Yarım günlük bir
eğitim için İstanbul’a gittim bu Perşembe günü. Eğitim sonrası bu eğitimden
aldıklarıma, bir başka deyişle öğrendiklerime dair bir şeyleri yönetim
ekibimize sunacağım için İstanbul’a inişimde bir gerginlik hissettim. Tabiri
caizse “huzursuz” bir şekilde Akaretler’de öğle yemeği yiyeceğim bir yer
ararken iş sebebiyle tanıdığım birilerini görüp hem selam verdim hem de bu
vesileyle o mekanı yemek için tercih etmiş oldum. Sahi ben Akaretler’e
yaklaşırken balık yemeyi hayal etmemiş miydim…
Selam verdiğim
masada, 2007 yılında PwC’de son mülakatımı yapan, bir başka ifadeyle benim işe
girmeme onay veren kişi de vardı. Kısa bir sohbetin ardından tek başıma masama
oturup yemeğimi söylediğimde geçmişe
yolculuk başladı. Yaklaşık 12,5 yıl önce mülakat için girdiğim BJK Plaza’ya
birazdan eğitim almak için girecektim ve eğitimi benimle aynı yıl PwC’ye
başlayan bir arkadaşım verecekti. İster istemez geçmiş defterleri açtım, aldığım
kararları, yaptıklarımı ve yap(a)madıklarımı sorguladım. Bu çelişkileri
yaşarken sanki arka fonda uçakta okuduğum kitaptaki içsel mutluluğu yakalamanın
her şeyden önce geldiği mesajı kulaklarımda yankılandı. Yemeğimi yerken iki
kere yeni açtığım youtube kanalıma girdim (Eyy
okuyucu, youtube’da “volkan yorulmaz” diye aratarak kanalıma abone olabilirsin)
ve sabahın erken saatlerinde yüklediğim videomun izlenme sayısını takip ettim. Benim
dışımda birilerinin izlediğini görmek hoşuma gitti. Bir yandan da az önce
masadaki selamlaşma esnasında, masadaki en kıdemli üstadın “videolarını
izliyoruz” demesi aklıma geldi. Vay be, Linkedin’de yaptığım paylaşımlar
gerçekten birilerine ulaşıyormuş diye sevindim. Nilgün’ü arayıp bu diyaloğu bir
de ona anlattım. Ardından eğitim için BJK Plaza’daki PwC eğitim salonuna
geçtim.
Beş buçukta
bitmesi gereken eğitim dörtte bitince eğitimi veren arkadaşımla vedalaşıp,
nerede takılabileceğimi sordum. Bana Nişantaşı’nı önerince, tüm diğer
alternatifleri yok sayıp yola koyuldum. Nişantaşı her zamanki gibi yine çok
havalı idi. Sokaklarında yürümek bile iyi geldi. Sonra tekrar aşağı indim.
Akaretler’de iki ayrı kafeye girip tek kişi için uygun yer bulamayınca üçüncü
girdiğim yer olan Sutiş’e oturdum ve soğuk kahve eşliğinde bu satırları yazdım.
Kendimi daha hafif ve prangasız hissetmek için yanıma bilgisayar almadığımdan
kurşun kalemle ajandama bu satırları döktüm. İlk fırsatta bilgisayara aktarıp (ertesi gün, yani Cuma akşamı, soundcloud’dan
dinlediğim Türkçe jazz müzik eşliğinde) Kim bilir, o ileride dediğim zaman
geldiğinde bugünkü sorgulamalarımı belki yersiz belki anlamsız ve gereksiz
bulurum. Çok daha tatmin olduğum günler dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder