Esra Başacık eğitim boyunca hepimizin anlayabileceği bir
dil kullanarak bizlere hem genel hem de yeri geldiğinde detay bilgiler verdi.
Şeker, nişasta ve lifin karbonhidrat olduğunu, yediğimiz karbonhidratların
kanda glükoza dönüştüğünü, glükozun karbon yapısının kanda şeker haline
dönüştüğünü anlattı. Karbonhidratların basit ve kompleks diye ikiye ayrıldığını
ve basit karbonhidratın (tüm şekerler) hemen kana karıştığını, bu sebeple
fenalaşan birine hemen şeker verildiğini hatırlattı. Kompleks karbonhidratların
sebze gibi lifli besinler olduğunu ve bunların sindirimi için vücudun enerji
harcadığını ve güç bir işlemin sözkonusu olduğunu belirtti.
Enzimlerin sindirim için kimyasal reaksiyonu başlatıcı ve devam ettirici özelliği olduğuna değinen Başacık, besinlerin 1 ila 4 saat arasında sindirildiğini söyledi. Sindirim konusunu işlerken ince bağırsakta 1 dakikada besinin 1 cm, kalın bağırsakta ise 1 saatte 5 cm ilerlediğini de öğrenmiş olduk.
Yediğimiz besinlerin kan yoluyla hücrelere ulaştığını ve hücreye bu şekilde enerji verdiğini anlatan eğitmenimiz, bu enerjinin kullanılmaması durumunda glükozun kanda kaldığını ifade etti.
Glükozun hücreye girebilmesi için insüline ihtiyacı olduğunu öğrendiğimiz eğitimde kanda glükoz düştüğünde pankreasın insülin salgıladığını da Esra Hanım’ın anlatımıyla gayet güzel şekilde öğrendik. Kandaki şeker yükseldiğinde pankreasın müthiş şekilde çalışarak insülin ürettiğini görsellerle de pekiştirdik.
Kandaki şekerin enerji olarak kullanılması gerektiğini öğrendiğimiz eğitimde, vücudun bu şekeri enerji ile atamadığı durumlarda idrar ile atmak istediğini, bu yüzden şeker hastalarının su içip tuvalete gittiğini sebep sonuç ilişkisiyle aklımızın bir köşesine yazdık. Bu esnada Esra Hanım bir dipnot vererek sağlıklı bir bireyde açlık kan şekerinin 80-95 arası olması gerektiğini de belirtti.
İkinci enerji kaynağının yediğimiz yağlar olduğunu belirten eğitmenimiz, karaciğerin stoklardaki yağı kullanarak kan dolaşımına yağ pompaladığını söyledi. Karaciğerin çok çalışırsa keton ürettiğini, kandaki ketonun hücrelere girerek dokuları bozucu etki yaptığını anlattı.
Peki bu zararlı keton (bozucu etki gösteren asit) ne zaman oluşur? Karaciğeri yoran durumlarda yani karaciğerin yoğun kullanıldığı durumlarda keton oluşur. Daha açık bir ifadeyle; alkol aldığımızda ve yağlı yediğimizde vücudumuzda keton oluşması için uygun ortamı hazırlamış oluruz.
Yağdan bahsetmişken; yağın sindiriminde ince bağırsağa kadar değişim olmadığını, yani midenin içindeki asidin bile yağı bozamadığını da eğitimde öğrendik. Peki yağı eritebilen hiçbir şey yok mu? Yağı eritebilen tek bir şey var; o da safra kesesinden salgılanan safra tuzları. Yağın kandaki haline trigliserid denir. Esra Hanım bizlere yaptığı uyarıda, eğer kandaki trigliserid yüksekse korkmamız gerektiğini çünkü kanda birleşme eğiliminde olan yağın dolaşımı bozduğunu belirtti.
Şahsen yumurtanın sarısı mı beyazı mı yenmeli konusunda sıklıkla kafası karışan biri olarak bu ikilemi de eğitimde sonlandırmış oldum. Esra Hanım, yumurtada doymuş yağın sarısında olduğunu ve bu sebeple sarısını çok yemememiz gerektiğini söyledi.
Karbonhidrat ve yağlar hakkında detaylı bilgiye eriştikten sonra proteinlere geçtik. Proteinin kimyasal sindirimine midedeki enzimlerle başlandığını öğrendik. Protein hücre için yapıtaşıdır ve dokular için onarıcıdır. Protein sindirilince aminoaside dönüşür.
Protein denince akla tabii ki kaslar geliyor. Kasın büyümesi için önce hasar vermek gerektiğini anlatan eğitmenimiz, yapıcı nitelikteki proteinin onarıcı fonksiyonu, doğru beslenme ve dinlenme ile buluşunca kas dokusunun geliştiğini ifade etti. Bu noktada güzel de bir hatırlatma da bulundu: Çabuk elde edilen her şey çabuk kaybedilir.
Kışın boğazları sık sık şişen benim gibi kişiler için de çok faydalı bir ipucu geldi; bu gibi durumlarda sütü yoğum yulafı az şekilde pişirip yerseniz mutlaka boğazlarınıza iyi gelirmiş. Önümüzdeki kış deneyip göreceğiz.
Sözkonusu olan beslenme ve egzersiz olunca sudan bahsetmemek olmazdı. Esra Başaçık, erişkin bir bireyin kilo başına 30/40 ml su tüketmesi gerektiğini ifade etti. Susuz egzersizin faydasız olacağını, kas için mutlaka su tüketmek gerektiğinin altını çizdi.
Gelelim çok merak ettiğimiz kilo verdiren egzersizlere… Koşmak, yüzmek ve ip atlamanın kilo verdiren egzersizlerin başında geldiğini belirten Başaçık, pilatesin ise omurgaya en yakın kasları çalıştırdığını, bu yüzden vücudu sıkılaştırdığını anlattı.
Son bölümünde ise vitaminlerden bahsettiğimiz eğitimimizde, A, D, E ve K vitaminlerinin yağda çözülen nitelikte olduğunu öğrendik. Vitaminler konusunda notlarımın biraz zayıf olduğunu farkettim. Bunun tek sebebi konuyu işlediğimiz anlarda Double Tree by Hilton tarafından sunulan cezbedici ikramlara dayanamayıp tadım yapmış olmam. Beslenme eğitimi ile bir tezat oluştursa da öğlen yemeğinde yediğimiz sağlıklı salatanın üstüne gayet güzel gitti.
Son olarak sizlere Esra Hanım ile kayınvalidesi arasında geçen bir hatıradan bahsetmek istiyorum. Esra Hanım kayınvalidesini davet ettiği bir yemekte olabildiğince sağlıklı içerikle, dolayısıyla orijinalini birazcık bozarak, dolma yemeği hazırlamış. Kayınvalidesine nasıl bulduğunu sorduğunda ise aldığı cevap “Dolma niyetine yemezsen çok güzel.” olmuş. Sözün özü, beslenmemizdeki geleneksel algıları biraz değiştirmemiz ve sağlıklı beslenme uğruna değişim sürecine merhaba dememiz gerekiyor.
Enzimlerin sindirim için kimyasal reaksiyonu başlatıcı ve devam ettirici özelliği olduğuna değinen Başacık, besinlerin 1 ila 4 saat arasında sindirildiğini söyledi. Sindirim konusunu işlerken ince bağırsakta 1 dakikada besinin 1 cm, kalın bağırsakta ise 1 saatte 5 cm ilerlediğini de öğrenmiş olduk.
Yediğimiz besinlerin kan yoluyla hücrelere ulaştığını ve hücreye bu şekilde enerji verdiğini anlatan eğitmenimiz, bu enerjinin kullanılmaması durumunda glükozun kanda kaldığını ifade etti.
Glükozun hücreye girebilmesi için insüline ihtiyacı olduğunu öğrendiğimiz eğitimde kanda glükoz düştüğünde pankreasın insülin salgıladığını da Esra Hanım’ın anlatımıyla gayet güzel şekilde öğrendik. Kandaki şeker yükseldiğinde pankreasın müthiş şekilde çalışarak insülin ürettiğini görsellerle de pekiştirdik.
Kandaki şekerin enerji olarak kullanılması gerektiğini öğrendiğimiz eğitimde, vücudun bu şekeri enerji ile atamadığı durumlarda idrar ile atmak istediğini, bu yüzden şeker hastalarının su içip tuvalete gittiğini sebep sonuç ilişkisiyle aklımızın bir köşesine yazdık. Bu esnada Esra Hanım bir dipnot vererek sağlıklı bir bireyde açlık kan şekerinin 80-95 arası olması gerektiğini de belirtti.
İkinci enerji kaynağının yediğimiz yağlar olduğunu belirten eğitmenimiz, karaciğerin stoklardaki yağı kullanarak kan dolaşımına yağ pompaladığını söyledi. Karaciğerin çok çalışırsa keton ürettiğini, kandaki ketonun hücrelere girerek dokuları bozucu etki yaptığını anlattı.
Peki bu zararlı keton (bozucu etki gösteren asit) ne zaman oluşur? Karaciğeri yoran durumlarda yani karaciğerin yoğun kullanıldığı durumlarda keton oluşur. Daha açık bir ifadeyle; alkol aldığımızda ve yağlı yediğimizde vücudumuzda keton oluşması için uygun ortamı hazırlamış oluruz.
Yağdan bahsetmişken; yağın sindiriminde ince bağırsağa kadar değişim olmadığını, yani midenin içindeki asidin bile yağı bozamadığını da eğitimde öğrendik. Peki yağı eritebilen hiçbir şey yok mu? Yağı eritebilen tek bir şey var; o da safra kesesinden salgılanan safra tuzları. Yağın kandaki haline trigliserid denir. Esra Hanım bizlere yaptığı uyarıda, eğer kandaki trigliserid yüksekse korkmamız gerektiğini çünkü kanda birleşme eğiliminde olan yağın dolaşımı bozduğunu belirtti.
Şahsen yumurtanın sarısı mı beyazı mı yenmeli konusunda sıklıkla kafası karışan biri olarak bu ikilemi de eğitimde sonlandırmış oldum. Esra Hanım, yumurtada doymuş yağın sarısında olduğunu ve bu sebeple sarısını çok yemememiz gerektiğini söyledi.
Karbonhidrat ve yağlar hakkında detaylı bilgiye eriştikten sonra proteinlere geçtik. Proteinin kimyasal sindirimine midedeki enzimlerle başlandığını öğrendik. Protein hücre için yapıtaşıdır ve dokular için onarıcıdır. Protein sindirilince aminoaside dönüşür.
Protein denince akla tabii ki kaslar geliyor. Kasın büyümesi için önce hasar vermek gerektiğini anlatan eğitmenimiz, yapıcı nitelikteki proteinin onarıcı fonksiyonu, doğru beslenme ve dinlenme ile buluşunca kas dokusunun geliştiğini ifade etti. Bu noktada güzel de bir hatırlatma da bulundu: Çabuk elde edilen her şey çabuk kaybedilir.
Kışın boğazları sık sık şişen benim gibi kişiler için de çok faydalı bir ipucu geldi; bu gibi durumlarda sütü yoğum yulafı az şekilde pişirip yerseniz mutlaka boğazlarınıza iyi gelirmiş. Önümüzdeki kış deneyip göreceğiz.
Sözkonusu olan beslenme ve egzersiz olunca sudan bahsetmemek olmazdı. Esra Başaçık, erişkin bir bireyin kilo başına 30/40 ml su tüketmesi gerektiğini ifade etti. Susuz egzersizin faydasız olacağını, kas için mutlaka su tüketmek gerektiğinin altını çizdi.
Gelelim çok merak ettiğimiz kilo verdiren egzersizlere… Koşmak, yüzmek ve ip atlamanın kilo verdiren egzersizlerin başında geldiğini belirten Başaçık, pilatesin ise omurgaya en yakın kasları çalıştırdığını, bu yüzden vücudu sıkılaştırdığını anlattı.
Son bölümünde ise vitaminlerden bahsettiğimiz eğitimimizde, A, D, E ve K vitaminlerinin yağda çözülen nitelikte olduğunu öğrendik. Vitaminler konusunda notlarımın biraz zayıf olduğunu farkettim. Bunun tek sebebi konuyu işlediğimiz anlarda Double Tree by Hilton tarafından sunulan cezbedici ikramlara dayanamayıp tadım yapmış olmam. Beslenme eğitimi ile bir tezat oluştursa da öğlen yemeğinde yediğimiz sağlıklı salatanın üstüne gayet güzel gitti.
Son olarak sizlere Esra Hanım ile kayınvalidesi arasında geçen bir hatıradan bahsetmek istiyorum. Esra Hanım kayınvalidesini davet ettiği bir yemekte olabildiğince sağlıklı içerikle, dolayısıyla orijinalini birazcık bozarak, dolma yemeği hazırlamış. Kayınvalidesine nasıl bulduğunu sorduğunda ise aldığı cevap “Dolma niyetine yemezsen çok güzel.” olmuş. Sözün özü, beslenmemizdeki geleneksel algıları biraz değiştirmemiz ve sağlıklı beslenme uğruna değişim sürecine merhaba dememiz gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder