Araya zaman girmiş olabilir ama yeniden kendime dönebilmek, iç sesimi duyabilmek ne güzel… Hayatın karmaşasında kaybolduğum bir dönemde, oğlumla bir Cumartesi günü hastanenin karşısındaki Starbucks’ta yan yana oturmak; bir yandan çalışmak, bir yandan kaçamak yapmak gibiydi. Sanki her an bir telefon çalacak ya da önemli bir e-posta gelecek ve bu an yarıda kalacakmış gibi… O yüzden hızlıca yazmak istedim, içimdekileri olduğu gibi.
Temmuz’un ortası geldi ama hâlâ denize giremedim. Her yılki Seferihisar tatilim bu yaz olur mu, bilmiyorum. Eskiden “günü yaşayan” insanları biraz dağınık bulurdum ama şimdi onları daha iyi anlıyorum. Hayat, insana her şeyi öğretiyor. Bazen de hatırlatıyor.
İş yoğunluğum artık hayatımın bir parçası. Günler değişiyor ama gelen e-postaların sayısı sabit: yüzü geçiyor. Çoğu da aksiyon istiyor. Sabah-akşam mesailer, hafta sonu telafileri derken işler tamamlanıyor ama… “Peki ya kaçan hayat?” diye soranlara cevabım net: elimdekine şükretmeyi seçiyorum. Az önce Excel’de yeni bir sayfa açtım; beğendiğim fon ve hisselerle yıl sonuna kadar ne kadar getiri elde edebilirim, onu hesapladım. Kendimi böyle avutuyorum. Zor günler gelirse (umarım gelmez), en azından kenarda bir maddi destek olur. Manevi destek içinse… O zaman geldiğinde kimler yanımda olacak, göreceğiz.
Bu aralar aklımdan çıkmayan bir söz var:
“Sağlığın yerindeyse birçok sorunun vardır. Ama sağlığın yerinde değilse, sadece bir sorunun vardır.”İşte bu yüzden, beni çıldırtan e-postalar, Teams mesajları, call’lar arasında gelen talepler… Hepsi aslında şükredilecek dertler. Tamamlayıp devam edeceğiz. Takılmadan, çok anlam yüklemeden (yazar buna inandı mı? – şüpheli).
Dün akşam oğluma, ilişkilerde insanların her söylediğine takılmaması gerektiğini anlatırken, yıllarca ben de ne çok şeye takıldığımı fark ettim. Neyse ki insan öğreniyor. Zaman, hayat ve deneyimler birleşince her şeyle başa çıkılabiliyor.
Tabii bu süreçte değişiyoruz da. Gelişiyoruz. Yeni alışkanlıklar ediniyoruz. Ben, rutini içinde mutlu olanlardanım. O rutinin dışına çıktığımda, değerini daha iyi anlıyorum. Bu sabah, uzun süredir pas geçtiğim sabah yürüyüşlerine döndüm. Deniz kenarında yürümek, sevdiğim podcast’lerin yeni bölümlerini dinlemek… İyi geldi. Uzun yol yapmış bir aracın rölantide çalışması gibi, ben de kendime geldim.
Bugün hastane asansöründe telefonuma bir bildirim geldi. Uyku sürem azalmış. Evet, farkındayım. Sağlıksız. Ama bazen hayat seni öyle bir noktaya getiriyor ki, öncelik sıralaman değişiyor. Ayakta kalmak, işleri yürütmek, sevdiklerine destek olmak… Hepsi bir arada yürümeye çalışıyor. O popüler videodaki adamın dediği gibi:
“Şu olaylar bi’ bitsin, düzelicez inşallah.”
Ama belki de mesele, olayların bitmesini beklemek değil. Belki de mesele, olayların tam ortasında bile kendine küçük bir alan açabilmek. Bir kahve molasında, bir yürüyüşte, bir podcast’in yeni bölümünde ya da çocukluğundan gelen bir rozetin hatırasında… Hayatın rölantide çalıştığı o anlarda, kendini yeniden bulabilmek. Çünkü zaman geçiyor, çocuklar büyüyor, alışkanlıklar değişiyor. Ama içimizdeki o küçük “ben” hâlâ orada bir yerlerde, hatırlanmayı bekliyor.
Ve belki de en güzeli şu: Her şeye rağmen, hâlâ yazabiliyor olmak. Hâlâ anlatacak bir şeyler bulmak. Hâlâ bir yerlerde birileriyle bu satırlarda buluşabilmek. Eğer bu yazıyı buraya kadar okuduysan, belki sen de kendi rölanti anını arıyorsundur. Bulduğunda, tadını çıkar. Çünkü hayat, tam da o anlarda saklı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder