Hayat bisiklete binmek gibidir; pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz.
31 Aralık 2011 Cumartesi
Ve Bir Yıl Daha Geride Kalır
Hatırlıyorum da, son postumu atarken artık daha sık blog yazacağımdan bahsetmiştim o keyifli Pazar günü… Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. İşler yılsonu sebebiyle öyle bir yoğunlaştı ki, akşamları sadece ölü gibi TV’nin karşısında biraz yatabildim, sonra hemen uyku vakti geldi.
Bu yoğun dönemde 2 güzel olay gerçekleşti. Birincisi Nilgün’ün işe girmesiydi. 3 aylık arama süresinden sonra neyse ki hayırlısıyla yeni yılın ilk iş gününde yeni işine başlayacak. Evimize yakın olması da çok isabetli oldu.
Diğer güzel olayda doğum günümdü. Nilgün’ün iş için gerekli belgelerini topladıktan sonra bu yılki ikinci Swiss maceramız kapsamında yediğimiz keyifli akşam yemeği ile günü finalize ettik. Artık doğum günlerinde SMS’ler yerini facebook mesajlarına bırakmış. Sağolsun arkadaşlarım duvarıma güzel dileklerini iletmişler. Sadece “like it” yapma fırsatım oldu. İlk fırsatta bir teşekkür yayınlamam gerek.
2011 evlendiğim yıl olması sebebiyle unutulmaz bir dönüm noktası oldu. Bakalım 2012 de beni neler bekleyecek. İçimde güzel hisler var, hadi hayırlısı!
27 Kasım 2011 Pazar
Ne Var Ne Yok?
Çok uzun oldu bu ayrılık farkındayım. Çok fazla yaşanmışlık birikti ona da kabulüm. Ama benim de bir “excuse”üm var. O da hayatımda yaşadığım “evlilik” gibi sıradışı bir tecrübe sonrası ve hatta öncesi blogumla yeterince haşır neşir olamamış olmam. Günün sonunda yine bloguma birşeyler aktarmak için buradayım. O halde başlıyoruz….
Öncelikle bugün bu yazıyı yazıyor olmam da en etkili faktör izlemeyi az önce bitirmiş olduğum filmdir: Julia ve Julie. Hemen bir özet copy paste’leyelim (İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalarda hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor. İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalar da hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor.)
2 saatlik bu film, ki benim 2 saatlik filmi evde tek günde izlediğim çok ama çok nadirdir, eşimle keyifle izlendi. Her ne kadar romantik komedi olmasa, hatta erkeklerin ilgisini çekmeyen yemek konusu üzerine kurulu olsa da filmi başarılı buldum ve severek sıkılmadan izledim. Filmdeki genç karakterin blogu sayesinde kavuştuğu ün de beni motive etti ve bu satıraları yazıyorum. Motivasyondan bahsetmişken, blogum sayesinde üzlü olmak gibi bir derdim yok. Hatta o trenin kaçtığının farkındayım (bknz: Pucca şimdi milyonları sayıyor bense ay sonuna kalan günleri) Şaka bir yana halimize şükür, keyfimiz yerinde. Parmaklarımın ucunda “brand new” Vaio’m var. O kadar yeni ki daha şarj bile edilmedi, pilini kutusundan bile çıkarmadım hatta.
Biricik eşim Nilgün'le geçtiğimiz hafta Pazartesi günü, evet evet izinliydim, kendimizi şımartıp istediğimiz teknolojik oyuncaklarımızı aldık, sonra da feribotla üçkuyulardan bostanlıya geçmeyi planladık. Arabanın içinde oyuncaklarımızla ilgilenirken vakit hızla geçti ama yol bir türlü bitmedi, neden hala Güzelyalı açıklarındaydık? Çünkü feribot bozulmuştu, evet bu da başıma geldi, hem de solumdaki 20’lik dişimi aldırmaktan 1 saat önce. Arkadan gelen feribota halatlarla bağlandıktan sonra bostanlıya oradan da dişçiye hızlı bir geçiş yaptık.
Dişçi serüvenimizde en önemli raund dün akşamdı. Hem eşim hem de ben dün akşam 2 tane daha 20’liğe elvada dedik. Benim böylece 3 tane 20’lik gitmiş oldu. Biri operasyonla alındığı için dikişli falan ciddi bir işlemle bünyemi bir hayli sarstı. Şöyle ki dün gece yatakta 2 saat bekleyip uyuyamadıktan sonra evde tek başıma odaları gezmeye, daha sonra mutfak penceresini açıp kafamı dışarıdaki soğuğa uzatıp ağrının geçmesini bekledim. Hiçbiri çare olmayınca Nilgün’le Okan Bayülgen izlerken uykuya dalmışım. Sabah yedi gibi uyandım, ki bu yaklaşık 5-6 saat uyku demek, benim için yeterliydi.
Şimdi closing’i minimum diş ağrısıyla geçirip önüme beyaz bir sayfa açmak istiyorum. Bu sayfa için yeni yıl da güzel fırsatlar sunacak diye inanıyorum. Artık bu ortamdan gelişmeleri paylaşırım.
Herkese elektrikli günler …
PS. Anlayan anladı :)
Öncelikle bugün bu yazıyı yazıyor olmam da en etkili faktör izlemeyi az önce bitirmiş olduğum filmdir: Julia ve Julie. Hemen bir özet copy paste’leyelim (İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalarda hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor. İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalar da hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor.)
2 saatlik bu film, ki benim 2 saatlik filmi evde tek günde izlediğim çok ama çok nadirdir, eşimle keyifle izlendi. Her ne kadar romantik komedi olmasa, hatta erkeklerin ilgisini çekmeyen yemek konusu üzerine kurulu olsa da filmi başarılı buldum ve severek sıkılmadan izledim. Filmdeki genç karakterin blogu sayesinde kavuştuğu ün de beni motive etti ve bu satıraları yazıyorum. Motivasyondan bahsetmişken, blogum sayesinde üzlü olmak gibi bir derdim yok. Hatta o trenin kaçtığının farkındayım (bknz: Pucca şimdi milyonları sayıyor bense ay sonuna kalan günleri) Şaka bir yana halimize şükür, keyfimiz yerinde. Parmaklarımın ucunda “brand new” Vaio’m var. O kadar yeni ki daha şarj bile edilmedi, pilini kutusundan bile çıkarmadım hatta.
Biricik eşim Nilgün'le geçtiğimiz hafta Pazartesi günü, evet evet izinliydim, kendimizi şımartıp istediğimiz teknolojik oyuncaklarımızı aldık, sonra da feribotla üçkuyulardan bostanlıya geçmeyi planladık. Arabanın içinde oyuncaklarımızla ilgilenirken vakit hızla geçti ama yol bir türlü bitmedi, neden hala Güzelyalı açıklarındaydık? Çünkü feribot bozulmuştu, evet bu da başıma geldi, hem de solumdaki 20’lik dişimi aldırmaktan 1 saat önce. Arkadan gelen feribota halatlarla bağlandıktan sonra bostanlıya oradan da dişçiye hızlı bir geçiş yaptık.
Dişçi serüvenimizde en önemli raund dün akşamdı. Hem eşim hem de ben dün akşam 2 tane daha 20’liğe elvada dedik. Benim böylece 3 tane 20’lik gitmiş oldu. Biri operasyonla alındığı için dikişli falan ciddi bir işlemle bünyemi bir hayli sarstı. Şöyle ki dün gece yatakta 2 saat bekleyip uyuyamadıktan sonra evde tek başıma odaları gezmeye, daha sonra mutfak penceresini açıp kafamı dışarıdaki soğuğa uzatıp ağrının geçmesini bekledim. Hiçbiri çare olmayınca Nilgün’le Okan Bayülgen izlerken uykuya dalmışım. Sabah yedi gibi uyandım, ki bu yaklaşık 5-6 saat uyku demek, benim için yeterliydi.
Şimdi closing’i minimum diş ağrısıyla geçirip önüme beyaz bir sayfa açmak istiyorum. Bu sayfa için yeni yıl da güzel fırsatlar sunacak diye inanıyorum. Artık bu ortamdan gelişmeleri paylaşırım.
Herkese elektrikli günler …
PS. Anlayan anladı :)
21 Ağustos 2011 Pazar
EUCA - Excel Deyip Geçmeyin
Finans ve muhasebe alanında çalışan herkes gün içerisinde en az bir Excel dosyası açıp, bu dosyada çalışıyordur diye düşünüyorum. Sözkonusu bu çalışmalar sonucu atılan muhasebe kayıtları ve yapılan analizler şirketi finansal tablolarına direk etkisi olabilicek sonuçlar içerir. İşte bu noktada, kullandığımız Excel dökümanlarında ne kadar güvenli çalıştığımız konusu çok önemli bir hal alıyor.
Bu haftasonu End User Computing Application (EUCA) Controls adında web tabanlı bir eğitim aldım. Eğitimde Excel ve Access dosyalarının finans personeli için ne kadar hataya açık bir alan olduğu ve ne gibi kontrol mekanizmaları geliştirilmesi gerektiği anlatılmış. Çalıştığım firmanın eğitim sayfasına girdiğimde (GM University) bu eğitimin şu an en popüler eğitim olduğunu görmek konunun önemini gösteriyordu.
Eğitimde bir de örnek olay verilmiş. Bu olay öylesine masumane bir hatayı anlatıyordu ki hepimizin başına gelebilir diye kaleme dökmek istedim. Özetlemem gerekirse…
Firmanın muhasebe personelinden bir tanesi tedarikçilerin avans ödemelerinden sorumlu. Çalışmalarını Excel tablolarında hazırlıyor ve muhasebe kayıtlarını da bu çalışmalara bağlı olarak atıyor. Bir gün işlerini daha da kolaylaştırmak için kullanmış olduğu Excel dosyasının bir kopyasını yine dosyanın orijinal ismine çok yakın bir isimle kendi masaüstüne kaydediyor ve içindeki formülleri güncellemeye başlıyor. Ancak öemli bir iş yükü olduğu içi çalışmayı sonlandıramadan kaydediyor. Olacak oluyor ve bu kişi birkaç gün sonra hastalanıyor ve işe gelemiyor. Şef, avans ödemesinin yapılacağı o gün çalışmayı bir başka muhasebe çalışanının yapmasını istiyor. O kişi arkadaşının bilgisayarını açıyor, masaüstünde kolaylıkla dosyayı buluyor, dosyanın tarihine bakıp güncel olduğunu görüyor ve üzerinden çalışarak ödemeleri yapıyor ve ilgili kayıtları atıyor. Tüm bu işlemler gerçekleştikten sonra aslında üzerinde çalışılan dosyanın henüz draft halde olduğu öğreniliyor ama iş işten geçmiş oluyor.
İşte bu gibi risklerle karşılaşmamak için kullanmış olduğumuz Excel dökümanlarına birden fazla kontrol mekanizması kurmalı, formülleri olabildiğince basitleştirmeli, manuel girişleri azaltmalı, serverda çalışmalı ve her zaman bir önceki çalışmanın üzerine yazmak yerine yeni bir dökümanda çalışarak olası bir hatada kurtarma şansımızı yükseltmeliyiz.
Hepinize güvenli çalışma ortamları dilerim…
Bu haftasonu End User Computing Application (EUCA) Controls adında web tabanlı bir eğitim aldım. Eğitimde Excel ve Access dosyalarının finans personeli için ne kadar hataya açık bir alan olduğu ve ne gibi kontrol mekanizmaları geliştirilmesi gerektiği anlatılmış. Çalıştığım firmanın eğitim sayfasına girdiğimde (GM University) bu eğitimin şu an en popüler eğitim olduğunu görmek konunun önemini gösteriyordu.
Eğitimde bir de örnek olay verilmiş. Bu olay öylesine masumane bir hatayı anlatıyordu ki hepimizin başına gelebilir diye kaleme dökmek istedim. Özetlemem gerekirse…
Firmanın muhasebe personelinden bir tanesi tedarikçilerin avans ödemelerinden sorumlu. Çalışmalarını Excel tablolarında hazırlıyor ve muhasebe kayıtlarını da bu çalışmalara bağlı olarak atıyor. Bir gün işlerini daha da kolaylaştırmak için kullanmış olduğu Excel dosyasının bir kopyasını yine dosyanın orijinal ismine çok yakın bir isimle kendi masaüstüne kaydediyor ve içindeki formülleri güncellemeye başlıyor. Ancak öemli bir iş yükü olduğu içi çalışmayı sonlandıramadan kaydediyor. Olacak oluyor ve bu kişi birkaç gün sonra hastalanıyor ve işe gelemiyor. Şef, avans ödemesinin yapılacağı o gün çalışmayı bir başka muhasebe çalışanının yapmasını istiyor. O kişi arkadaşının bilgisayarını açıyor, masaüstünde kolaylıkla dosyayı buluyor, dosyanın tarihine bakıp güncel olduğunu görüyor ve üzerinden çalışarak ödemeleri yapıyor ve ilgili kayıtları atıyor. Tüm bu işlemler gerçekleştikten sonra aslında üzerinde çalışılan dosyanın henüz draft halde olduğu öğreniliyor ama iş işten geçmiş oluyor.
İşte bu gibi risklerle karşılaşmamak için kullanmış olduğumuz Excel dökümanlarına birden fazla kontrol mekanizması kurmalı, formülleri olabildiğince basitleştirmeli, manuel girişleri azaltmalı, serverda çalışmalı ve her zaman bir önceki çalışmanın üzerine yazmak yerine yeni bir dökümanda çalışarak olası bir hatada kurtarma şansımızı yükseltmeliyiz.
Hepinize güvenli çalışma ortamları dilerim…
19 Haziran 2011 Pazar
OPC Experience
Babalar gününü minimum duygusallık, maksimum hızla geride bırakıyorum. Sabah 10'da Çeşme'ye Insignia OPC'yi test etmeye arkadaşlarımla (Erdem, Mümin, Ahmet) gittik. Bilen bilir, öyle hızlı arabalara çok merakım yoktur. Belki de bugünden itibaren "yoktu" demem daha doğru olur. Çünkü bu araç bambaşka. 325 beygirlik güç, 4*4'le birleşince gayet canavar bir araç ortaya çıkmış. Yolu tutuşu, frenlerde duruş zamanlaması, ve hızlanması beni fazlasıyla tatmin etti. Parkurdaki 3 turun tadı damağmda kaldı.
Günün geri kalanı da oldukça güzel geçti. Sağolsun Şirket'imiz çalışmış, hazırlanmış. Emeği geçen herkese buradan teşekkürler. Çayların da şirketten olmasıyla birlikte oldukça doyurucu birgün geçirdik. Havanın da güzel olmasıyla birlikte denizin ve güneşin tadını çıkardık. Ve tabii ki Çeşme'den ayrılırken yenilen kumru ve dondurma ile Çeşme'nin hakkını vermiş olduk.
Bugüne ait bir hatıra karesi ile blogumuzu renklendirelim:
Günün geri kalanı da oldukça güzel geçti. Sağolsun Şirket'imiz çalışmış, hazırlanmış. Emeği geçen herkese buradan teşekkürler. Çayların da şirketten olmasıyla birlikte oldukça doyurucu birgün geçirdik. Havanın da güzel olmasıyla birlikte denizin ve güneşin tadını çıkardık. Ve tabii ki Çeşme'den ayrılırken yenilen kumru ve dondurma ile Çeşme'nin hakkını vermiş olduk.
Bugüne ait bir hatıra karesi ile blogumuzu renklendirelim:
18 Haziran 2011 Cumartesi
Pascal - Helal Olsun Sana!
Pascal için ne yazsam az vallahi. Ben böyle mütevazi bir ünlü ne gördüm, ne duydum. Adam, 13:00-17:00 arası Kipa Balçova'da Coca-Cola'nın sponsorluğunda kasada durup alışveriş yapanlarla fotoğraf çektirdi. Herkesle konuşmaya çalıştı, herkese güleryüzüyle ilgi gösterdi.
İlk fotoğraf çekilirken anneme sempatik hareketler yapıp, "çok tatlısın" dedi. Beraber fotoğraf çektirdiğimizde ben ona İngilizce teşekkkür ederken o bana Türkçe "ben teşekkür ederim" dedi. Ufak ama bizim gibi duygusal Türk insanını son derece mutlu eden jestler sergiledi.
İlk iki fotoğrafı çektirdikten yaklaşık 1 buçuk saat sonra onu bahçede dinlenirken gördük. Fotoğraf çektirmek istediğimizde hiç problem etmedi, anneme de bana da sarıldı, hatta bununla kalmadı, annemin önce elini öptü, sonra yanaklarını öptü.
İşte bunun için "Çok Sevdik Be Abi!"
İlk fotoğraf çekilirken anneme sempatik hareketler yapıp, "çok tatlısın" dedi. Beraber fotoğraf çektirdiğimizde ben ona İngilizce teşekkkür ederken o bana Türkçe "ben teşekkür ederim" dedi. Ufak ama bizim gibi duygusal Türk insanını son derece mutlu eden jestler sergiledi.
İlk iki fotoğrafı çektirdikten yaklaşık 1 buçuk saat sonra onu bahçede dinlenirken gördük. Fotoğraf çektirmek istediğimizde hiç problem etmedi, anneme de bana da sarıldı, hatta bununla kalmadı, annemin önce elini öptü, sonra yanaklarını öptü.
İşte bunun için "Çok Sevdik Be Abi!"
Etiketler: seçim , tercih
beşiktaş,
çok sevdik be abi,
hayat
21 Mayıs 2011 Cumartesi
Düğün Planları Başlasın!
Bugünümü düğün hazırlıklarına ısınma turlarına başlama günü olarak değerlendiriyorum. Sabah kahvaltı sonrası oturdum, önce yabancıları okudum, sonra bizim yerlileri. Tabi biraz kültür farkı var, ama arada büyük uçurumlarda yok. Herkes zevkine göre düğün organizasyonu konusunda önerilerini sıralamış. Bu işe girdik bir kere, daha çok şey okur, yazar, uygularız ama şu aşağıdaki metin bir başlangıç olsun. Yazar kişi fena şeyler paylaşmamış bence...
Yaklaşık 4 ay önceden fotoğrafçınızı ayarlayın: Yaz aylarındaki iş yoğunluğunu göz önüne alarak birçok detay gibi fotoğrafçınızı da önceden ayarlamanız gerekiyor. Aysun Sarı'nın bu konuda en güzel sonuca ulaşabilmeniz için önerisi; fotoğraf çekimlerini düğünden bir hafta önce farklı ve doğal mekânlarda gerçekleştirmek. Böylelikle sıra dışı ve doğal fotoğrafları bir ömür boyu keyifle saklayabilirsiniz.
Acil durum paketi hazırlayın: Düğün gününüzle ilgili olumsuzlukları da düşünmek zorundasınız. Gelinliğiniz kirlenebilir, sökülebilir hatta yırtılabilir. Bu nedenle her daim tetikte olmalısınız. Aysun Sarı, "Biz düğün perisi olarak her şeyi düşünmek zorundayız. İğne, iplik, makas veya gelinliğin kirlenmesi durumunda kullanılacak pudradan, herhangi bir yırtılma ihtimaline karşı şeffaf banda kadar her şeyi paketimizde bulunduruyoruz." diyor.
Davetiyelerinizi önemseyin: Aysun Sarı, davetiyelerin misafirlerinize düğününüzle ilgili ilk ipuçlarını verdiği görüşünde. Ona göre davetiyeler, misafirlerinize nasıl bir düğüne geleceklerini, ne giymeleri gerektiğini ve onları ne gibi sürprizler beklediğini yansıtıyor. Bu nedenle davetiyelerde çifte ait detaylar bulunmalı ve üstünde titizlikle çalışılmalı.
Canlı çiçeklerden oluşan şık bir buket tercih edin: Buket belirlerken boyunuza ve gelinliğinize ait detayları da önemsemeniz gerekiyor. Kısa boyluysanız küçük buketler sizin için ideal. Sade ve zarif bir gelinliği tercih ettiyseniz, frezya ve erengüllerle süslenmiş bir buket, temanızla uyum sağlayacaktır. Gelinliğiniz vintage ve romantik detaylar ile süslüyse, pembe laleler ile beyaz erengüllerden oluşan bir buket tercih edebilirsiniz.
Ayakkabıyı akşam alın
Özgül İşgör (Ayak sağlığı uzmanı): Ayakkabı alışverişinizi akşam vakti yaparsanız, gün içinde ayaklarınız şişmeye başladığından düğün günü sizi zor durumda bırakmayacak ayakkabılar seçebilirsiniz. Ayakkabıyı düğün gününden önce prova edip ayağınıza alışmasını sağlayın. Derisinin yumuşak ve kaliteli olmasına dikkat edin. Yumuşak derilerin esneme payı olduğundan sorun yaşamazsınız. Çok yüksek topuklu ayakkabı seçerseniz, düğün gününün koşuşturması içinde ayaklarınız ağrıyabilir. Tercihiniz rahat ayakkabılardan yana olsun.
Dengeli beslenin
Dilara Koçak (Uzman diyetisyen): Düğün günü parlayan bir cilt ve gözler, enerjik ve fit bir vücut için her gün az yağlı süt, yoğurt, sebze, meyve, hayvansal bir protein ve dengeli karbonhidrat tüketin. Mutlaka egzersiz yapın. Özellikle tavuğun göğüs eti, yumurta, pirinç, soya fasulyesi, yulaf, fındık, fıstık, muz, patates, avokado, kuru meyveler ve somon balığında bulunan B6 vitaminini almaya özen gösterin. Bu besinler depresyon ve bitkinliği engeller. Enerjinizi artırmak için güçlü bir antioksidan olan ginseng (bitki çeşidi) alabilirsiniz.
Cilt bakımı yapın
Dr. Serpil Özyılmaz (Sema Hastanesi Dermatoloji Uzmanı): Gelin adayları mutlaka cilt tiplerine uygun ürünler kullanmalı. Yoğun stresten sivilce ve uçuk virüsü ile karşılaşılabilir. Bu nedenle stresten mümkün olduğunca uzaklaşılmalı. Yağlı cilde sahip olanlar sabah-akşam yıkama jeliyle ciltlerini temizleyip güneş koruyucu kullanmalı. Kuru ciltler için ise nemlendirici ve dinlendirici maskeleri öneriyorum. Kuru saçlar için nemlendirici bir maske yapılmalı. Yağlı saçlara sahip olanlar da arındırıcı içeriği olan şampuanlar kullanılmalı.
Yaklaşık 4 ay önceden fotoğrafçınızı ayarlayın: Yaz aylarındaki iş yoğunluğunu göz önüne alarak birçok detay gibi fotoğrafçınızı da önceden ayarlamanız gerekiyor. Aysun Sarı'nın bu konuda en güzel sonuca ulaşabilmeniz için önerisi; fotoğraf çekimlerini düğünden bir hafta önce farklı ve doğal mekânlarda gerçekleştirmek. Böylelikle sıra dışı ve doğal fotoğrafları bir ömür boyu keyifle saklayabilirsiniz.
Acil durum paketi hazırlayın: Düğün gününüzle ilgili olumsuzlukları da düşünmek zorundasınız. Gelinliğiniz kirlenebilir, sökülebilir hatta yırtılabilir. Bu nedenle her daim tetikte olmalısınız. Aysun Sarı, "Biz düğün perisi olarak her şeyi düşünmek zorundayız. İğne, iplik, makas veya gelinliğin kirlenmesi durumunda kullanılacak pudradan, herhangi bir yırtılma ihtimaline karşı şeffaf banda kadar her şeyi paketimizde bulunduruyoruz." diyor.
Davetiyelerinizi önemseyin: Aysun Sarı, davetiyelerin misafirlerinize düğününüzle ilgili ilk ipuçlarını verdiği görüşünde. Ona göre davetiyeler, misafirlerinize nasıl bir düğüne geleceklerini, ne giymeleri gerektiğini ve onları ne gibi sürprizler beklediğini yansıtıyor. Bu nedenle davetiyelerde çifte ait detaylar bulunmalı ve üstünde titizlikle çalışılmalı.
Canlı çiçeklerden oluşan şık bir buket tercih edin: Buket belirlerken boyunuza ve gelinliğinize ait detayları da önemsemeniz gerekiyor. Kısa boyluysanız küçük buketler sizin için ideal. Sade ve zarif bir gelinliği tercih ettiyseniz, frezya ve erengüllerle süslenmiş bir buket, temanızla uyum sağlayacaktır. Gelinliğiniz vintage ve romantik detaylar ile süslüyse, pembe laleler ile beyaz erengüllerden oluşan bir buket tercih edebilirsiniz.
Ayakkabıyı akşam alın
Özgül İşgör (Ayak sağlığı uzmanı): Ayakkabı alışverişinizi akşam vakti yaparsanız, gün içinde ayaklarınız şişmeye başladığından düğün günü sizi zor durumda bırakmayacak ayakkabılar seçebilirsiniz. Ayakkabıyı düğün gününden önce prova edip ayağınıza alışmasını sağlayın. Derisinin yumuşak ve kaliteli olmasına dikkat edin. Yumuşak derilerin esneme payı olduğundan sorun yaşamazsınız. Çok yüksek topuklu ayakkabı seçerseniz, düğün gününün koşuşturması içinde ayaklarınız ağrıyabilir. Tercihiniz rahat ayakkabılardan yana olsun.
Dengeli beslenin
Dilara Koçak (Uzman diyetisyen): Düğün günü parlayan bir cilt ve gözler, enerjik ve fit bir vücut için her gün az yağlı süt, yoğurt, sebze, meyve, hayvansal bir protein ve dengeli karbonhidrat tüketin. Mutlaka egzersiz yapın. Özellikle tavuğun göğüs eti, yumurta, pirinç, soya fasulyesi, yulaf, fındık, fıstık, muz, patates, avokado, kuru meyveler ve somon balığında bulunan B6 vitaminini almaya özen gösterin. Bu besinler depresyon ve bitkinliği engeller. Enerjinizi artırmak için güçlü bir antioksidan olan ginseng (bitki çeşidi) alabilirsiniz.
Cilt bakımı yapın
Dr. Serpil Özyılmaz (Sema Hastanesi Dermatoloji Uzmanı): Gelin adayları mutlaka cilt tiplerine uygun ürünler kullanmalı. Yoğun stresten sivilce ve uçuk virüsü ile karşılaşılabilir. Bu nedenle stresten mümkün olduğunca uzaklaşılmalı. Yağlı cilde sahip olanlar sabah-akşam yıkama jeliyle ciltlerini temizleyip güneş koruyucu kullanmalı. Kuru ciltler için ise nemlendirici ve dinlendirici maskeleri öneriyorum. Kuru saçlar için nemlendirici bir maske yapılmalı. Yağlı saçlara sahip olanlar da arındırıcı içeriği olan şampuanlar kullanılmalı.
Etiketler: seçim , tercih
balo,
damat,
davetli,
düğün,
düğün hazırlıkları,
düğün palnı,
evlilik,
gelin,
hazırlık listesi,
kutlama
6 Şubat 2011 Pazar
Dünya Bir Pazar Yeri
Aşağıdaki kitap özeti biricik dostum Serkan'a ithafen yazılmıştır. Çorbada tuzum olduysa ne mutlu bana...
Dünya Bir Pazar Yeri
Birol Kovancılar’ın “Dünya Bir Pazar Yeri – Hayata ve Piyasaya Dair” adlı eseri, birçok örnek olayı irdeleyerek globalleşen dünyada piyasa ekonomisinin niteliklerini ve diğer iktisadi sistemlerden ayrıldığı noktaları okuyucuya betimlemektedir. Yazar kullandığı yalın dil ve verdiği akılda kalıcı örneklerle hayatın aslında piyasanın ta kendisi olduğunu ve bireyleri bu piyasanın aktif aktörleri olduğunu işaret etmektedir.
Kitapta David Hume’dan bir alıntı yapılmış: “Hürriyetin herhangi bir türünün aniden
kaybedilmesi çok nadiren gerçekleşir. Belli bir sosyal fayda için özgürlüklerinin bir
kısmından vazgeçenler farkında olmadan birer birer tüm özgürlüklerini kaybederler.”
Korumacı politika izleyen ekonomik sistemler bir şekilde özgürlüklere illa ki müdahele eder. Bunun aksine serbest piyasa ekonomisinde piyasa aktörleri tamamen özgürdür. Serbest piyasa etiği, seçeneklerin arttırılarak bireysel özgürlüğün gelişimine katkı yapılmasını gerektirir.
Bunun aksine yasakçı bir mantaliteye sahip olan paternalizm ise bireylerin sorumlu
tercihlerde bulunabilmek için yeterli kapasiteye sahip olmadığını kabul eder ve bu
varsayımla piyasa aktörlerini korumaya çalışır.
İktisat biliminin tanımını hatırlayacak olursak, mal ve hizmet talebinin kısacası
tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarının sınırsızlığı ile üretim kaynaklarının kıtlığı aklımıza gelir. Piyasa ekonomisi bu mevcut şartlar altında insanların rasyonel tercihlerinin ve tercih özgürlüklerinin serbestçe tanımlanması sayesinde diğer ekonomi politikalarından ayrılır.
İnsanların ihtiyaçları konusuna değinmişken, kitapta vurgulanan “Lennon ve Bastiat”
makalesine vurgu yapmamak olmaz. Birol Kavancılar, makalesinde dünya barışının
sağlanmasında, serbest ticaretin özel bir önemi olduğunun altını çiziyor. Fransız serbest piyasa ekonomisti Frederic Bastiat bir yazısında “İnsan ne zaman kendi ihtiyaçlarının giderilmesinin ancak diğerlerini zorlama yoluyla (diğerlerinin aleyhine) gerçekleşeceğine inanmayı bırakırsa, işte o zaman Dünya’da ebedi barış olacaktır” demiştir. 19. Yüzyıl ekonomistlerinden olan Bastiat’ın bu sözleri de efsanevi Beatles grubunun kurucu üyesi John Lennon’a ilham vermiştir. İşte bunun sonucunda John Lennon yüzyılın en iyi şarkıları arasında gösterilen Imagine (Hayal Et) adlı eserinde “ülkelerin olmadığını hayal et” demiştir. Bu sözlerle insanların barış ve kardeşlik içinde yaşadıkları, açgözlülük ve açlığın olmadığı, paylaşmanın hakim olacağı bir dünyanın hayalini kurduğunu ifade eder.
Yazar kitabında serbest piyasa ekonomisinin ve serbest girişimin önemini kavrayıp
bu doğrultuda davranan ülkelerin küresel ekonomide hızla bu sistemin meyvelerini
topladıkları bir döneme girdiklerini işaret ederken güvenlik ve alternatif arayışlarının zaman ve kaynak kaybı olduğunu belirtiyor. Ülkemizde yapılan araştırmalarda %47 gibi önemli bir oranın serbest girişim sistemi ve serbest piyasa ekonomisinin dünyanın geleceği temelinde en iyi sistem olduğuna katıldığı görülmüştür. Sonucu bu açıdan olumlu olarak değerlendirmenin mümkün olduğu gibi %36 gibi hiçte azımsanmayacak bir oranın bu görüşe karşı olduğunu belirtmek gerekir. Yazar bu noktada, konuyu “İki Kore” adlı makalesinde bir başka örnekle pekiştiriyor. Dünya tarihi kardeş olan bu iki ülkenin birbirinin zıttı olan ekonomi politikalarını takip ederek birbirinden ne kadar farklılaştığına şahit olmuştur. Sonuçta biri başarı, diğeri ise başarısızlık ve mutsuzluk örneği olmuştur. Kısıtlanan özgürlükler Kuzey Kore’de sadece başarısız bir ekonomi politikasına sebep olmamış, beraberinde getirdiği mutsuzlukla intihar sayısını trafik kazalarının bile önüne geçirmiştir.
Yazar, kitabında sadece iktisadi sistemlerden bahsetmekle kalmamış, ayrıca örnek
alınması gereken hayat felsefelerine de dem vurmuştur. Victor Hugo’nun “gelecek,
güçsüzler için ulaşılmazlık, korkaklar için bilinmezlik, cesurlar için şanstır” sözünden alıntı yaparak geçmişten ders almak gerektiğini okuyucularına hatırlatmaktadır. Hayatımızı yenilikçi fikirlere adayarak risk alırsak ve sorgulayıcı bir bakış açısına sahip olursak, geleceğin kapılarını açabiliriz. Kanımca, bir toplumda ne kadar fazla birey, bu şekilde yaşamayı kendine ilke edinirse, o toplum diğer toplumlara nazaran çok daha fazla ilerleyecektir.
Küreselleşme genel olarak bakıldığında ülkeler arasındaki sınırların kalkması olarak pek çok kaynakta tanımlanmıştır. Küreselleşmeyi ekonomik, sosyal ve siyasi küreselleşme olarak ayırt edebiliriz. Bir ülkenin ekonomik küreselleşme düzeyini dış ticaretin o ülkeninGMSH’sındaki oranı, doğrudan yabancı yatırımları, uluslar arası ticaret üzerindeki vergileri, gümrük tarifesi oranları gibi faktörler belirler.
Sosyal küreselleşme düzeyini belirleyen faktörler ise kişisel bağlantı göstergeleri,
bilgi akışı göstergeleri ve kültürel yakınlık göstergeleri olarak sıralanabilir. Örneğin uluslararası telefon trafiği, uluslar arası turizm, yabancı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranı bu konuda bizlere fikir verir ve kıyaslama imkanı tanır.
Siyasi küreselleşmeye baktığımızda, o ülkenin sınırlarındaki elçilik sayısı, ülkenin uluslararası organizasyonlara üyelikleri ve katıldığı uluslar arası organizasyon sayısı belirleyici unsur konumundadır.
Birol Kovancılar, küreselleşme konusunu incelediği bölümlerde Türkiye’nin
küreselleşme adına izlemesi gereken politika hakkında da yol gösterici olmuştur.
Kovancılar’a göre, özel sektörü ekonomik büyümenin dinamosu haline getirmek,
devleti olabildiğince küçültmek, piyasaları serbest düzene taşımak, enflasyon oranını
düşük seviyede tutmak, dengeli bir bütçe politikası yürütmek, kamusal yolsuzlukları,
sübvansiyonları ve rüşveti ortadan kaldırmak, ülkeyi yabancı mülkiyete ve yatırımlara
açmak, rekabeti ve serbest ticareti arttırmak gerekmektedir.
Kitapta, Thomas Friedman’ın da savunduğu “açık ve rekabetçi piyasalar bir ülkeyi
yoksulluktan kurtaracak tek araçtır” düşüncesi savunulmaktadır. Verilen öreklerle
pekişen bu düşünmeye katılmamak elde değildir. Çin’in ve Hindistan’ın yükselişi bu
açıklık ve rekabetçi yapılarıyla birebir bağlantılıdır. Yeni fikirleri, yeni teknolojilerin
ve en iyi uygulamaların bir ülkeye en kolay girmesinin ve özel girişimcilerin bu yeni
fikirleri kendilerine uyarlayarak, istihdama ve ürünlere dönüştürebilecek rekabet
avantajını ve esnekliği göstermesinin tek garantisi açık ve rekabetçi piyasalardır. Hiç
kuşku yok ki, oldukça zor ve mücadele gerektiren bir süreç sonunda yükselen değer
olmak mümkün olacaktır.
Liberal ekonomi düzeni ile ülkemiz gerçeklerini irdelediğimiz vakit ilginç bir hususla
karşılaşılmaktadır: Dünyanın hiçbir liberal ekonomisinde devlet kontrolündeki
gayrimenkul oranı ülkemizdeki kadar yüksek değildir. Devlet mülkünü etkin ve verimli
bir biçimde yönetmeyi başarırsa çok daha verimli olacak kaynaklar elde eder ve sahip
olduğu mülk de özel sektöre önemli bir kaynak olur. Ayrıca bu mülkler devlete ait olduğu
sürece israf, savurganlık ve yolsuzluk tehlikesi her daim mevcut olacaktır.
Bu konular gündeme geldiğinde denetim konusu da akıllara gelmektedir. Paranın değeri
denetimi veya performans denetimi, denetlenen kurum kaynaklarının verimlilik, etkinlik ve tutumluluk esasları içinde yönetilip yönetilmediğini tespit etmek için yapılmaktadır.Ülkemizde yapılan denetimin yüzeysel olması sebebiyle denetim faaliyetleri tam anlamıyla amacına ulaşmaktan çok öte kalmaktadır. Bu da beraberinde kaynakların verimsiz kullanılması sonucunu getirmektedir.
Kitapta kendi adıma ilgimi çeken bölümlerden biri de 2006 yılında Nobel ödülü
ile başarısını taçlandıran Bangladeşli ekonomist Muhammet Yunus’un sözleri
oldu:“Yoksulluk yapay bir durumdur, insan medeniyetine ait değildir ve bu durum
değiştirilebilir. İnsanları yoksulluktan kurtarabiliriz. Yapmamız gereken tek şey, kurum ve politikalarımızı yeniden tasarlamaktır. İnsanların yoksulluğun olmadığı bir dünya yaratabileceğine inanmalarını umuyorum.” Bu sözlerin sahibinin küçük miktarlarda kredilerin insanların kaderini değiştirebileceğini kurduğu banka ile kanıtlaması ve bu sayede Nobel Ödülü’ne layık görülmesi beni çok memnun etti. Şüphesiz ki sahip olduğu vizyon, onun bu ödülü almasında önemli paya sahipti.
Devletlerin temel gelirlerinde en önemlisi vergilerdir. Çeşitli adlarla devlet, halktan vergi toplar. Toplama süreci de bazı ülkelerde oldukça sancılı bir süreçtir. Vergi toplama hususunda caydırıcılık ve korkutma, vergi ödevinin yerine getirilmesinde tek başına asla yeterli değildir. Saydamlık ve hesap verme sorumluluğu vergi toplama konusunun iki önemli anahtarıdır. Hükümet eğer topladığı vergiyi nasıl harcadığının hesabını kendi halkına tam olarak verebilirse ve vatandaşlar kamu hizmetlerinin kalitesinin giderek arttığını görürse vergi ödeme isteği de artacaktır. Hatırlatmak da fayda vardır, en iyi ve en cazip vergi en az olan vergidir.
Saydam ve hesap sorulabilir yönetim gerçekleşmezse, bireylerin devlete ve onun
uygulamalarına olan güveni giderek azalır. Kamu harcamalarının giderek artması,
devletin giderek hantallaşması bireylerin ekonomik ve siyasi özgürlük alanını daraltırken vergi mükelleflerine de kamu harcaması olarak mali bir yük yüklemektedir.
Globalleşmenin temelini bölgeler ve yerel kültürler arasındaki etkileşimin ortaya
çıkardığı çeşitli kültürel, edebi ve felsefi ürünlerin yaygınlaşması oluşturmaktadır.
Birol Kavancılar, bu aşamanın globalleşmenin ilk evresi olduğunu belirtmektedir.
Globalleşmeni ikinci aşaması olarak mal ticaretinin artması ve sınır ötesi finans akışının hızlanması gösterilmektedir. Günümüzdeki aşaması ise üçüncü globalleşme evresi olarak nitelendirilmektedir ve temel özelliği “know-how” unsurunun tıpkı toprak, işgücü ve sermaye gibi önemli bir üretim faktörü haline gelmesidir. İçinde bulunduğumuz evrenin başarı sembolü olarak enformasyon teknolojileri gösterilmektedir.
Dünya bir Pazar Yeri’dir ve bunu kabullenerek yaşamalı, lokal düşünceleri yıkarak
olaylara günümüzü rekabetçi şartlarına uygun olarak global bir bakış açısıyla
yaklaşmalıyız. Baskıcı politikaları terk ederek global dünyada liberal politikalar
uygulayarak istenilen refah düzeyine ulaşmak mümkündür.
Dünya Bir Pazar Yeri
Birol Kovancılar’ın “Dünya Bir Pazar Yeri – Hayata ve Piyasaya Dair” adlı eseri, birçok örnek olayı irdeleyerek globalleşen dünyada piyasa ekonomisinin niteliklerini ve diğer iktisadi sistemlerden ayrıldığı noktaları okuyucuya betimlemektedir. Yazar kullandığı yalın dil ve verdiği akılda kalıcı örneklerle hayatın aslında piyasanın ta kendisi olduğunu ve bireyleri bu piyasanın aktif aktörleri olduğunu işaret etmektedir.
Kitapta David Hume’dan bir alıntı yapılmış: “Hürriyetin herhangi bir türünün aniden
kaybedilmesi çok nadiren gerçekleşir. Belli bir sosyal fayda için özgürlüklerinin bir
kısmından vazgeçenler farkında olmadan birer birer tüm özgürlüklerini kaybederler.”
Korumacı politika izleyen ekonomik sistemler bir şekilde özgürlüklere illa ki müdahele eder. Bunun aksine serbest piyasa ekonomisinde piyasa aktörleri tamamen özgürdür. Serbest piyasa etiği, seçeneklerin arttırılarak bireysel özgürlüğün gelişimine katkı yapılmasını gerektirir.
Bunun aksine yasakçı bir mantaliteye sahip olan paternalizm ise bireylerin sorumlu
tercihlerde bulunabilmek için yeterli kapasiteye sahip olmadığını kabul eder ve bu
varsayımla piyasa aktörlerini korumaya çalışır.
İktisat biliminin tanımını hatırlayacak olursak, mal ve hizmet talebinin kısacası
tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarının sınırsızlığı ile üretim kaynaklarının kıtlığı aklımıza gelir. Piyasa ekonomisi bu mevcut şartlar altında insanların rasyonel tercihlerinin ve tercih özgürlüklerinin serbestçe tanımlanması sayesinde diğer ekonomi politikalarından ayrılır.
İnsanların ihtiyaçları konusuna değinmişken, kitapta vurgulanan “Lennon ve Bastiat”
makalesine vurgu yapmamak olmaz. Birol Kavancılar, makalesinde dünya barışının
sağlanmasında, serbest ticaretin özel bir önemi olduğunun altını çiziyor. Fransız serbest piyasa ekonomisti Frederic Bastiat bir yazısında “İnsan ne zaman kendi ihtiyaçlarının giderilmesinin ancak diğerlerini zorlama yoluyla (diğerlerinin aleyhine) gerçekleşeceğine inanmayı bırakırsa, işte o zaman Dünya’da ebedi barış olacaktır” demiştir. 19. Yüzyıl ekonomistlerinden olan Bastiat’ın bu sözleri de efsanevi Beatles grubunun kurucu üyesi John Lennon’a ilham vermiştir. İşte bunun sonucunda John Lennon yüzyılın en iyi şarkıları arasında gösterilen Imagine (Hayal Et) adlı eserinde “ülkelerin olmadığını hayal et” demiştir. Bu sözlerle insanların barış ve kardeşlik içinde yaşadıkları, açgözlülük ve açlığın olmadığı, paylaşmanın hakim olacağı bir dünyanın hayalini kurduğunu ifade eder.
Yazar kitabında serbest piyasa ekonomisinin ve serbest girişimin önemini kavrayıp
bu doğrultuda davranan ülkelerin küresel ekonomide hızla bu sistemin meyvelerini
topladıkları bir döneme girdiklerini işaret ederken güvenlik ve alternatif arayışlarının zaman ve kaynak kaybı olduğunu belirtiyor. Ülkemizde yapılan araştırmalarda %47 gibi önemli bir oranın serbest girişim sistemi ve serbest piyasa ekonomisinin dünyanın geleceği temelinde en iyi sistem olduğuna katıldığı görülmüştür. Sonucu bu açıdan olumlu olarak değerlendirmenin mümkün olduğu gibi %36 gibi hiçte azımsanmayacak bir oranın bu görüşe karşı olduğunu belirtmek gerekir. Yazar bu noktada, konuyu “İki Kore” adlı makalesinde bir başka örnekle pekiştiriyor. Dünya tarihi kardeş olan bu iki ülkenin birbirinin zıttı olan ekonomi politikalarını takip ederek birbirinden ne kadar farklılaştığına şahit olmuştur. Sonuçta biri başarı, diğeri ise başarısızlık ve mutsuzluk örneği olmuştur. Kısıtlanan özgürlükler Kuzey Kore’de sadece başarısız bir ekonomi politikasına sebep olmamış, beraberinde getirdiği mutsuzlukla intihar sayısını trafik kazalarının bile önüne geçirmiştir.
Yazar, kitabında sadece iktisadi sistemlerden bahsetmekle kalmamış, ayrıca örnek
alınması gereken hayat felsefelerine de dem vurmuştur. Victor Hugo’nun “gelecek,
güçsüzler için ulaşılmazlık, korkaklar için bilinmezlik, cesurlar için şanstır” sözünden alıntı yaparak geçmişten ders almak gerektiğini okuyucularına hatırlatmaktadır. Hayatımızı yenilikçi fikirlere adayarak risk alırsak ve sorgulayıcı bir bakış açısına sahip olursak, geleceğin kapılarını açabiliriz. Kanımca, bir toplumda ne kadar fazla birey, bu şekilde yaşamayı kendine ilke edinirse, o toplum diğer toplumlara nazaran çok daha fazla ilerleyecektir.
Küreselleşme genel olarak bakıldığında ülkeler arasındaki sınırların kalkması olarak pek çok kaynakta tanımlanmıştır. Küreselleşmeyi ekonomik, sosyal ve siyasi küreselleşme olarak ayırt edebiliriz. Bir ülkenin ekonomik küreselleşme düzeyini dış ticaretin o ülkeninGMSH’sındaki oranı, doğrudan yabancı yatırımları, uluslar arası ticaret üzerindeki vergileri, gümrük tarifesi oranları gibi faktörler belirler.
Sosyal küreselleşme düzeyini belirleyen faktörler ise kişisel bağlantı göstergeleri,
bilgi akışı göstergeleri ve kültürel yakınlık göstergeleri olarak sıralanabilir. Örneğin uluslararası telefon trafiği, uluslar arası turizm, yabancı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranı bu konuda bizlere fikir verir ve kıyaslama imkanı tanır.
Siyasi küreselleşmeye baktığımızda, o ülkenin sınırlarındaki elçilik sayısı, ülkenin uluslararası organizasyonlara üyelikleri ve katıldığı uluslar arası organizasyon sayısı belirleyici unsur konumundadır.
Birol Kovancılar, küreselleşme konusunu incelediği bölümlerde Türkiye’nin
küreselleşme adına izlemesi gereken politika hakkında da yol gösterici olmuştur.
Kovancılar’a göre, özel sektörü ekonomik büyümenin dinamosu haline getirmek,
devleti olabildiğince küçültmek, piyasaları serbest düzene taşımak, enflasyon oranını
düşük seviyede tutmak, dengeli bir bütçe politikası yürütmek, kamusal yolsuzlukları,
sübvansiyonları ve rüşveti ortadan kaldırmak, ülkeyi yabancı mülkiyete ve yatırımlara
açmak, rekabeti ve serbest ticareti arttırmak gerekmektedir.
Kitapta, Thomas Friedman’ın da savunduğu “açık ve rekabetçi piyasalar bir ülkeyi
yoksulluktan kurtaracak tek araçtır” düşüncesi savunulmaktadır. Verilen öreklerle
pekişen bu düşünmeye katılmamak elde değildir. Çin’in ve Hindistan’ın yükselişi bu
açıklık ve rekabetçi yapılarıyla birebir bağlantılıdır. Yeni fikirleri, yeni teknolojilerin
ve en iyi uygulamaların bir ülkeye en kolay girmesinin ve özel girişimcilerin bu yeni
fikirleri kendilerine uyarlayarak, istihdama ve ürünlere dönüştürebilecek rekabet
avantajını ve esnekliği göstermesinin tek garantisi açık ve rekabetçi piyasalardır. Hiç
kuşku yok ki, oldukça zor ve mücadele gerektiren bir süreç sonunda yükselen değer
olmak mümkün olacaktır.
Liberal ekonomi düzeni ile ülkemiz gerçeklerini irdelediğimiz vakit ilginç bir hususla
karşılaşılmaktadır: Dünyanın hiçbir liberal ekonomisinde devlet kontrolündeki
gayrimenkul oranı ülkemizdeki kadar yüksek değildir. Devlet mülkünü etkin ve verimli
bir biçimde yönetmeyi başarırsa çok daha verimli olacak kaynaklar elde eder ve sahip
olduğu mülk de özel sektöre önemli bir kaynak olur. Ayrıca bu mülkler devlete ait olduğu
sürece israf, savurganlık ve yolsuzluk tehlikesi her daim mevcut olacaktır.
Bu konular gündeme geldiğinde denetim konusu da akıllara gelmektedir. Paranın değeri
denetimi veya performans denetimi, denetlenen kurum kaynaklarının verimlilik, etkinlik ve tutumluluk esasları içinde yönetilip yönetilmediğini tespit etmek için yapılmaktadır.Ülkemizde yapılan denetimin yüzeysel olması sebebiyle denetim faaliyetleri tam anlamıyla amacına ulaşmaktan çok öte kalmaktadır. Bu da beraberinde kaynakların verimsiz kullanılması sonucunu getirmektedir.
Kitapta kendi adıma ilgimi çeken bölümlerden biri de 2006 yılında Nobel ödülü
ile başarısını taçlandıran Bangladeşli ekonomist Muhammet Yunus’un sözleri
oldu:“Yoksulluk yapay bir durumdur, insan medeniyetine ait değildir ve bu durum
değiştirilebilir. İnsanları yoksulluktan kurtarabiliriz. Yapmamız gereken tek şey, kurum ve politikalarımızı yeniden tasarlamaktır. İnsanların yoksulluğun olmadığı bir dünya yaratabileceğine inanmalarını umuyorum.” Bu sözlerin sahibinin küçük miktarlarda kredilerin insanların kaderini değiştirebileceğini kurduğu banka ile kanıtlaması ve bu sayede Nobel Ödülü’ne layık görülmesi beni çok memnun etti. Şüphesiz ki sahip olduğu vizyon, onun bu ödülü almasında önemli paya sahipti.
Devletlerin temel gelirlerinde en önemlisi vergilerdir. Çeşitli adlarla devlet, halktan vergi toplar. Toplama süreci de bazı ülkelerde oldukça sancılı bir süreçtir. Vergi toplama hususunda caydırıcılık ve korkutma, vergi ödevinin yerine getirilmesinde tek başına asla yeterli değildir. Saydamlık ve hesap verme sorumluluğu vergi toplama konusunun iki önemli anahtarıdır. Hükümet eğer topladığı vergiyi nasıl harcadığının hesabını kendi halkına tam olarak verebilirse ve vatandaşlar kamu hizmetlerinin kalitesinin giderek arttığını görürse vergi ödeme isteği de artacaktır. Hatırlatmak da fayda vardır, en iyi ve en cazip vergi en az olan vergidir.
Saydam ve hesap sorulabilir yönetim gerçekleşmezse, bireylerin devlete ve onun
uygulamalarına olan güveni giderek azalır. Kamu harcamalarının giderek artması,
devletin giderek hantallaşması bireylerin ekonomik ve siyasi özgürlük alanını daraltırken vergi mükelleflerine de kamu harcaması olarak mali bir yük yüklemektedir.
Globalleşmenin temelini bölgeler ve yerel kültürler arasındaki etkileşimin ortaya
çıkardığı çeşitli kültürel, edebi ve felsefi ürünlerin yaygınlaşması oluşturmaktadır.
Birol Kavancılar, bu aşamanın globalleşmenin ilk evresi olduğunu belirtmektedir.
Globalleşmeni ikinci aşaması olarak mal ticaretinin artması ve sınır ötesi finans akışının hızlanması gösterilmektedir. Günümüzdeki aşaması ise üçüncü globalleşme evresi olarak nitelendirilmektedir ve temel özelliği “know-how” unsurunun tıpkı toprak, işgücü ve sermaye gibi önemli bir üretim faktörü haline gelmesidir. İçinde bulunduğumuz evrenin başarı sembolü olarak enformasyon teknolojileri gösterilmektedir.
Dünya bir Pazar Yeri’dir ve bunu kabullenerek yaşamalı, lokal düşünceleri yıkarak
olaylara günümüzü rekabetçi şartlarına uygun olarak global bir bakış açısıyla
yaklaşmalıyız. Baskıcı politikaları terk ederek global dünyada liberal politikalar
uygulayarak istenilen refah düzeyine ulaşmak mümkündür.
Etiketler: seçim , tercih
dünya bir pazar yeri,
kitap,
özet
9 Ocak 2011 Pazar
Faiziniz Yatırılmış mı?
Bankanızın faizinizi ve stopajını hesapladığından emin olun!
Geçtiğimiz Kasım ayının 12.günü Garanti Bankası’nın internet şubesinden vadeli hesabıma 1 ay vadeli olacak şekilde para yatırdım. 12 Aralık gecesi saat 12’yi geçtikten sonra hesabıma girdim, vade sonunun 12 Aralık olduğunu teyit ettikten sonra vadeli hesabıma yeni birikimlerimi ekledim. Vadenin bozulmadığından emin olarak para ekleme yaptım, zaten sistem vade tarihiden önce para yatırmak istediğinizde sizi uyaracak şekilde düzenlenmiş. Ancak 12 Aralık tarihinde birkaç kez internet bankacılığı hesabıma girip teyit etmeme rağmen, hesabımda bir aylık faiz tahakkuku ve buna ilişkin stopaj kesintisi bulunmuyordu. Hayli kuşku uyandıran bu olayı bir hafta kadar bekledikten sonra, Alo Garanti’yi arayarak müşteri temsilcisi bayanla irtibata geçtim. Kendisi uzun süre hesabımı inceledikte sonra haklı olduğumu 2 gün içerisinde tekrar aramam gerektiğini söyledi. 3 gün sonra aradım ve dosyamın kapatıldığını aynı konuda bir defa daha şikayet bildiremeyeceğimi ilettiler. Bana tek yol olarak Mutlu Müşteri Hattı’nı gösterdiler. Bu noktada sikayetvar.com adlı internet sitesinden konuyu rapor etmem sonrasında mutlu müşteri hattını aradım. Karşımdaki kişi konunun ancak şubeden çözülebileceğini söyledi. Araya yeni yılın da girmesiyle nihayet Ocak ayının ilk haftasında gelen bir mail ile konunun çözüldüğü mesajını aldım. Hesabıma girip kontrol ettiğimde, vadesiz hesabıma bir miktar para yatırıldığını gördüm.
Bu noktada altını çizmek istediğim hususları sizinle paylaşmak isterim:
- Benim vade sonunda internete girip faiz tahakkukumu kontrol etme şansım var ama aynı şansa 62 yaşındaki annem sahip değil. Sistemsel bir hatayı annem yakalayamadığında onun zararı ne olacak? Bu gibi aksaklıklar sebebiyle kaç yatırımcı şimdiye kadar zarar etti kim bilir…
- Faiz geliri üzerinden kaynağında tevkif edilen gelir vergisi stopajını bu hata sebebiyle devlet elde edemedi. Şimdiye kadar meydana gelen bu hatalar sebebiyle devletimiz acaba ne kadar vergi kaybına uğradı?
- Mevcut hata sebebiyle defalarca telefon açmama rağmen bir kez olsun müşteri memnuniyeti adına tarafıma bir telefon açıp durumu açıklama gereği duymayan Garanti Bankası yetkilileri izledikleri politikanın adını “Hatayı Örtbas Etme” olarak mı nitelendiriyorlar?
- Vadeli hesabımın faiz tahakkuklarını vadeli hesabıma iadesi konusunda hesap açarken tercihimi belirtmeme rağmen neden faizi vadesiz hesaba yatırarak benim bir kez daha zarar etmeme sebep oluyorlar?
Amacım benim gibi sistemsel hatalarla yüzleşebilecek birçok yatırımcıyı uyarmak ve onları bir nebze olsun bilgilendirmek. Umarım Garanti Bankası yöneticileri de bu konuda hassasiyet gösterirler.
Volkan YORULMAZ
SMMM
Geçtiğimiz Kasım ayının 12.günü Garanti Bankası’nın internet şubesinden vadeli hesabıma 1 ay vadeli olacak şekilde para yatırdım. 12 Aralık gecesi saat 12’yi geçtikten sonra hesabıma girdim, vade sonunun 12 Aralık olduğunu teyit ettikten sonra vadeli hesabıma yeni birikimlerimi ekledim. Vadenin bozulmadığından emin olarak para ekleme yaptım, zaten sistem vade tarihiden önce para yatırmak istediğinizde sizi uyaracak şekilde düzenlenmiş. Ancak 12 Aralık tarihinde birkaç kez internet bankacılığı hesabıma girip teyit etmeme rağmen, hesabımda bir aylık faiz tahakkuku ve buna ilişkin stopaj kesintisi bulunmuyordu. Hayli kuşku uyandıran bu olayı bir hafta kadar bekledikten sonra, Alo Garanti’yi arayarak müşteri temsilcisi bayanla irtibata geçtim. Kendisi uzun süre hesabımı inceledikte sonra haklı olduğumu 2 gün içerisinde tekrar aramam gerektiğini söyledi. 3 gün sonra aradım ve dosyamın kapatıldığını aynı konuda bir defa daha şikayet bildiremeyeceğimi ilettiler. Bana tek yol olarak Mutlu Müşteri Hattı’nı gösterdiler. Bu noktada sikayetvar.com adlı internet sitesinden konuyu rapor etmem sonrasında mutlu müşteri hattını aradım. Karşımdaki kişi konunun ancak şubeden çözülebileceğini söyledi. Araya yeni yılın da girmesiyle nihayet Ocak ayının ilk haftasında gelen bir mail ile konunun çözüldüğü mesajını aldım. Hesabıma girip kontrol ettiğimde, vadesiz hesabıma bir miktar para yatırıldığını gördüm.
Bu noktada altını çizmek istediğim hususları sizinle paylaşmak isterim:
- Benim vade sonunda internete girip faiz tahakkukumu kontrol etme şansım var ama aynı şansa 62 yaşındaki annem sahip değil. Sistemsel bir hatayı annem yakalayamadığında onun zararı ne olacak? Bu gibi aksaklıklar sebebiyle kaç yatırımcı şimdiye kadar zarar etti kim bilir…
- Faiz geliri üzerinden kaynağında tevkif edilen gelir vergisi stopajını bu hata sebebiyle devlet elde edemedi. Şimdiye kadar meydana gelen bu hatalar sebebiyle devletimiz acaba ne kadar vergi kaybına uğradı?
- Mevcut hata sebebiyle defalarca telefon açmama rağmen bir kez olsun müşteri memnuniyeti adına tarafıma bir telefon açıp durumu açıklama gereği duymayan Garanti Bankası yetkilileri izledikleri politikanın adını “Hatayı Örtbas Etme” olarak mı nitelendiriyorlar?
- Vadeli hesabımın faiz tahakkuklarını vadeli hesabıma iadesi konusunda hesap açarken tercihimi belirtmeme rağmen neden faizi vadesiz hesaba yatırarak benim bir kez daha zarar etmeme sebep oluyorlar?
Amacım benim gibi sistemsel hatalarla yüzleşebilecek birçok yatırımcıyı uyarmak ve onları bir nebze olsun bilgilendirmek. Umarım Garanti Bankası yöneticileri de bu konuda hassasiyet gösterirler.
Volkan YORULMAZ
SMMM
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)