karma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
karma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2016 Cumartesi

İletişime Dair İpuçları (Astro İletişim)

20 Ekim 2016 akşamı Philsa Philip Morris kişisel gelişim kulübü (Karma) olarak Işın Kemancı Işıklar’dan Astro İletişim konusunda bir bilgilendirme sunumu aldık. Işın Hanımın, iletişimin motivasyonumuzu direk etkilediği ve iletişim kurarken yaşanan sorunların mutluluğumuza etki yaptığını belirterek başladığı sunum astroloji gibi yakın olmadığım bir alanda bana ve katılımcılara yeni ufuklar açtı. Kendimizi anlamamıza yarayan doğum haritasını kişinin kendinin kullanım kılavuzu olduğunu ifade eden Işın Hanım; 4 elementin her insanda farklı derecede mevcut olduğunu söyledi.
Blog'uma içerik hazırlamak için notlar aldım.
 
Hemen hatırlatayım, söz konusu olan dört element: ateş, toprak, hava ve su. Her grupta üç burç bulunur. Kişinin hangi gruba ait olduğu bilinirse temel kişilik özelliklerinin daha iyi anlaşılabildiği varsayılır. Ateş burçları; Koç, Aslan ve Yay'dır. Toprak burçları; Boğa, Başak ve Oğlak'tır. Hava burçları; İkizler, Terazi ve Kova'dır. Su burçları; Yengeç, Akrep ve Balık'tır.
 
Sunumu bir Oğlak (Toprak elementi) olarak dinleyip kendi hayatımda ve ilişkilerimde kullanabileceğim bilgileri not alırken, diğer element gruplarıyla iletişimde de nelere dikkat etmem gerektiğine önem verdim.

Sunum esnasında konuları ve özellikleri çok daha detaylı işlesekte günün sonunda Işın Hanım bu içerikten ticari kazanç elde ettiği için (kendisinin bu konudaki nazik geri bildirimi sonrasında) aşağıda her maddeyi 3 kalemde gösterecek şekilde belirtmeye çalıştım.
Önce toprak elementinin genel özellikleriyle başlayalım:
  • Maddi ve manevi güvenceye önem verir
  • Ayakları yere sağlam basar, gerçekçi
  • İnatçı
Peki toprak grubunun gündelik hayattaki genel cümleleri nelerdir?
  • Sabırlıyım, beklerim.
  • Bize ne kazandıracak?
  • Uyum, huzur ve konfor olsun.
Bir de toprak grubunun nelere dikkat etmesi gerektiğine bakalım… Yeri geldiğinde toprak’ın kendine bu soruları sorması ilişkilerinde faydalı olacaktır:
  • Gerçekten objektif miyim?
  • Aşırı inatçılık ve sabit fikirlilik yapıyor muyum?
  • Konforumdan vazgeçmemek için değişikliklere direniyor muyum?
Gelelim toprak grubu ile iletişim kurarken dikkat edilecek noktalara:
  • Konunun çerçevesini net çizin.
  • Sizi sabırla dinleyecek biri var karşınızda.
  • Durumun kar/zarar analizini yapın.
Gelelim eşimin grubu olan Ateş’e (Koç, Aslan, Yay). Ateş grubunun genel özellikleri:
  • Hevesli, enerjik ve çoşkulu
  • Yaratıcı
  • Cesur, kendine güvenen
Peki ateş ile iletişime dair ne gibi ipuçlarımız var:
  • Aşırı ayrıntıya girmeyin
  • Konuyu eğlendirerek coşkulu anlatın
  • Riskler içeren kısımları belirtin
Eşimden sonra şimdi de sıra oğlumda. Kova burcu olan oğlum hava (İkizler, Terazi, Kova) grubunda. Bu grubun genel özellikleri şu şekilde:
  • Entelektüel
  • Soru soran, analiz ve tahlil eden
  • Maymun iştahlı
Zaten sürekli oyuncak isteyen oğlumun ne kadar maymun iştahlı olduğunu ben biliyordum da, bir de sunumda teyit etmiş olmak iyi oldu. Gelelim hava ile iletişimde dikkat edilmesi gereken konulara:
  • Yapabiliyorsanız ince espriler yapın
  • Adil ve diplomatik olun
  • Konuşturun
Son olarak da su ile iletişimde nelere dikkat etmeliyiz bir de ona bakalım:
  • Kol kanat geren korumacı yönleri harekete geçirin
  • Duygularını gözardı etmeyin
  • Empati yeteneğini harekete geçirin
Sunumun mesajını özetleyecek olursak, hepimiz bir bütünün parçasıyız ve bir arada olduğumuzda anlam buluyoruz. İletişimde bu tip ipuçlarını fırsat buldukça kullanmalıyız ki daha sağlıklı iletişim kurabilelim. Unutmayın ki iletişim bir güçtür!

24 Ekim 2015 Cumartesi

Korkulardan Özgürleşmek

19 ve 21 Ekim 2015 tarihlerinde üçer saatlik iki seans halinde İsmail Barış Özpazarcık hocamızın liderliğinde ve eşi Arzu Özpazarcık’ın asistanlığında “Korkulardan Özgürleşmek” adlı eğitimi Philsa Kişisel Gelişim Kulubü (KARMA) üyeleri olarak aldık.

Eğitime zihnin kurgu ürettiğini anlatarak başlayan hocamız; eğitim süresince beyin sistemini tanıyarak, yarattığı senaryolardan nasıl çıkabileceğimizi ve kendimizi yönetme tekniklerini paylaşacağını söyledi. Ardından da hepimizden korkularımızı ifade etmemizi istedi, bunları tahtaya yazdıktan sonra tekniğini anlatmaya ve uygulamaya başladı.


Eğitimden geriye bakın bende neler kaldı?

İnsan doğduğunda “yüksek ses” ve “düşme” korkusu ile doğar. Bunlar dışında kalan korkular, bizim yaşam yolculuğumuzda kaydettiğimiz/öğrendiğimiz durumların sonucudur. İnsan korkuları öğrenir, iyi niyetle kaydeder ve satın alır. Özetle bu iki korku dışındaki tüm korkularımız bizim bir şekilde öğrendiğimiz, kaydettiğimiz ve satın aldığımız illüzyonlardır.

Stres, kaygı (henüz başımıza gelmemiş, gelecekte olmasından korktuğumuz şeyler) ve korku durumlarında o ruh halinden çıkıp, kendimize dışarıdan bakmamız gerekmektedir. Durum kontrolümüzde ise kontrol dışında kalmadan durumdan çıkıp değerlendirmemiz gerekir. “Dışarıdan Bakmak” işte budur.

Birey geçmişte yaşanan şeyleri uzaklaştırabilir. Tıpkı bilgisayardaki gibi sevmediğimiz/olumsuz şeyleri masaüstüne taşımak yerine temizlemeyi ve çöp kutusuna göndermeyi tercih etmeliyiz.

Geçmişle bağlantılı korkularımız için uygulayacağımız teknikte kendimize sormamız gereken temel sorular şöyledir:
  • Stres kaynaklı bir durum var mı?
  • 1-10 arasındaki değeri kaç?
  • İçinde misin? Dışında mısın?
  • Dışına çık ve ne kadar uzakta olduğunu söyle.
  • Şimdi 1-10 arasındaki değeri kaç?
  • Bu durum kontrolünde mi? Bundan ne öğrendin?
Kendimize bu soruları sorduktan sonra o korkuyu bedenimizin gerisine gönderiyoruz. Ardından 1-10 arasındaki değerini kendimize sorduğumuzda bunun düştüğünü fark ediyoruz.

Eğitimin ilk gününde birbirinden güzel özlü sözlerle yeri geldiğinde konular da pekişti:

Olayı unut, dersi tut. – Dalai Lama
Geçmişin en güzel yanı, geçmişte kalmasıdır.
Pembe bir fili hayal etmeyin. (Biliyorum ki siz de hayal etmeye başladınız bile…)


Eğitimin ikinci gününde düşüncelerimizin aslında algının ürünü olduğu gerçeği üzerinde durduk. Algı seviyemiz korlularımızı yaratır. Zihin başımıza gelenleri iyi ya da kötü mü diye sorgular ve genelleyerek insan ve olayları yargılar. Bunun sonucunda kendi düşüncesini doğru zanneder. Böylece kişi zanla yaşar ama aslında bu bir illüzyondur.

İnsanlar ne istemediğini ifade ederken rahattır ama ne istediğini ifade ederken çok zorlanır. Olumsuz duyguyu kontrol altına almak zordur ama gereklidir.

İki günlük eğitimin benim için en vurucu yanı son gün üzerinde çalıştığımız “yeni yazılım programı”ydı.

Korku düzleminden akılcıl düzleme geçiş yaptığımız bu çalışmada önce:

“… korkusunu düşününce aklına ne gibi olumsuz düşünceler geliyor?” diye soruyoruz. Sonra

“başka?”

“daha başka?”

“daha başka?”

diye devam ederek tüm korkuları sıralıyoruz. Tüm bu sıraladığımız korkular bizim “düşünce virüsleri”miz. Bu düşünce virüslerinin her birini akılcıl bir şekilde sorgulayarak özgürleşmemiz gerekir. İşte bunun içinde korku düzlemimizdeki her bir korkumuz için aşağıdaki “resetleyen sorular”a başvuruyoruz:

Bu doğru mu? Kesinlikle gerçek olabilir mi?


Bu düşünce başkaları için de gerçek mi?


Bu düşünce amaç ve hedeflerin için doğru mu?


Bu düşünce sana kendini iyi hissettiriyor mu?


Bu düşünceye odaklanınca iç dünyanda nasıl tepki veriyorsun?


Bu düşünce senden alınsaydı, olmasaydı, nasıl bir insan olurdun? (vizyon oluştur)

Bu sorulara içtenlikle cevap vererek korkularımızı dönüştürmek bizim elimizde. Kendi kendimizin ya iyi bir dostu ya da düşmanı olacağız. Şimdi bir şeyleri değiştirme zamanı!

1 Nisan 2015 Çarşamba

Sağlıklı Beslenmenin İnceliklerini Öğrendik

Philsa Philip Morris Kişisel Gelişim Kulübü Karma olarak 28 Mart 2015 günü Double Tree by Hilton’da eski çalışanlarımızdan Esra Başaçık’ın eğitmenliğinde “sağlıklı beslenme” konulu bizlere özel eğitime katıldık. Başkanımız Aşan, adeta bir “scout” gibi işini yine çok iyi yapmış ve bizlere bilgi birikiminden gerçekten faydalanabileceğimiz bir eğitmen bulmuş. Bunu eğitimin başlarında Esra Hanım’ın 45 yaşında olduğunu duyduğumda anladım. Kendisine o kadar iyi bakmış ki, “yaşını hiç göstermiyor” deniyor ya, işte bu ifadenin geçerli olduğu kişilerden biri olarak eğitmenimizi karşımızda bulduk. Hal böyle olunca her dediğini dikkatle dinleyip, kendimize ve çevremize her zaman faydalanabileceğimiz notlar alıp ders çıkarmaya çalıştık.

Esra Başacık eğitim boyunca hepimizin anlayabileceği bir dil kullanarak bizlere hem genel hem de yeri geldiğinde detay bilgiler verdi. Şeker, nişasta ve lifin karbonhidrat olduğunu, yediğimiz karbonhidratların kanda glükoza dönüştüğünü, glükozun karbon yapısının kanda şeker haline dönüştüğünü anlattı. Karbonhidratların basit ve kompleks diye ikiye ayrıldığını ve basit karbonhidratın (tüm şekerler) hemen kana karıştığını, bu sebeple fenalaşan birine hemen şeker verildiğini hatırlattı. Kompleks karbonhidratların sebze gibi lifli besinler olduğunu ve bunların sindirimi için vücudun enerji harcadığını ve güç bir işlemin sözkonusu olduğunu belirtti.

Enzimlerin sindirim için kimyasal reaksiyonu başlatıcı ve devam ettirici özelliği olduğuna değinen Başacık, besinlerin 1 ila 4 saat arasında sindirildiğini söyledi. Sindirim konusunu işlerken ince bağırsakta 1 dakikada besinin 1 cm, kalın bağırsakta ise 1 saatte 5 cm ilerlediğini de öğrenmiş olduk.

Yediğimiz besinlerin kan yoluyla hücrelere ulaştığını ve hücreye bu şekilde enerji verdiğini anlatan eğitmenimiz, bu enerjinin kullanılmaması durumunda glükozun kanda kaldığını ifade etti.

Glükozun hücreye girebilmesi için insüline ihtiyacı olduğunu öğrendiğimiz eğitimde kanda glükoz düştüğünde pankreasın insülin salgıladığını da Esra Hanım’ın anlatımıyla gayet güzel şekilde öğrendik. Kandaki şeker yükseldiğinde pankreasın müthiş şekilde çalışarak insülin ürettiğini görsellerle de pekiştirdik.

Kandaki şekerin enerji olarak kullanılması gerektiğini öğrendiğimiz eğitimde, vücudun bu şekeri enerji ile atamadığı durumlarda idrar ile atmak istediğini, bu yüzden şeker hastalarının su içip tuvalete gittiğini sebep sonuç ilişkisiyle aklımızın bir köşesine yazdık. Bu esnada Esra Hanım bir dipnot vererek sağlıklı bir bireyde açlık kan şekerinin 80-95 arası olması gerektiğini de belirtti.

İkinci enerji kaynağının yediğimiz yağlar olduğunu belirten eğitmenimiz, karaciğerin stoklardaki yağı kullanarak kan dolaşımına yağ pompaladığını söyledi. Karaciğerin çok çalışırsa keton ürettiğini, kandaki ketonun hücrelere girerek dokuları bozucu etki yaptığını anlattı.

Peki bu zararlı keton (bozucu etki gösteren asit) ne zaman oluşur? Karaciğeri yoran durumlarda yani karaciğerin yoğun kullanıldığı durumlarda keton oluşur. Daha açık bir ifadeyle; alkol aldığımızda ve yağlı yediğimizde vücudumuzda keton oluşması için uygun ortamı hazırlamış oluruz.

Yağdan bahsetmişken; yağın sindiriminde ince bağırsağa kadar değişim olmadığını, yani midenin içindeki asidin bile yağı bozamadığını da eğitimde öğrendik. Peki yağı eritebilen hiçbir şey yok mu? Yağı eritebilen tek bir şey var; o da safra kesesinden salgılanan safra tuzları. Yağın kandaki haline trigliserid denir. Esra Hanım bizlere yaptığı uyarıda, eğer kandaki trigliserid yüksekse korkmamız gerektiğini çünkü kanda birleşme eğiliminde olan yağın dolaşımı bozduğunu belirtti.

Şahsen yumurtanın sarısı mı beyazı mı yenmeli konusunda sıklıkla kafası karışan biri olarak bu ikilemi de eğitimde sonlandırmış oldum. Esra Hanım, yumurtada doymuş yağın sarısında olduğunu ve bu sebeple sarısını çok yemememiz gerektiğini söyledi.

Karbonhidrat ve yağlar hakkında detaylı bilgiye eriştikten sonra proteinlere geçtik. Proteinin kimyasal sindirimine midedeki enzimlerle başlandığını öğrendik. Protein hücre için yapıtaşıdır ve dokular için onarıcıdır. Protein sindirilince aminoaside dönüşür.

Protein denince akla tabii ki kaslar geliyor. Kasın büyümesi için önce hasar vermek gerektiğini anlatan eğitmenimiz, yapıcı nitelikteki proteinin onarıcı fonksiyonu, doğru beslenme ve dinlenme ile buluşunca kas dokusunun geliştiğini ifade etti. Bu noktada güzel de bir hatırlatma da bulundu: Çabuk elde edilen her şey çabuk kaybedilir.

Kışın boğazları sık sık şişen benim gibi kişiler için de çok faydalı bir ipucu geldi; bu gibi durumlarda sütü yoğum yulafı az şekilde pişirip yerseniz mutlaka boğazlarınıza iyi gelirmiş. Önümüzdeki kış deneyip göreceğiz.

Sözkonusu olan beslenme ve egzersiz olunca sudan bahsetmemek olmazdı. Esra Başaçık, erişkin bir bireyin kilo başına 30/40 ml su tüketmesi gerektiğini ifade etti. Susuz egzersizin faydasız olacağını, kas için mutlaka su tüketmek gerektiğinin altını çizdi.

Gelelim çok merak ettiğimiz kilo verdiren egzersizlere… Koşmak, yüzmek ve ip atlamanın kilo verdiren egzersizlerin başında geldiğini belirten Başaçık, pilatesin ise omurgaya en yakın kasları çalıştırdığını, bu yüzden vücudu sıkılaştırdığını anlattı.

Son bölümünde ise vitaminlerden bahsettiğimiz eğitimimizde, A, D, E ve K vitaminlerinin yağda çözülen nitelikte olduğunu öğrendik. Vitaminler konusunda notlarımın biraz zayıf olduğunu farkettim. Bunun tek sebebi konuyu işlediğimiz anlarda Double Tree by Hilton tarafından sunulan cezbedici ikramlara dayanamayıp tadım yapmış olmam. Beslenme eğitimi ile bir tezat oluştursa da öğlen yemeğinde yediğimiz sağlıklı salatanın üstüne gayet güzel gitti.

Son olarak sizlere Esra Hanım ile kayınvalidesi arasında geçen bir hatıradan bahsetmek istiyorum. Esra Hanım kayınvalidesini davet ettiği bir yemekte olabildiğince sağlıklı içerikle, dolayısıyla orijinalini birazcık bozarak, dolma yemeği hazırlamış. Kayınvalidesine nasıl bulduğunu sorduğunda ise aldığı cevap “Dolma niyetine yemezsen çok güzel.” olmuş. Sözün özü, beslenmemizdeki geleneksel algıları biraz değiştirmemiz ve sağlıklı beslenme uğruna değişim sürecine merhaba dememiz gerekiyor.

17 Ocak 2015 Cumartesi

İmaj Yönetimi Eğitiminden Geriye Kalanlar

PM Yaşam'da Özlem Çakır'dan aldığımız imaj yönetimi ile ilgili hazırladığım içerik yayımlandı. Blogumda daha önce kendim için olan notlarla birlikte yayımlamıştım, bu kez de daha genel yorumlarla paylaşıyorum.



Kişisel Gelişim Kulübü (Karma) İmaj Yönetimi Eğitimini Tamamladı

27 Eylül 2014 Cumartesi günü Özlem Çakır’ı kişisel gelişim kulübü olarak şirketimizde ağırlama fırsatı bulduk. Peki kimdir Özlem Çakır? Hemen kendi websitesinden (www.ozlemcakir.com) yanıtlayalım:

Özlem Çakır’ın perakendeye yönelik stil ve kişisel alışveriş danışmanlığı eğitimlerinin yanı sıra lüks sektöre de imaj, servis ve hizmetle farklılaşma eğitimleri bulunmaktadır. Çakır eğitimlerinin dışında üst düzey yöneticilere ve siyasetçilere kişisel imaj danışmanlığı yapmaktadır.

Özlem Çakır Uluslararası İmaj Danışmanları Derneği’nin (A.I.C.I) Türkiye’den ilk profesyonel ve uluslararası ödüllü üyesidir.(Jane Segestron Ödülü) Çakır, 1999-2011 tarihleri arasında derneğin Türkiye Başkanlığını yürütmüştür.

Kendisini ilk gördüğüm andan (ki sabah erken saatte Sevinç Pastanesi’nin önünde buluşarak güne başladık) eğitimin sona erdiği ana kadar (yoğun içerikli, az molalı eğitimimiz saat 18:00 de bitti) bende ve eğitime katılan diğer arkadaşlarımda bilgi ve tecrübesiyle hayranlık yarattı. İmaj danışmanlığı konusunda alanına o kadar hakim olduğu verdiği örnek ve tüyolarla o kadar belliydi ki hepimiz pür dikkat kendisini dinleyip, hayranlıkla izledik. Eğitim, gerçek anlamda eğitici ve değerli olunca, insan da öğretilenleri daha bir özenle not alıp, daha uzun vade faydalanacağı şekilde saklamak istiyor. Bu sebeple eğitim esnasında notlarımı aldım, hem kendime saklamak, hem de faydalanmak isteyen olursa diye paylaşmak istedim.

Özlem Hanım eğitime sunum becerileri konusunda bazı önemli noktaları ve trendleri belirterek başladı. Artık sunumların giderek büyülüyeci (charming) özellikli olanlarının aranan nitelikte olduğunu ifade etti. Etkili sunumun üç özelliğini güvenilirlik, ulaşılabilirlik ve sevilebilirlik olarak sıraladı.

Guy Kawasaki’nin Enchantment adlı kitabını okumamızı, twitter’dan da sevilebilirlik konusunda Dave Kerpen’ı takip etmemizi önerdi. Takibe aldım bile, işte profili: https://twitter.com/DaveKerpen

Sunumun etkileme ve ikna boyutu ile ilgili olarak Aristo’nun belirttiği retoriğin 3 boyutu ethos – logos ve pathos’tan bahsetti. Özetle ethos’u etik değerler, duruş, özgüven ile itibar yaratmak; logos’u içerik tarafı ve konuya hakimiyet; pathos’u da duygu ve düşüncelere dokunmak olarak ifade etti.

Eğitim esnasında kendisi bize “gong therapy”den bahsetti. Gong ile 20 dakika uygulanan terapinin 4 saatlik uykuya bedel olduğunu ve New York’ta insanların öğlen aralarında yemek yerine bu terapiyi almayı tercih ettiklerini anlattı.

Duchenne Smile’dan bahsetti ve gerçek gülüşlerde göz çevresinde kırışıklıkların ortaya çıktığının ipucunu verdi. Detayları wikipedia’da mevcut, okuma listemize alalım lütfen… Okuma demişken bir de Daniel Pink’in “A Whole New Mind” (Aklın Yeni Sırları) adlı kitabını da okumamızı tavsiye etti.

Özlem Çakır, tutkulu insanların fark yaratacağını, artık herkesin işini iyi yaptığını bizlere anlatırken, samimiyet, doğallık ve tutkunun fark edilmemizi sağlayacağını belirtti. Bu noktada ekrana yansıttığı slaytta imaj ve göze çarparlığın yetenek ve becerilerden 9 kat daha fazla işe yaradığı yazıyordu.

Sunumda vurguyu yaratan faktörleri ise şu şekilde sıraladı: maddeleme, es, tonlama, retorik soru (cevabını beklemediğimiz soru), tekrar ve arabaşlıklar.

Vücut dilimizle ilgili olarak da yine Youtube üzerinden erişebileceğimiz History Channel’ın hazırladığı “Secrets of Body Language”i, dilersek Türkçe olarak da “Beden Dili” diye aratarak, izleyebileceğimizi söyledi. Yine Can Dündar’ın “Terzi Diplomasisi” adlı köşe yazısını da mutlaka okumamızı önerdi.

Daha sonra eğitimin imaja yönelik ve asıl bomba kısmına geçtik. Aldığım vurucu notlar şöyle:

Bedene oturan ceket gücü ifade eder. Koyu renkler açık renklere göre (bej, pudra) daha otoriterdir. Yüze yakın olarak kullanılan yüksek kontrast yüksek otoriteyi temsil eder. Yakalı herşey yakasıza göre daha ciddi ve otoriterdir. Aynı şekilde tok kumaş da yumuşak kumaşa göre daha ciddi ve otoriterdir. Polyester ve plastik malzeme ile klas görünemezsin!

Vücudumuza ne kadar uygun kıyafet giyersek o kadar güçlü görüneceğimizi ifade ederken “the more constracted you wear, the more authority you look” ifadesini kullanan Özlem Hanım büyük aksesuarların da aynı etkiyi yarattığını belirtmek için “the bigger you wear, the more authority you look” diye konuyu özetledi.

Bu noktada vurucu cümlelerden biri de: “Bugün olduğun yer için değil, yarın olmak istediğin yer için giyin” demesiydi.

İnce kumaşların fazlalıkları ortaya çıkardığını belirtirken, bu sorunla karşılaşmak istemeyenlerin likra ve gabardin kumalı tercih etmeleri gerektiğini söyledi.

Bayanlar için bacak bileklerinin kalın olması halinde siyah çorap giymeleri gerektiğini öneren Özlem Hanım ince bölgeleri her zaman açıkta bırakmak gerektiğinin altını çizdi. Renklerle ilgili detaylı bilgi için internetten  “colour analysis” diye araştırma yaparak çok daha bilinçli renk tercihleri ile imajımızı güçlendirebileceğimizi söyledi.

Tek tek tüm katılımcılara imajlarına yönelik geri bildirim ve öneriler sunan Özlem Çakır’dan aldığımız eğitim hepimizin kişisel imaj yönetimi ve sunum becerileri alanındaki farkındalık seviyesini yukarıya taşıdı. Özgün içerikli bu eğitim için emeği geçen tüm Karma kulübü üyelerine ve Şirketimize teşekkür eder, bir başka eğitimde buluşmayı dilerim.

 

Google adsense

Analytics