motivasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
motivasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2024 Cumartesi

Başarısızlık mı? Hayır, Sadece Bir Deneme

Geçen hafta, çok keyif alarak okuduğum bir kitap hakkında bir blog yazısı kaleme aldım ve Linkedin’de paylaştım. Kitap, işimizde direk uygulayabileceğimiz çok güzel dersler barındırıyordu. Kitapta altını çizdiğim bölümleri okuyucularla paylaşmak için çok heyecanlıydım ancak, paylaştığım yazıya pek ilgi olmadığını gördüm. Bir önceki blog yazıma göre çok daha az kişi görmüş, beğenmiş ve yorum yapmış. 


Bu durum yeni bir yazı yazmak için bu haftaki hevesimi kırdı. Ama bu Cumartesi sabahı, şu sıralar kitabını okuduğum Noah Kagan’ın bir tweetine denk geldim. Bana neye odaklanmam gerektiğini hatırlatan bu verileri paylaşmıştı:


Bu tweet bana şunu fark ettirdi: Dünyanın en yetenekli ve başarılı insanları bile her zaman başarılı olamıyorlar. Onlar da sevilen, çözüm olan veya fark yaratan içerik, ürün veya hizmet bulana kadar çok sayıda şey deniyorlar.

Onlar da hedeflerine ve hayallerine ulaşana kadar çok sayıda engel, ret ve eleştiriyle karşılaşıyorlar.

Onlar da başarısızlık korkusunu aşıp yaratmaya devam ediyorlar.

Ve biz de öyle yapmalıyız.

Başarılı olmak istiyorsak, başarısızlığı yolculuğumuzun bir parçası olarak görmeliyiz. Onu öğrenme, büyüme ve gelişme fırsatı olarak değerlendirmeliyiz. Onu bir yargı değil, bir geri bildirim olarak algılamalıyız.

Başkalarıyla kendimizi kıyaslamayı bırakıp, kendi gelişimimize ve potansiyelimize bakmalıyız. Küçük başarılarımızı kutlamalı ve emeklerimizi ve başarılarımızı takdir etmeliyiz.

Yaratmaya, paylaşmaya ve dünyaya değer katmaya devam etmeliyiz.

Çünkü başarısız olmanın tek yolu denemeyi bırakmaktır.

Başarısızlık sizi durdurmasın. Sizi motive etsin.

---

Bu içeriğin İngilizcesi de mevcut, okumak istersen

http://volkanyorulmaz.blogspot.com/2024/03/failure-no-just-trial.html


16 Mayıs 2018 Çarşamba

Philsa Sadece Kapısını Değil Yüreğini de Açtı



12 Mayıs 2018 Cumartesi günü Kapımız Size Açık etkinliğinde yaşadıklarım, geride kalan 5 yıllık Philsa deneyimimde en unutulmaz hatıralarımdan biri olarak beni gerçekten çok etkiledi. Filmi başa sarmadan, en son sahneden, dört yaşındaki oğlum Okan’ın fabrikadan eve dönmek için servise bindiğinde ağlamaklı bir şekilde bana ve eşime söylediklerini aktararak başlamalıyım:

-          Bir daha babamın iş yerine gelemeyeceğim için çok üzülüyorum…

Uzun bir süredir beklediğimiz Philsa’nın kapılarını ailelerimize açacağı gün öncesinde Okan’a bu aktivitenin özel olduğunu, danışma komitesine bu konuda öneri götüren kişilerden biri olduğumu, uzun zamandır ailelerin katılımı için fabrikada böyle bir program düzenlenmediğini ve tekrarının olup olmayacağını bilmediğimiz için bu aktiviteye katılmamız gerektiğini anlatmıştım. Baştan sona çok keyifli geçen bu etkinlik sonrası da ister istemez Okan veda zamanı bu aktivitenin bir daha olmama ihtimalini düşünerek hevesi kursağında kalmış, adeta oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi hüzünlense de çok eğlendiği bir gün geçirdiğinin farkındaydı. Sadece o değil, aile olarak biz de çok eğlendiğimiz gibi çevremi gözlemlediğimde bizimle beraber tüm katılımcıların yüzünde o memnuniyet hissi gözle görülebiliyordu. Organizasyon sonrasındaki ilk iş gününde de memnuniyet konusunda arkadaşlarımla aynı fikirde olduğumuzu konuştuk.

Etkinlik boyunca, Philsa ailesinin bireyleri olarak tek vücut olup, kültürümüzdeki kapsayıcılık enerjisinin somut örneklerini gün içerisinde yaşama fırsatı elde ettik. Kültürel bir değişim sürecinden geçtiğimiz şu günlerde, Şirketimizin en büyük varlığı olan insanın, yani bizlerin gerçek potansiyelimize ulaşmamız için büyük bir motivasyon yaratan ve bizlerin bir aile olduğunu bir kez daha hatırlatan bu organizasyon amacına fazlasıyla ulaştı.

Sabah bizleri durağımızdan güler yüzle alan servis şoföründen, fabrikanın kapısında karşılayan ve her bir adımımızda yardım etmek için yanımızda olan organizasyon görevlilerine, sıcakta döner kesen aşçıdan, gün boyunca belki yüzlerce çocuğa türlü oyunlarla dondurma sunan dondurmacısına, Altın Çocuğun illüzyon şovundan, kum boyama atölyesinde çocuklarımızla şefkatle ilgilenen öğretmenlerimize herkes bu özel günün güzel geçmesi için üstüne düşeni yapmıştı. Tabi ki her şeyin bu derece güzel geçmesinde gerekli planlamayı, koordinasyonu ve uygulamayı yürüten başta Genel Servisler ve İşletmeler Planlama ekibindeki arkadaşlarım olmak üzere emeği geçen herkese yaşattıkları hoşnutluk için teşekkür ederim.

Önümüzdeki yıl tekrarı olur mu bilemem ama bu etkinlik hem ailelerimize yaptığımız işi ve çalışma ortamımızı gösterebilmemiz, hem de birlik ve beraberliğimizi artırarak dönüşüm yolunda kapsayıcı bir enerji yaratmamız açısından çok faydalı oldu.

Ata'mıza Saygı

Okan, babasının masasında...

Okan, Özlem Ablasını ve Serhan Abisini pas geçmedi.

Yemek, mutlu olmak için yeterli bir gerekçedir!

Sunum teknikleri derken...

Renkli kum boyama atolyesi

Seramik sanatı ve Okan
Rutin bir mesai günü gibi, serviste yine ikinci sırayı tercih ediyoruz.
En sağdaki Süper Mario ile bir türlü fotoğraf çektiremedik :)
En önden izlesem de hiç bir illüzyonda hileyi yakalayamadığımı kabul etmeliyim.


23 Eylül 2017 Cumartesi

10 Yılda Öğrendiğim 10 Şey

3 Eylül 2007 tarihinde başladığım iş hayatımın 10. yılını kutladığım şu günlerde geriye dönüp geçen zaman diliminde gözlemlediğim veya tecrübe ettiğim dersleri kaleme alıp saklamak istedim. Böylece hem kendime bir özet hem de okuyanlara faydalanabilecekleri bir kaynak bırakmayı amaçladım.  

Geride kalan 10 yıllık dönemin tamamını çok uluslu firmalarda ve genel olarak finans ve denetim ile ilgili alanlarda geçirdim. 2007’den 2010’a denetim ve danışmanlık alanında faaliyet gösteren PriceWaterhouseCoopers’ta, 2010’dan 2013’e dünyanın otomotiv devlerinden biri olan General Motors’ta çalıştım. Son 4 yıl 1 aydır da dünyanın bir numaralı sigarasını üreten firmada çalışıyorum. Bu üç firmada farklı ekiplerle, yerli ve yabancı yöneticilerle çalışma fırsatı buldum. Birbirinden farklı liderlik ve yöneticilik özellikleri olan kişileri gözlemledim, onlarla iletişim ve etkileşim içerisinde kendime bir şeyler katmayı hedefledim. Dolu dolu geçen bu 10 yılın sonunda aldığım dersleri özetle 10 maddede topladım:


  • Her şeyin başı sorumluluğunu yerine getirmek
  • Planlı ol, not al, ajandanı yönet
  • Etkin bir network sahibi ol
  • Yan masanda olup bitenden haberin olsun (büyük resmi kaçırma)
  • Profesyonellik dedikleri şey ketum olmayı gerektirir
  • Ya bir role-model’in ya da bir coach’un olsun
  • Heyecanı kaybetme, kaybediyorsan gerekli aksiyonu al
  • Özgün liderliğini keşfet
  • Hiç kimseye çok güvenme
  • Azimle çalış
Orta okul ve lise yıllarında tarih derslerinde savaşların sebep ve sonuçlarını sorarlar, yukarıdaki gibi maddeleri ezberlettirirlerdi. Sınavı geçinceye kadar aklımızda tutar, sonra da bir daha asla hatırla(ya)mazdık. Gelin bu 10 madde de öyle olmasın, biraz detaylandıralım.

Önce sorumluluğunu yerine getir

Çalışanın işvereniyle arasındaki iş akdinin gereği olarak öncelikle kendisine atanan sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir. Her profesyonel, kendisinden beklendiği üzere, önce işini yapmalıdır. Unutmamalıyız ki, işveren tanımlanmış sorumlulukların yerine getirilmesi için para ödemektedir. Çalıştığımız firmada bizim gibi tüm çalışanların bir takımı oluşturduğunu düşünürsek, hepimizin sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi günün sonunda bizim de kazanan bir takım olmamızı sağlayacaktır. Ve unutmayın ki kazananlar daima ödüllendirilir ve takdir edilir.

Eğer kariyerinizde hedeflediğiniz noktaya ulaşmak istiyorsanız, önce bu birinci maddeyi layıkıyla yerine getirmeniz gerekiyor. Özellikle kariyerinizin başındayken, almış olduğunuz yüksek eğitiminize paralel olmayan daha basit işlerle meslek hayatınıza başlayabilirsiniz. Title’ınızın “assistant” ya da “trainee” unvanını içermesi, önemli toplantıları dahil edilmemeniz, ofiste geçen belirli bir sürenin basit ofis işleriyle geçiyor olması sizi demotive etmesin. Bundan hiç gocunmadan, bu işin de üyesi olduğunuz o ekipte biri tarafından yapılması gerektiğinin bilincinde olarak o işe sarılın. Öğrenmek için geçen kariyerinizin ilk yıllarında da kıdem ve tecrübeniz ile ekibin en saygın personeli olacağınız kariyerinizin son yıllarında da her işinizi önemseyip sorumluluklarınızı bilinçli bir şekilde yerine getirin. “Ya harika bir şey yap, ya da harika bir şekilde yap” sözünü mottonuz haline getirin ve size verilen sorumluluğu katma değerinizi de katarak ekibinize sunun. Özellikle performans değerlendirmelerinde amirlerinizin öncelikle bakacağı şeyi işinizi ne derece iyi yaptığınızı değerlendirmek olacaktır. Bu sebeple hedeflediğiniz performans zamları ve terfiler için öncelikle size verilen sorumlulukları yerine getirmeniz gerektiğini unutmadan işinize ve gerekliliklerine yoğunlaşın.

Ünvanınız ne olursa olsun, sorumluluğunuz nereden başlayıp nerede biterse bitsin, siz üstlenmiş olduğunuz o sorumluluğun tek ve asıl sorumlususunuz. (Unutma ki sen de bir patronsun, hakkını ver) Şirketin organizasyon şemasındaki yeriniz ne olursa olsun siz hakkını vererek sorumluluklarınızı yerine getirin. İşinizi yönetin. Liderlik edin. Unutmayın bunları yapabilmeniz için illa ki altınızda size raporlayan onlarca insan olmasına gerek yok. Bir çok “direct report”u olup da hala sahip olduğu işte yöneticilik vasıflarını ve liderlik yetkinliklerini kullanamayan kişilere inat, A’dan Z’ye alanına hakim, sorumluluğunun bilincinde, kendine güvenen bir birey kartvizitinde havalı ünvanlara ihtiyaç duymadan gayet başarılı bir şekilde kendi işine patronluk yapabilir. Ayrıca konuya geniş çerçeveden bakarsak, üst düzey bir yönetici de işinin ve işin getirdiği sorumluluklarının hakkını veremediği durumlarla karşılaşabiliyor. Bunda karşılaşılan zor insanlarla başa çıkabilmek özellikle önemli pay sahibi oluyor. İşte bu durumda teknik yeterliliklerle birlikte yönetimsel yetkinliklerin gelişmiş olması da olası sorunların üstesinden gelmekte önemli pay sahibi olacaktır.

Planlı ol, not al, ajandanı yönet



İlk maddede işimizi iyi yapmanın öneminden bahsetmişken, işimizi yapış şeklinden hiç bahsetmedik. Benim gözlemlerim, işinde başarılı, alanına hakim her yöneticinin planlı bir şekilde çalıştığını gösteriyor. Lisedeyken bir hocamız tahtaya Fransızca bir cümle yazıp bir sonraki hafta bunun ne demek olduğunu açıklayan öğrenciye bir üst not için kanaat notu kullanacağını söylemişti. Ertesi hafta geldiğinde tahtada yazan cümlenin “not alarak çalışın” olduğunu öğrendiğimizde “bu muymuş yani” demiştik. Aslında hem okulda hem de işte not almak ve alınan notları planlı bir şekilde değerlendirip uygulamak çok önemli. Günümüz iş dünyasında birçok toplantıya giriyoruz, bunların bir kısmı bilgilendirmeden öteye gitmezken bir kısmı ise hararetli tartışmaların yaşandığı ve fikirlerin adeta çatıştığı toplantılar oluyor. Bu toplantılarda pek çok kişinin önünde not defteri mevcut oluyor ancak bu deftere ismini yazmak ya da imza atmak yerine toplantı gündemine dair önemli notlar alanlar hep günün sonunda da farkı yaratan kişiler oluyor. Tabii ki not almak sizi tek başına bir yere taşımaz, burada asıl vurgulamak istediğim planlı bir şekilde hareket etmeniz.

“Ferrarisini Satan Bilge” ve “Ünvansız Lider” kitaplarının yazarı Robin Sharma’yı severek okuyorum. Kendisinin ofiste mesaiye başlamayla ilgili güzel bir önerisi var. Çoğumuzun güne bilgisayarımızı açıp, mailleri ve iş telefonumuzdaki mesajları kontrol edip bunlardan önemlilere cevap vererek başladığımızı söylüyor. İşte bunu yaparken de o günü planlamayı es geçtiğimizin altını çiziyor. Bunun yerine işe gittiğimizde ilk işimizin akşam eve giderken o gün nelerin bitirmiş olması gerektiğini planlamak olduğunu belirtiyor. Bunun için de öncelikle günlük olarak yapılması gerekenleri yazmamızı, sonrasında da belirli aralıklarla o hafta, ay ve yıl içerisinde tamamlamamız gereken sorumluluklar için ajandamızı şekillendirmemizi tavsiye ediyor. Ben de bu sistemi uygulayarak gün içerisindeki iniş-çıkışlardan etkilenmeden o gün yapmam gerekenleri basit bir şekilde izleyebiliyorum ve gün sonunda eve giderken neleri bitirdiğimi ve varsa ertesi güne sarkan işlerimi takip edebiliyorum. Notlarınızı çağın gerekliliklerine göre farklı yazılımlarda takip edebileceğiniz gibi klasik ajandalarda da izleyebilirsiniz, önemli olan sizin kendinizi rahat hissetmeniz ve yapacaklarınızın listesini eksiksiz not almanız.

Etkin bir network sahibi ol


Sabancı Üniversitesi’nde yönetim bilimleri (MBA) alanında yüksek lisansımı yaparken çarşamba günleri iş dünyasından tepe yöneticiler okulumuzda workshoplara katılırlardı. Bu workshopların birinde ülkemizde de faaliyet gösteren çok uluslu büyük bankalardan birinin yöneticisi, “iş dünyasında herşey çalışmakla olmaz, bazen kimi tanıdığınız da sizin başarılı işler ortaya çıkarmanızı sağlar” demişti. Konuyu pekiştirmek için verdiği örneklerde davetlere mutlaka katıldığını, her defasında özellikle farklı insanlarla tanışmaya özen gösterdiğini, kartvizit değiştirmenin çok önemli olduğunu ve her gün mutlaka telefon rehberini gezip bir süredir aramadığı birini arayarak network’ünü canlı tuttuğunu ve sarfettiği bu eforun hep karşılığını aldığı anlatmıştı.

İşte ilk o zaman bu havalı “networking” kavramı ile tanışmıştım. Sonrasında çalıştığım şirketlerde de geniş bir network’e sahip olan her seviyeden çalışanın bir yerlere gelirken bazı engelleri daha kolay aşabildiğini gözlemledim. Bu sebeple, sadece çalıştığınız departmanda değil de diğer departmanlarda da arkadaşlarınız olsun. Sırf çıkar için de bunu yapmayın. Büyük resmi görmek ve şirketinizin operasyonlarını anlamanız için de bu size avantaj sağlar. Farklı departmandaki arkadaşınıza bir gün sizin işiniz düştüğünde bir şey rica edecekken bu size konfor alanı yaratır. Yine şirket dışında da network’ünüzün geniş olması müşteri ve tedarikçilerle ilişkilerinizde yeri geldiğinde rüzgarın sizin lehinize dönmesini, sektörde olup bitenleri de takip etmenizi sağlayacaktır. Tabii ki network’ün geniş olması kadar canlı tutulması yani bağlantılarla sıcak ilişkilerin devam ettirilmesi de önemli. Harvard Business Review’in günlük olarak yayınladığı ve gönderdiği ipuçlarında bu konuda faydalı bir öneri paylaşılmıştı: Her gün öğle yemeğini farklı biriyle yiyin. Kesinlikle öğle araları, kahve-sigara molaları, şirketin sosyal aktiviteleri network’ünüzü genişletmek, yeni bir çevre edinmek için eşsiz fırsatlardır. Bunları etkin bir şekilde değerlendirin.


Yan masanda olan bitenden haberin olsun


Network’ün öneminden bahsederken diğer departmanlardaki insanlar ile kuracağınız ilişkinin şirketinizin operasyonlarını anlamak için size fayda sağlayacağını belirtmiştim. Bu konu özellikle büyük ve çok uluslu firmaların personellerine getirdiği uzmanlaştırma kültürü sebebiyle çalışanın kendi alanına derinlemesine yoğunlaşmasından ötürü etrafında neler olup bittiğini kaçırması ihtimalini düşündüğümüzde çok daha önemli bir hal alıyor. Siz size verilen sorumluluk kapsamında işinize çok hakim olabilirsiniz, ancak günümüzün dinamik iş dünyasında bu kariyer hedeflerinize ulaşmak için yeterli olmaz. Bunu illa ki çevrenizde olup bitenleri anlayıp kendi işinizle bağlantılarını kavrayarak pekiştirmelisiniz. Özetle büyük resmi görebilmek için kafanızı kaldırın ve çevrenizi gözlemleyin.

Sorumluluğunuzdaki masanın işlerine olan hakimiyetiniz sizin o masada kalmanızı sağlar, bir terfi ile amirinizin masasına ya da bir başka firmadaki amir pozisyonuna geçmeyi hedefliyorsanız mutlaka öncelikle kendi departmanınız olmak üzere diğer departmanlarda da neler olup bittiği konusunda bilgi ve fikir sahibi olmalısınız. Bununla beraber şirketinizin nasıl faaliyet gösterdiğini, operasyonun nasıl yönetildiğini, sizin sorumluluklarınızın bu operasyon içindeki önemini çok iyi kavramanız gerekir. Back-up sistemi ile çalışan organizasyonlarda bir çalışanın yokluğunda onun yerine aynı departman içerisinden biri bakar. Siz de bu back-up sistemine dahil olma konusunda istekli olursanız kendi masanız dışında bir masanın da genel olarak sorumluluklarını yerine getirebilir duruma gelirsiniz. Bu da sizin avantajınıza olacaktır. Özellikle yönetici pozisyonlarındaki kişileri gözlemlediğimde her masanın işlerini detaylı olarak bilmeseler de günün sonunda her masadaki faaliyetin operasyonu ya da finansal tabloları nasıl etkilediğini çok iyi biliyor olduklarını fark ettim. Eğer sizin de hedefleriniz tepedeki yönetici pozisyonlarıysa sorumluluklarınızı harika bir şekilde yerine getirirken ekip arkadaşlarınızın sorumluluklarını da anlayıp büyük resmi görmek için çaba sarf edin.

Profesyonellik dedikleri şey ketum olmayı gerektirir


İş hayatında bulunduğunuz pozisyon stratejik olsun ya da olmasın bir gün elinize şirketinizle, sektördeki rakip(ler)inizle, yeni çıkaracağınız ürünle, ekip arkadaşınızla ya da direk sizinle ilgili çok önemli bilgiler ulaşabilir. Bu bilgileri iyi analiz edip biriyle paylaşılabilir olup olmadığı konusunu gözden geçirmeden kesinlikle en samimi çalışma arkadaşınızla dahi paylaşmamalısınız. Bu aşamada yapacağınız yanlış bir tercih hem sizin adınıza bir hata olarak hanenize yazılır, hem de şirketinizin zarar görmesine ya da itibar kaybetmesine sebep olabilir. Yine Sabancı Üniversitesi’ndeki workshopların birinde Jan Nahum bizlere iş hayatına yönelik verdiği bir tavsiyede, yürütmekte olduğunuz bir projeyi finalize oluncaya kadar en yakın iş arkadaşınızla bile paylaşmayın diye öğütte bulunmuştu ve başından geçen benzer bir olayda kendisinin bitirme aşamasına getirdiği bir projeyi bir iş arkadaşıyla paylaştıktan hemen sonra o iş arkadaşının genel müdürden bu projenin hayata geçmesi için onay aldığında yaşadığı hayal kırıklığını paylaşmıştı.

Benzer şekilde günümüzde sıklıkla kullandığımız sosyal medya araçlarında da (twitter, facebook, instagram, snapchat, linkedin, vb.) işimizle ilgili önem arz eden konuları paylaşmaktan sakınmalıyız. Bilginin hızlı bir şekilde ve dezenformasyona da uğrayabilecek bir biçimde bu kanallarda yayılması yine istenmeyen sonuçlara yol açabilir ve bu da hem bize hem de çalıştığımız kuruma zarar verir. Tabii ki duvarları olan ve iletişimi zor bir ekip arkadaşı olmadan iş arkadaşlarımızla samimi paylaşımlarda bulunup güçlü ilişkiler kuracağız. Ancak paylaşımlarımızda profesyonelliğin gerekliliklerini yerine getirip neyin paylaşılıp neyin saklanması gerektiğini tartıp ona göre hareket etmeliyiz.

Ya bir role-model’in ya da bir coach’un olsun


Ulaşmak istediğiniz kariyer hedefini belirlerken kendiniz için bir role-model belirleyip onun başarı öyküsünden esinlenerek kendi başarı hikayenizi yazabilirsiniz. Tabii ki tek bir role-model belirlemek durumunda değilsiniz, farklı özellikler için farklı liderleri örnek alıp dilediğiniz özelliklerini hayatınıza adapte edebilirsiniz. Bu noktada örnek alacağınız kişinin biyografisini okumak, yaşayan kişiler ile linkedin gibi farklı kaynaklardan iletişime geçmek, onlar üzerine yazılmış incelemeleri takip etmek size bakış açısı kazandıracaktır. Örneğin Steve Jobs’un biyografisini okuyuncaya kadar sunum tekniklerine yönelik birçok eğitim alsam da başarılı sunumlar yapmaktan uzak bir performansım vardı. Kitapta Jobs’un Powerpoint’ten sunum yapan bir kişinin anlattıklarına hakim olması için o slaytlar olmadan sunabilecek donanımda olması gerektiğini, bu sebeple kendisinin ofiste Powerpoint kullanmayı yasakladığını okudum. Ben de bundan etkilenip hazırladığım sunumlarda slaytlar hiç yokmuş gibi çalışmalarımı yapıp sunuma çıkmaya başladım. Gerçekten de bu sunum performansımı olumlu yönde etkiledi.

Pek tabii ki çalıştığınız şirkette koçluk/mentörlük sistemi varsa bunu da iş hayatınıza aktif bir şekilde adapte ederek koçunuzdan/mentörünüzden alacağınız tüyolarla iş yapış şeklinizi farklılaştırıp kendinizi ulaşmak istediğiniz seviyeye taşıyabilirsiniz. Hatta illa bu sistem şirketinizde aktif olarak kullanılmasa bile yukarıda bahsettiğim networking faaliyetleriniz kapsamında yöneticilik niteliklerini beğendiğiniz kişilerle iletişim kurup onlardan geribildirim ve öneriler toplayarak kendinizi geliştirebilirsiniz.

Heyecanı kaybetme, kaybediyorsan gerekli aksiyonu al


Her sabah masanıza oturduğunuzda o gün yapacaklarınız için duyduğunuz önem ve istek, işinize olan bağlılığınızın en güzel göstergesidir. Heyecan konusunda 9 yıllık gözlemlerime göre, heyecanını kaybetmiş insanlar ay sonunda maaşını alıp ailesini geçindirmek için çalışıyor olmaktan hayıflanırken, heyecanla işine bağlı olan çalışanlar ise sürekli işiyle ilgili geliştirilebilir alanları kovalayan, ek sorumluluk almak için çaba gösteren, kendini güncel tutan ve farklılaştırmaya çalışan bireyler olarak hem kendine hem de şirketine değer katıyorlar. Hal böyle olunca da sarf edilen bu eforu birileri mutlaka görüp takdir ediyor ve bu onlara performans zammı ya da terfi olarak geri dönüyor. Bu sebeple kişi kendi durumunu değerlendirip özeleştirisini yapmalı ve eğer mevcut durumda üstlendiği sorumluluklar için heyecan duymuyorsa bir aksiyon planını hayata geçirmelidir.

Peki böyle bir durumda neler yapılabilir? Kişi ek sorumluluklar isteyerek “job enrichment” olarak nitelendirilen iş zenginleştirmesi yöntemiyle yeni sorumluluklar tecrübe edebilir. Yine amiriyle durumu paylaşıp rotasyon çerçevesinde bölüm içerisinde farklı bir pozisyon ile yola devam edip daha önce yapmadığı işleri yapıp hem yeni bir şeyler öğrenmenin, hem de yeni bir şeyler yapmanın heyecanını hayatına dahil edebilir. Çalışan eğer yeteneklerinin ve donanımlarının bulunduğu departman dışında da çalışmasına elverişli olduğunu düşünüyorsa, kendisine uygun bulduğu pozisyon için ilgili departman yöneticisi ve İK yönetici ile görüşüp talebini ileterek açılacak pozisyon için havuzda kendine yer edinebilir. Yine tüm bu saydıklarımla soruna çözüm bulamıyorsa iş değişikliği ile yeni bir firmada, yeni ekip arkadaşları ve yeni sorumluluklarla kariyerine devam edebilir. Organizasyon kültürü dersinde öğretilen verilere göre çalışanların düşük performans ve düşük iş tatmini yaşamalarının sebeplerinden biride içinde bulundukları organizasyonun kültürüne tam olarak adapte olamamalarıdır. Bu sorunu aşan çalışanların performanslarında yükseliş ve buna bağlı olarak yaptıkları işten tatmin olma seviyelerinde artış gözlemlenmiştir.


Özgün liderliğini keşfet


Öncelikle bu bölüme kadar olan bölümleri büyük ölçüde ilk yedi yıllık tecrübemle yazdığımı, bu bölümü ise sekizinci yılımdaki tecrübemle kaleme aldığımı belirtmek isterim. Gelelim bu sene eklediğimiz özgün liderlik konusuna. Harvard Business Review’in Liderlik üzerine yazılmış bilimsel makaleleri bir araya getirdiği kitabındaki Özgün Liderliğinizi Keşfetmek adlı makale kitaptaki en çok ilgimi çeken çalışma oldu. Makalede liderlik konusunda çalışan bilim insanlarının büyük liderlerin tanımlayıcı tarzlarını, niteliklerini veya kişilik özelliklerini belirlemek çabasıyla binden fazla çalışma yürüttüğü ancak bu çalışmalardan hiçbirinin ideal liderin net bir profilini çıkaramadığı belirtilmiş. Eğer bilimciler seri üretilmiş bir liderlik tarzı tarzı ortaya koymuş olsaydı, insanlar sonsuza kadar onu taklit etmeye çalışacaklardı. Neticesinde insan değil, oyun karakteri haline gelirlerdi, böylelikle de başkaları anında içlerini okurdu.

Yukarıdaki altıncı maddede belirttiğim gibi (ya bir role-modelin ya da bir coach’un olsun) başkalarının deneyimlerinden öğrenebilirsiniz, ama onlar gibi olmaya çalıştığınızda başarılı olmanız imkansızdır. İnsanlar özgün ve sahici olduğunuzda size güvenir, başka birinin kopyası olduğunuzda değil. Lider olmanız için yine yukarıdaki ilk maddede belirttiğim gibi (önce sorumluluğunu yerine getir) kuruluşunuzun tepesinde olmanız gerekmez. Özgün bir lider olmak için de bir liderin belirli nitelikleri veya kişisel özellikleriyle doğmak zorunda değilsiniz. Önemli olan potansiyelinizi keşfetmek. Young & Rubicam’ın CEO’su Ann Fudge’un bu konudaki söylemi ilham verici: “İster iş ister devlet hayatında ya da kar amacı gütmeyen bir gönüllü olarak olsun, hepimizin içinde liderlik kıvılcımı vardır. Karşımızdakine meydan okuma, liderlik yeteneklerimizi başkalarına hizmet etmek için nerede kullanacağımızı keşfetmemize yetecek kadar kendimizi iyi anlamaktır.” Deneyimlerinden özfarkındalık geliştirebilen birisi kendi değer ve ilkelerini gerçekleştirerek bu farkındalığa uygun olarak hareket eder. Dış ödül ve takdirler için duyduğu arzu kadar bu iç değerler tarafından da harekete geçirilmek için motivasyonunu dengelemeye özen gösterir.

Hiç kimseye çok güvenme

Yola çıktığınız ya da çıktığınız yolda karşınıza çıkan insanlara, belirli bir geçmişiniz olsun ya da olmasın, hiç bir zaman kontrol edilebilir bir güven seviyesinden fazla güvenmeyin. Tabi ki iş yaptığınız kişilere güvenerek daha rahat iş yaparsınız ama insanoğlu her zaman kendi çıkarlarını başkasının önünde görür ve sözkonusu kendisi olduğunda geçmişteki yaşanmışlıklar tek kalemde silinebilir. Bu yüzden hem özel hayatınızda hem de iş dünyasında siz siz olun ve birlikte olduğunuz insanlara ne kadar güvenirseniz güvenin bir gün onların da sizi yarı yolda bırakabileceğini aklınızda bulundurun. Kendi küçük dünyamdaki tecrübemi bir üst seviyeye taşımam gerekirse size 'kurumsallık' konsepti ile cevap verebilirim. Kurumsallaşmaya çalışan firmaların hepsi insana bağlı yapılardan sisteme bağlı yapılara geçmeye çalışırlar, edinilen tecrübenin şirket tabanına yayılmasını hedeflerler. Bunun arkasında kişiye bağlı yapının yarınının olmaması vardır. Peki neden kişiye bağlı yapı kullanmak istemezler, çünkü o kişi yarın orada olmayabilir. Sizde kendi içinizde bir değerlendirme yaparak mevcut network'ünüz içinde olması gerekenden fazla bir güven hissiyle bağlandığınız kişiler varsa bu yapıyı nasıl alternatifli hale getirebileceğinizi düşünün. Yukarıda bahsettiğim "etkin bir network sahibi ol" maddesi içerisinde herhangi bir kişiye diğerlerinden çok daha ayrıcalıklı bir güven ile bağlıysanız yarın o kişi sizin hayatınızda olmasa ve hayatınızdan çıkarken size nasıl zararlar verebileceği üzerinde kafa yorun ve ona göre kendinizi koruyup alternatifler geliştirin. Bu da sizin kendi sigortanız olsun. Tabi ki her güvendiğiniz sizi yarı yolda bırakacak değil ama ya yarı yolda bırakırsa?

Azimle Çalış 
Mutlaka ama mutlaka sizi heyecanlandıran ve sevdiğiniz işi yapın. Yedinci maddede de bahsettiğim bu konu zaten sizi başarıya götürecek olan ilk adımdır. O sevdiğiniz işinizde çok çalışın, yılmayın. Bunun karşılığını mutlaka alacaksınız. Hayat ve kariyer gerçekten uzun bir maratondur. Bu maratonda inişler ve çıkışlar olması son derece doğaldır. Ama siz sevdiğiniz işinizde ne kadar çok çalışırsanız o kadar başarılı olacağınız da kesindir. Bu bölümü yazdığım şu günlerde Rıdvan Akar’ın kaleminden "Hüsnü Özyeğin’in Yaşam Öyküsü: Bir Dünya Kurmak "adlı biyografiyi okuyorum. Kitabın arkasında, Türkiye’nin en zengin iş adamları sıralamasında ilk sıralarda yer alan Özyeğin’in başarısının arkasındaki üç sihirli sözcük şöyle sıralanmış: “Çalışmak, çalışmak, çalışmak…” Hayat bazen fırsatlar sunar, doğru yerde, doğru zamanda olanlar da bu fırsatlardan yararlanır ama bunun bir fırsat olduğunu görebilmek bile bir donanım ister. İşte bu da yalnızca çalışarak olur. Hüsnü Özyeğin gibi çalışmanın önemini işaret eden pek çok kişi var, bunlardan biri de adaşı Hüsnü Güreli. Bu başarılı mali müşavir ve avukat, Bülent Şenver’e verdiği bir röportajda gençlere işe geldiklerinde işten 17:30-18:00 gibi nasıl çıkarım diye düşünmek yerine kendilerini çalıştıkları kurumun sahibiymiş gibi sorumluluk hissederek çalışmalarını, sürekli kendilerine yatırım yapmalarını öğütlüyor. Eğer bir insan başarılı olmak istiyorsa mutlaka o iş için bir emek, bir çalışma sarf etmesi gerekir. Çalışmadan başarılı olmak beklenemez. Ancak pek çok insanın çalışmakla arası iyi değildir. Bu bölümü hazırlarken google’dan biraz faydalanmak için çalışmak yazdığımda bakın google’ın bana önerisi ne oldu:

Özetle, daha az çalışıp başarılı olmayı uman bir nesil yetişiyor. İşte bu sebeple kariyerimin onuncu yılında onuncu maddeyi çalışmanın öneminin altını çizip azim ve çaba ile yol alanın mutlaka amacına ulaşacağını belirtmekte fayda var. Alanınıza hakim oldukça çalışırken planlı ve düzenli olmayı da öğrenirsiniz ve böylece başarının anahtarı sizin olur. Bu konuda ibretlik bir hikaye paylaşmak isterim: Süt kovasına düşen iki kurbağa çıkabilmek için çırpındıkça çırpınır ama bir türlü buna muvaffak olamazlar. Bir süre sonra kurbağalardan biri çırpınmayı bırakır ve sütün içine batıp boğulur. Diğeri ise çırpınmaya devam eder ve bir süre sonra sütün üstünde bir kaymak tabakası oluştuğunu görür ve onun üstüne çıkarak hayatta kalır... Biri pes etmiş, yoldan geri dönmüş ve kaybetmiştir. Diğeri yani kararlı olanı ise çırpınmış ve hayatta kalmayı başarmıştır. İşte benimde öğrendiklerimden belki de en önemlisi ne olursa olsun amacımız uğrunda kararlı bir şekilde çalışmaktır.

On yıllık tecrübe ve gözlemlerimle, çok uluslu firmalar başta olmak üzere, çalışanların kariyerlerini yönetirken dikkat etmesi gereken hususları yukarıda özetlemeye çalıştım. Bakalım geçen zaman bu deneyim ve gözlemlerimde ne gibi değişikliklere yol açacak. Kariyer basamaklarını çıkıp kıdem aldıkça listeden neleri çıkarıp, neleri ekleyeceğim bunu zaman gösterecek. Tabi ki herkesin doğruları kendine göre değişir ama yine de yazdıklarım aklınızın bir köşesinde bulunmasında fayda olur diye düşünüyorum. 

11 Haziran 2017 Pazar

Rahmi Koç ve Bir Takım Girişimler

Cuma mesai bitimi yaklaşırken gelen yeni “to-do”larla haftasonuna uzun bir yapılacak listesiyle girmiştim. Neyse ki ailemle birlikte yeni evimize kapanıp hem çalışıp hem de onlara vakit ayırarak üretken bir haftasonunu geride bırakıyorum. Şimdiki zamanda yazıyorum çünkü halen Pazar öğleden sonradayız ve ajandam atılmış tiklerle dolu.

Bu haftasonu üretkenlik seviyem o kadar yüksekti ki “direk işle ilgili olmayan ama dolaylı olarak aslında işle de ilgili olan girişimler”de bulundum. Bol bol yazdım. Draft ettiğim metinlerin üzerinden bir kez daha geçip sonrasında göndereceğim. Bakalım ardından neler olacak… Güzel şeyler olursa yine buradan paylaşırım, olmazsa da küsmek yok, en azından denedim ve hayırlısı böyleymiş diye devam ederim.

Gelelim alttaki resmin konuyla bağlantısına. Bu hafta Rahmi Koç’un gençlere öğütlerini görünce okuyup geçmek yerine biraz sindirerek okuyayım diye kaydedip aklıma geldikçe tekrar okudum. Bu yazıda bahsettiğim “direk işle ilgili olmayan ama dolaylı olarak aslında işle de ilgili olan girişimler”de bulunma konusu da onuncu maddedeki “Hayatta nadiren ele geçebilecek fırsatlardan istifade etmeye çalışınız” öğüdünün üzerinde düşünüp, yakın zamanda gelmiş olan bazı ortaları gole çevirmek için atmış olduğum adımlardır. Bakalım zaman ne gösterecek?  

19 Şubat 2017 Pazar

Dehşet bir başağrısının ardından…

Sakin bir Pazar öğleden sonrasında salonda ayaklarımı uzatıp keyifle birşeyler yazmak istiyorum. En azından buna vakit ayırabilmek güzel. Ne zamandır yazmak için birşeyler beni tetikliyor ama ya ben tembel bir modumda oluyorum ya da halim kalmamış, Okan’dan fırsat bulamamış oluyorum. Ama bugün içimde birikenleri yazıp dışarı çıkaracağım. İşte bu yüzden çalışmak için kaçtığım, kendime ayırdığım bu vakitte işe bir mola verip kendimle başbaşa kalıyorum. Kulağımda Jack Johnson’ın 2008 yılında çıkardığı "Sleep Through the Static" albümü ile bakalım kelimeler beni nereye sürükleyecek. 

Yoğun günler geçiriyorum iş anlamında. Hep yoğunuz belki de, herkes de yoğun sorduğunda aslında. Ama bu aralar bir hayli yoğun, artık kontrolü kaçacak, yönetmek de zorlanacak kadar bazen… Mesai yapsan da anca operasyonel işleri yetiştirebildiğin, kendini geliştirmene, günceli takip etmene fırsat vermeyecek derece bir iş yükünden bahsediyorum. Geçtiğimiz Cuma’da yine böyle sıkışık, nefes aldırmayan bir tempo ile adeta akarken birden işler akmamaya, bazı şeyler ters gitmeye başladı. Burada spesifik örnekler vermek yerine işler sarpa sardı diyip o anları hatırlamak dahi istemediğimi belirterek hızlıca geçmek istiyorum. Ardından dibe yakın bir moralle mesai saati geldi çattı, kalan işleri toparlamak ve en azında haftasonuna bu yükle girmemek için fazla mesai de yapıp biraz vücudumun ve beynimin rölantiye geçmesini sağlayarak fabrikadan ayrıldım. Her zaman kalabalık olan Karşıyaka servisi bile Cuma olmasından ötürü ben dahil sadece 4 yolcu ile yola çıktı. (Kulağımda şu an “What is the purpose of life?” diye fısıldayan Jack Johnson acaba bana birşeyleri sorgula mı diyor tam da bu “derin” yazıyı yazarken) 

 
Yolda Spotify’dan daldan dala müzikler dinleyip twitter’da kafa dağıtmaya çalışırken kafamda gün içinde yanlış giden şeyler için suçlular ve hatayı tetikleyenler listesi yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Bir yandan da pozitif olmaya ve önüme bakmaya gayret ediyordum ama kafam deli sorular sorup daha da deli yorumlar yapmayı kesmiyordu. Tüm bunların en iyi molası haftasonu idi. Ama bu haftasonu AVM’lerde geçirilmeyecek kadar değerliydi. Açıkhavaya çıkmalı, biraz doğa ile iç içe olmalı, kısaca uzaklaşmalıydım. Planımı yaptım, yarın Seferihisar’a yazlığa kaçmalıydım. Cuma olmasına rağmen yolda trafik yoktu ve Torbalı’dan Karşıyaka’ya yaklaşık 45 dakika’da geldik. Eve girmeden önce marketten göreceli olarak sağlıklı olduğunu düşündüğüm aburcuburlardan alıp 8 buçuk gibi eve girdim. Yaklaşık 45 dakika kadar da Okan ile vakit geçirdikten sonra evin gizli patronunun uykusu gelmesi ile Nilgün Okan’ı yatağa götürdü ve benim için de günün en rahat zaman dilimi start aldı. En kısık sesiyle TV’yi açıp biraz Survivor izleyip kafamızı dağıttık. Sonra da aylardır tüm sezonu harddisk’te bekleyen ama vakit bulamadığımız için izleyemediğimiz “The Night of” dizisinin ilk bölümünü izledik. 1 saat 10 dakikalık bölümü “uyumadan bitirme” motivasyonu ile izleyip yattık.  

 
Servisten inip kendimi aburcuburla ödüllendirme süreci ile başlayan silsile, Okan’ın yatağa gidip bizim başbaşa eşimle bir dizi izlememizle sürmüştü. Vücudum gün içinde yaşadığı stres savaşının izlerini uyku ile atmaya hazırdı. Yorgunlukla beraber çoğu zaman olduğu gibi çok çaba göstermeden 12’den önce uykuya daldım. Ama normal olmayan birşeyler vardı bu Cuma gününde ve öyle normal de bitmemeliydi… Saat 1 buçukta kendimi kafamı tutarak yatakta farklı şekillere soktuğum bir an Nilgün “noldu?” diye sorunca artık gizleyecek bir şey yok diye düşünüp “başım çok ağrıyor” dedim. Dizi izlerken de aslında biraz sinyal vermişti bünye ama uyuyunca geçer diye düşünmüştüm, aksine uykuda zirve yaptı. Başımın özellikle arkası sanki binlerce nöronu hissedercesine karıncalanıp çılgınca ağrıyordu. Bir Minoset aldım, her zaman işe yarardı ama geçen 10 dakikada işe yaramamıştı. Buzdolabından önce buz kalıbı alıp başımın ağrıyan bölgelerinde gezdirdim. İşe yaramayınca kafamı mutfak penceresinden çıkarıp biraz üşüsem belki geçer diye düşündüm. Huzur operasyonu tarzı birşeyler oluyordu, sürekli helikopter geçiyordu Karşıyaka semalarında. Bu yöntem de cevap vermeyince bu kez bir önceki metod olan buz kalıbını bir havluya sarıp bir daha uyguladım. Ağzıma sebebini bilmesem de Olips attım. Salonda, mutfakta, oturma odasında gezip kendimi yormaya çalıştım. Kafamda adeta bir takım çıtırtılar vardı ve son zamanlardakinden çok farklı bir baş ağrısıydı bu. Neyse ki hayatta sadece güzel şeyler değil kötü şeyler de bitiyormuş. Başımın ağrısı biraz azalınca, özellikle şiddetli ağrıyan kısmı yatağa değmeyecek şekilde (evet yastığa tahammül edemiyordum, bir kenara koydum) yan yatıp uykuya daldım. 


Sabah uyandığımda gece aldığım mesajın farkındaydım. Kendime yapmıştım yine… Bir gün önce yine kendimi kasıp stres seviyelerini zorladıktan sonra vücut bu savaşı gün içerisinde kağıt üzerinde kayıpsız geçmiş ama akşam rahatladığında da bayrağı kaldırmıştı. Bir yanda sorumluluk, bir yanda hedefler olunca karşılaşılan sorunları rölantide bir motorla çözmeyi başaramamıştım. Yaşadığım gerginlik rahatladığım anda da kapalı zarf usulü gün içinde yaşadıklarının faturasını çıkarmıştı önüme… Bunu kendime yapmamalıydım. Sebebi ne olursa olsun, aileme karşı da işime olduğu gibi sorumluluklarım vardı. 34 yaşında bir baş ağrısı olarak bana mesaj çakan bu yüksek seviyedeki stres bundan bir 10 sene sonra çok daha ciddi tahribat yaratabilirdi. 


Bunları kafamda kurarak başladığım Cumartesi sabahı planladığım gibi kahvaltı sonrası ailece hazırlanıp yazlığa gitmek üzere yola çıktık. Annemi de alıp Seferihisar’a doğru yol aldık. Yolda Nilgün gece yaşadığım baş ağrısını ve bunun bir güm önce işte yaşadığım stres ve kaygı ile ilişkisini anneme de anlatınca, kendime sabah verdiğim mesajları bir de ailemden dinledim, pekiştirdim. 
 
Eee buraya kadar sorunun kağıt üzerindeki sebebini yüzeysel, sorunu detaylı olarak paylaştım da ya sonrası? Yarın yeni bir sayfa, yeni bir gün. Pazartesi yine bir çok yapılması gereken iş, okunması gereken mail, yazılması gereken cevap ile gelecek. Ve kestiremediğim bir çok zorluk ve terslik potansiyelini de yine içinde barındıran bir hafta olacak. İşte bu yüzden ne yaşarsam yaşayayım zorlukları kabullenip bununla mücadele etmem lazım. Hedeflediğim yerdekilerle benim aramdaki fark biraz tecrübe ve biraz da soft skill ise bunu gidermenin en önemli aracı da bu yolda her türlü zorluğu Ronaldo gibi topu göğsünde yumuşatıp sonra en iyi vuruşunla adrese göndermekten geçiyor. Bu aralar tekrar tekrar sıkılmadan dinlediğim bir şarkı var, Sagopa Kajmer’in 366. Gün şarkısı. Bu şarkının bence en vurucu sözleri şöyle: 
 
Kurulu bir makinayım, ya arıza yaparsam?
İstemediğim halde ya devrelerimi yakarsam?
Dik durmam gerek, ya yere yıkılırsam?
Ya bir çuval inciri mahveden ben olursam?
Bir daha düşünecek olsam aynı yanlışı iki kere yapar mıydım?
sanmam.
İnkarı bırak kabullen, kabullenmekten başka çaren yok.
Ne de zor oluyor aradıklarını bulman.
Pek de zor oluyor aradıklarını bulman. 

Özetle kolay bir zafer yok hayatta. Hedeflerden vazgeçmek de yoksa günün sonunda, bu hedeflere sakin kalarak ulaşmak en hayırlısı ve en sağlıklısı bence. En basit haliyle, başarısızlıktan korkmadan başarının anahtarını kovalamaya devam... İşte yarından itibaren yeni hedefim gün içinde karşılaştığım can sıkıcı konuların ne ilk ne de son olduğunun bilincinde olarak daha dingin kalıp kaygılardan uzak yola devam edeceğim. Alınacak çok yol varsa eğer, bunun için harcayacak da çok enerjim var!

5 Eylül 2016 Pazartesi

İçindeki Lider

"İçindeki Lider - Leader in You" adlı eğitim için MCT - Management Centre Türkiye eğitmenlerinden Ece Süeren OK'un 1 ve 2 Eylül tarihlerinde PMSA DC Kağıthane ofisteki interaktif eğitimine/sunumuna katıldım.
Eğitmenimiz bizler gibi tütün sektöründen geliyordu, daha önce uzun yıllar JTI'ın insan kaynakları direktörlüğünü yapmıştı. Kendisi hakkında detaylı bilgiye Linkedin profili üzerinden ulaşabilirsiniz. (Şahsen ben daha eğitime katılımcıların gelmesini beklediğimiz anlarda ekleme talebi göndererek kendisini bağlantılarıma dahil ettim.)

Eğitimde bahsedilen konuları telif hakları ve emeğe saygı sebebiyle paylaşamam ancak eğitimden kendim için aldığım dersleri, kendimce paylaşabilirim.

Eğitimin ilk gününde öncelikle neden bu 2 günlük eğitimde olduğumuzu sorguladık. Şahsen benim burada olma amacım; net söylemleri olan, güven veren, pozitife odaklanan ve kararlı bir kişi olma yolculuğuna başlamaktı.
Zamanla birlikte liderlik teorilerinin de değiştiğinden söz ettik. Burada dört teorinin bahsi geçti. 1- Özellik Kuramı; liderlerin kanında liderlik vardır, liderler lider doğar. 2- Davranışçılık Kuramı; lideri davranışı belirler, belirli davranışları gösterenlere lider denir. 3- Durumsallık Kuramı; lider, aynı tarzla her yerde lider olamaz. 4- Dönüşümsel Lider Kuramı; lider diğerlerini, diğerleri lideri oluşturur, her ilişki bunu yeniden tanımlar.

Günün sonunda benim aklımda kalan en önemli cümlelerden biri; liderliğin yer veya yetki ile alakalı olmadığı idi. Liderlik, kendinden birşey katmakla alakalıdır, bir başka deyişle olumlu anlamda ilham vermektir. Slaytların birinde Gandhi'den bir alıntı vardı ki bence bu da liderlikle ilişkili olarak çok etkili bir ifadeydi: "Diğerlerine liderlik etme sanatı, kişinin kendisine liderlik edebilmesinden başlar."

Eğitimde Ece Hanım bizlere izlememiz için 'The Damned United' filmini ve okumamız için de 'Yeni Liderler, Daniel Goleman' kitabını önerdi. Kitaptaki 6 liderlik stilini inceledik ve her biri için de örnek videolar izledik. Bu liderlik stilleri ise şu şekildedir: Vizyoner, Eğitici, İlişkisel, Demokratik, Hız Belirleyici, Kumandacı.

Birinci günün sonunda Goethe'den yapılan bir alıntı da notlarıma yıldızla girdi: "İnsanlara olmaları gerektiği gibi muamele ederseniz daha büyük ve daha iyi insan olurlar."

Eğitimin ikinci gününe değerin tanımını yaparak başladık. Değer, bizi motive eden, bizim için önemli olan, vazgeçmek istemediğimiz, olmazsa olmazlarımızdır. Her birimizin ayrı ayrı değerlerini sıralamasından sonra ortak değerlerimizi bulup bunun PMI değerleri ile örtüşen yanlarını değerlendirdik. 

Daha sonra gücün tanımını yapıp, liderin beş önemli gücünü inceledik. Bertand Russel'e göre güç, bir kimsenin başkalarını, kendi istediği yönde davranışa sevkedebilme yeteneğidir. Liderin 5 önemli gücü ise pozisyon gücü, ödüllendirme gücü, uzmanlık gücü, çekim gücü ve zorlayıcı güçtür

Gün içerisindeki sohbetlerimiz esnasında güzel özlü sözler de öğrenmiş olduk. Bunlardan biri de Plato'nun "haklı olmak yetmez, güçlü olmak gerekir" sözüydü. Bu sözün üzerine "biraz da mutlu olmak gerekir" diye sınıfça ekledik. Yine eğitimde aldığım notlardan biri de diplomasinin bir sanat olduğu ve öğrenilmesi gerektiğini söylüyordu. 

İnsanları motive eden dört unsurdan bahsettik. Bunlar; edinme, aidiyet, öğrenme/gelişim, savunma olarak sıralanıyor. 

Eğitmenimiz Ece Hanım kariyerinin başında iken bir amirinden aldığı feedback'i bizimle paylaştı. Benim de tamamen rasyonel bulduğum bu geri beldirim şu şekilde: "Kimsenin sevmediği birşey bulup, o konuda uzmanlaşırsan, ve bunu yaparken ilişkilerini de iyi yönetirsen kariyerinde rahat edersin." Sizce de haklı değil mi? 

Sürücüler envanteri testi yaparak 5 sürücü içerisinden hangilerinin bizim sürükleyicilerimiz olduğunu öğrendik. Yeri gelmişken kayıtlara da geçsin, "mükemmel ol, acele et, başkalarını memnun et, güçlü ol ve çok çabala" beş sürücüyü ifade etmektedir. Sürücülerin davranışlarımıza olan etkilerini, daha etkin bir liderliğe geçiş içim hedeflerimizi ve bu hedeflere nasıl erişeceğimizi ayrı ayrı planladık. İzninizle bu bölümleri kendime saklıyorum, ama dersimi aldım ve sürecin de takipçisi olacağım.

Eğitimin sonuna destek ve dirençlerimizi başarı faktörü etki alanı analizi altında değerlendirip, liderlik basamaklarındaki hedeflerimizi duvara yazdık. Bakalım zamanla liderlik basamaklarını çıkarken hangi hedefleri gerçekleştirmiş olacağız, birlikte görelim...

15 Haziran 2016 Çarşamba

İyi Tatiller

Haziran ayının gelmesi, okulların kapanması ve sıcakların başlaması ile birlikte pek çok kişi tatil planlarını yapmaya başladı. Özellikle özel sektör çalışanlarının yıl içerisinde kısıtlı tatil yapabiliyor olması sebebiyle tatile verdikleri önemi yakinen biliyorum. Her ne kadar yaşadığım şehrin tatil beldelerine yakınlığı sayesinde haftasonları ufak kaçamaklar yapma fırsatım olsa da yıllık izin kapsamında planlanan tatilin yeri bambaşka. Herşeyden önce, tatile çıkmadan önce, yani planlama ve hazırlık aşamasında bana sağlamış olduğu motivasyon benim için heyecan verici. Ayrıca bir yıl boyunca yaşadığımız yoğun tempo sonrası bünyemize iyi gelecek ve önümüzdeki zorlu süreçler için moral depolamamızı sağlayacak olan tatil hem bir ihtiyaç, hem de bir kendini şımartma olarak değerlendirilebilir.

Bu ayki Forbes dergisinin düşünceler bölümünde de tatil ve dinlenme ile ilgili özlü sözler derlenmiş. Bunların arasından hoşuma giden ve aklıma yatanları bloğuma taşımak ve paylaşmak istedim. Bu sıcak yaz günlerinde hepimize ilham versin…
 
Boş vakit, insanın kendisi için faydalı şeyler yaptığı zamandır. Ve ancak çalışkan olanlar buna ulaşır. Benjamin FRANKLIN

Yılın 52 haftası çalışan biri, bu haftaların hiçbirinde elinden gelenin en iyisini yapmıyordur. Ara vermek nefes almayı hızlandırır. Tatilin gerçek amacı yalnızca eğlenmek ya da zaman öldürmek değildir. Zindelik kazanmak, işe yararlığı artırmak ve başarıya teşvik etmektir. B.C.FORBES

En iyi dinlenme, buna vaktin olmadığı zamandır. Sydney J. HARRIS

Pek çok insan harıl harıl çalışmayı biliyor, bir diğer çoğunluk ise en iyi şekilde eğlenmeyi. Ama çok az insan işi eğlenceli hale getirmeyi ya da boş zamanı değerlendirmeyi başarıyor. Sydney J. HARRIS

Boş vaktimi dünyadaki hiçbir zenginliğe değişmem. Honore de MIRABEAU

Tatilin esiri olacağınıza, onu işinizin uşağı yapın. Francis QUARLES

Nasıl ki bir odadaki boş yerler onu oturulabilir kılıyorsa, kısa tatiller de hayatı çekilir kılar. Lin YUTANG

Demiri sıcakken dövmek gerekir. Boş vaktiniz olduğunda da parlatırsınız. John DRYDEN

Dinlenmeye vakit bulamayanlar er ya da geç hastalığa zaman ayırmak zorunda kalır. John WANAMAKER

Hayat, çalışmak ve dinlenmekten ibarettir. Ve dinlenmenin kalitesine bağlı olarak başarı ya da başarısızlık öyküsü yazılır. F.D. van AMBURGH

3 Mayıs 2016 Salı

Tek Yol: Çok Çalışmak

Fazla söze gerek yok sanırım aşağıdaki fotoğraf için... Dün sabah, ki o sabah Pazartesi sendromunun en çok hissedildiği sabah 6 sularıydı, instagramda nam-ı değer "the rock" Dwayne Johnson'ın paylaştığı bu fotoğrafı gördüm. Sonra da kendim için bir ekran görüntüsü aldım.

Eğer en iyi olmak için tek bir yol, tek bir formül varsa o da çok ama çok çalışmak... Üstüne koymak, diğerlerinden daha fazla vermek. Eğer yolun sonunda ışığı görüyorsanız, ve buna değer diyorsanız, haydi o zaman şimdi çalışma, hem de çok çalışma vakti...

26 Kasım 2015 Perşembe

Bir Futbolcudan Hedefe Ulaşma Yöntemi

Herkesin hedefleri ve hedeflerine giden yoldaki motivasyonları farklı. Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir eğitimde yazarak (özellikle kullandığımız değil de diğer elimizle) amaçlarımızı yazmanın bizi daha yaratıcı sonuçlara götüreceğini öğrenmiştim. Eski futbolculardan Ali Tandoğan da benzer bir yöntemle bir yazarak ve duvara karşı amaçlarını söyleyerek kendini motive ettiğini açıklamış.

Ali Tandoğan instagramda paylaştığı fotğrafının altına yazdığı yorumda uyguladığı metodun kariyeri boyunca faydasını gördüğünü belirterek takipçilerine de önermiş. Kendisini sevip sevmemek ayrı bir konudur ama Salihli'den çıkıp Milli Takım seviyesine kadar ulaşmış bir şahsın paylaştığı bu yöntem saygıyı ve dikkati hakediyor. Bu sebeple ben de buradan paylaşarak daha çok kişinin faydasına sunmak isterim. 

Hedefe giden yolda hepimize başarılar...


6 Kasım 2015 Cuma

Korkma, Vazgeçme!

Seni korkuttuğu, ürküttüğü, rahatsız ettiği için ertelediğin o şey(ler)i ertelemek yerine bir an önce yap ve ondan kurtul. Hem böylece güçlendiğini de farkedeceksin. Haydi, şimdi....

15 Eylül 2015 Salı

Çalışmayı Başarı Takip Eder

Dün akşam farkettim ki bir süredir İlhan Mansız'ın instagram profilini ziyaret etmiyorum, hemen bir uğrayayım dedim. Gördüm ki bu kez yepyeni bir ilgi alanı bulmuş kendine, golf sporu ile ilgilenmeye başlamış. Koyduğu fotoğrafın altına da harika bir söz eklemiş. Türkçe'ye birebir çevirdiğimizde anlamını yitiriyor ama İngilizce'si İlhan'ın fotoğrafı kadar yakışıklı.

The only place where success comes before work is the dictionary.

19 Mayıs 2015 Salı

Liderlik Üzerine...

19 Mayıs 2015 Salı günü evde, açıkçası yatağımda, öğlen uykusu kıvamında Flipboard'da gezinirken güzel bir poster gördüm. Son derece motive edici, bir o kadar içten, dürüst ve doğal geldi bana. Paylaşmak istedim bu özel günde. Tüm liderlik sevdalılarına sevgilerimle...

28 Nisan 2015 Salı

Doğru Zamana İnan, Olacak...

Doğru zamanı sabırla beklemekte fayda var...

Bir de ecnebilerin dediği gibi olmasını istediğiniz şey oluncaya kadar -mış gibi yapın, yani "fake it until you make it".

Google adsense

Analytics