Bir tatil gününde, iş mailleri, finansal dersler ve "fazla takla atmanın" bedeli üzerine kişisel bir yansıma.
Haftalar sonra nihayet laptop'umu kucağıma alıp o tanıdık pozisyonu alıyorum. Niyetim belli: Önce Ozan Varol ve Mark Manson gibi yazdıklarını sevdiğim isimlerden gelen ve okumayı sürekli ertelediğim o keyifli mailleri rahatça okumak, sonra da son dönemdeki hislerimi buraya dökmek.
Camdan dışarı bakarken boynumdaki o tanıdık ağrı ve sırtımdaki sertlik, aslında kelimelere dökemediğim stresi benim yerime tarif ediyor.
Yine o döngüdeyim.
Çok çalıştığım, tüm sorumlulukları sorgusuzca üstlendiğim, "hayır" demediğim (yoksa diyemediğim mi demeliyim?) ve tüm yükleri tek başıma çektiğim bir dönem. Performans dönemiydi, önemli projeydi, kritik denetimdi derken, hayatımın öncelik listesi tamamen iş merkezli bir hale büründü.
Bu durumun trajikomik bir örneğini geçen hafta sonu yaşadım. Şirket aracıyla fazla masraf yaratmayayım diye otopark yerine yol kenarına park ettim. Sonuç? Bir park cezası. İşi ve iş yerini önemserken, o "masrafı" şirket değil, bizzat ben ödemiş oldum. İnce düşünmenin bedeli, sanırım.
Tatil Gününde Verilen İç Savaş
Bugün (Yaşasın Cumhuriyet!) tatil ve evdeyim. Ama tatil olması, beynimin tatilde olduğu anlamına gelmiyor. İçimde, mailleri kontrol etmekle etmemek arasında müthiş bir savaş yaşanıyor.
Dün de yarım gün tatildi. Öğleden sonra 3’e doğru bilgisayarı kapatmayı başarabildim. Ailece bir Kadıköy’e kaçtık; Okan’ın teknoloji alışverişini yaptık, güzel bir kahve keyfini akşam yemeği ile taçlandırdık. Dönüşte yolu uzatıp Moda, Caddebostan ve Bağdat Caddesi üzerinden eve geçtiğimizde bir yanım "İşte bu! Biraz dinlen, işten uzaklaş" diyordu.
Ama diğer yanım, o sinsi ses, sürekli fısıldıyordu: "Ya önemli bir şey olduysa? Hızlıca bir baksan."
Hangi sesin kazandığını tahmin etmek zor değil.
Tam koltuğa yerleşip YouTube’u açmışken, gözüm ister istemez inbox’a kaydı. Denetçilerden gelen kritik bir toplantı daveti ve içeriğindeki talep, anında kafama takıldı. Açtığım bir saatlik video boyunca gözüm ekrandaydı ama kafam tamamen o toplantıya kadar neleri hazırlamam gerektiğini planlıyordu.
Sonra ne mi oldu? Video bitti. Ben de doğruca odama çekilip gece yarısına kadar çalıştım.
Şu an saat öğlene yaklaşıyor ve yaklaşık 12 saattir maillerimi kontrol etmeden direniyorum. Arada Teams’teki mesajlara bakıyorum ama onlar herhalde bu "dijital diyetimi" bozmaz, değil mi?
Blog Terapisi ve Finansal Tokat
Bu aralar bu blogu adeta bir psikologla terapi seansı gibi kullandığımı fark ediyorum. Geçenlerde, yine o meşhur "hayır diyemediğim" için destek olmak adına Dubai’deki ekiple girdiğim bir toplantıda, üst düzey yöneticilerden biri beni onore ederek toplantının başında blogumdan övgüyle bahsetti. Bu beklenmedik iltifat, toplantıda güzel bir "ice-breaker" oldu. İnsanlar ne üzerine yazdığımı sordular.
"Kişisel gelişim ve finans," dedim.
Ancak bunu söylerken, özellikle finans alanında ne kadar uzun zamandır yazmadığım da yüzüme çarptı.
Belki de bu "işkolik" halim, hayatın diğer alanlarında da aşırı karmaşık düşünmeme neden oluyordur. Tıpkı geçen gün yaşadığım o finansal deneyim gibi:
Pazartesi günü dövizli bir yatırım yapacaktım. Her zamankinden farklı olarak bankalardaki kurları bir karşılaştırayım dedim. Yatırımı normalde Akbank’tan yapacaktım ama kur Enpara’da çok daha avantajlı görünüyordu. Hemen Enpara’nın websitesinden masrafları kontrol ettim. Alıcı bankanın masraf kesebileceğini okudum ama Enpara’nın kendi masrafı makuldü. Döviz alım işlemini yapıp, parayı Akbank’a gönderdim.
Ve hoop!
Akbank öyle bir masraf kesti ki, kur avantajı için attığım o taklaya hiç ama hiç değmedi. Deneyimi, bedelini ödeyerek kazanmış oldum.
Hayatın Özeti: Fazla Taklaya Gerek Yok
Burada öğrendiğim ders sadece finansal değil: Basit yaşamak lazım. Sade, dümdüz.
Finansal konulara bağlayacak olursam da, yatırımlarda da çok takla atmaya, daldan dala zıplamaya gerek yok. Pek çok kişinin küçümsediği altının yakın zamanda ne kadar iyi kazandırdığını hepimiz gördük. Bazen sadece istikrarlı bir şekilde altın biriktirerek bile pek çok yatırım aracından daha iyi kazanmak mümkün.
İstikrar, sağlam varlık ve net bir hedef. İşte bütün mesele bu. Bu kadar basit tutabilmek ise fark yaratan nokta...
Şimdi, performans değerlendirmeleri, yöneticime sunduğum yıllık hedefler ve o hedeflerin maddi karşılığını alma umudu bir yanda; LinkedIn için "Yıllık Performans Hedefleri" üzerine İngilizce bir içerik yazma fikri diğer yanda... Enerji bulur muyum, olumsuz tepki çeker miyim diye tartıyorum.
Ama sanırım önce, bu stresten sıyrılıp biraz da kitap okuma hedefime doğru yürümem gerekiyor. En basiti, en sadesi o.
Haydi bana iyi okumalar.

 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder