doğumgünü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğumgünü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2018 Cumartesi

Okan 4 Yaşında

Takvim 3 Şubat 2018’i gösteriyor. Bugün günlerden Okan’ımızın doğumgünü. Evimizin asi çocuğu bir yaş daha büyüdü. Aslında tek o değil, ben de onunla beraber büyüyorum. Yaş almak değil kastım, deneyim biriktirmek, tecrübelenmek. Babamı kaybettikten sonra kendimi erken olgunlaşmış, efendi statüsüne almış gibi hissetsem de asıl baba olunca, hatta baba olduğumu kabullenince “oldum” ben. Neyse bugün gündem ben değilim, Okan…

Tuhaf dünya işlerine kafayı yormadan trenlerinle, legolarınla oynayacağın, vapura binip, tramvayla gezeceğin, biz görmeden çikolataları midene indireceğin, bir Youtube videosu daha izlemenin mutluluğunu yaşarken adeta dünyadan kendini soyutlayıp herkese ve herşeye kendini kapatıp anı yaşayacağın keyifli bir yılın olsun oğlum… Zevklerin, tercihlerin ve isteklerin zamanla değişecek olsa da sen hep tat almaya, tadını çıkarmaya devam et oğlum. Büyürken içindeki o iyi çocuğu da koru Okan’ım… Kırılan oyuncakların olsun, umutların değil… Yarınlara iyilik sakla…

Bugün yağan yağmur gibi berrak, gördüğünde sevinçten çığlık attığın gökkuşağı gibi rengarenk  bir ömür dileğiyle…  

Hayatında hep bir kafiye olsun oğlum…

Nice mutlu yaşlar,

Oyun arkadaşın, Baban






5 Şubat 2017 Pazar

Okan 3 Yaşında

Hayatımın dönüşeme uğramasının üzerinden 3 yıl geçmiş…

Kağıt üzerinde 3 yıldır babayım ama tam olarak “baba” olmanın şartlarını ne zamandan beri yerine getiriyorum, ya da ne kadar hakkını verebiliyorum tam bilemiyorum. Bir öz değerlendirme gibi bir başlangıç, belki biraz kendini iğneleme ve biraz da alt mesaj niteliği taşıyan yukarıdaki ifadeleri bir yana koyacak olursak, evimizin “ben ne dersem o olur”cusu, bazen masum ve talepkar gülüşleriyle, bazen de desibel rekorlarına kafa tutan çığlıklarıyla beni ve Nilgün’ü parmağında oynatan biricik oğlumuz Okan 3 yaşını doldurdu.

3 yıl önce Nilgün’ün doğuma alındığı an fotoğrafını çekip sosyal medyada o bir ben dokuz doğuruyorum dediğim günden bugüne gelinceye kadar ki hayatım ile Okan’dan önceki o kadar farklı ki… Kabul ediyorum ki zor, hem de çok büyük zor… Ama ağzından çıkan sınırlı kelimelerden biri olan “baba” diye bana sarılması, heyecanlandığı bir şey olduğunda koluyla dürtmesi, sevineceği bir şeyi aldığımda en masum haliyle öpmesi her şeye ama her şeye bedel…

İşten eve yorgun geldiğimde daha üzerimi bile çıkarmama izin vermeden oyun mesaimin başlaması, haftasonu panjurları kapatıp hafta içinden biraz fazla uyuma gibi ihtimalin yerini Okan’ın  “beni yataktan alın” çağrısı beni yorsa da aslında bir yandan da hayat ile yoğuruyor. Okan’ın sorumluluğunu hissetmek, onun için bir gelecek planlamak, ona güzel hayaller kurmak hayatımdaki önceliğim oldukça ayaklarım da yere daha sağlam basmaya, daha kontrollü adımlar atmaya ve her şeye rağmen daha güçlü olmaya başladım.

İşte bu yüzden bu haftasonu evimizin duvarına Okan’ın çok sevdiği trenli konseptimizle “İyi ki Doğdun Okan” yazarken içimden de iyi ki doğdu diye geçirdim.

Bu mutlu günümüzde bizlerle olan, oğlumuzun mutlu olması için bir şeyler yapan ailelerimize ve yakın dostlarımıza çok teşekkür ederim. Onlar Okan’ın yüzünde bir gülümseme, gözlerinde bir parıldamaya sebep oldu, inşallah Allah da onlara en mutlu günleri nasip eder. Son paragrafta konu oldukça duygusal bir boyuta doğru yol alırken nice mutlu yaşlar canım oğlum diye sözlerime son verip, geriye kalan güzel fotoğrafları paylaşmak istiyorum.

Dip Not:
Okan’ın 2. yaş gününde yazdıklarım için:
http://volkanyorulmaz.blogspot.com.tr/2016/02/iyi-ki-dogdun-oglum.html

Okan’ın 1. yaş günüde yazdıklarım için:
http://volkanyorulmaz.blogspot.com.tr/2015/02/okanmz-1-yasnda.html





5 Nisan 2016 Salı

İyi ki Doğdun Aşkım!

İyi ki doğdun, iyi ki de benim biricik eşim oldun diye başlamış metne yazar. Sonra karısını neden bu kadar sevdiğini düşünüp, kalbini iyice ısıttıktan sonra yazmaya devam etmiş...

Bu metnin yazarının eşi, sözkonusu metnin yazarı için hiç bilmediği bir şehir olan İzmir'e 2011 yılının son baharında taşınıp ailesini ve sevdiklerini Bursa'da bırakacak kadar fedakarmış. 2013 baharından beri evliliğinin meyvesi olan biricik bebeğini birey haline getirmek için işinden, arkadaşlıklarından, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarından vazgeçerek yeri geldiğinde eve kapanacak, yeri geldiğinde saatlerce oğlu Okan'ın yanında yatıp uyumasını bekleyecek kadar ailesine tutkuyla bağlıymış. O eş, o anne bir yandan burnu tıkanan oğluşunun burnuna sprey sıkmak için şekilden şekile girerken, bir yandan da her daim aç olan sevimli yaramazı için hazırladığı kekin fırında yanmaması için ince hesaplar yaparmış. Akşam olup da bu annenin eşi işten yorgun gelmişse, ve bir de evde hala çalışması gerektiğini söylerse, bu kez evde sessiz bir ortamı sağlama sorumluluğu yine bu mükemmel eşin omuzlarına binermiş. Hassas kocasını ve "mamamama" canavarı atarlı oğlunu idare eden bu anne kırk yılda bir bi düğün dernek olduğunda bile ancak evden sessizce kaçarak kendine vakit ayırıp saçına fön çektirebilecek vakti bulabilirmiş.

İşte bu fedakar annenin adı Nilgün'müş ve bu metnin yazarının adı da Volkan'mış. Volkan, Nilgün'ü çok severmiş. Oğulları Okan da annesini çok severmiş, her ne kadar şimdilik sevgisini kelimelere dökemese de küçük arabalarını isterken gösterdiği tüm sevimliliği aslında annesine olan sevgisini göstermek için de hazırmış. Nilgün'ün 6 Nisan doğum günüymüş. O'nu çok seven eşi ve oğlu da bu mutlu günü can-ı gönülden kutlarmış. Sevinç yumağı oluşturmadan önce de O'na "İyi ki doğdun! Seni çok seviyoruz!" diye hakkını vererek haykırırlarmış (Okan kelimeleri tam olarak telafuz edemese de haykırmayı duble yaparak kendini affettirecekmiş)...

5 Şubat 2016 Cuma

İyi ki doğdun oğlum...

Ve takvimler 3 Subat 2016'yi gösterir... Bugünün anlamı büyük, önemli... Hayatımdaki en radikal değişimin sene devriyesi... Bugün oğlum Okan'ın 2.yaşgünü, bir başka deyişle, ya da olayı biraz daha içselleştirmem gerekirse baba oluşumun 2. yıl dönümü.

O'nunla beraber hayatım(ız)da pek çok şey değişti. Değişeceğini önceden okuyup bilsekte, "çocuk sizin hayatınıza adapte olsun, siz onunkine değil" gibi öğütleri alsakta gerçek hayat uygulamaları çok ama çok farklı oluyor. Ebeveyn olmakla ilgili Şubat 2016 tarihli Men's Health'te çıkan bir yazı durumu çok güzel özetliyor, anne-baba olmadan önce hayatınızı dolu dolu yaşayın, çünkü iadesi olmayan bir durumu satın almış oluyorsunuz ve bu size ömür boyu sürecek bir yükümlülük getiriyor. Neyse şimdi bu konuları bir süreliğine geride bırakıp günün anlam ve önemine odaklanalım...




Sevgili oğlum, satırlarımın bundan sonraki kısmı sadece sana ithafen... Bence bazen gerçekten çok yaramaz, huysuz olabiliyorsun. Son zamanlarda neden öyle çılgınca çığlık attığına ise gerçekten hiç anlam veremiyorum. Benimle top oynarken neden hemen sıkılıp başka oyuna geçmek istediğini de çözemedim. Hatta TV'de Beşiktaş maçı varken göz ucuyla bile ilgilenmiyor olmana da yavaştan alınmaya başlıyorum. Amaaaa sen varya sen, yeri geliyor bir sarılıp masumca beni bir öpüyorsun ya, işte o zaman herşey geride kalıyor. İşte "iyi ki varsın ve benim oğlumsun" diyorum o anlarda. Bu anların sıklaşarak artacağını umut etmekle kalmıyor, gerçekten de hissediyorum. Parka gittiğimizde senin o mutlu hallerini izlerken bir baba olarak ben de mutlu oluyorum. Kafalarımızı tokuşturduğumuz anlarda bunu sen de tekrar tekrar yapmak istiyorsun, biliyorum, hiç dert değil, bir ömür boyu kafa kafaya vereceğimiz çok anımız olacak ilerde, buna inanıyorum. Çatalımdaki portakalı ben ısırmadan ham yaptığın an ile başlayan çıkarsız paylaşımlarımız hep sürecek... (Bu vesileyle; ben çalışıp sana hep mama getireceğim ama yine de daha az ye be oğlum, maşallahın var yani)

Bu arada bu yazıyı yazmaya gerçekten 3 Şubat sabahı başladım ama bugün 5 Şubat oldu. Yoğun mesaili geçen şu günlerde ancak sabahları serviste vakit bulabildikçe yazabiliyorum. Mesailer sebebiyle son 2 gündür görüşemesekte annenden gün içinde yaptığın asi çıkışlara ilişkin geri bildirimleri alıyorum. Ses açma çalışmalarının tam gaz devam ettiğinden de haberim var. Ah be oğlum, bu kadar antreman yapma bize karşı, valla konu komşuyu rahatsız ediyoruz diye üzülüyorum. Gerçi mesai sonrası sen uyurken odana girdiğimde öyle masum uyuyorsun ki gündüz o çığlıkları sen mi atıyorsun yoksa içine asi ruh mu kaçıyor bilemiyorum. Ha bu arada annenden bahsetmişken, kendisine karşı müthiş bir vefa borcun oluşmaya başladı, 7/24 full konsantrasyon seninle ilgileniyor. Hakkını nasıl ödeyeceksin bilemiyorum.

Kelimelerin bitip davranışların yerini alacağı anların geldiğini hissediyorum... Sevgili oğlum Okan, seni ve seni sen yapan, sana özgü her şeyi çok seviyorum. Adam olacak çocuksun buna da yürekten inanıyorum. Birlikte çok güzel günlerimiz olması dileğiyle... İyi ki doğdun ve iyi ki bizim oğlumuz oldun. Yüzündeki gülümse, kalbindeki temizlik, davranışlarındaki masumiyet hep seninle olsun. Nice mutlu yaşlar oğlum...
 

29 Aralık 2007 Cumartesi

24 Yaşıma Böyle Girmiştim

Yeni yaşımı kutladığım bu günlerde, eski defterleri karıştırıp 1 sene önce 24 yaşıma nasıl girdiğimi blog'uma eklemek istedim. İlgilenen okur, ilgilenmeyene saygı duyarım. Malum, kimse okumazsa ben okurum mantalitesi ile işliyor bu blog :D




Aralık 27, 2006
Doğum günümde geride kaldı

Tarih 27 Aralık'ı gösteriyor. Anlayacağınız üzerine doğum günüm de geride kaldı. 1 gün gecmişken üzerinden ben de kutlamaların bendeki yansımalarından bahsedeyim bari:)

Öncelikle doğum günüme resmen girmeden 15 dakika önce Kemal ile Serkan aradı.

Sonra odama geldim, Aydın'la biraz votka içtik ve lafladık, bu arada dostlarımdan msjlar gelmeye devam ediyordu ve hepsini cevaplamak benim için büyük bi zevkti:)

Sabahında ise malesef gergindim, uykusuzdum ve nike case study'i okumamıştım, acele bi şekilde giyinip derse yetiştim, derste ve aralarda insanların doğum günümü kutlaması, akşam için planları öğrenmeye çalışması hoşuma gidiyordu. Ee ne de olsa tek cocuğum, ilgiye ihtiyacım var benim yaa...

Gece ise gayet renkli başladı: siyah & beyaz!!!

Ders 6'da bittiğinde dışarıda bembeyaz kar ve havada zifiri bi karanlık vardı. Sıkışık trafikte son derece aç bi şekilde Old English'e ulaştık, neyseki arkadaşlarım bizden önce gelmişti ve sipariş vermekte vakit kaybetmedik:)

Güzel yemek, sağlam içki ve asla hayır diyemeyeceğim kızarmış dondurmadan sonra pastamı kestim, konuşmamı yaptım ve hesabı istemeye hazırlanırken karşımızda polisleri buldum. Kimlik kontrolü janııımm.. Neyse o da gecenin rengi oldu ve sonrasında tıpış tıpış arabalara gittik, Cadde'de karda yürümek ayrı bi tecrübe ;)

Kampüse gelirken İrfan arabayı son derece ağır kullansa da yine de buzlanan yollarda kaymaktan kaçamamıştık, ama 4 kişi olunca arabada onu da geyiğe vurmuştuk.

Neyse ki kampüse vardık we banyomu yatıp yattım.

Google adsense

Analytics