19 Aralık 2015, doğum günümden 1 hafta öncesi, yaklaşan yeni yıl arifesi, bir Cumartesi sabahı Bostanlı Starbucks'ta oturmuş, kahvemi yudumluyorum. Öncesinde biraz çocuk gelişimi üzerine kitap okuyup, kendime yazabileceğimi (kendime yazmak, zevk aldığım yazma işini sadece kendim için yapmak, hobimi gerçekleştirmek) hissettikten sonra bu satırları kaleme almaya başladım.
Zor geçen, uzunca süre aklımdan, evet belki de kalbimden çıkmayacak bir haftayı geride bıraktım. Biraz daha spesifik olmak gerekirse, 16 Aralık 2015 Çarşamba gününü ve etkilerini yeni yeni üzerimden atabiliyorum.
O güne ilişkin çok fazla detay vermek istemiyorum. Özü itibariyle yaşadıklarım, hissettiklerim ve bende düşündürdüklerinden biraz söz etmek isterim...
Eski amirlerimden birinin dediği gibi çalışanlar olarak bizler günün sonunda "zamanımızı satıyoruz". Biraz daha açacak olursak para karşılığı çalıştığımız kuruma, ya da patron(lar)a, bilgi, tecrübe, iş gücü ve emeğimizi belirli bir saat/ay ücreti ile sunuyoruz. Finansal getiri ile dünyevi ihtiyaçları karşılarken bazı eklerle de duygusal ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Nedir bu ekler? Bir pastane ürünü değil pek tabii ki... Örneğin ödüllendirilme, takdir edilme, teşekkür edilmesi, terfi ettirilmesi, ek sorumluluklar sunulması... Kısaca fark edilme ve farklı kılınma ile sonuçlanacak bir takım inisiyatifler.
Bunlara önem versin ya da vermesin, pek çok insan (herkes demeyi de düşündüm ama genelleme yapmak belki de istisnai özellikleri olan kişileri hiçe saymak olacaktı) ortaya koyduğu emeğin birileri tarafından fark edilmesinden memnuniyet duyar. Gösterilen çabanın takdiri ile motive olur. Bir teşekkür, bir alkış ya da sırtın sıvazlanması onu yeni yapacakları için ateşler. Açacağı beyaz sayfalarda ilham kaynağı olur.
Bunlar olmadığı zaman da kişinin içi burkulur. Hele ki başkalarına oluyor ama ona olmuyorsa bu burukluk katbekat artar. İster istemez sorgular, kendince cevaplar arar, yer yer yanılgılarla dolu cevaplar üretir. Motivasyonunu kaybeder, konsentrasyonunu yitirir. İsteksizlikle başladığı her yeni adım yüksek başarılı standardına ulaşmasını engeller.
Konuyu bir de takdir eden tarafından da değerlendirmek gerekir. Pek tabii ki herkesi ödüllendiren, herkesin farkına varan bir sistem yaratmak çok olası değildir. Kaldı ki herkesin bir şekilde takdir edildiği böyle bir sistemin çalışanlarda tatmin duygusunu ne ölçüde etkileyeceği de muallaktır. Bu şekildeki bir sistemde ödüllendirme ve takdir bir standart haline dönüştüğünde sıradanlaşıp motive edici niteliğini yitirebilir. İtici güç özelliğini yitiren ödüllendirme de maaşa ek bir menfaatten öteye gitmez. Ayrıca ekonomik şartları da göz önünde bulundurduğumuzda parasal değeri olan ödüllerin ciddi bir bütçe de gerektirebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Konuyu işveren ve/veya amir perspektifinden değerlendirdikten sonra, kendi tarafımdan, "çalışan" açısından biraz daha detaylandırmak isterim. Fark etme, takdir etme, farkını lanse etme ve ödüllendirme gibi süreçler tüm çalışanlar için açık olmalıdır diye düşünüyorum. Buradaki açıklık hem şeffaflığı hem de her seviyeden çalışana sunulan bir mekanizma olması gerektiğini ifade eder. Şeffaf olmalıdır çünkü tüm çalışanlar o ödülü/takdiri çalışanın hangi projede/işte üstün performansına yönelik aldığını bilmelidir. Herkese açık olmalıdır çünkü belirli bir seviyedeki, birimdeki kişilere açık olan sistem diğer çalışanlar için "havuç" etkisi yaratmayacağı için onlar için zamanla önemini ve değerini yitirecektir.
Gelelim üst satırlarda bahsettiğim, ben de asıl yıkıcı etki yaratan faktörü üstü kapalı bir şekilde anlatmaya... Herkes takdir edilmek ister, ama bu herkes için her zaman mümkün olmayabilir. İşte böyle durumlarda birileri takdir edilip ödüllendirilirken diğerleri de hor görülmemeli. Günün sonunda iş dünyasında bireysel performanslardan ziyade takım performanslarının asıl ve kalıcı başarıya götürdüğü unutulmamalı. Bugün ödüllendirilmeyen kişinin yarınki performansının da o takımın ve şirketin başarısında önemli bir etken olacağı bilinmeli. Bu bilinçle birileri ödüllendirirken birilerinin de kaybedilmemesine dikkat edilmeli. Bütünlük korunmalı. Bazen bir alkış, bazen onurlandırıcı bir ifade onları da aynı gemide oldukları konusunda bilinçlendirecektir. Bu da ertesi gün onların üstün performans göstermesi için güne heyecanla başlamasını sağlayacaktır.
Çok havada kalacak bir final gibi oldu belki ama bu seferlik konumuzu burada sonlandırıp yakında başarı hikayelerimi buradan paylaşmak için güçlenme dönemine girdiğimi müjdeliyorum. Tıpkı Beşiktaş'ın bir dönem kullandığı slogan GE-Lİ-YO-RUZ gibi ben de "GE-Lİ-YO-RUM!" Pek yakında....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder