kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2025 Cuma

Lozan’a Veda Ederken


15
  Mayıs 2025 Perşembe öğleden sonrasında yavaştan Lozan’a veda etmeye hazırlanırken biramı yudumlayıp anın tadını çıkarıyorum. Eğitimden çıkıp gündelik işlerin acillerini hallettikten sonra “ne güzel şehir”, “biz yaşamıyoruz valla” diye diye yukarıdan yine göl kenarına indim. Neredeyse herkesin t-shirt giydiği bu sıcak havada göl kenarına ceketli ve yetmezmiş gibi sırtında çanta, elinde alışveriş torbası ile gelince hızlıca yine Pazar akşamı yemeğimi yediğim Lacustre’ye geldim. Tarihi tekerrür ettirecektim ama bir önceki sefer rezervasyon yaptırdığım masa doluydu, yemek servisi ise 5’te başlayacaktı. Güneşi burada batırıp biraz kendimle başbaşa kalayım, sonrasına bakarız.



Çevremde o kadar çok gürültü var ki yazarken zorlanıyorum ama insanların sohbet ediyor, anın tadını çıkarıyor olduğunu görmek onlar adına çok güzel. Bizdeki gibi herkes telefonuna bakmıyor ya da fotoğraf çekilmek derdinde değil. Özendiğim çok şey var bu şehre dahil. Burayı gördükten sonra “Türkiye çok güzel, eşi benzeri yok” diyenlerin diğer ülkeleri ne kadar iyi bildiği konusunda şüphem doğdu. Bir önceki gelişimde bu kadar etkilenmemiştim ancak bu sefer baya bir etkisi altından kaldığımı kabul etmeliyim. Umarım arayı çok açmadan yine gelmek nasip olur.





Bu seferki ziyaretimi daha güzel kılan şeylerin başında pek tabii ki insan ilişkileri de geliyor. Akıl hocam Mark ile buluşup onu dinlemek, onunla bir şeyler paylaşmak harikaydı. Onu tanıdığım için çok mutluyum ve onunla hatıralar biriktirebildiğim için de kendimi şanslı buluyorum. Bir önceki sefer olduğu gibi yine ev sahipliği yaptı ve beni iki kez yemeğe çıkardı. Hem de turist gibi değil, lokal gibi deneyimler elde etmemi sağladı. Teşekkürler Mark, kesene bereket! (Bu içeriği İngilizceye de çevireceğim, bakalım yapay zeka bunu nasıl çevirecek)




Bu duygularımı ve hatıralarımı yazıya dökerken biraz romantik olduğumun farkındayım. Bazı gerçekleri dışarıya vurmayınca insanlar instagramda paylaştıklarımla İsviçre’nin altını üstüne getirdiğimi düşünebiliyor. Ama şu da bir gerçek ki bedelini de ödüyorum. Ortalama uykum yine altı saatin altına düştü, geceleri gündüz biriken mailleri cevaplayabilmek için hayli geç yatağa gidiyorum. Yine de şükür, İstanbul’da olsam da aynı mailleri cevaplayacaktım ama bu deneyimi elde edemeyecektim.



Beni güneşten koruyan gölgeliği az önce kapattılar. Ekranım parlamaya, biram ısınmaya ve yüzüm yanmaya başladı. Bardağın dolu tarafını görmem gerekirse, yaklaşan bir yolcu gemisi var, bakalım kimler inecek. Doğal D vitamini alıp biraz çevremi gözlemleyeyim. Yarın ofisten çalışıp, akşam da bu güzel şehre elveda diyeceğim. Umarım kısa süreliğine...


Ekleme: Yukarıdaki satırları yazdıktan sonra otele doğru yukarı çıktım ve sıcağın etkisiyle beraber yokuş beni baya bir hırpaladı. Otele girmeden direk favori hamburgercime gidip siparişimi verdim, öyle keyif aldım ki aylar sonra gaza gelip Google Maps’te bir mekan değerlendirmesi bile yaptım. Sonrası mı? Yine Outlook, SAP ve diğerleri… Biraz da oyun oynadım ama ne oyunu olduğunu burada yazamayacağım, o da bende kalsın.



Sağlıcakla,

Volkan

4 Aralık 2022 Pazar

Taş Yerinde Ağırdır

4 Aralık 2022 Pazar sabahı arka fonda Norah Jones çalarken böyle bir başlığı ("Taş Yerinde Ağırdır") çok tereddüt etmeden yazdım. Bulunduğumuz ortamda uzun süre kaldığımızda o ortam ile sadece fiziksel değil gönül bağı da kuruyoruz biz duygusal insanlar. Hal böyle olunca, "ayrılık da sevdaya dahil" diyemiyoruz ve konfor alanımızda hayatı sürdürüyoruz.

"Konfor alanı" kavramını beynim öyle bir kodladı ki sanki bir "uyuşturucu" kadar tehlikeli, bağımlılık yapan bir zararlı madde. Acaba öyle mi? Aman konfor alanımda kalmayayım diye kendimi zorladığım, sorguladığım, alternatifleri denediğim pek çok anım oldu. Bunlardan bir tanesini de yakın zamanda deneyimledim.


Deneyimledim de ne mi oldu? Değmezmiş dedim, adeta deneyimlediğim tecrübeyi bir kazanç olarak cebime atıp kaçarak uzaklaşmaya çalıştım. Kibarlığımdan pek çok insanın kapıyı çarparak kaçacağı ortamda derin bir nefes alıp yutkunarak profesyonelliğimi korudum. Gurur yapmadım, egomu susturdum, insanları ve ortamları tanıdım, elimdekinin değerini fark ettim.

Fark etmiyor insan elindekinin değerini uzun bir süre elinde tuttuktan sonra. Sağlık için de bu böyle, tüm diğer maddi ve manevi varlıklar için de... İşte bu yüzden bu Pazar sabahı çayımı yudumlayıp demlenirken "taş yerinde ağırdır" dedim. Ortamınızda varlığınızı gösterebiliyorsanız, siz olabiliyorsanız, çevrenizdekilerle bir arada yaşayabiliyorsanız (nefes almakla karışmasını istemem) işte siz o ortamda bir ağırlığa sahipsiniz demektir. Varsın eksileri, acabaları, belkileri, inşallahları olsun. Onlar hayatın hep içinde, her ortamda olan şeyler. İnsanoğlu hep sorgular, hayal eder, daha iyisini ister ve elindekinin değerini bir şekilde göz ardı eder ya da o değerin hiç farkına varmaz. Ne zaman ki bi duvara toslar ya da toslamasına ramak kalır işte o zaman şöyle bir dönüp bakar elindekine, avcundakine, çevresindekine ve şükreder. 

Çağımızın en popüler kavramlarından biri "sürdürülebilirlik" burada yine karşımıza çıkar. Bulunduğumuz ortamda ağırlığımızı koruyup sürdürmek, ileri gitmek, genişlemek bir tercihtir tıpkı o ortamdan ayrılıp yeni bir ortamda varlık mücadelesine girmek gibi. O zaman karşımıza "uyum" çıkar. Adına "ten uyumu" da deseniz "kültür uyumu" da deseniz bir adaptasyon sürecidir ve bu sürecin başarılı olup olamayacağının bir garantisi yoktur. Risktir, konfor alanından çıkmaktır, yeni bir varlık mücadelesidir. Bazen bu mücadeleyi gözünüz kestirir, o riski alırsınız, ya kazanır ya da öğrenir yolunuza devam edersiniz. Bazen de o mücadeleyi girmemeniz gerektiğini tecrübelediklerinizle en başından kestirir, mevcudiyetinizi, bulunduğunuz konumu koruyarak sürdürmeniz gerektiğini anlarsınız. İşte bu konfor alanından çıkmamak değil gereksiz deneyimlerden korunmaktır. Çünkü taş yerinde ağırdır...   

Google adsense

Analytics