beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2024 Pazar

Beşiktaş için yalan söyledim

Beşiktaş’ımız kayıp, kötü bir sezon geçirirken bizim de kaçıyor. Neşemiz yok, eyvallah “sevinmek için sevmedik” diye kendimizi teselli ediyoruz ancak… 

Geçen 1 Mayıs günü oğlum Okan “baba ben artık Beşiktaş’ı bırakacağım, sınıfta dalga geçiyorlar” deyince içim burkuldu. O şaşkınlıkla ilk aklıma gelen şeyleri söyleyip okula başladıkları yıl Beşiktaş’ın şampiyon olduğunu, bu yıl da büyük ihtimalle Türkiye Kupasını alacağını söylesem de çocukların geçmişe değil bugüne baktığını söyleyince “bu böyle devam etmez, düzeleceğiz” deyip konuyu değiştirdim.


Üzerinden 2 gün geçti, 3 Mayıs akşamı ailece gülmeye ihtiyacımız olduğu için Netflix’e yeni gelen “Ölümlü Dünya 2”yi izlerken bir yandan da telefonla kaçamak maçın nasıl gittiğini takip ediyordum.  Skorun 2-1 Beşiktaş lehine olduğu an bir ok çekince kendimi ele verdim. Bir kaç dakika sonra bir kez daha skoru kontrol ederken yine gol yediğimizi ve skorun 2-2’ye geldiğini gördüm. Tam da o an Okan “maç kaç kaç baba?” diye sordu. Panikle “Evimizde Rize’yi bile yenemiyor muyuz?” demesin diye "2-1" dedim. Filme devam ettim ama ayrı bir dertlendim. Hem yalan söyledim hem de takım böyle gittikçe Okan gibi çocuklarımızın düştüğü keyif kaçıran duruma üzüldüm. 


Film bitti, umutla telefonu elime aldım, 90+7’de gelen 3. golümüz ile hem kazandığımıza hem de bu hafta çocuklarımızın okulda boyunlarının eğilmeyeceğine sevindim.


Zorlu bir süreç, klasik ifadeyle “hayatın içinde bunlar da var” dediğimiz türden ve büyüklüğümüz ile üstesinden gelip yine başarıları kutlayacağımız günlere kavuşacağız. Yürüyelim güneşe, Şeref’imizle, Hakkı’mızla…




22 Şubat 2022 Salı

Liderlik Tanımı İsteyenlere Sergen Yalçın'dan Bir Örnek


İş bilgisayarındaki kişisel dosyaların 1 Mart 2022'ye kadar silinmesi ya da taşınması istendiği için bu hafta kişisel dosyalarımı kontrol ederken, Atakan Kurt'un Sinan Kaloğlu ile yaptığı röportajın Sergen Yalçın ile ilgili bölümüne rastladım. Videoyu arşivime "Liderlik" diye kaydetmişim. Bulunduğunuz bir ortamda, sizden liderliği tanımlamanız istenirse rahatlıkla bu örneği verebilirsiniz.

Twitter'da da paylaştım: Link

3 Haziran 2021 Perşembe

90'lara yolculuk: Shell Üç Büyükler Madalyon Koleksiyonu

Hazır annemin evine gelmişken yine dayanamayıp çalışma masamın çekmecelerini karıştırdım ve 90'lara yolculuk başladı.

Recep Çetin veya o dönem Shell Türkiye'de çalışanlar hatırlar mı bilemiyorum ama yakıt aldıktan sonra biriktirilen özel madalyon koleksiyonu dönem büyük prestij aracıydı. Hey gidi günler hey...



 

6 Eylül 2019 Cuma

İstanbul Kaçamağı ve Geçmişe Yolculuk

Yarım günlük bir eğitim için İstanbul’a gittim bu Perşembe günü. Eğitim sonrası bu eğitimden aldıklarıma, bir başka deyişle öğrendiklerime dair bir şeyleri yönetim ekibimize sunacağım için İstanbul’a inişimde bir gerginlik hissettim. Tabiri caizse “huzursuz” bir şekilde Akaretler’de öğle yemeği yiyeceğim bir yer ararken iş sebebiyle tanıdığım birilerini görüp hem selam verdim hem de bu vesileyle o mekanı yemek için tercih etmiş oldum. Sahi ben Akaretler’e yaklaşırken balık yemeyi hayal etmemiş miydim…


Selam verdiğim masada, 2007 yılında PwC’de son mülakatımı yapan, bir başka ifadeyle benim işe girmeme onay veren kişi de vardı. Kısa bir sohbetin ardından tek başıma masama oturup yemeğimi söylediğimde geçmişe yolculuk başladı. Yaklaşık 12,5 yıl önce mülakat için girdiğim BJK Plaza’ya birazdan eğitim almak için girecektim ve eğitimi benimle aynı yıl PwC’ye başlayan bir arkadaşım verecekti. İster istemez geçmiş defterleri açtım, aldığım kararları, yaptıklarımı ve yap(a)madıklarımı sorguladım. Bu çelişkileri yaşarken sanki arka fonda uçakta okuduğum kitaptaki içsel mutluluğu yakalamanın her şeyden önce geldiği mesajı kulaklarımda yankılandı. Yemeğimi yerken iki kere yeni açtığım youtube kanalıma girdim (Eyy okuyucu, youtube’da “volkan yorulmaz” diye aratarak kanalıma abone olabilirsin) ve sabahın erken saatlerinde yüklediğim videomun izlenme sayısını takip ettim. Benim dışımda birilerinin izlediğini görmek hoşuma gitti. Bir yandan da az önce masadaki selamlaşma esnasında, masadaki en kıdemli üstadın “videolarını izliyoruz” demesi aklıma geldi. Vay be, Linkedin’de yaptığım paylaşımlar gerçekten birilerine ulaşıyormuş diye sevindim. Nilgün’ü arayıp bu diyaloğu bir de ona anlattım. Ardından eğitim için BJK Plaza’daki PwC eğitim salonuna geçtim.


Beş buçukta bitmesi gereken eğitim dörtte bitince eğitimi veren arkadaşımla vedalaşıp, nerede takılabileceğimi sordum. Bana Nişantaşı’nı önerince, tüm diğer alternatifleri yok sayıp yola koyuldum. Nişantaşı her zamanki gibi yine çok havalı idi. Sokaklarında yürümek bile iyi geldi. Sonra tekrar aşağı indim. Akaretler’de iki ayrı kafeye girip tek kişi için uygun yer bulamayınca üçüncü girdiğim yer olan Sutiş’e oturdum ve soğuk kahve eşliğinde bu satırları yazdım. Kendimi daha hafif ve prangasız hissetmek için yanıma bilgisayar almadığımdan kurşun kalemle ajandama bu satırları döktüm. İlk fırsatta bilgisayara aktarıp (ertesi gün, yani Cuma akşamı, soundcloud’dan dinlediğim Türkçe jazz müzik eşliğinde) Kim bilir, o ileride dediğim zaman geldiğinde bugünkü sorgulamalarımı belki yersiz belki anlamsız ve gereksiz bulurum. Çok daha tatmin olduğum günler dileğiyle…

23 Nisan 2019 Salı

İstanbul Gezimiz - Nisan'19

Aralık ayının 30. günüydü. 2019 için ilk tatil planımızı yapıp İstanbul için uçak bileti alıp, Romanya’dayken otelde kaldığım 4 hafta sayesinde birikmiş olan puanlarımı kullanarak otel rezerve etmiştim. Planımız şöyleydi: 20 Nisan Cumartesi sabahı makul bir saatte İstanbul’a uçuyorduk, 22 Nisan Pazartesi akşamı da geri dönüyorduk. Böylelikle bir gün izin kullanarak dört gün tatil yapabileceğim bir dönemi ailemle İstanbul’da kafa boşaltarak geçirebilecektim.

Sonuç kadar sürece de önem veren bir yapım olması sebebiyle, benim için aradaki o dört aylık süreç yoğun çalıştığım yılın ilk çeyreğinde benim için motive edici, hatta kamçılayıcı bir unsur olmuştu. Sadece benim için değil, oğlum Okan için de aynısı geçerliydi. İlk kez kumbarasını aktif şekilde kullanıp para biriktirdi. Oyuncak alma amacındaki Okan kumbarası ağırlaştıkça daha mutlu oluyordu. Bir de odasındaki büyük takvimde 20 Nisan’a özel sticker yapıştırıp O da kendince geri sayım yapıyordu.

Neyse ki her şey yolunda gitti ve 20 Nisan’a kazasız belasız ulaştık. Gerçi ilk planımızdan bir sapma olmuştu, dönüş biletimizi Atatürk Havalimanı’ndan olacak şekilde planlamıştık ancak Pegasus’tan Şubat ayında gelen bilgilendirme ile uçuşumuzun 3. Havalimanı’na alındığını öğrendik. Açıkçası 6 Nisan’da kullanılmaya başlanan yeni havalimanı hakkında olumlu ve olumsuz onca şey duyup okuyunca insan merak ediyor, o yüzden bunu da bir fırsat olarak gördük.
Havaalanı'na ulaştık!
Fotoğraf yanıltmasın, Okan son derece rahat
Bu yazıyı bir gezi yazısından ziyade daha çok aile içi bir hatıra yazısı olarak düşündüğüm için şimdi İstanbul’da geçirdiğimiz 3 günü anlatacağım. İlgi çekmeye bilir, peşinen uyarayım, ancak benim ve ailem için hatıra niteliğindedir. Bilirsiniz, “yazı kalır”.

20 Nisan sabahı, seyahat heyecanından olsa gerek, kurduğumuz saatler daha çalmadan uyandık. Hazırlıklarımızı tamamlayıp önce bizim Cafe Blue’da İzmir klasiği simit peynir çay ile kahvaltımızı yapıp ardından Mavişehir İzban durağına arabamızı park edip havaalanına gittik.  Yanlış saymadıysam 22 duraklık yolculuğumuzun sonunda keyifler oldukça yerindeydi. Güvenlik kapılarından geçip uçağımıza alındıktan sonra belirtilenden de önce bizi İstanbul’a ulaştıran pilotumuz sayesinde İstanbul’a sorunsuz vardık. Okan’ın uçuş esnasındaki rahatlığı umarım sevgili eşim Nilgün’e de nasip olur deyip İstanbul maceramızla devam edelim.
İstanbul için enerji toplamak lazım
Hafta başından beri meteoroloji İstanbul için Cumartesi yağmur bildiriyordu, neyse ki indiğimizde yağmıyordu. Bavulumuzu aldıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Havabus’a binerek Taksim’e gittik. Havaalanından ulaşımla ilgili dersimizi önceden çalıştığımız için bu aşama da planlandığı gibi geçti. Taksime vardıktan sonra taksiyle Maçka’daki AC Hotel’e varmamız da pek kolay oldu. Okan için ek bir yatak odamıza yerleştirildikten sonra odamız konaklamamız için hazırdı. Biraz dinlendikten sonra yürüyerek Nişantaşı Midpoint’te öğle yemeğimizi yiyip moralimizi ve enerjimizi iyice yükselttikten sonra taksiyle Kanyon’a geçtik. Okan’ın biriktirdiği paraların meyvesini alma vakti gelmişti. Kanyon’da oyuncakçı olarak çok alternatif olmasa da Lego Store olması bize yetti. Bu aralar Minecraft’a adeta takılmış olan Okan Minecraft temalı bütçesine uygun Lego görünce başka bir mağaza görmek istemese de çok ısrar ettiğimiz için Kanyon’un yanındaki Özdilek AVM’yi de hatırımız için gezdi. Sonuç değişmedi, yine Lego’dan Minecraft temalı oyuncağını aldı. 23 Nisan kampanyalarından faydalanarak araya bir lego da ben kattım ancak bu yazının yazıldığı an itibariyle o oyuncağı annesi için aldığımı düşünüyor, oyuncakta stok iyidir, her zaman lazım olabilir.
Lego Store Hatırası
AVM’lerde vakit geçirdikten sonra bir kez daha taksiye binip Maçka’ya doğru yol aldık. Maçka girişinde şoför “nerede ineceksiniz?” diye sorduğunda “AC Hotel” diye cevap verince birden bağırıp “söylesenize, Beşiktaş’tan girerdim” vesaire demeye başladı. Gezmek istediğimizi söyleyince “o zaman Maçka parkında gezin” deyip indirdi. Bu tavrına pek anlam veremedik ama garip bir hatıraydı, yazmak istedim. Parkın içinden geçip yokuşta aşağı inerek otele vardık. Dinlendikten sonra çevremizi bir de gece görmek için tekrar dışarı çıktık. İlk işverenim olan PwC’nin de ofislerinin bulunduğu BJK Plaza’nın önünden geçip Akaretler’de yürüyüp Beşiktaş çarşısına vardık. Akaretler’deki mekanların gece oldukça hareketli olduğunu imrenerek gözlemlesek de biz çocuklu bir aileydik. Eski dost Kızılkaya’larda dürüm dönerimizi yedikten sonra yürüyüşümüzü tamamlayıp odamıza çekildik.
Pazar sabahı Beşiktaş iskelede kahvaltımızı yaptıktan sonra Türk kahvesi ile taçlandırdıktan sonra soluğu Deniz Müzesi’nde aldık. Eğer denizciliğe merakınız varsa, gemi, tekne ya da tarih ilgi alanınıza giriyorsa, ya da çevrenizde ilgilenenler varsa mutlaka gidin ya da gitmesini önerin. Hem merkezi konumu ile ziyaret etmesi çok kolay, hem de içeriği ile gerçekten çok doyurucu bir müze. Giriş kişi başı 10 TL ve çocuklardan ücret alınmıyor. Burada megabyte’larca fotoğraf çektikten sonra Ortaköy’e geçtik. Ortaköy’de ilk önce Nilgün’ü uzun süredir sayıkladığı tekne ile boğaz turunu gerçekleştirdik. 1 saat süren tekne turu güneşli havaya rağmen üst katta beni üşütmeyi başardı. Okan’ın da aşağı inme isteği ile turun geri dönüş kısmını teknenin alt katındaki kapalı kısımda sıcak bir şeyler içerek geçirdik. Tekne turunu özellikle Arap turistlerin ve instagram profilini zenginleştirmek için bir araç olarak gören kızların tercih ettiğini gözlemledim. Yine de 25 TL’ye güzel bir aktiviteydi. Tekne gezisi sonrasında bir Ortaköy klasiği olan Ortaköy’de kumpir yedikten sonra (hayır, ben light tost yedim) Okan’ın dayanabildiği kadar yürüyüp bir taksiye binerek Bebek’e ulaştık. Bebek sahilinde Pazar’ın ve güneşin tadını çıkaran yüzlerce insanla beraber sahilde yürüyüş yaptıktan sonra molayı Divan Pastanesi’nde verdik. Güzel havayı fırsat bilen İstanbul’lular her mekanı doldurmuştu. Bizim bulunduğumuz yerde de Filiz Akın’ı dünya gözüyle görmek bize nasip olmuştu. Bebek’teki molamızdan sonra geri dönüş için yola çıktık. Arnavutköy’e kadar yürüdükten sonra Okan bize bomba haberi verdi: tuvaleti gelmişti. Sağda solda girebileceğimiz bir uygun mekanı bir türlü bulamayınca riski aldık ve bir inşaatın köşesinde pantolonunu indirdik. Neyse ki küçük tuvaletiydi ve etrafta kimsecikler yoktu deyip bu konuyu kapatıyorum. Sonra yola devam ederken taksi aramaya başladık fakat herkes aynı saatlerde evine dönmek isteyince bu bizim için hiç te kolay olmadı. Sıkışık Ortaköy trafiğinin ardından Beşiktaş’a ulaşıp otelimize geçtik.


Bebek'te keyifler her daim yerinde
Pazartesi günü, İstanbul’daki son günümüzdü. Sabah uyandıktan sonra otelden çıkış vaktimize kadar biraz dinlenip kafa boşaltmak istediğimiz için odada vakit geçirmeyi tercih ettik. Valizimizi otele emanet ettikten sonra Akaretlerden inip ağaçlı yoldan Vodafone Park’ın oraya yürüdük. Oradan bir taksiye binip Galata Kulesi’ne gitmek istediğimizi söyledik. Miting sebebiyle taksi şoförü bizi Galata Kulesi’ne bırakamasa da yakınına götürdü. Tarihi kuleye girmek için sıra bekleyen kalabalığı görünce vazgeçip önünde fotoğraf çektirip İstiklal’e yöneldik. Burada, Yapı Kredi Yayınevi’nden Okan’a kitap aldıktan sonra Beyoğlu çikolatası alıp yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık. Hem doyurucu hem farklı bir yer olsun derken kendimizi İstiklal’i bir uçtan bir uca gezmiş ancak hala bir yer seçememiş olarak bulduk. Bunun üzerine daha önceki İstanbul ziyaretlerimizde Nilgün’le denediğimiz Münhasır Döner & Kebap’ta karar kıldık. Hem ücretsiz wi-fi hem de lezzetli İskender olunca Okan’ın da keyfi yerine geldi. Ankara günlerinden favori yemeğim olan Beyti’nin yanında çiğköfteyi götürünce İstiklal’in kalabalığında yorulmuş olan ben de kendime geldim. Karnımızı doyurduktan sonra İstanbul maceramıza başladığımız gibi bitişi de Nişantaşı’nda yapalım istedik. Yürüyerek Nişantaşı’na gelip bir şeyler içmek için caddede bir yere oturduk. Son saatleri de “yüksek sosyete” ile aynı atmosferde nefes alarak geçirdikten sonra otelden bavulumuzu alıp Beşiktaş İskele’den Havaist’e binip yeni havalimanının yolunu tuttuk.
Galata Hatırası

Son keyif anları

Her güzel şey biter, önemli olan güzel bitirebilmek
Yolculuk esnasında koca otobüs biz dahil toplam 6 yolcu ile gittiği için oldukça rahattık. Pazartesi akşamı saat 5’te binmemize rağmen yaklaşık 1 saatte havaalanına ulaştık. Büyüklüğü ve modernliği ile oldukça göz alıcı gözükse de hala eksiklerinin olduğunu gözlemlediğimiz (örneğin Pegasus deskleri) stratejik havalimanımızda 2 saat kadar takıldıktan sonra (beklemek demedim çünkü o kadar sıkıcı değildi) uçağımıza bindik. Maalesef bir 25 dakika kadar uçakla havaalanında gezdirildik ve ardından İzmir’e indik.

İşte bizim bu 23 Nisan tatilimiz her ne kadar 20-22 Nisan arasını değerlendirmiş olsak ta bu şekilde geçti. Biz İstanbul’u sevdik. Yani böyle beğendiğimiz yerleri gezince güzel, keyifli. Kendi yorar pek tabi ki her daim yaşayanını, o yüzden zaten pek çok kişi bir şekilde ondan kaçmak derdinde.

Ee Volkan, peki sen gezdiklerini ve aklında kalanları anlattın da, bu geziden kendi ilk üçünü yazacak olsan bunlar ne olurdu derseniz?
  • Bebek – Arnavutköy arasında çok güzel yaşanır, yaş alınır. Hele ki stres seviyesi yüksek bir işte çalışmıyorsan ve iyi kazanıyorsan, değmesinler keyfine…
  • Her şeyin en iyisinin İstanbul’da olduğuna iyice inanmaya başladım. (Özellikle Münhasır’da yediğim kebaptan sonra bu fikir iyice güçlendi)
  • Her taksiye binişimde “işler nasıl” diye sordum ve hep aynı kapıya çıkan cevabı aldım, şoförler işlerin iyi olduğunu, müşterilerin ve diğer insanların harcamalarını kısmadığını söylüyor. Bu ekonomi iyi anlamına gelmese de insanların standartlarını varlıklarıyla ya da borçlanarak sürdürdüğünü gösteriyor.

11 Ocak 2018 Perşembe

2005 Model Hayaller

Aşağıdaki yazıları bugün işten, yani Torbalı'dan Karşıyaka'ya dönerken paylaşmak istediğim bir eski fotoğrafın altına yazdım. Throwback gününde biraz eskilere ışınlanınca, fazlasıyla da duygusala bağladım. Neyse, herkesin instagrama erişimi olmayabilir diye buradan da paylaşmak istedim.

Ne çok seviyoruz unutmayı. Birilerini, yapılan iyilikleri... En çok da zamanın geçtiğini... Pek çok şey unutulur unutulmasına da, bazı hatıralar dipdiri kalır yüreğimizde.

Bu fotoğraf 2005 senesinden, üniversite son sınıftayım, bir kaç ay sonra mezun olacağım. Tek hedefim var, Sabancı'da MBA yapmak. Başvuru belgelerini hazırlayıp Ankara'dan İstanbul'a gelmiştim. Başvuru sonrasında mabedimizin çevresinde dolaşıp atmosferi kokladıktan sonra "geri döneceğim bir kaç ay sonra" diye içimden geçirmiştim. Çok şükür, Allah dualarımı kabul etti, o hayalim de gerçek oldu. Darısı şimdiki hayallerime...

Her şey bitse, tükense ya da öyle zannetsek; hayalleri kalmalı insanın. Belki de bu yüzden, "Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var." demiş Nilgün Marmara. Ne güzel demiş... Düşlerinizi incitmeyiniz. 


Sevgiler,



6 Ocak 2018 Cumartesi

Cenk Tosun'a Mektup



Sevgili Cenk Tosun,

Hakkındaki transfer söylentilerinin dedikodudan gerçekliğe dönüşmesiyle beraber elde ettiğin bu tarihi başarıdan ötürü seni tebrik etmek için bir şeyler yazmak istedim. Onca spor adamı, köşe yazarı hatta bakan bile senin bu önemli transfer haberin hakkında yazıyorken yazdıklarım sana ulaşmaz diye tahmin etsem de hakkındaki düşünce ve hislerim sade bir taraftar olarak kayıtlara geçsin niyetiyle yazıyorum.

Dürüst olmam gerekirse, Beşiktaş’ımıza transfer olduğun dönem gelişine sevinsem de senden beklentim Beşiktaş’a rotasyon içerisinde katkı sağlaman üzerineydi. Benim gibi pek çok kişinin beklentisi ilk başta gerçek oldu. Çokça yedek kaldın, bazen ikinci yarılarda şans buldun, görevini yaptın, bazen taktiksel sebeplerle ya da forma mücadelesi verdiğin arkadaşlarının yükselen performansları nedeniyle o şans da gelmedi ama sen yine takım oyuncusu olmayı başardın. Bir sonraki kez görev sırası sana geldiğinde yine bizlere yüzde yüzünle mücadeleni sergiledin. Ben ve benim gibi pek çok futbol sever bunu takdir ederken çalıştığın hocalar da hem kulüp takımı hem de milli takım seviyesinde bunu görmezden gelmedi ve hak ettiğin formayı her iki seviyede de taşımaya başladın. Özellikle Avrupa arenasında sahadaki duruşunla ve attığın gollerle taraflı tarafsız pek çoğumuzun gururu oldun ve bizleri mutlu ettin. Bizlere yaşattığın bu anlamlı hisler için sana şükranlarımı sunarım.

Saha içerisindeki iş ahlakın, disiplinin ve çalışkanlığın, saha dışında da sergilediğin örnek yaşamla harika bir denge tutturdu. Ne bekarken, ne de evliyken senin magazin basınına yansımış olumsuz bir haberine ya da fotoğrafına rastlamadım. Aksine sen hep sergilediğin örnek davranışlarla aklımda kaldın. Sosyal medyada takım arkadaşların ve eşinle paylaştığın güzel kareler maç sonlarında çektirdiğin üçlü gibi güzel enstantaneler ile hafızamda birleşti. Her ne kadar son kez çektirdiğin üçlü de Şenol Hoca’nın boynunu bükmüş, biz taraftarların da yüreğini cız ettirmiş olsan da bil ki hepimiz arkandayız, destekçiniz. Artık playstation’da Beşiktaş dışında gönül rahatlığıyla seçebileceğim bir Everton, ve o takımın forvetinde bir Cenk Tosun olacak. Maçlarını izleme imkanım olmasa da maç sonuçlarını ve performansını mutlaka takip edeceğim.

Yolun açık olsun Tosun Paşa’m. Ne kadar zorlukla karşılaşırsan karşılaş senin yine başarılı olacağından hiç kuşkum yok. Yine çok çalışacaksın, yine çok yorulacaksın belki ama kesin olan bir şey var ki yine başarılı olacaksın. Kim bilir belki de açtığın bu beyaz sayfada yazacağın başarı hikayeleri, bir başka beyaz sayfada bambaşka başarı hikayeleri de yazmana sebep olacak. Senin için her şeyin hayırlısı olsun. Allah sana her şeyin en iyisini, en güzelini nasip etsin çünkü gerçekten hakediyorsun. Bir de belki ben yazılı ve görsel basında kaçırmış olabilirim ama, gördüğüm kadarıyla pek çok kişi başarında altyapına, disiplinine, çalıştığın hocalara pay çıkardı fakat unutmamak lazım ki her başarılı erkeğin arkasında da bir kadın vardır. Bu noktada eşinin de hakkını vermek gerektiğini düşünüyorum. Sana ve bu seviyeye ulaşmanda katkısı olan herkese Türkiye vatandaşı ve Beşiktaş taraftarı olarak teşekkür ederim.

Londra’da yağmurlu günlerde canın sıkılırsa ve memleketini özlersen çayını yudumlarken Beşiktaş’ta yapacağın jübileni hayal edip takıma zamanı geldiğinde teknik adam olarak nasıl katkıda bulunacağını planlayabilirsin. Ama önce İngilizlere Cenk Tosun’u ve Türk’leri sahada ve saha dışında en güzel şekilde tanıtman ricasıyla…

Sevgiler,

Volkan YORULMAZ

13 Temmuz 2017 Perşembe

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Kim Korkar Uçaktan!

Herkesin sevdiği, hatta belki biraz da abartılı sevdiği şeyler olabilir. Oğlumuz Okan için de her türlü ulaşım aracı ilgi çekicidir ama tren ve uçağın yeri apayrıdır. Hafta sonları metro ile gezilerimiz vevimizin önüne tramvay durağı gelmesiyle trenlere olan ilgisini bir nebze dindirince sıra uçağa gelmişti. Uçak için destinasyonu üniversite yıllarımızın geçtiği Ankara olarak seçtik ve hem annemizin, hem de benim sevdiğimiz dostlarımızla biraraya gelmek için programlar yaptık.

Önceki uçuşlardan gözlemlediğim ağlayan, huysuzluk yapan bebek ve çocukları hatırlayınca uçuş öncesinde acaba böyle bir sorun yaşar mıyız diye ister istemez bir endişem vardı. Seyahatten bir hafta öncesinde artık Okan ile yaklaşan uçuşumuza dair açık açık konuşup kendisini de hazırlamaya başladık. Onu hazırlamaya çalışırken tabi kendimiz de hazırlandık. 27 Mayıs Cumartesi yani yolculuk sabahı bile yabancı sitelerde çocukla ilk uçuşta yapılması gerekenler konularını okuyup yanımıza sakız, tablet, ekstra oyuncak alıp kendimizi de zorlu olabilecek bu yolculuğa hazırladık.

Havaalanına ulaşmamızla birlikte aslında hiçte endişe edecek bir durum olmadığının ilk sinyallerini almaya başladık. Yüzü gülen Okan ağzı kulaklarına varırken meraklı sorularını bize ve hayran gözlerini çevreye yöneltti. Biz de onun için ileride "arşiv"lik nitelik taşıyacak bol bol fotoğraf çektik. Kontrolleri geçip, zamanın gelmesiyle uçağa bindikten sonra Okan sabırsızca uçağın uçması için kendince tempo tuttu. Açıkçası Okan ile annesi kalkışta rolleri değişti. Kalkışa geçilmesiyle adeta mest olan Okan bu kez şehre yukarıdan bakmaya ve yakınından geçtiğimiz bulutları incelemeye verdi kendini. İnişte de yolculuğu büyük bir çoşku ile sonlandıran Okan bileti aldığımız günden bugüne kadar olan kafamızdaki tüm soruları silmişti ve içimizi ferahlatmıştı.

Haydi girelim artık alana...

Alandayız, hedefe yaklaşıyoruz...

Uçağa binmemize saniyeler kala...

Ve Okan yerini alır...

Hazır mıyız?

Tabii ki de hazırız!

Bazı oyuncaklarımız da bu ana şahit olmalı...

Okan, bulutları hiç bu kadar yakından görmemişti...
Ankara Esenboğa Havalimanı'nda Nilgün'ün üniversite yıllarından yakın dostu Nilay ve tatlı ailesi Eren ve Mira bizi karşılamasından sonra, bir başka dostumuz, yeni anne Oya ve yeni baba Eray'ın mutlu yuvasında Tuna bebeği görmek için yola çıktık. Oya'larda 3 "çocuklu" çift olarak beraber güzel vakit geçirdikten sonra bu kez Nilay'larla önce üniversite yıllarımızın geçtiği Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünü ziyaret edip ardından evlerine misafir olduk. Eren'in aldıklarını Nilay bi güzel pişirip sunduktan sonra Okan ve Mira beraber oynama konusunda yol aldılar. Ardından ilk işim PricewaterhouseCoopers'tan dostum Mehmet, eşi Şenay ve oğlu Demir ile bize katıldı. Çocukların kaynaşması ile biz de hem rahat nefes aldık, hem de gelecek için umutlandık.

Ardından Nilay'lara veda edip Mehmet'lerle beraber akşam yemeği yiyeceğimiz Güloğlu Kebap'a geçtik. Demir ile trambolinde çılgınca zıplayan Okan o kadar çok terledi ki bir kaç kez üstünü değiştirmek zorunda kaldık. Neyse ki yorulan Okan, Şenay'lara gittiğimizde hiç yabancılık çekmeden sızdı ve biz de yetişkinler olarak biraz başbaşa kalıp sohbet etme şansı bulduk.
Yemek varsa Okan'ın yüzü güler...

Ama yemek varsa Okan'dan uzun süre poz vermesini bekleyemezsiniz...

Pazar sabahı mekan değişse de güne erken başlama özelliği değişmedi. Bu kez saat 9 olmadan GMO Simitçii'de pazar kahvaltısı için yerimizi aldık. Keyifli bir kahvaltının ardından dışarıda yağmur yağmasıyla eve çekildik. Çocuklar oyuncaklarla, anneler mutfak işleriyle, babalar da alışverişle ilgilenmeye koyulunca herkes paylaşımda bulunup hem rahatladı hem de tatilin tadını çıkardı. Ne yalan söyliyeyim, Mehmet ile bir araya gelmek, bana iyi gelmişti ki Nilgün de yüzümün devamlı gülen halinden bunu onaylıyordu. Sanırım Mehmet'e de biz iyi geldik ki hiç görmediğim kada iştahı açıldı... Öğleden sonra babalar ve oğulları olarak parkta oyun ve futbol oynayıp sonra da 2 gün sonraki doğum günü için Şenay'a pasta almak için biraz yol yaptık. Tadı damağımızda kalan bu iki günün sonunda Mehmet bizi havalimanına bıraktı ve bu kez Okan için dönüş ve yeniden uçuş heyecanı başladı.

Dostum Mehmet ile paylaşacak konular birikmişti, göletin çevresi bunun için fazlasıyla uygundu...

Babalar ve oğulları, volume 1

Babalar ve oğulları, volume 2

Operation: Happy Birthday Şenay, pasta almaya gidiyoruz.
Dönüşte de gidişteki gibi pozitif bir Okan bizimleydi. Rahat, keyifli ve meraklı bir ruh haliyle uçuş için sabırsıztı. Kalkıştan sonra ise herşey onun için çok normaldi ve yine acıktı... Pazarlıklarla orta noktada buluştuktan sonra da İzmir'e indik. Telefonumu açtığımda Beşiktaş'ım onbeşinci şampiyonluğunu kazanmıştı. Unutulmaz bir haftasonu işte buna denirdi!

Uçağımız hazırlık yaparken, yorucu geçen günün etkisiyle biraz uykumuz gelmiş olabilir.

Dönüş yolunda Demir'in hediye ettiği robot-araba Okan'a eşlik etti.
Eve gelip ayaklarımı uzattıktan sonra zevkle şampiyonluk kutlamalarını izlemeye ve bu satırları yazıp tarihin sayfalarında yer alması için kayıt oluşturmaya başladım. Okurken hiç sevemediğim Ankara'dan bu kez pek bir mutlu ayrılırken acaba bir sonraki kez ne zaman olur diye de hafiften düşünmeden edemedim...

Dip not; Merak edenler için belirteyim, Türk Hava Yollarına 4 kere kayıt açıp onlarca kez mention'lı tweet atsam da Okan için hiç bir karşılama veya benzeri bir girişimde bulunmadılar. Kendileri kaybettiler: http://volkanyorulmaz.blogspot.com.tr/2017/05/thynin-sozde-musteri-memnuniyeti-anlays.html

10 Ekim 2016 Pazartesi

Efendi Ben ve Efendi Beşiktaş

Geçtiğimiz günlerde bir eğitimde kendimizi bazı sıfatlarla tanıtmamız istenmişti. Ağzımdan çıkan ilk söz "efendi" olmuştu. Okul yıllarında veli toplantılarında öğretmenlerin aileme vermiş olduğu geri bildirimlerde benim için sıklıkla kullandıkları bu tabiri bu sene de tuttuğum takım kullanmış. Özellikle manifesto videosunu seslendiren Yılmaz Erdoğan ile içeriğe kulak verince gayet etkileyici ve gurur verici bir çalışma ortaya konduğu net bir şekilde görülüyor.

Beşiktaş JK’nın bu yılki sloganı ‘Efendi’ oldu. Geçtiğimiz iki yılda ‘Feda’ ve ‘Gururlan’ diyerek önemli iki projeye imza atan Beşiktaş, bu yıl siyah beyazlı kulübün mağrur ve güçlü yapısına atıfta bulunarak ‘Efendi Beşiktaş’ diyecek.

EFENDİ’NİN MANİFESTOSU

‘Nasıl olursa olsun kazan’ değil de, ‘şerefinle oyna hakkınla kazan’ diyen nasıl biridir?

Büyük haksızlıkların karşısında en keskin sözü ‘Beşiktaş’ı üzmesinler’ olana ne denir?

Türkiye tarihinde en fazla centilmenlik kupası alan takım nasıl bir takımdır?

Aynı uçakta yolculuk ettiği rakip takım sporcuları gücenmesin diye sevincini belli etmeyen sporculara ne desek yaraşır?

‘Tek namağlup takım’, ‘üst üste en çok yenilmeyen takım’, ‘art arda en çok maç kazanan takım’ olup hükmedene ne denir?

İyi gününde, kötü gününde hep bir şekilde gündeme damgasını vuran mağrur güce ne ad verilir?

Tezahüratta desibel rekorları kıran, yaz kış demeden takımın yanında olan, üşüyen çocuklar için atkısını çıkarıp sahaya atan taraftar nasıl bir taraftardır?

15 Temmuz’dan sonra ezeli rakiplerini Vodafone Arena’ya davet ederek birlik çağrısını herkesten önce yapan spor kulübünün hak ettiği unvan ne olabilir?

Tertemiz tarihiyle, her daim centilmenliğiyle, her koşulda hakkaniyetiyle, ne olursa olsun 113 yıldır başı dik, asla boyun eğmeyecek. Çünkü o ‘EFENDİ BEŞİKTAŞ’.

1 Haziran 2016 Çarşamba

​Şampiyon Beşiktaş

Beşiktaş'ımız şampiyonluk yolunda önemli virajları birer birer dönerken sezon sonu mutlu sona ulaşmamız halinde bu başarıda emeği geçenleri ayrı ayrı değerlendireceğim bir yazı kaleme almayı planlamıştım. O yazıyı yazmak da Fethiye yolunda olduğum bu güne nasip oldu. Kulağımda yine bir Beşiktaş'lı Murat Boz'un Janti albümü ile başlıyorum. Buradan buyurun:
 
Şenol Güneş; aslar geç çıkar belki ama onu yazının sonuna kadar bekletmek saygısızlık olur diye ilk hocemızla başlamak istiyorum. Dün akşam TrtSpor'da konuk olduğu Stadyum programında bir kez daha imrenerek dikkatle dinledim. Kesinlikle çok iyi analizleri olan, çalışkan, disiplinli ve azimli bir taktisyen. Edebi yönü o kadar kuvvetli ki dinlerken hiç sıkılmıyor insan. Tespitleri çok doğru, tatlı-sert yaklaşımı başarıyla uygulayabildiği konuşmalarından bariz anlaşılıyor. Yeri geldiğinde politik olmayı da becerebiliyor ama istediğinde gayet net bir şekilde giderini de yapabiliyor. Bence bize, Beşiktaş'a ve çarşıya çok uydu. Umarım uzun yıllar bizimle başarıdan başarıya koşar. Özellikle şampiyonlar liginde gruptan çıkma konusundaki azmi şimdiden belli oluyor, ee artık Avrupa'lılar düşünsün... Bu arada dün Quaresma ile ilgili anlattığı bir muhabbetlerini de yazıp yöneticilik ve problem çözme yeteneğine işaret etmek istiyorum: Quaresma art arda oyundan ilk alınan oyuncu olduğu bir dönemde hocaya gidip neden hep ben çıkıyorum diye sormuş. Hoca da dilersen değiştirebiliriz, sen yedek kalırsın, ilk çıkan olmazsın, böylece ilk giren sen olursun demiş, Quaresma da tabi ki böyle bir değişiklik istemediğini belirterek çarenin daha çok çalışmakta olduğunu anlamış.
 

Tolga Zengin; bazı insanlar vardır, kişilikleri profesyonel hayatlarındaki performanslarının önüne geçer. Benim için de Tolga öyle biri. Süper bir kalece ya da bana geride çok güven veren biri değil. Ama duruşu ile Beşiktaş'ın şerefli duruşunu iyi temsil ediyor. Geri paslarda yüreğimi hoplatsa da bu sene iyi toplarda çıkarmadı değil. Ligin bitimine 4 hafta kala puan avantajı ile önde giderken habercilerin kupa kaldırmakla ilgili tuzak sorularına da "Henüz kaldırdığımız bir şey yok, kaldırınca görürsünüz" kıvamında yanıtı sezonun aklıma kazınanlarındandı.
 
Andreas Beck; defansın sağında uzun yıllardır aradığımız back oyuncusunu Alman panzeri ile bulduk mu yoksa daha iyisi olabilir miydi açıkçası çok net değilim. Neden derseniz, Beck savunma anlamında beni yeterince tatmin etse de hücuma aynı derecede katkı sağlama konusunda beklentiyi karşılayamadı. Futbolcularla yapılan röportajlarda takımın en çok çalışan isimlerinin başında Beck'in adının veriliyor olması onun sahip olduğu Alman disiplini ile yakından ilgili olsa gerek. Zaten bu yüzden sakatlık ve ceza konusunda sıkıntısız bir sezonu geride bırakıp ilk 11'in değişmez oyuncusu olarak sezonu bitirdi. Bu arada sosyal medyada Türkçe paylaşım yapıyor olmasını da takdir ettiğimi belirtmeden edemeyeceğim.
 
Ersan Adem Gülüm; asi ruhun fizik bulmuş hali, cesur yürekli ve güler yüzlü savaşçı defans oyuncumuz profesyonelliğin gerekliliğini yerine getirip devre arasında takımdan ayrılmış olsa da bence ilk yarıdaki performansı ile Beşiktaş'ın yarışın içinde olmasında önemli pay sahibiydi. Günün birinde geri döneceğini ve takıma abilik yapacağını biliyorum, o güne kadar da edineceği tecrübeler için uzaklarda olması hep bizim hem de onun faydasına olacaktır. Bu sezon Ersan ile ilgili benim unutamadığım performans ise çok uzun bir dönem derbi galibiyetine takım hasret iken Fenerbahçe maçında gösterdiği sert performans ve galibiyetin mimarları arasında olması idi.
 
Luiz Rhodolfo; şanssız bir sakatlık geçirip defansın adama en ihtiyacı olduğu dönemde takımdan ayrı kalsa da oynadığı ilk yarı boyunca soğukkanlılığı ve özgüvenli duruşu ile defansın bel kemiği izlenimini bana yaşattırdı. Görüntü itibariyle oldukça profesyonel gözüken Brezilyalı oyuncumuz önümüzdeki sezon takıma katkı sağlayacaktır.
 
Marcelo; sempatik defans oyuncumuz sezonun ikinci yarısı ekonomik sebeplerinin avantajlı olması sayesinde transferin son günlerinde takıma katılsa da oynadığı maçlarda takımın en sıkıntılı bölgesinde ortalama üstünde performans gösterdi. Şampiyonluğu ilan ettiğimiz Osmanlı maçında kısa süreye sıkıştırdığı iki gol ile sonuca da katkı sağladı. Kornerlerde ileride gol arayan defans oyuncularını her takım sever, o da bunu yapmayı seviyor, takıma sadece savunmada değil hücumda da katkı sağlayarak başarılı oluyor. Takımda kalması faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
 
Alexis Delgado; hangi İspanyol ne katkı sağladı ki bu arkadaş sizi hayal kırıklığına uğrattı. Bence ülkemiz futbolu İspanya'dan gelen oyuncuların başarılı olmasına çok uygun değil, daha önce bunu Juanfran ve Guti gibi futbolcularda yaşadık, malesef Delgado da idare ederek bunun bir örneği oldu. Aklımda kalanlar boğazındaki iddialı dövmesi ve Quaresma ile instagramda paylaştığı fotoğraflar. CV'sine bir şampiyonluk ekleyerek kendi adına verimli bir sezon geçirdi diye düşünüyorum.
 
İsmail Köybaşı; uzun süreli sakatlıklardan sonra bu sezon ciddi çıkış gösterdiği maçlar da oldu, kanadının aksadığı maçlarda, ama O'nu devamlılığıyla görmeyi özlemiştik, takıma döndüğü için mutluyum. Hücum açısından heyecan verici performansını artırırsa uzun yıllar bize de Milli Takım'a da katkı sağlar. Bu arada yandaki karanlık pozun çekilmesi için beni beklediği için kendisine bir kez de buradan teşekkürlerimi sunarım. Kısmet bu kadarmış...
 
Dusko Tosic; açıkçası Gençlerbirliği'nden geldiğini duyduğumda aklımda yüzü bile tam olarak oluşmuyordu, demek ki benim çok radarıma girmemiş bir oyuncuydu. Sezona önce sol bek olarak başladı, İsmail'in formu yükseldiğinde yedek soyunmaya başladı. Sonra defanstaki ceza ve sakatlıklarla birlikte savunmanın göbeğinde oynadı. Rotasyon adına iyi bir joker olduğunu gösterdi. Defanstan çıkıp çektiği sert şutlar gol olmasa da bu konuda iyi bir isabet yüzdesi olduğu belliydi. Eşinin Balkanları popstarı olması vesilesiyle şampiyonluk kutlamalarında sahne alması da Tosic çifti için oldukça sempatikti.
 
Gökhan Töre; nam-ı değer “Faik”, benim için özel bir yere sahiptir. Top ayağına geldiğinde beni heyecanlandırır, ne yapacağını merak ederim. Sezonun ilk yarısı hem Avrupa maçlarında hem de ligde önemli performans göstererek adından çok söz ettirdi. İkinci yarı ise adeta kayıplardaydı. Yine de yaptığı #töreface gol sevinci ile her türlü şampiyonluk kliplerinde yerini almayı başarmıştır/başaracaktır.
 
Jose Sosa; ne yalan söyleyeyim, sezon başında Arjantin’e transferi sözkonusu iken gitse üzülmeyeceğimi düşünüyordum. Ancak sezon içinde Sosa’nın “iyi ki bizde” dedirten o kadar kritik golleri ve asistleri oldu ki, adeta sezon başındaki düşüncemden ötürü utandım. Bence fevkalade bir sezon geçirdi. Adeta ikiz çocuklarına baba olmak onun için bir dönüşüm yarattı. Sezonun en iyi orta sahasına kesinlikle seçileceğine inandığım Sosa’dan önümüzdeki sezon(lar) için de benzer seviyede yüksek performans bekliyorum.
 
Oğuzhan Özyakup; feda sezonunun ümit vadeden genç yeteneği hala genç ama bu sezon vaat ettiklerini gerçekleştirmeye ve verimli olmaya başladı. Atiba ile ortasahada oluşturduğu ortaklıkta Beşiktaş’ın oyunun hücum ayağını rakiplerinden iyi oynamasında fark yaratan oyuncusu oldu. Yaptığı asistlerle geçmeyecek dediğimiz topların “al da at” kıvamında asistlere dönüştüğünü gördük. Hele ki Bursaspor maçının son dakikalarında attığı ince iş bir gol var ki, organizasyon olarak sezonun en iyi işçiliğiydi bence. Daha uzun yıllar Beşiktaş’ta olmasını temenni etsem de bu performansı ile maalesef gidici olacaktır. Biz Ozzy’nin Beşiktaş ve Milli Takım ile sergileyeceği başarılı futbolun tadını çıkarmaya bakalım.
 
Atiba Hutchinson; bu adama soyadımı veresim var: “Yorulmaz”. Kesinlikle müthiş bir profesyonel, oynadığı bölge itibarıyla defansif görev üstlenmesine rağmen ne kart cezası aldı, ne de ciddi bir sakatlık yaşadı. Hatalı pas adedi hep en düşük futbolculardan oldu, mücadelesini 90 dakika boyunca sürdürdü ve mutlu sonun “emekçi”lerinin başında oldu. O olmasaydı belki de mutlu sona bile ulaşamazdık. Profesyonelliği ve kendine bakması ile olgun yaşına rağmen bana hala güvenebileceğim bir omurga izlenimi veriyor. Önümüzdeki sezonda, umarım dinlendirme fırsatı da bularak, kendisinden maksimum verimi almaya devam ederiz.
 
Ricardo Quaresma; sezon başında transfer dedikoduları gündeme geldiğinde eski günleri düşünüpbir hayli heyecanlanmıştım ama bir yanım da acaba basın ya da hakemler onu etkisiz hale getirebilir mi diye de içimde bir çekincem vardı. Neyse ki çingenemiz bu sefer Şenol Güneş’in kontrolü altındaydı. Futbol için olgun bir yaşa gelip Türkiye’de şampiyonluğu gerçekten isteyince hem skora hem de takıma katkı sağladığı performanslar sergiledi. Gökhan Töre gibi ayağına her topu aldığında heyecanlandık, ne zaman trivela yapar, ne zaman rabona izleriz diye hep tetikte olduk. Şampiyonluk kutlamalarında çocuğu ile sahadaki sevinci de çok sempatikti, seneye yeni kupa sevinçlerinde bu ikiliyi yine sahada görmek isteriz.
 
Olcay Şahan; "müthiş sol ayağıyla" bu sezon tabelaya çok fazla adını yazdıramasa da Şenol Hoca'nın güvenini kazanıp maçların çoğunda sahada kendine yer buldu. Takım olmak için Olcay gibi ortamı yumuşatan, esprileriyle gergin ortamları bile rahatlatmayı seven birilerine ihtiyaç vardır. Olcay takımda üstlendiği rol ile bunu başarıyla gerçekleştirdi.
 
Mario Gomez;“cha cha” adlı kibi izleyerek sezon başı ümitle eski günlerindeki gibi dönmesini bekledim, zira İtalya’daki hali ile gelirse Demba Ba’yı mum ile arardık. Neyseki ümitlerimiz boşa çıkmadı ve beklediğimizden de iyi bir performans ile tabelayı en çok değiştiren oyuncumuz oldu. Ligi gol kralı olarak bitirirken, bizdeki yüksek performansı ile Alman Milli Takımı’na yeniden
seçildi. Bir Cumartesi sabahı Nişantaşı’nda kendisine rastladığımda beni kırmayıp fotoğraf çektirmesi ile de kalbimde ve hafızamda önemli bir yer sahibi oldu. Başarılı olmak için atanın ve tutanın iyi olması gerekir, Gomez de atan konusunda görevini fazlasıyla yerine getirdi. Bu maliyetiyle bu verimi aldığımız santraforumuz için transferinde emeği geçenlere de tebrik ve teşekkürlerimi sunarım.
 
Cenk Tosun; “Tosun Paşa” bu yıl vazgeçmemenin ve her an hazır olmanın, zamanı geldiğinde, fırsatı bulduğunda işin rengini ne kadar değiştireceğinin somut örneği oldu. Hiç küsmedi, demotive olmadı ve ne zaman oyuna girse gol için adeta savaştı. Bazen atan, bazen de asisti yapan oldu. Kenarda skoru değiştirebilecek bir ismin olmasının rahatlığını hep bizlere yaşattı. Attığı kritik gollerle şampiyonlukta da pay sahibi olunca Milli Takım’ın as golcüsü pozisyonuna da yükseldi. Unutmadan,
şampiyonluk sonrası Telegol’e katıldığında çayı iki şekerle içmesi dikkatimden kaçmadı… Baklavayı ağır bulup sütlü tatlıları tercih ediyor ama çaya şeker koyarken aynı hassasiyeti göstermiyor :)
 
İşte bu sezonun en özet haliyle futbolcu performansları benim için böyleydi. Aslında Kerim Frei, Necip Uysal, Tolgay Arslan ve Veli Kavlak da birer paragraf açmak isterdim ama onlara övgü dolu methiyeler yazmak için belki önümüzdeki sezon daha uygun olacaktır. Mesajımı anlayan anlamıştır.Şimdi hak edilmiş şampiyonluğun gururunu yaşayacağımız bir yaz sezonu geçirme zamanı, haydi tadını çıkaralım…

14 Mayıs 2015 Perşembe

Kartal Havlu Atar, İlhan Mansiz Tweet Atar

14 Mayıs 2015 itibariyle (yani bugün) Beşiktaş için ligin bitimine 3 maç kala lig yine bitmiştir. Malesef acı ama gerçek. Pazar günü Gaziantep beraberliği sonrası bu akşam da Akhisar beraberliği ile Pazar'dan Perşembe'ye 4 puan kaybederek ayağına gelen fırsatı tepmiştir.

Lucescu ve belki biraz da Mustafa Denizli döneminden sonra hiç bir zaman kritik bir maçı akıllıca oynayıp çeviremeyen Beşiktaş yine nasıl zorlu bir virajda işler berbat edilir herkese gösterdi. Tamam "sevinmek için sevmedik" ama bu kadarı da kabul edilebilir şey değil.

Yazılıp söylenecek çok şey var ama İlhan Mansız'ın bu eski twiti bugün için de gayet yeterli ve anlamlı bir mesaj niteliğinde. Bu sebeple ben susarım, İlhan konuşur...

24 Mart 2015 Salı

Beşiktaş'ın Vodafone Arena Geliri ve Transfer Bütçesi

Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin KAP'ta yayınlanan son Faaliyet Raporunu (ara dönem: 01 Haziran 2014 - 30 Kasım 2014) indirip okuma fırsatı buldum.

Mart sonu gelmişken ve bir yandan sezonun bitmesi diğer yandan yeni sezon ve yeni stad heyecanı yaklaşırken stad gelirleri ile ilgili bölüm dikkatimi çekti. Faaliyer raporunda Vodafone Arena'nın sağlayacağı gelir rakamı kötümser senaryoya göre açıklanmış. İşte rapordaki o ifadeler:

Vodafone Arena Stadyumu inşaatı son durum itibariyle devam etmekte olup, profesyonel futbol takımımız maçlarını 2015-2016 sezonunda bu stadyumda oynamayı planlamaktadır. Vodafone Arena Stadyumunun faaliyete geçmesi ile beraber, maç günü gelirleri ile sezonluk koltuk, VIP koltuk ve loca gelirlerinde, önceki sezonlara kıyasla ciddi artışlar beklenmekte ve stadyumun tribün gelirleri, spor dışı aktivite gelirleri, sponsorluk, isim hakkı ve reklam gelirleri şeklinde özetlenebilecek olan toplam gelirlerinin, Şirketimiz stratejik ortağı IMG-Doğuş tarafından hazırlanan planı kötümser senaryosuna göre yıllık 35-40 milyon ABD Doları seviyesine yükselmesi beklenmektedir.  

Burada yazan ifadeye gore kötümser senaryo Beşiktaş'ımızın yıllık 35-40 milyon USD gelir elde edeceğini one sürüyor. Rakamın büyüklüğünü gözler önüne sermek için size 2014 yılında ödediğimiz bazı bonservis bedellerini hatırlatmak isterim.

Örneğin;

Demba Ba'nın transferine ilişkin olarak Chelsea kulübü ile anlaşmaya varılmıştır.Buna göre Chelsea kulübüne; Toplam 6.000.000 Avro transfer bedeli ödenecektir.

Futbolcu Gökhan Töre'nin transferi konusunda kulübü ve oyuncunun kendisi ile anlaşmaya varılmıştır.
Buna gore Rubin Kazan'a 4.500.000 Avro transfer bedeli ödenecektir.

Ramon de Moraes Motta'nın transferine ilişkin olarak Corinthians kulübü ve oyuncunun kendisi ile anlaşmaya varılmıştır. Buna göre daha önce kiralık kontratında satın alma opsiyonu 2.500.000 Avro olan oyuncunun transferi için, Corinthians kulübüne 1.100.000 Avro ödenecektir.

Jose Ernesto Sosa'nın geçici transferi ile ilgili olarak oyuncunun kulübü ve kendisi ile anlaşmaya varılmıştır. Buna göre; FC Metalist kulübüne kiralama bedeli olarak 1.400.000 Avro ödenecektir. Ayrıca Şirketimiz FC Metalist Kulübüne 15 Ekim 2014 tarihine kadar 2.000.000 Avro ödemek suretiyle sezon sonunda oyuncunun transfer haklarını satın alma opsiyonuna sahiptir. Jose Ernesto Sosa'nın transfer hakları, kiralık sözleşmesindeki opsiyon kullanılarak FC Metalist kulübünden satın alınmıştır.
 
Görüldüğü üzere bu sezon bonservisini aldığımız Demba Ba, Gökhan Töre, Motta ve Sosa için toplam (6+4.5+1.1+2) 13.6 milyon Euro bonservis bedeli ile anlaşılmıştır. Buradan hareketle ve mevcut genç kadromuz gözönünde bulundurularak gelecek olan stad geliri ile fark yaratabilecek transferlerin yapılabileceğini düşünebiliriz. Özellikle yabancı kısıtlamasının da neredeyse kalktığı bir ortamda stad gelirini doğru transferlere aktarabilirsek genç ve tecrübe kazanmış/kazanmakta olan kadomuza yapılacak katkıların başarıyı getireceğini umuyorum.  

1 Mart 2015 Pazar

Liverpool ile hesap kapanmıştır...

8 yıl önce, 2007 yılında 8-0 yenildiğimiz Liverpool maçından sonra yatarken keşke bugün hiç yaşanmasaydı diye içimden geçirmiştim. Neyseki o gün geride kaldı. Geçtiğimiz hafta ise açıkçası öncesinde çok da inanmadığım bir maçta Beşiktaş'ım bu kez Liverpool'u penaltılarla UEFA kupasından eledi. Benim için de unutulmazlar arasına giren bir maç oldu...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Beşiktaş'ın Finansal Tablolarının Analizi

Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin 31 Mayıs 2014 tarihli finansal tabloları için 11 Ağustos 2014 tarihli bağımsız denetim raporunu okuyup üzerinden geçtikten sonra en basit dilde gözüme çarpanları paylaşmak isterim. Bunları paylaşırken Beşiktaş taraftarı olduğumu, finans alanında yüksek lisansımı tamamladığımı, Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir ünvanına haiz olduğumu, SPK Faaliyetleri İleri Düzey lisansına sahip olduğumu da belirtmek isterim. Amacım derinlemesine rasyo analizleri yapmak değil, olaya yüzeysel ve dikkat çekici yönlerinden yaklaşmak.

Herşeyden önce bağımsız denetçi tarafından (Ernst&Young – hani Fikret Orman’ın Yıldırım Demirören’in dönemi için denetim yaptırdığı bağımsız denetim kuruluşu) hazırlanan bu raporda denetçi şartlı görüş beyan etmiştir. Bu ne demek derseniz, olumlu görüş dışında bir görüş verileceği zaman kullanılacak üç farklı görüş türü belirlenmektedir: Sınırlı olumlu görüş (şartlı görüş), olumsuz görüş ve görüş vermekten kaçınma. Peki neden Beşiktaş’ın 31 Mayıs 2014 tarihi itibarıyla hazırlanmış finansal tablolarına şartlı görüş verilmiş. Bunun 2 nedeni var: 
  1. 1 Haziran 2012-31 Mayıs 2013 faaliyet dönemine ilişkin yönetim kurulu başkanı (Yıldırım Demirören) ve bazı yöneticilerin (Ertunç Soğancıoğlu, Mehmet Soysal) ibra edilememiş olması ve bunun mevcut finansal tablolara nasıl yansıyacağının tespit edilememesi
  2. Kulüp 31 Mayıs 2012 tarihinden itibaren ödenmemiş tüm futbolcu ve teknik direktör borçlarına stopaj hesaplamaya başlamış ve bu vergi aslına ilişkin karşılığı finansal tablolarına kaydetmiş. Ancak bunların ilgili dönemlerde tahakkuk ettirilmemesinden ötürü vergi cezası ve gecikme faizi hesaplanması gerekmekte. Henüz beyan edilmeyen bu vergiler için şu an için bir tespit yapılamadığı için bu tutarlar da finansal tablolarda mevcut değil.
Durum böyle olunca bağımsız denetçinin finansal tablolara olumlu görüş vermesi de beklenemezdi.
Bu arada bir dipnot olarak Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin özel hesap dönemini tercih etmesi sebebiyle mali yılsonunun 31 Aralık değil 31 Mayıs olduğunu belirtmem de fayda var.

Bağımsız denetim raporunda yönetimin 2014-2015 sezonu için gelir ve giderleri oluşturacak tahmini kalem ve tutarları beyan ettiğini görüyoruz. Tahmin edeceğiniz üzere en yüksek gelir kalemini yayın gelirleri, en yüksek gider kalemini de personel giderleri yani futbolcuların maaşları oluşturuyor.
 
2014-2015 yılında 190 milyon TL’lik gider öngörülmüş. Peki bu gider kalemi 2013-2014 döneminde gerçekleşenle kıyaslanırsa?

 
Görünen şu ki 227 milyonluk gerçekleşen gider tutarını tıpkı 2012-2013 sezonundaki gibi 190 milyon seviyesine çekmeye çalışıyor yönetim. İddialı bir hedef ancak var olan hedeflere ulaşmak için de oldukça mantıklı seçilmiş bir hedef olduğunu söylemek lazım. İki yıl arasındaki farkın aslen ücret giderlerinden kaynaklandığını görüyoruz. Kulüpten ayrılan futbolcular olması bu giderin azalmasına sebep olacaktır ama yeni gelen/gelecek olan futbolcuların maliyeti ve mevcut futbolculara yapılan ücret iyileştirmeleri de dipteki hedefin tutturulması için diğer kalemlerin de iyi yönetilmesi gereğini ortaya koymaktadır.

Borçlara baktığımızda, ticari faaliyetlerde futbolcu ve kulüplere olan borçlardan çok bankalara olan borçların önemli olduğunu düşünürsek, burada kısa vadeli borçların önümüzdeki dönemde yönetimin başını oldukça ağrıtacağını kestirmek çok da zor değil.
 
Neden diyecek olursanız, toplam 107 milyon TL’lik kredinin 41 milyon TL’sini 1 yıl içerisinde ödemek gerekiyor. Yönetim bu borçları yeniden yapılandırmak için bir an önce aksiyon almalı ve uzun vadeye yaymalı diye düşünüyorum.
 
Yukarıda en büyük gider kalemimizin futbolcular olduğunu söylemişken çalışanlara sağlanan faydalara ilişkin borçlarımızdan da bahsetmek gerekir.


 
98 Milyon TL’lik borcun 34 milyon TL’si maaş niteliğinde, geriye kalanı ise vergi aslı. İlk başta şartlı görüşün sebebini anlatırken bu tutara ilişkin ceza ve faizin finansal tablolara girmediğini belirtmiştim. Yani aslında bu tutar daha da artacak.
 
Borçlardan bahsetmişken Hugo Almeida’nın sözleşmesinin bitmesi ve bu sözleşmenin bitişi öncesinde kulübün futbolcuyu satamamış olmasından ötürü Quality Football Ireland’a 2 milyon Euro anapara ve 682 bin Euro faiz borcu mevcuttur.
 
Hangi futbolcularımız külübe alacaklarına ya da cezalarına yönelik dava açmış, bir de buna bakalım isterseniz. Raporda hem eski hem de halen sözleşmeli futbolcularımız mevcut. Bunlar Quaresma, Aurelio, Escude, Gökhan Töre, Rıdvan Şimşek. Bu isimlerden en çok Gökhan Töre’ye şaşırdım. Transfer döneminde Beşiktaş’ı ne kadar istediğini instagram’daki foto ve açıklamalarından sürekli bildirirken aynı dönemde bu şekilde dava açmış olması beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu konuda basında çıkan haberlere açıkçası aldırış etmemiştim ama belli ki kariyerine profesyonel bir şekilde bağlı. Saygı duyuyorum…
Futbolculardan bahsetmişken, finansal tablolarda futbolcular için ödemiş olduğumuz lisans haklarını incelediğimiz de büyük umutlarla transfer edilen bazı futbolcularımızın yaşatmış olduğu hayal kırıklıklarından ötürü kendilerine ödenen lisans hakları için değer düşüklüğü ayrıldığını görüyoruz.
 
5.8 milyonluk toplam değer düşüklüğünün 3 milyon lirası Sezer Öztürk’ten, 1.5 milyon TL’si de Gökhan Süzen’den kaynaklanıyor. Her iki futbolcunun da kadro dışı bırakılmış olması bu değer düşüklüğünün temel sebebini oluşturuyor.
 
---
Bu satırları kaleme aldığım şu dakika itibarıyla Süleyman Seba’nın vefatı haberi tarafıma ulaştı. Şu dakikadan sonra daha fazla analiz ve yorum yazmak istemiyorum. Seba benim çocukluğumdan liseli yıllarıma kadar kulübümüzün başkanlığını yapmış efsanevi başkanıdır. Kendisine hep bir saygı duymuşumdur. Duruşu, tavrı hep bizim için onur kaynağı olmuştur. Ne mutlu ki bu kadar güzel duygu ve düşüncelerle milyonlarca insan kendisini hep anacak. Para pul elbet bir şekilde kazanılır ancak böyle erdemleri elde etmek herkese nasip olmaz. Mekanın cennet olsun büyük başkan...
 
 

 

Google adsense

Analytics