden gönderilecektir. İşverenler, Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi uygulaması ile çalışanlarını kişi bazında T.C kimlik no, adı-soyadı, prime esas kazancı, prim gün sayısı, gelir vergisi matrahı, vergiden muaf olup olup olmadığı, engellilik oranı, AGİ, kesilen gelir vergisi tutarı, meslek kodu bilgilerini içerecek şekilde bildireceklerdir.

Mevcut uygulamada, çalışanların sosyal güvenlikle ilgili bilgileri (T.C kimlik no, adı-soyadı, prime esas kazanç, prim gün sayısı vd.) genel olarak şirketlerin personel bordro işlemlerini de yürüten insan kaynakları birimindeki bir ve birkaç personel tarafından SGK’ya bildirildiğinden, ücret gizliliğinin sağlanmasında herhangi bir sorun yaşanmamaktaydı. Ancak, yeni uygulamada, aynı şifre ile hem çalışanların isim bazında prime asas kazanç, gelir vergisi matrahı, kesilen vergi gibi bütün bilgilerini ihtiva eden muhtasar ve prim hizmet beyannamesinin, hem de diğer vergi beyannamelerinin gönderilecek olması başta muhasebe ve mali işler çalışanları olmak üzere sisteme giriş izni olan herkes istediği kişinin ücretini görme imkanına sahip olacaktır. Uygulamanın tüm Türkiye genelinde 01.07.2018 tarihinde başladığında ücret gizliliği politikası uygulayan kurumsal şirketlerde yol açacağı sorunlar ve çözüm yolları konusunda görüşünüzü rica ederim.

Sunumunun sonunda İsmail Bey bu konudaki kaygıları İdare’nin anladığını ve yetkililerin bunları göz önünde bulundurarak çözüm üreteceklerini kendilerine ilettiklerini açıkladı.

Seminerin son sunumunu Yusuf Penezoğlu “Vergi Denetim ve Uyuşmazlıklarında Güncel Düzenlemeler”  konusunda yaptı. Tam incelemenin bir yıl, kısmi incelmenin 6 ayda tamamlanacağını belirten Yusuf Bey, bu sürelerin maksimum 6 ay uzatılabileceğinden bahsetti. Son dönemde takdir komisyonuna sevk yönteminin zamanaşımını durdurmak için kullanılması sebebiyle bunun hukuka aykırı olduğu yönündeki mahkeme kararlarının artması sonucunda yapılan düzenlemeyle ihbar söz konusu olmadığı sürece son 6 ay inceleme başlatılmadıysa zamanaşımına uğrayacak yıl için incelemenin söz konusu olmayacağı ifade edildi. Yusuf Palazoğlu izaha davet uygulamasına da değindi ve burada tartışmalı konunun vergiyi cezasıyla ödeme durumunda dava açılıp açılamayacağı olduğunu, KPMG olarak açılabileceğini düşündüklerini ama konunun uygulamaları gördükçe netleşeceğini açıkladı. Yusuf Bey vergi denetiminde süreçleri anlatırken vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar tarafından mükellef nezdinde yapılan vergi incelemesi neticesinde, bir vergi türü ve vergilendirme dönemi için düzenlenen vergi inceleme raporunda tarhı öngörülen vergi tutarının, on milyon TL’yi aşması halinde, söz konusu raporun Merkezi Rapor Değerlendirme Komisyonunca değerlendirileceğini belirtti. Rapor Değerlendirme Komisyonlarının, gerekli gördüğü durumlarda ya da talepleri üzerine mükellefi dinleyebileceğini açıklayan Penezoğlu, sunumunun son bölümünde uyuşmazlıkların çözüm yollarından bahsetti. Buna göre idari aşamada çözüm yolları “vergi hatalarını düzeltme”, “cezalarda indirim”, “pişmanlık ve islah” ve “uzlaşma”dır.  Yargı aşamasında ise izlenecek yol “vergi mahkemesi”, “bölge idare mahkemesi” ve “danıştay” şeklinde sıralanmaktadır.
Bu faydalı seminere davetlerinden ve paylaşılan değerli içerikten ötürü KPMG'ye teşekkürlerimi sunarım.

16 Ocak 2018 Salı

Marka Değerini Korumanın Vergi Karşısındaki Durumu

2018 tarihli, yepyeni özelgeler Gelir İdaresi Başkanlığı websitesine yüklendi. Bunlardan birisi özellikle ilgimi çektiği için paylaşmak istedim. Özelge başvurusunda bulunan firma hazır giyim ürünleri, aksesuarlar, ayakkabılar, el çantaları, bavul ve deri eşya vb. ve bunlara ilişkin sair aksesuarlar da dahil olmak üzere her çeşit ürünün ithalat, ihracat ve ticareti işi ile iştigal ediyor. Firma ürünlerin bir kısmını aynı zamanda ilişkili olan yurt dışında mukim ……….. firmasından ithal ederek Türkiye'de bulunan mağazalarında satışa sunuyor. Cevabın öğrenmek istediği soru ise özetle şu şekilde:

Geçmiş sezonlara ait modası geçmiş olan ve sadece marka değerini korumak amacıyla satışı yapılamayan ürünlerin imha edilmesi veya kayıtlı değerlerinden daha düşük bedeller üzerinden ……….. markasının sahibi olan Fransa mukimi ………. Şirketine iade edilmesi hususlarının vergi mevzuatı karşısındaki durumu nedir?
Ülkemizde de faaliyeti olan Chanel, dünyaca ünlü Fransız moda markalarından sadece bir tanesi
Belli “marka”ların ürünleri geçmiş sezon olsa bile marka değerini korumak için belli bir fiyat seviyesinin altına çekmediğini daha önce de gözlemlemiştim. İşletme açısından baktığımızda, izlenen bu politikanın stok maliyeti ve yönetimi açısından getirdiği yükü taşımanın finansal açıdan maliyetine katlanmayı çok mantıklı bulmasam da satış ve pazarlama bakış açısıyla marka değerini belirli bir seviyede tutmak açısından izlenen yöntemin şirketçe makul bulunduğunu anlayabiliyorum. Yine de modası geçmiş olmasına hiç takılmayacak olan bir çok ihtiyacı olanı düşündüğümde, keşke ilgili firma bunları ihtiyacı olanlara verse ya da belli yardım kurumlarına bedelsiz ya da sembolik bedelle teslim etse ve o kurumun yapacağı satıştan elde edilen gelirin yine ihtiyacı olanlara iletilmesi sağlansa diye düşünmeden edemiyorum.

Gelelim kurumun sorduğu soruya idarenin Vergi Usul Kanunu, Kurumlar Vergisi Kanunu ve Katma Değer Vergisi Kanunu yönünden verdiği cevaba:
Vergi Usul Kanunu yönünden, Kanununun 278 inci madde hükmü yangın, deprem ve su basması gibi afetler yüzünden veyahut bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak, paslanmak gibi sebeplerle değeri düşen emtianın takdir komisyonunca tespit edilecek değerinin karşılık ayrılmak suretiyle kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınmasına ilişkin olup, geçmiş sezonlara ait ürünlerin demode olması ve marka değerini korumak adına satışının mümkün bulunmaması nedeniyle imha edilme işleminin anılan madde kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Kurumlar Vergisi Kanunu yönünden, geçmiş sezonlara ait ürünlerin demode olması ve marka değerini korumak adına satışının mümkün bulunmaması nedeniyle imha edilme işleminin Vergi Usul Kanununun 278 inci maddesi hükmü kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından imha edilen ürünlere ilişkin maliyet ve giderlerin kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.
Katma Değer Vergisi Kanunu yönünden, geçmiş sezonlara ait modası geçmiş olan ve sadece marka değerini korumak amacıyla satışı yapılamayan ürünlerin maliyet bedeli üzerinden belirli oranlar uygulanmak suretiyle hesaplanan düşük bedelle ……….. markasının sahibi olan Fransa mukimi ………. şirketine, KDV Kanununun 11/1-a maddesi ve ilgili Tebliğde belirtilen açıklamalara uygun olarak gönderilmesinin ihracat kapsamında değerlendirilmesi mümkün olup, bu kapsamda iade alınabilecek KDV tutarının ise ihracat bedelinin %18'ini aşmaması gerekmektedir.

Bu üç vergi kanunu açısından konuyu değerlendirdiğimizde şirketin söz konusu modası geçmiş ürünleri imha ettirmesinin Vergi Usul Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu açısından gider kabul edilmeyecek olması imhayı finansal açıdan makul bir tercih olmaktan çıkarıyor. Fransa’daki ilişkili şirketin modası geçmiş ürünleri kabul etmesi durumunda iade süreci ek taşıma ve sigorta masrafları ile şirket açısından değerlendirilebilecek bir tercih pozisyonunda bulunmaktadır. Bu durumda da aynı zarar konusu bu kez Fransa’daki ilişkili firmaya transfer edilmiş olacaktır. Hal böyleyken söz konusu ürünler kamuya faydalı kurumlardan birine teslim edilse ne güzel olurdu diye düşünmemek elde değil.

Merak edenler için özelgenin tam metni aşağıdadır:

T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
 İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
Mükellef Hizmetleri Katma Değer Vergisi Grup Müdürlüğü



Sayı
:
39044742-KDV.29-235
02.01.2018
Konu
:
Stoklardaki emtianın imha edilmesi.




    İlgide kayıtlı özelge talep formunuzun tetkikinden;

   -Şirketinizin hazır giyim ürünleri, aksesuarlar, ayakkabılar, el çantaları, bavul ve deri eşya vb. ve bunlara ilişkin sair aksesuarlar da dahil olmak üzere her çeşit ürünün ithalat, ihracat ve ticareti işi ile iştigal ettiği,

   -Firmanıza ait ürünlerin bir kısmının aynı zamanda ilişkili olan yurt dışında mukim ……….. firmasından ithal edilerek Türkiye'de bulunan mağazalarınızda satışa sunulduğu,

   -Stoklarınızda yer alan geçmiş sezonlara ait ürünlerin (bluz, ceket, pantolon, aksesuar vb.) demode olması ve marka değerini korumak adına satışının mümkün bulunmaması nedeniyle imha edilmesi veya kayıtlı değerlerinden daha düşük bedeller üzerinden ilgili şirkete iade edilmesi hususlarının vergi mevzuatı karşısındaki durumu hakkında Başkanlığımız görüşünün talep edildiği anlaşılmıştır.



            I- VERGİ USUL KANUNU YÖNÜNDEN:



   213 sayılı Vergi Usul Kanununun "Takdir Komisyonlarının Görevleri" başlıklı 74 üncü maddesinin (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde, yetkili makamlar tarafından istenilen matrah ve servet takdirlerini yapmak takdir komisyonlarının görevleri arasında sayılmıştır.



   Anılan Kanunun 274 üncü maddesinde ise emtianın maliyet bedeli ile değerleneceği, emtianın maliyet bedeline nazaran değerleme günündeki satış bedellerinin % 10 ve daha fazla bir düşüklük gösterdiği hallerde mükellefin maliyet bedeli yerine 267 nci maddenin ikinci sırasındaki usul hariç olmak üzere emsal bedeli ölçüsünü tatbik edebileceği hükmüne yer verilmiştir.



   Mezkur Kanunun 278 inci maddesinde, yangın, deprem ve su basması gibi afetler yüzünden veyahut bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak, paslanmak gibi haller neticesinde iktisadi kıymetlerinde önemli bir azalış vaki olan emtia ile maliyetlerinin hesaplanması mutad olmayan hurdalar ve döküntüler, üstüpü, deşe ve ıskartaların emsal bedeli ile değerleneceği hükme bağlanmıştır.



   Aynı Kanunun 267 nci maddesinde ise, gerçek bedeli olmayan veya bilinmeyen veyahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın emsal bedelinin, ortalama fiyat, maliyet bedeli ve takdir esası olmak üzere üç esasa göre tayin edileceği; ilk iki sıradaki usul ile belli edilemeyen emsal bedelin ilgililerin müracaatı üzerine takdir komisyonunca takdir yolu ile belli edileceği hüküm altına alınmıştır.



   274 üncü maddede düzenlenen hükümde, satın alınan veya imal edilen emtianın maliyet bedeli oluştuktan sonra fiyatların aşağıya doğru indiği (ekonomide depresyon halinin ortaya çıktığı) dönemlerde mükelleflerin gerçek olmayan kazançlar üzerinden vergi ödememeleri amaçlanmıştır.



   Bu tür durumlarda mükellefin kendi maliyet bedelinin zaten bilindiği ve satış fiyatının üzerinde olduğu için emsal bedel tespit edilirken bu esasın dikkate alınması bir kısır döngüye yol açacağından, emsal bedelle değerleme yapacak mükellefin ya ortalama satış fiyatı ya da takdir komisyonu kararına göre emsal bedel tespit ettirmesi gerekir.



   Mükelleflerin isteğine bağlı olan bu değerleme şeklinde kriter olan satış fiyatı mükellefin kendi satış fiyatı değil piyasada oluşan ortalama fiyattır. Aksi halde mükellefler, dönem sonlarında maliyetin altında az bir miktar satış yapmak suretiyle dönem kazançlarını düşük tespit edebilirlerdi. Bu nedenle, dönem sonu stoklarını emsal bedeli ile değerlemek isteyen mükellefin, emtiasının maliyet bedelinin piyasadaki o mala ilişkin genel fiyat düzeyinin altında kaldığını ispatlaması gerekir.



   Emsal bedelle değerlenecek emtianın maliyetinin satış fiyatına göre düşüklük göstermesi, ekonomideki dalgalanmalar dışında işletmenin deneme üretimi veya ilk kez pazara sunduğu bir mal nedeniyle maliyetinin rakiplerinin satış fiyatının üstünde oluşmasından kaynaklanması halinde de mükellef dilerse emsal bedeli (maliyet bedeli esası dışında) ile stoklarını değerleyebilir.



   Yukarıda yapılan açıklamalara göre, değerleme gününde stoklarda bulunan emtianın maliyet bedeline nazaran değerleme günündeki satış bedellerinin % 10 ve daha fazla bir düşüklük göstermesi halinde, dönem sonu stoklarını emsal bedeli ile değerlemek isteyen şirketinizin emtianın maliyet bedelinin piyasadaki o mala ilişkin genel fiyat düzeyinin altında kaldığını ispatlaması halinde konunun takdir komisyonunca değerlendirilmesi mümkündür.



   Diğer taraftan, Vergi Usul Kanununun 278 inci madde hükmü yangın, deprem ve su basması gibi afetler yüzünden veyahut bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak, paslanmak gibi sebeplerle değeri düşen emtianın takdir komisyonunca tespit edilecek değerinin karşılık ayrılmak suretiyle kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınmasına ilişkin olup, geçmiş sezonlara ait ürünlerin demode olması ve marka değerini korumak adına satışının mümkün bulunmaması nedeniyle imha edilme işleminin anılan madde kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.



            II- KURUMLAR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:



   5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı; ikinci fıkrasında ise safi kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanununun ticarî kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmış olup kurum kazancının tespitinde Kurumlar Vergisi Kanununun 8 inci maddesi ile Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinde yer alan giderler indirilebilecektir.



   Gelir Vergisi Kanununun "Bilanço Esasında Ticari Kazancın Tespiti" 38 inci maddesinde;



    "Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsdeki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müsbet farktır. Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce:

   1. İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir;

   2. İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur.

   Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ait hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41'inci maddeleri hükümlerine uyulur."

   hükümlerine yer verilmiştir.

   Kurumlar Vergisi Kanununun "Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı" başlıklı 13 üncü maddesinin birinci fıkrasında kurumların, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunmaları durumunda, kazancın tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı; alım, satım, imalat ve inşaat işlemleri, kiralama ve kiraya verme işlemleri, ödünç para alınması ve verilmesi, ikramiye, ücret ve benzeri ödemeleri gerektiren işlemlerin her hal ve şartta mal veya hizmet alım ya da satımı olarak değerlendirileceği, ikinci fıkrasında ilişkili kişinin kurumların kendi ortakları, kurumların veya ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek kişi veya kurum ile idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu gerçek kişi veya kurumları ifade ettiği ve ilişkinin doğrudan veya dolaylı olarak ortaklık kanalıyla oluştuğu durumların örtülü kazanç dağıtımı kapsamında sayılması için en az %10 oranında ortaklık, oy veya kâr payı hakkının olması şartı arandığı ve ortaklık ilişkisi olmadan doğrudan veya dolaylı olarak en az %10 oranında oy veya kâr payı hakkının olduğu durumlarda da tarafların ilişkili kişi sayıldığı ve ilişkili kişiler açısından bu oranların topluca dikkate alındığı; üçüncü fıkrasında emsallere uygunluk ilkesinin ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım ya da satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişkinin bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade ettiği hüküm altına alınmıştır.



   Bu hüküm gereğince, şirketinizin ilişkili olduğu Fransa mukimi firma ile gerçekleştirdiği mal veya hizmet alım ya da satım işlemlerinde uygulanan fiyat veya bedelin emsallere uygunluk ilkesine göre tespit edilmesi gerekmektedir.



   Konuya ilişkin ayrıntılı açıklamaların yapıldığı 1 seri numaralı Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı Hakkında Genel Tebliğin "4. Emsallere Uygunluk İlkesi" başlıklı bölümünde ise,



   "…Emsallere uygun fiyat veya bedel, aralarında ilişkili kişi tanımına uygun herhangi bir ilişki olmayan kişilerin tamamen işlemin gerçekleştiği andaki koşullar altında oluşturduğu piyasa ya da pazar fiyatı olarak da adlandırılan tutardır. Bu fiyat veya bedel, işlem anında hiçbir etki olmaksızın objektif olarak belirlenen en uygun tutar olup, ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde uygulanan fiyat veya bedelin bu tutar olması gerekmektedir.



   Aralarında ilişki bulunmayan gerçek kişi veya kurumlar arasındaki işlemlerde fiyat, piyasa koşullarına göre belirlendiğinden, ilişkili kişiler arasındaki işlemlerde de aynı koşullar geçerli olmalıdır. Dolayısıyla, taraflar arasındaki ilişkinin mal veya hizmet fiyatlandırmasına herhangi bir etkisi bulunmamalıdır.



   İlişkili kişiler arasındaki mal veya hizmet alım ya da satım işlemlerinde uygulanan fiyat veya bedelin piyasa fiyatını yansıtmaması durumunda, ilişkili kişiler arasındaki işlemlerde uygulanan bu fiyat veya bedelin emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit edildiği kabul edilecektir…"



   açıklamalarına yer verilmiştir.



   Bu çerçevede; geçmiş sezonlara yönelik olarak stoklarınızda yer alan ve yurt içinde satışı mümkün olmayan ürünlerin Fransa'da mukim ilişkili firmaya satış işleminin karşılaştırılabilir koşullar altında değerlendirilerek, söz konusu işleme ilişkin bedellerin emsallere uygun olarak belirlenmesi ve emsal bedelin tespitinde 13 üncü maddede ve anılan Tebliğde yapılan açıklamalar çerçevesinde işlemin mahiyetine en uygun yöntemin kullanılması gerekmektedir.



   Söz konusu ürünlerin ilişkili kişiye satış bedelinin emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit edilmesi durumunda, kazancın transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı tabiidir



    Diğer taraftan, geçmiş sezonlara ait ürünlerin demode olması ve marka değerini korumak adına satışının mümkün bulunmaması nedeniyle imha edilme işleminin Vergi Usul Kanununun 278 inci maddesi hükmü kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından imha edilen ürünlere ilişkin maliyet ve giderlerin kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.



            III-KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:



   3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun,

 

11/1-a maddesinde, ihracat teslimleri ve bu teslimlere ilişkin hizmetler, yurt dışındaki müşteriler için yapılan hizmetler, serbest bölgelerdeki müşteriler için yapılan fason hizmetler ve karşılıklı olmak şartıyla uluslararası roaming anlaşmaları çerçevesinde yurt dışındaki müşteriler için Türkiye'de verilen roaming hizmetlerinin katma değer vergisinden istisna olduğu,



29/1-a maddesinde, mükelleflerin yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan KDV'den bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen KDV ile ithal olunan mal ve hizmetler dolayısıyla ödenen KDV'yi indirebilecekleri,



30/c maddesinde, deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı,



hüküm altına alınmıştır.



Konuyla ilgili olarak yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin;



- (II/A-1.1.1) bölümünde,



"3065 sayılı Kanunun (11/1-a) maddesine göre, ihracat teslimleri ve bu teslimlere ilişkin hizmetler KDV'den istisnadır. Aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca bir teslimin ihracat teslimi sayılabilmesi için aşağıdaki iki şartın gerçekleşmesi gerekir:



a) Teslim, yurtdışındaki bir müşteriye veya serbest bölgedeki alıcıya ya da yetkili gümrük antreposu işleticisine yapılmalı veya mallar yetkili gümrük antreposu işleticisine tevdi edilmelidir.






b) Teslim konusu mal Türkiye Cumhuriyeti gümrük bölgesinden çıkarak bir dış ülkeye veya bir serbest bölgeye vasıl olmalı ya da yetkili gümrük antreposuna konulmalıdır."



- (III/C-2.4) bölümünde ise,



"Mükelleflerin faaliyetlerine ilişkin olarak stoklarında mevcut olan ancak kullanım süresi geçen veya bir başka nedenle kullanılamayacak durumda olan malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin, 3065 sayılı Kanunun (30/c) maddesi hükmü uyarınca indirim konusu yapılması mümkün değildir.



Söz konusu malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi durumunda da bu mallara ilişkin yüklenilen KDV indirilemez.



Bu çerçevede, zayi olan mallara ait yüklenilen ve daha önce indirim konusu yapılan KDV'nin, imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV Beyannamesinin "İlave Edilecek KDV" satırına dahil edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir."



açıklamalarına yer verilmiştir.



60 No.lu KDV Sirkülerinin "Malların Değerinin Düşmesi Sonucu Meydana Gelen Kayıplar" başlıklı (8.1.3.2.) ayrımında "Malın tamamen yok olmaması, ancak değerinde önemli derecede düşüklük meydana gelmesi halinde malın zayi olması hükümleri geçerli olmayacaktır. Bu durumda malların zayi olması değil, düşük bedelle veya zararına satışı söz konusu olacağından, bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılabileceği tabiidir.



Örneğin;



- Üretim esnasında renginde problem olan giyeceklerin,



- Yangın sonucu tamamen yok olmayan ve ekonomik değeri olan yedek parça ve malzemelerin daha düşük bir fiyatla satılması halinde, bunlar nedeniyle yüklenilen KDV'nin tamamı indirim konusu yapılabilecektir." şeklinde açıklanmıştır.



Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, geçmiş sezonlara ait modası geçmiş olan ve sadece marka değerini korumak amacıyla satışı yapılamayan ürünlerin maliyet bedeli üzerinden belirli oranlar uygulanmak suretiyle hesaplanan düşük bedelle ……….. markasının sahibi olan Fransa mukimi ………. şirketine, KDV Kanununun 11/1-a maddesi ve ilgili Tebliğde belirtilen açıklamalara uygun olarak gönderilmesinin ihracat kapsamında değerlendirilmesi mümkün olup, bu kapsamda iade alınabilecek KDV tutarının ise ihracat bedelinin %18'ini aşmaması gerekmektedir.



Öte yandan, fiilen kullanıma uygun olmakla birlikte modası geçmiş olduğundan imha edilen mallar, KDV Kanununun 30/c maddesine göre zayi olan mal kapsamında değerlendirilmekte olup, bunlara ilişkin yüklenilen KDV'nin indirim hesaplarından çıkarılacağı tabiidir.



Bilgi edinilmesini rica ederim.







(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.

(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.

(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.


13 Ocak 2018 Cumartesi

The Subtle Art of Not Giving a F*ck

Mark Manson, a superstar blogger cuts through the crap to show us how to stop trying to be "positive" all the time so that we can truly become better, happier people.

For decades, we’ve been told that positive thinking is the key to a happy, rich life. "F**k positivity," Mark Manson says.

At its core,
The Subtle Art of Not Giving a F*ck is a book about finding what’s truly important to you and letting go of everything else. In the same way that he encourages limiting exposure to mindless distractions such as social media, television and technology, he encourages limiting concern over things that have little to no meaning or value in your life.

In an interview, Mark says, “If seeing things online or hearing things your co-workers say is really affecting you that much then you need to look at the values in your life. If your emotions are constantly being pushed this way or that way, and you feel like you’re never in control, it’s probably because you’re valuing a lot of the wrong things.”

More than a practical guidebook to choosing what’s important in our lives and what’s unimportant, it’s a brutally honest and much needed reality check about our personal problems, fears and expectations. It’s a bold confrontation of self, our painful truths, faults and uncertainties, without all the positive airy fairy fluff we’ve been spoon-fed to believe by self-help gurus.

Here are the notes I took from the book "
The Subtle Art of Not Giving a F*ck: A Counterintuitive Approach to Living a Good Life" by Mark Manson:



Our culture today is obsessively focused on unrealistically positive expectations: Be happier. Be healthier. Be the best, better than the rest. Be smarter, faster, richer, sexier, more popular, more productive, more envied, and more admired. Be perfect and amazing and crap out twelve-karat-gold nuggets before breakfast each morning while kissing your selfie-ready spouse and two and a half kids goodbye. Then fly your helicopter to your wonderfully fulfilling job, where you spend your days doing incredibly meaningful work that’s likely to save the planet one day.

There’s a saying in Texas: “The smallest dog barks the loudest.” A confident man doesn’t feel a need to prove that he’s confident. A rich woman doesn’t feel a need to convince anybody that she’s rich. Either you are or you are not. And if you’re dreaming of something all the time, then you’re reinforcing the same unconscious reality over and over: that you are not that.

Everything worthwhile in life is won through surmounting the associated negative experience. Any attempt to escape the negative, to avoid it or quash it or silence it, only backfires. The avoidance of suffering is a form of suffering. The avoidance of struggle is a struggle. The denial of failure is a failure. Hiding what is shameful is itself a form of shame.

We suffer for the simple reason that suffering is biologically useful. It is nature’s preferred agent for inspiring change. We have evolved to always live with a certain degree of dissatisfaction and insecurity, because it’s the mildly dissatisfied and insecure creature that’s going to do the most work to innovate and survive. We are wired to become dissatisfied with whatever we have and satisfied by only what we do not have. This constant dissatisfaction has kept our species fighting and striving, building and conquering. So no—our own pain and misery aren’t a bug of human evolution; they’re a feature.

Happiness is a constant work-in-progress, because solving problems is a constant work-in-progress—the solutions to today’s problems will lay the foundation for tomorrow’s problems, and so on. True happiness occurs only when you find the problems you enjoy having and enjoy solving.

This is the most simple and basic component of life: our struggles determine our successes. Our problems birth our happiness, along with slightly better, slightly upgraded problems.

People who become great at something become great because they understand that they’re not already great—they are mediocre, they are average—and that they could be so much better.

If suffering is inevitable, if our problems in life are unavoidable, then the question we should be asking is not “How do I stop suffering?” but “Why am I suffering—for what purpose?”

Dave Mustaine, whether he realized it or not, chose to measure himself by whether he was more successful and popular than Metallica. The experience of getting thrown out of his former band was so painful for him that he adopted “success relative to Metallica” as the metric by which to measure himself and his music career. Despite taking a horrible event in his life and making something positive out of it, as Mustaine did with Megadeth, his choice to hold on to Metallica’s success as his life-defining metric continued to hurt him decades later. Despite all the money and the fans and the accolades, he still considered himself a failure.

If you want to change how you see your problems, you have to change what you value and/or how you measure failure/success.

When we have poor values—that is, poor standards we set for ourselves and others—we are essentially giving fucks about the things that don’t matter, things that in fact make our life worse. But when we choose better values, we are able to divert our fucks to something better—toward things that matter, things that improve the state of our well-being and that generate happiness, pleasure, and success as side effects. This, in a nutshell, is what “self-improvement” is really about: prioritizing better values, choosing better things to give a fuck about. Because when you give better fucks, you get better problems. And when you get better problems, you get a better life.

Imagine that somebody puts a gun to your head and tells you that you have to run 26.2 miles in under five hours, or else he’ll kill you and your entire family. That would suck. Now imagine that you bought nice shoes and running gear, trained religiously for months, and completed your first marathon with all of your closest family and friends cheering you on at the finish line. That could potentially be one of the proudest moments of your life. Exact same 26.2 miles. Exact same person running them. Exact same pain coursing through your exact same legs. But when you chose it freely and prepared for it, it was a glorious and important milestone in your life. When it was forced upon you against your will, it was one of the most terrifying and painful experiences of your life. Often the only difference between a problem being painful or being powerful is a sense that we chose it, and that we are responsible for it.

We don’t always control what happens to us. But we always control how we interpret what happens to us, as well as how we respond.

The point is, we are always choosing, whether we recognize it or not. Always. It comes back to how, in reality, there is no such thing as not giving a single fuck. It’s impossible. We must all give a fuck about something. To not give a fuck about anything is still to give a fuck about something. The real question is, What are we choosing to give a fuck about? What values are we choosing to base our actions on? What metrics are we choosing to use to measure our life? And are those good choices—good values and good metrics?

We are responsible for experiences that aren’t our fault all the time. This is part of life. Here’s one way to think about the distinction between the two concepts. Fault is past tense. Responsibility is present tense. Fault results from choices that have already been made. Responsibility results from the choices you’re currently making, every second of every day. You are choosing to read this. You are choosing to think about the concepts. You are choosing to accept or reject the concepts. It may be my fault that you think my ideas are lame, but you are responsible for coming to your own conclusions. It’s not your fault that I chose to write this sentence, but you are still responsible for choosing to read it (or not).

It’s worth remembering that for any change to happen in your life, you must be wrong about something. If you’re sitting there, miserable day after day, then that means you’re already wrong about something major in your life, and until you’re able to question yourself to find it, nothing will change.

Improvement at anything is based on thousands of tiny failures, and the magnitude of your success is based on how many times you’ve failed at something. If someone is better than you at something, then it’s likely because she has failed at it more than you have. If someone is worse than you, it’s likely because he hasn’t been through all of the painful learning experiences you have.

Fear and anxiety and sadness are not necessarily always undesirable or unhelpful states of mind; rather, they are often representative of the necessary pain of psychological growth. And to deny that pain is to deny our own potential. Just as one must suffer physical pain to build stronger bone and muscle, one must suffer emotional pain to develop greater emotional resilience, a stronger sense of self, increased compassion, and a generally happier life.

Life is about not knowing and then doing something anyway. All of life is like this. It never changes. Even when you’re happy. Even when you’re farting fairy dust. Even when you win the lottery and buy a small fleet of Jet Skis, you still won’t know what the hell you’re doing. Don’t ever forget that. And don’t ever be afraid of that.

When I was in high school, my math teacher Mr. Packwood used to say, “If you’re stuck on a problem, don’t sit there and think about it; just start working on it. Even if you don’t know what you’re doing, the simple act of working on it will eventually cause the right ideas to show up in your head.” During that early self-employment period, when I struggled every day, completely clueless about what to do and terrified of the results (or lack thereof), Mr. Packwood’s advice started beckoning me from the recesses of my mind. I heard it like a mantra: Don’t just sit there. Do something. The answers will follow. In the course of applying Mr. Packwood’s advice, I learned a powerful lesson about motivation. It took about eight years for this lesson to sink in, but what I discovered, over those long, grueling months of bombed product launches, laughable advice columns, uncomfortable nights on friends’ couches, overdrawn bank accounts, and hundreds of thousands of words written (most of them unread), was perhaps the most important thing I’ve ever learned in my life: Action isn’t just the effect of motivation; it’s also the cause of it. Most of us commit to action only if we feel a certain level of motivation. And we feel motivation only when we feel enough emotional inspiration. We assume that these steps occur in a sort of chain reaction, like this: Emotional inspiration → Motivation → Desirable action If you want to accomplish something but don’t feel motivated or inspired, then you assume you’re just screwed. There’s nothing you can do about it. It’s not until a major emotional life event occurs that you can generate enough motivation to actually get off the couch and do something. The thing about motivation is that it’s not only a three-part chain, but an endless loop: Inspiration → Motivation → Action → Inspiration → Motivation → Action → Etc. Your actions create further emotional reactions and inspirations and move on to motivate your future actions. Taking advantage of this knowledge, we can actually reorient our mindset in the following way: Action → Inspiration → Motivation If you lack the motivation to make an important change in your life, do something—anything, really—and then harness the reaction to that action as a way to begin motivating yourself. I call this the “do something” principle. If we follow the “do something” principle, failure feels unimportant. When the standard of success becomes merely acting—when any result is regarded as progress and important, when inspiration is seen as a reward rather than a prerequisite—we propel ourselves ahead. We feel free to fail, and that failure moves us forward.

Promise yourself that you will assume that you are the root of your problems next time you get upset. Just try on the idea and see how it feels.

The point is this: we all must give a fuck about something, in order to value something. And to value something, we must reject what is not that something. To value X, we must reject non-X. That rejection is an inherent and necessary part of maintaining our values, and therefore our identity. We are defined by what we choose to reject. And if we reject nothing (perhaps in fear of being rejected by something ourselves), we essentially have no identity at all.

Honesty is a natural human craving. But part of having honesty in our lives is becoming comfortable with saying and hearing the word “no.” In this way, rejection actually makes our relationships better and our emotional lives healthier.

Conflict is not only normal, then; it’s absolutely necessary for the maintenance of a healthy relationship. If two people who are close are not able to hash out their differences openly and vocally, then the relationship is based on manipulation and misrepresentation, and it will slowly become toxic. Trust is the most important ingredient in any relationship.

Trust is like a china plate. If you break it once, with some care and attention you can put it back together again. But if you break it again, it splits into even more pieces and it takes far longer to piece together again. If you break it more and more times, eventually it shatters to the point where it’s impossible to restore. There are too many broken pieces, and too much dust.

The big story for me personally over the past few years has been my ability to open myself up to commitment. I’ve chosen to reject all but the very best people and experiences and values in my life. I shut down all my business projects and decided to focus on writing full-time. Since then, my website has become more popular than I’d ever imagined possible. I’ve committed to one woman for the long haul and, to my surprise, have found this more rewarding than any of the flings, trysts, and one-night stands I had in the past. I’ve committed to a single geographic location and doubled down on the handful of my significant, genuine, healthy friendships. And what I’ve discovered is something entirely counterintuitive: that there is a freedom and liberation in commitment. I’ve found increased opportunity and upside in rejecting alternatives and distractions in favor of what I’ve chosen to let truly matter to me.

11 Ocak 2018 Perşembe

2005 Model Hayaller

Aşağıdaki yazıları bugün işten, yani Torbalı'dan Karşıyaka'ya dönerken paylaşmak istediğim bir eski fotoğrafın altına yazdım. Throwback gününde biraz eskilere ışınlanınca, fazlasıyla da duygusala bağladım. Neyse, herkesin instagrama erişimi olmayabilir diye buradan da paylaşmak istedim.

Ne çok seviyoruz unutmayı. Birilerini, yapılan iyilikleri... En çok da zamanın geçtiğini... Pek çok şey unutulur unutulmasına da, bazı hatıralar dipdiri kalır yüreğimizde.

Bu fotoğraf 2005 senesinden, üniversite son sınıftayım, bir kaç ay sonra mezun olacağım. Tek hedefim var, Sabancı'da MBA yapmak. Başvuru belgelerini hazırlayıp Ankara'dan İstanbul'a gelmiştim. Başvuru sonrasında mabedimizin çevresinde dolaşıp atmosferi kokladıktan sonra "geri döneceğim bir kaç ay sonra" diye içimden geçirmiştim. Çok şükür, Allah dualarımı kabul etti, o hayalim de gerçek oldu. Darısı şimdiki hayallerime...

Her şey bitse, tükense ya da öyle zannetsek; hayalleri kalmalı insanın. Belki de bu yüzden, "Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var." demiş Nilgün Marmara. Ne güzel demiş... Düşlerinizi incitmeyiniz. 


Sevgiler,



6 Ocak 2018 Cumartesi

Cenk Tosun'a Mektup



Sevgili Cenk Tosun,

Hakkındaki transfer söylentilerinin dedikodudan gerçekliğe dönüşmesiyle beraber elde ettiğin bu tarihi başarıdan ötürü seni tebrik etmek için bir şeyler yazmak istedim. Onca spor adamı, köşe yazarı hatta bakan bile senin bu önemli transfer haberin hakkında yazıyorken yazdıklarım sana ulaşmaz diye tahmin etsem de hakkındaki düşünce ve hislerim sade bir taraftar olarak kayıtlara geçsin niyetiyle yazıyorum.

Dürüst olmam gerekirse, Beşiktaş’ımıza transfer olduğun dönem gelişine sevinsem de senden beklentim Beşiktaş’a rotasyon içerisinde katkı sağlaman üzerineydi. Benim gibi pek çok kişinin beklentisi ilk başta gerçek oldu. Çokça yedek kaldın, bazen ikinci yarılarda şans buldun, görevini yaptın, bazen taktiksel sebeplerle ya da forma mücadelesi verdiğin arkadaşlarının yükselen performansları nedeniyle o şans da gelmedi ama sen yine takım oyuncusu olmayı başardın. Bir sonraki kez görev sırası sana geldiğinde yine bizlere yüzde yüzünle mücadeleni sergiledin. Ben ve benim gibi pek çok futbol sever bunu takdir ederken çalıştığın hocalar da hem kulüp takımı hem de milli takım seviyesinde bunu görmezden gelmedi ve hak ettiğin formayı her iki seviyede de taşımaya başladın. Özellikle Avrupa arenasında sahadaki duruşunla ve attığın gollerle taraflı tarafsız pek çoğumuzun gururu oldun ve bizleri mutlu ettin. Bizlere yaşattığın bu anlamlı hisler için sana şükranlarımı sunarım.

Saha içerisindeki iş ahlakın, disiplinin ve çalışkanlığın, saha dışında da sergilediğin örnek yaşamla harika bir denge tutturdu. Ne bekarken, ne de evliyken senin magazin basınına yansımış olumsuz bir haberine ya da fotoğrafına rastlamadım. Aksine sen hep sergilediğin örnek davranışlarla aklımda kaldın. Sosyal medyada takım arkadaşların ve eşinle paylaştığın güzel kareler maç sonlarında çektirdiğin üçlü gibi güzel enstantaneler ile hafızamda birleşti. Her ne kadar son kez çektirdiğin üçlü de Şenol Hoca’nın boynunu bükmüş, biz taraftarların da yüreğini cız ettirmiş olsan da bil ki hepimiz arkandayız, destekçiniz. Artık playstation’da Beşiktaş dışında gönül rahatlığıyla seçebileceğim bir Everton, ve o takımın forvetinde bir Cenk Tosun olacak. Maçlarını izleme imkanım olmasa da maç sonuçlarını ve performansını mutlaka takip edeceğim.

Yolun açık olsun Tosun Paşa’m. Ne kadar zorlukla karşılaşırsan karşılaş senin yine başarılı olacağından hiç kuşkum yok. Yine çok çalışacaksın, yine çok yorulacaksın belki ama kesin olan bir şey var ki yine başarılı olacaksın. Kim bilir belki de açtığın bu beyaz sayfada yazacağın başarı hikayeleri, bir başka beyaz sayfada bambaşka başarı hikayeleri de yazmana sebep olacak. Senin için her şeyin hayırlısı olsun. Allah sana her şeyin en iyisini, en güzelini nasip etsin çünkü gerçekten hakediyorsun. Bir de belki ben yazılı ve görsel basında kaçırmış olabilirim ama, gördüğüm kadarıyla pek çok kişi başarında altyapına, disiplinine, çalıştığın hocalara pay çıkardı fakat unutmamak lazım ki her başarılı erkeğin arkasında da bir kadın vardır. Bu noktada eşinin de hakkını vermek gerektiğini düşünüyorum. Sana ve bu seviyeye ulaşmanda katkısı olan herkese Türkiye vatandaşı ve Beşiktaş taraftarı olarak teşekkür ederim.

Londra’da yağmurlu günlerde canın sıkılırsa ve memleketini özlersen çayını yudumlarken Beşiktaş’ta yapacağın jübileni hayal edip takıma zamanı geldiğinde teknik adam olarak nasıl katkıda bulunacağını planlayabilirsin. Ama önce İngilizlere Cenk Tosun’u ve Türk’leri sahada ve saha dışında en güzel şekilde tanıtman ricasıyla…

Sevgiler,

Volkan YORULMAZ

2 Ocak 2018 Salı

Rock Star Problems


(Tüm bahaneleri bir kenara bırakıp daha iyi bir yaşamda aktif rol oynamak isteyenler için aşağıdaki iki yaşam tercihini paylaşıyorum. Pasajı, bu aralar okumakta olduğum Mark Manson'ın "The Subtle Art of Not Giving a F*ck" kitabından alıntıladım.)

In 1983, a talented young guitarist was kicked out of his band in the worst possible way. The band had just been signed to a record deal, and they were about to record their first album. But a couple days before recording began, the band showed the guitarist the door—no warning, no discussion, no dramatic blowout; they literally woke him up one day by handing him a bus ticket home.



As he sat on the bus back to Los Angeles from New York, the guitarist kept asking himself: How did this happen? What did I do wrong? What will I do now? Record contracts didn’t exactly fall out of the sky, especially for raucous, upstart metal bands. Had he missed his one and only shot? But by the time the bus hit L.A., the guitarist had gotten over his self-pity and had vowed to start a new band. He decided that this new band would be so successful that his old band would forever regret their decision. He would become so famous that they would be subjected to decades of seeing him on TV, hearing him on the radio, seeing posters of him in the streets and pictures of him in magazines. They’d be flipping burgers somewhere, loading vans from their shitty club gigs, fat and drunk with their ugly wives, and he’d be rocking out in front of stadium crowds live on television. He’d bathe in the tears of his betrayers, each tear wiped dry by a crisp, clean hundred-dollar bill. And so the guitarist worked as if possessed by a musical demon.



He spent months recruiting the best musicians he could find—far better musicians than his previous bandmates. He wrote dozens of songs and practiced religiously. His seething anger fueled his ambition; revenge became his muse. Within a couple years, his new band had signed a record deal of their own, and a year after that, their first record would go gold. The guitarist’s name was Dave Mustaine, and the new band he formed was the legendary heavy-metal band Megadeth. Megadeth would go on to sell over 25 million albums and tour the world many times over. Today, Mustaine is considered one of the most brilliant and influential musicians in the history of heavy-metal music. Unfortunately, the band he was kicked out of was Metallica, which has sold over 180 million albums worldwide. Metallica is considered by many to be one of the greatest rock bands of all time. And because of this, in a rare intimate interview in 2003, a tearful Mustaine admitted that he couldn’t help but still consider himself a failure. Despite all that he had accomplished, in his mind he would always be the guy who got kicked out of Metallica.



We instinctually measure ourselves against others and vie for status. The question is not whether we evaluate ourselves against others; rather, the question is by what standard do we measure ourselves? Dave Mustaine, whether he realized it or not, chose to measure himself by whether he was more successful and popular than Metallica. The experience of getting thrown out of his former band was so painful for him that he adopted “success relative to Metallica” as the metric by which to measure himself and his music career. Despite taking a horrible event in his life and making something positive out of it, as Mustaine did with Megadeth, his choice to hold on to Metallica’s success as his life-defining metric continued to hurt him decades later. Despite all the money and the fans and the accolades, he still considered himself a failure. Now, you and I may look at Dave Mustaine’s situation and laugh. Here’s this guy with millions of dollars, hundreds of thousands of adoring fans, a career doing the thing he loves best, and still he’s getting all weepy-eyed that his rock star buddies from twenty years ago are way more famous than he is.



This is because you and I have different values than Mustaine does, and we measure ourselves by different metrics. Our metrics are probably more like “I don’t want to work a job for a boss I hate,” or “I’d like to earn enough money to send my kid to a good school,” or “I’d be happy to not wake up in a drainage ditch.” And by these metrics, Mustaine is wildly, unimaginably successful. But by his metric, “Be more popular and successful than Metallica,” he’s a failure. Our values determine the metrics by which we measure ourselves and everyone else. Mustaine’s metric of being better than Metallica likely helped him launch an incredibly successful music career. But that same metric later tortured him in spite of his success. If you want to change how you see your problems, you have to change what you value and/or how you measure failure/success.



As an example, let’s look at another musician who got kicked out of another band. His story eerily echoes that of Dave Mustaine, although it happened two decades earlier. It was 1962 and there was a buzz around an up-and-coming band from Liverpool, England. This band had funny haircuts and an even funnier name, but their music was undeniably good, and the record industry was finally taking notice. There was John, the lead singer and songwriter; Paul, the boyish-faced romantic bass player; George, the rebellious lead guitar player. And then there was the drummer. He was considered the best-looking of the bunch—the girls all went wild for him, and it was his face that began to appear in the magazines first. He was the most professional member of the group too. He didn’t do drugs. He had a steady girlfriend. There were even a few people in suits and ties who thought he should be the face of the band, not John or Paul. His name was Pete Best. And in 1962, after landing their first record contract, the other three members of the Beatles quietly got together and asked their manager, Brian Epstein, to fire him. Epstein agonized over the decision. He liked Pete, so he put it off, hoping the other three guys would change their minds. Months later, a mere three days before the recording of the first record began, Epstein finally called Best to his office. There, the manager unceremoniously told him to piss off and find another band. He gave no reason, no explanation, no condolences—just told him that the other guys wanted him out of the group, so, uh, best of luck.



As a replacement, the band brought in some oddball named Ringo Starr. Ringo was older and had a big, funny nose. Ringo agreed to get the same ugly haircut as John, Paul, and George, and insisted on writing songs about octopuses and submarines. The other guys said, Sure, fuck it, why not? Within six months of Best’s firing, Beatlemania had erupted, making John, Paul, George, and Pete Ringo arguably four of the most famous faces on the entire planet.



Meanwhile, Best understandably fell into a deep depression and spent a lot of time doing what any Englishman will do if you give him a reason to: drink. The rest of the sixties were not kind to Pete Best. By 1965, he had sued two of the Beatles for slander, and all of his other musical projects had failed horribly. In 1968, he attempted suicide, only to be talked out of it by his mother. His life was a wreck. Best didn’t have the same redemptive story Dave Mustaine did. He never became a global superstar or made millions of dollars. Yet, in many ways, Best ended up better off than Mustaine. In an interview in 1994, Best said, “I’m happier than I would have been with the Beatles.”



What the hell? Best explained that the circumstances of his getting kicked out of the Beatles ultimately led him to meet his wife. And then his marriage led him to having children. His values changed. He began to measure his life differently. Fame and glory would have been nice, sure—but he decided that what he already had was more important: a big and loving family, a stable marriage, a simple life. He even still got to play drums, touring Europe and recording albums well into the 2000s. So what was really lost? Just a lot of attention and adulation, whereas what was gained meant so much more to him. These stories suggest that some values and metrics are better than others. Some lead to good problems that are easily and regularly solved. Others lead to bad problems that are not easily and regularly solved.



Imagine that somebody puts a gun to your head and tells you that you have to run 26.2 miles in under five hours, or else he’ll kill you and your entire family. That would suck. Now imagine that you bought nice shoes and running gear, trained religiously for months, and completed your first marathon with all of your closest family and friends cheering you on at the finish line. That could potentially be one of the proudest moments of your life. Exact same 26.2 miles. Exact same person running them. Exact same pain coursing through your exact same legs. But when you chose it freely and prepared for it, it was a glorious and important milestone in your life. When it was forced upon you against your will, it was one of the most terrifying and painful experiences of your life. Often the only difference between a problem being painful or being powerful is a sense that we chose it, and that we are responsible for it.

Google adsense

Analytics