28 Nisan 2015 Salı

Doğru Zamana İnan, Olacak...

Doğru zamanı sabırla beklemekte fayda var...

Bir de ecnebilerin dediği gibi olmasını istediğiniz şey oluncaya kadar -mış gibi yapın, yani "fake it until you make it".

27 Nisan 2015 Pazartesi

Unutursam Fısılda Üzerine

Uzun süredir izlemek istediğim Çağan Irmak filmi “Unutursam Fısılda”yı geçtiğimiz haftasonu evde eşimle izleme fırsatı buldum. “Yaptığın işi en iyi yap” felsefesinin bence sinemada hayat bulmuş hali olan Çağan Irmak yine efsane bir iş ortaya koymuş. Elindeki konu aslında basit. Verdiği mesaj da bir o kadar yalın. Ancak anlatım, sunuş öyle sıradışı ki, izleyeni çok ama çok derinden etkiliyor.  Filmin sonunu göz yaşlarıma engel olamadan izlerken, yönetmenin çıkardığı iş ile ne derece fark yaratabildiğini bir kez daha gördüm.


Her ne kadar komedi filmlerini büyük bir keyifle izliyor olsam da bu derece başarılı bir yapımın nasıl olur da gişe rekoru kıramaz diye düşünürken biraz da olayın arz ve talep dengesi ile alakalı olduğu gerçeğiyle de ister istemez yüzleştim. Halk parasını ucuz ama eğlenceli ve popüler filmlere harcamak istiyorsa, bu talebi karşılamak için de Pazar gerekli arzı yaratır.

Konudan çok sapmadan asıl belirtmek istediğim yere gelmek istiyorum. Çağan Irmak hakikaten işini çok iyi yapıyor, özgün bir şekilde sunuyor ve arkasında gerçekten emek olduğu belli olan çalışmalarla fazlasıyla tatmin edici işler ortaya koyuyor. Unutursam Fısılda adlı son filmi de bunun en güzel örneklerinden biri olmuş. Sanat özelinden iş dünyasına bir transit geçiş yapacak olursak; eğer elimizdeki işe Çağan Irmak gibi ruhumuzu koyup, emeklerimizi tutkumuzla buluşturursak fark yaratan, kendinden bahsettiren başarılı performanslar ortaya koyabiliriz. Yeter ki içimizdeki o ışığı isteyerek takip edelim.  

Nil Karaibrahimgil'den Hayat Dersleri

Aşağıdaki metni öyle güzel yazmış ki Nil Karaibrahimgil, sanki bir üstad, bir duayen. 2005 yılında Hacettepe’den mezun olmaya hazırlanırken bahar şenliklerinde izleme fırsatı bulduğum o çılgın ve bıcır bıcır hatun aslında öyle çok doluymuş ki. Biriktirdiği tecrübeleri de bir o kadar güzel kaleme almış ki, sormayın gitsin. Çocuk yetiştiren, tamam düzeltiyorum bizimkisi biraz daha bebek olabilir, biri olarak kendim için, ailem için ve sevdiklerim için saklamak, tekrar okumak ve umarım ki uygulamak için saklamak istedim. Emeğe saygı…

Gençliğime sevgilerimle

Zaman makinesi olsaydı ve kendi gençliğime, mesela 17 yaşıma, dönseydim, kendime şunları söylerdim: En önemli şey aşk. Onu doya doya yaşa bu bir. Ne yapmayı sevdiğini bul ve sonra o sevdiğin şeyi yapabiliyor musun ona bak. Yapamıyorsan, boşuna enerjini tüketme, yapabilenler yapsın. Yapıyorsan, dünyanın en şanslı insanlarından birisin, dilini ısır, kimseye söyleme.

Sevdiğin insanlar bul. İşlerini onlarla yapmanın yollarına bak. Hayat 'yap et çalış başar'la geçiyor ve bu maraton çok sevdiklerinle geçerse, iş yapmamış, sürekli aşk yapmış olursun.
Birkaç kişinin elini sıkı sıkı tut. Onların dertleriyle dertlen, mutluluklarıyla uç, dediklerine kulak ver. Onları kaybetme. Her şey değiştiğinde, senin en orijinal halini bilip sevenlere ihtiyacın olacak.

Kendini onunla bununla karşılaştırma. Başkalarının kriterlerine göre seçim yapma. O zaman başkalarının gideceği yerlere gidersin. Oralarda ne işin var? Senin yolun başka. Yokuşların başka. 'Konu komşu ne der' diye dinleme. Komşu senin hayatın hakkında topu topu 15 dakika konuşacak. Sense ölene dek, onu yaşayacaksın.

Hareket et. Her gün hareket etmeyi alışkanlık haline getir. Bir spora kafayı tak. Dansa kafayı tak. Satranca kafayı tak. Kafayı taktıkların ileride yaldız olup üzerine yağacak.

Her gün oku. Her şeyi oku. Ağaç olmak nasıldır, Van Gogh olmak nasıldır, İkinci Dünya Savaşı'na katılmış olmak nasıldır? Öğren. Bir gün hepsi, bir yapboz gibi, birleşip sana inanılmaz gerçekleri gösterecek.
Kızlar zekadan, çalışıp başarandan ve espriden hoşlanır. Erkekler güzellikten, edadan ve huzurdan hoşlanır.

Hayat alışkanlıklarla yürüyor. Bir şeyi iyi yapmak istiyorsan hemen alışkanlık haline getir. Alışkanlıksa tekrarla oluyor. Beyin böyle programlanıyor. Bir şeyi sürekli yaparsan, başka şeyi düşünmüyor, onu hep öyle yapıyor. O yüzden alışkanlıklarına çok dikkat et. Neyi alışkanlık yaparsan, hayatın ondan oluşacak unutma.
Erken kalkmak kulağa berbat geliyor biliyorum ama 'erken kalkan yol alır' hayatımda duyduğum en doğru şey. Bazen saat 8:30'da üç şey bitirmiş oluyorsun ve inanamıyorsun zamanın göreceliğine.

Dedikodu yapma. Dedikodu nasıl bir şey biliyor musun... Böyle evinin içine çöp boşaltmışsın gibi. Ağzını, içini, evini kokutuyor. Rahatlatır sanıyorsun ama pisletiyor insanı. Gül geç. Hem dedikodu yapanların başına mutlaka, ayıpladıkları, beğenmedikleri, çekiştirip durdukları şey gelir, unutma. Hayatın mizah anlayışı böyle.
Kızlar! Güzel mi güzel bir kadın olduğunuzda, kendi atınız olsun. Kendi paranızı kendiniz kazanın, onu şakır şakır harcayın. Böylece ayrılıklarla, boşanmalarla attan inip eşeğe binmezsiniz. Atınızı kimse altınızdan alamaz. Dörtnala başka yere gidebilirsiniz.

Erkekler! Yakışıklı mı yakışıklı bir erkek olduğunuzda, kadınlara, çocuklara ve hatta birbirinize asla el kaldırmayın. O güç güç değil. Kaba kuvvet o. Korkudan kaynaklanır. Kaybetme korkusundan. Ve kimseyi avucunuzda sıkarak elinizde tutamazsınız. Tam tersi, avucu apaçık tutacaksınız.
Kendinden başka kimseyi suçlama. Suçlamak, nasıl diyeyim, zehirli bir duygu. İnsanı frenler. İnsanı kurban psikolojisine sokar. Atıl bırakır. Hatta şimdiden duvara 'kendimi suçlu hissetmiyorum' yaz. Çok faydasını göreceksin.

Ceplerden, bilgisayarlardan, televizyonlardan uzak 1 saat ayır kendine. Kendinle sosyalleş. Yoksa unutursun nasıl biri olduğunu. Hayatın sana başkaları tarafından yansıtılmayan bir aslı var. Onu dinle, deniz kabuğu dinler gibi.
Yalnızlığını kimseye verme. Yalnızlığın hariç her şeyi paylaş. Çünkü reklamda dediği gibi, 'hayat paylaşınca güzel'.

Her gün şükret. Teşekkürü dualarından asla eksik etme. Teşekkür kadar insana iyi gelen şey yoktur. Bir şey istemekten, dilemekten bile iyidir. Sıcacık yapar ruhunu. 'Bendeki bana yeter, hatta artar bile' dünyanın en güzel felsefesidir. Birinden bir şey isteme. Onun yerine birine bir şey ver. Bak neler olacak seyret sonra.
Karanlık günler olacak. Düşeceksin de. Yaralar da açılacak. O zamanlarda şunu unutma: Tünel bitecek. Kalkacaksın da. Kabuk da bağlayacaksın.

Sevdiklerine bıkıp usanmadan, seni seviyorum, seni çok seviyorum de. Hatta sen ne yaparsan yap, kim olursan ol çok seveceğim de.
Korkmaktan korkma. Ödün bile kopsun. Sonra kapa gözünü bas karanlığına. Belki biri bir taş döşemiştir kim bilir.

Böbürlenme. Kibirlenme. Köpürme.
Abart. Çoğalt. Parlat.

Her gün, bir yazar tarafından hayatının hikayelendirildiğini düşün ve dinle. Böyle bir kahraman olmak ister miydin? İstiyorsan başarıyorsun. Ne mutlu sana.

24 Nisan 2015 Cuma

Çalışmak Ne Anlama Gelir?

Marie Haddou'nun "Hayır Demeyi Bilmek" adlı kitabını okuyup altını çizdiğim bölümleri de blogumda paylaşmıştım. O notların arasında çalışmakla ilgili bir kısım vardı, Cuma akşamı paylaşmak istedim. Haftasonu tatilinin tadını çıkarmanız dileğiyle...

Çoğumuz için çalışmak, bir işe sahip olmak ve bu etkinliği sürdürmek, özgürlüğümüzü ve varlığımızı korumak anlamına gelir. Para kazanmak, bağımsızlığımızı ve güvenliğimizi garanti altına alır. Bu, barınabilme, beslenebilme ve giyinebilmenin bir güvencesidir. Ama, aynı zamanda da, toplumsal yaşam katılmanın da başlıca koşuludur. Kazandığımız para, restorana, sinemaya, müzeye gitmemizi, dostlarımızı ağırlamamızı ve deniz kıyısında tatil yapabilmemizi sağlar. Ortak yaşam içindeki rolümüzü, çalışmamıza bağlı olan bu eğlence ve tüketim etkinliklerini belirler.

23 Nisan 2015 Perşembe

Değişim Seninle Başlar

Değişime ve gelişime kendinle başlamalısın. Kişisel gelişim konularını ne kadar seversiniz, ya da bu konulara ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama şu sıralar bu alanda  en az Robin Sharma kadar sevdiğim Darren Hardy'nin motivasyon içerikli yazılarını keyifle takip ediyorum.

Kendisine ait "DarrenDaily" adlı günlük mail grubuna da üye oldum. Kısa kısa hedefe yönelik mesajlar iletiyor. Onlardan birini aşağıda paylaşıyorum. İlk paragrafta yazdığım gibi; neyi değiştirmek istiyorsanız, değişime ulaşmak için once kendinizi değiştirmeniz gerektiğini ifade etmiş. Bence çok haklı. Ancak biz kendimizde birşeyleri değiştirirsek dilediğimiz değişim bunu takip edecektir. Okunmaya değer:


When it comes to achieving your goals, remember it is not your goals that need to be worked on, it is YOU.

You don’t get in life what you want; you get in life what you are.
You will only have the level of success in any area of your life that equals your level of self-worth.
But the human tendency is to engage in the study of effects, while giving little attention to the cause.
People say it’s the fruit that’s bad without studying the roots.

This is the most important personal development distinction you can come to realize.
IT (health, marriage, money, career, etc.) is not the issue; the issue is YOU.
IT will only be as great as you are.
If you work on IT, it will continue to elude you.
If you work on you, IT will rise to the level of the new you.

19 Nisan 2015 Pazar

Beyoğlu'nda Bir Butik Otel: Corinne

Bir otel düşünün ki booking.com'dan 9.3 puan alsın. Hem de bu otel butik olsun, ziyaretçisiyle birebir ilgilensin, onların her ihtiyacını karşılamak için çalışanları adeta müşterilerinin gözünün içine baksın. Bir de bu otel İstanbul'un merkezinde, Beyoğlu'nda olsun. İstiklal'e, Taksim'e, Galata'ya, Çiçek Pasajı'na, Nevizade'ye araç kullanmadan yürüyerek gidebilin. Bir de öyle bir otel olsun ki içinde tarihten izler taşısın... Ve bunlara bir de sanatsal bir dokunuş eklesin. İşte tüm bu nitelikleri içinde barındıran Corinne Otel'de konakladım 15 Nisan 2015 Çarşamba akşamı.

Oteli booking.com'daki yüksek puanını görünce aklımdaki diğer alternatif olan eski dost Hilton ParkSA'yı eleyerek seçtim. İyi ki de yeniliklere açık olduğum bir karar almışım. Yorumlarda okuduğum enfes akşam yemeği ambiansını deniz mahsüllü makarna ile keşfettim. Hakikaten başarılıydı. Sabah kahvaltısı da farklı bir açık büfe konseptinde bol hamur işiyle biz Türklere gayet iyi hitap ediyordu.

Odalar ise yüksek tavanlarıyla  ve dizaynıyla konaklayan kişiyi adeta tarih içerisinde bir yolculuğa çıkarıyordu. Odanın temizliği ise daha girerken aldığınız mis kokuyla kendini kanıtlıyordu.

Bu güzel butik otele ait belirtebileceğim tek olumsuz yan ise gece çevreden ötürü çok fazla gürültü olmasıydı. Oğlum Okan ile beraber ailece bu otelde konaklasaydık gece bizim için uyku açısından pek de keyifli geçmeyebilirdi. Neyse ki yalnız kalınca konforlu yatağın gücü dışarıdaki aragaz, polis sireni ve sarhoş naralarının önüne geçti ve mışıl mışıl uyudum.

Bu çevrede konaklamayı düşünenler için kesinlikle önereceğim Corinne Hotel'e ve güleryüzlü, ilgili personeline selam olsun.


Okuyun

Kendinize vakit ayırın ve ilginizi çeken birşeyler okuyun. Siz buna değersiniz, kitaplar da okunmaya değer...
"...And remember this, with every book you read you stand a little higher."

Problem Çözme ve Karar Verme

15-16 Nisan 2015 tarihlerinde Güneşli DC’de Dale Carnegie eğitmenlerinden Deniz Tavmen’den “Problem Çözme ve Karar Verme” eğitimini aldım. Eğitime satış, planlama, idari işler ve finans bünyesinde çalışan toplam 12 kişi katıldı.

Aslında eğitimle ilgili bu içeriğin orjinal halinde faydalı pek çok bilgiyi adım adım ve şemalarla buradan sizlerle paylaşmıştım. Ancak Deniz Hanım'ın özel ricasına istinaden, bilgilerin Dale Carnegie'nin know-how'ı olması ve bir kısmının da Deniz Tavmen'in kişisel tecrübelerini içermesi sebebiyle kaldırmak durumunda kaldım. Sizlerin de bu konudaki anlayışına sığınıyorum. 
2 günlük eğitimimiz sonunda artık problem çözme ve karar alma konusunda daha sistematik yaklaşacağımz bir bilgi birikimiyle donanımlı şekilde İzmir’e döndük. Katkılarından dolayı Deniz Tavmen’e ve PMSA DC çalışanlarına çok teşekkürler.



12 Nisan 2015 Pazar

Hayır Demeyi Bilmek

Marie Haddou'nun "Hayır Demeyi Bilmek" adlı kitabını altını çize çize, kendimce dersler alarak dikkatli bir şekilde okudum. Sonra da bir pazar sabahımı bu altını çizdiğim bölümleri bilgisayarıma kaydetmeye ve soft ortama taşımaya ayırdım. Bu faydalı kitaptan sizlerde yararlanın diye kitaptan dikkatimi çeken bölümleri de sizin dikkatinize sunuyorum. Faydasını görmeniz temennisiyle...

Hayır Demeyi Bilmek (Sağlıklı Sosyal İlişkiler İçin Reddetmeyi Öğrenmek) – Marie Haddou

Hayır diyememe, ender olarak yıkıma yol açar ancak, çoğu kez yaşamın tadını da kaçırır. Bu durum, cildi hafifçe tahriş eden bir kum tanesine benzer. Bu durum motordaki hafif bir gürültüye benzer. Gürültü otomobilin çalışmasını engellemez, ama yol boyunca aklınızı kurcalayıp durur.

Tıpkı vadiyi aşan bir ırmak gibi, insan da, bazısı bilinen bazıları da keşfedilmeyi bekleyen pek çok ırmak ve akarsudan oluşur. Albert Jacquard, bu konuda “Her bireyde, her zaman ve mutlaka bir seçme ve başka bir şey yaratma potansiyeli vardır.” demektedir.

Kimliğimiz, ihtiyaçlarımızı daha iyi tanıdıkça ve bunları tanıtabildikçe ortaya çıkar. İstediğimizi elde etmenin ilk basamağı, neyi istemediğimizi düşünmektir. Başkaları uğruna özveride bulunduğumuz ve bunun takdir edilmediği hissine kapıldığımız her durum, hayır demek için iyi bir neden oluşturur. İlkelerinize ters gelen ya da gücünüzü aşan bir şeyi yapmanız konusunda bir baskıyla karşılaştığınız zaman, en uygun davranış hayır demektir.

Hayır demek, tutumunuzu belirtmek, kişiliğinizi saydırma biçimidir. Kendi isteklerinizi bizzat dinleyip ciddiye aldıkça, karşınızdakilerin de aynı şekilde davranacaklarını görürsünüz. Kişinin kendisine karşı olan samimiyeti, kendi doğrusunu yaymak ve bunu başkasına kabul ettirmek isteği, başkasını da saymayı zorunlu kılar.
“Sükut ikrardan gelir” sözüne göre, genellikle, hayır demek için bu bildirimi açıkça, hatta kesin bir şekilde dile getirmek gerekir. Hem de bağıra bağıra! Hayırı anlatmak için sadece düşünmek yetmez, söylenmelidir de…

Balzac: “Sevgili çocuk, terbiye, başkaları uğruna kendini geri plana atmış izlenimi vermektir.”
Bir gün komedi oyuncusu Lucien Guitry, sıkıcı birinden kurtulmak amacıyla, savaşmaktan bezip yapılan yemek davetini kabul eder ve adam kapıdan çıkar çıkmaz, sekreterine “Bana şu salak ihtiyara, Perşembe günü yemeğe gitmeyeceğimi bildiren bir not yazmamı hatırlatın” diye bağırır. Aynadan, adamın daha gitmemiş olduğunu fark edince de, durumu kurtarmaya çabalayarak, kem küm etmeden şunları ekler: “Çünkü Perşembe günü, bu beyle yemek yiyeceğim.” Kim böyle bir zekayla övünebilir ki!

Başkasına denmesi yasaklanan hayır, kendine, isteklerine ve ihtiyaçlarına karşı da uygulanmış olur. Sonuçta kişi, aşırı özdenetime yönelir ve bir red durumunda, artık ötekine karşı çıkmak istemez (ve çıkamaz).

Özerk ve özgür bir kişi, kendisini olumlu ya da olumsuz seçimleriyle tanımlar ve kanıtlar. Eğer öğretilmiş davranışları kırmak ve belirli anlarda hayır demek gerektiği kararını alma konusunda kendimize güvenmez ve kişiler arası bağları düşünmeden ve korkmadan bağımsızlığımıza kurban etmezsek, kendimizi asla kanıtlayamayız.
Hayır diyemeyen bir kişinin mutlaka çekingen olması gerekmiyor ama, çekingenlerin tümü hayır deme konusunda ciddi bir sıkıntı içindeler. Başka bir deyişle, söylenmesi güç bir hayırla karşılaştığınız zaman, çekingen biri oluyorsunuz.

Şu ya da bu durumda, projektörlerin altında olmak ya da sadece, başkalarının ilgi odağı olmak tedirginliğe yol açar. Kimileri bu duyguyu, rekabet etmeyi sağlayan bir güce dönüştürebilir. Kendilerini felç olmuş ve önemsiz hisseden, uygun söz ve çözümler bulamayan ve hayır demekte zorlanan çekingenler ise, böyle bir çabayı göstermezler.
Başarısızlık ve eleştirilme korkusu, sizdeki, aşağılık duygusuna teğet geçen bir özgüven eksikliğine bağlıdır. Kendinizi değersiz bulur, olumsuz şekilde yargılarsanız; kendinizi başkalarından daha duyarlı, heyecanlı ve tam anlamıyla daha zayıf hissedersiniz.

Kendinizi küçümsediğiniz gibi ihtiyaçlarınızı, isteklerinizi duygularınızı da küçümsemeye ve başkalarınınkine daha büyük bir değer yüklemeye başlarsınız. Kendinizi “küçük, zayıf, donanımsız”, onları “büyük, güçlü, donanımlı” olarak görmeye başlarsınız.
Başkalarının karşısında eğildiğiniz için, yakınlarınız sizi takmamayı bir alışkanlık haline getirmeye, yabancılar da, kendi görüşlerini size kolayca ve hoyratça dayatmaya başlarlar. Sonuç olarak, kendinizi tam anlamıyla eksik ve silinmiş hissedersiniz. Bu kapanmayan yara nedeniyle ortaya çıkan öfke duygusunu da, hiç kuşkusuz kendinize yöneltirsiniz.

Sıkıntılarınızın büyük bir bölümü, kendinize ve başkalarına karşı olan güven eksikliğinden kaynaklanabilir. Başkalarına biraz daha fazla güvenirseniz, kendinize daha çok güvenirsiniz. Kendinize biraz daha fazla güvenirseniz, başkaları da size güvenirler.
Düşmeden yürümeyi öğrenmek mümkün değildir. Bu görüntüyü belleğinize iyice kazıyın ve karşılaştığınız her durumda kullanın. Eğer düşerseniz ayağa kalkın, öğrenmenin ve düzelmenin tek yolu budur.

Kötü çözümler (sakınma, kaçma, yalan, basitleştirme gibi), “basit” bir hayırın yol açacağı zararlardan çok daha kötülerine neden olurlar.
Kararsız bir hayır, kağıttan bir kaplana benzer; uzaktan güçlü görünür ancak yakından zayıftır ve kolayca başa çıkılabilir. Etkili olması için gerçek bir hayıra güçlü bir iç kesinliğin eşlik etmesi gerekir. Gevşek bir hayırda asla kesinlik yoktur. Sağlam bir inancın eşlik etmediği hayır kolayca silinip süpürülebilir.

Düşündüklerimizi sık sık unuturuz, ama yazdıklarımızı hatırlar ve üstlenmek zorunda kalırız. Hayır diyemediğimiz zaman neler olup bittiğini yazarak, durumun sorumluluğunu yüklenmeye başlarsınız. Dahası böyle davranmanız, sizi at gözlüğü takmış bir yargıca dönüştürmeden, olaya geriden bakabilmenizi, çok daha dikkatli olmanızı ve durumu çok daha iyi görmenizi sağlar.
Hayır demenin güç ve kaygılandırıcı olduğu tüm durumlarda, sürekli olarak “Hayır dersem, artık beni sevmeyecek” diye düşünürseniz, bir gün hayır deme aşamasına ulaşma şansınız çok azalır.

Kendinize şunları söyleyebilirsiniz:
  • Her zaman ötekiler gibi düşünmek zorunda değilim.
  • Hep onların istediklerini yapmak zorunda değilim.
  • Herkesin beni sevmezi gerekmez.
  • Anlamsız şeylere bu kadar çaba harcamam ya da kendimi bu kadar sıkıntıya sokmam gerekmez.
  • Ben de var olma hakkına sahibim.
  • Kendimi değersiz saymak için hiçbir nedenim yok.
Kısaca yavaş yavaş temel öngerçeklerinize bağlılıktan vazgeçmeye başlayın. Duygularınıza egemen olun; onları değişik durumlara uyarlamak için şekillendirin ve yeniden şekillendirin, sonra da değiştirin.

Özet: Vücudunuzu gevşetin, anksiyetenizi denetim altına alın, otomatik düşüncelerinizi ve derindeki kanılarınızı değiştirin, kendiniz kanıtlayın. Artık, oyun sırası sizde!..

Çoğumuz için çalışmak, bir işe sahip olmak ve bu etkinliği sürdürmek, özgürlüğümüzü ve varlığımızı korumak anlamına gelir. Para kazanmak, bağımsızlığımızı ve güvenliğimizi garanti altına alır. Bu, barınabilme, beslenebilme ve giyinebilmenin bir güvencesidir. Ama, aynı zamanda da, toplumsal yaşam katılmanın da başlıca koşuludur. Kazandığımız para, restorana, sinemaya, müzeye gitmemizi, dostlarımızı ağırlamamızı ve deniz kıyısında tatil yapabilmemizi sağlar. Ortak yaşam içindeki rolümüzü, çalışmamıza bağlı olan bu eğlence ve tüketim etkinliklerini belirler.

Bir hayırın etkili olması için, gerçek bir kararlılıkla desteklenmesi gerekir. Çürük temeller üstünde yükselen bir bina gibi, içte sağlam bir kanıya dayanmayan bir hayırın olumlu sonuçlara ulaşma şansı yoktur; ilk fırsatta çöküntü kaçınılmazdır.
“İstediğim takdirde inisiyatifin asıl üstlenebilirim?” En basit çözüm, uçup giden düşünceleri yazıya dökmektir. Bu yöntem, onları ciddiye almaya, incelemeye ve gerekçelerini araştırmaya zorlayarak alternatif çözümler bulmayı, kaygıları göreceleştirmeyi sağlar. Doğru sözcükleri ve sorunu masaya yatırmak için uygun anı bulmasını sağlayacak bu düşünce tarzını geliştirdikten sonra, onunla konuşmaması için hiçbir neden kalmaz.

Çocukluk ya da yeniyetmelik çağına bağlı bir zayıflığın izini taşıyanlar, hayır demekte ciddi sıkıntılar gösterirler. Reddedilme ve yalnız kalma riski, onları üzer; buna katlanamazlar. Bu zayıflık öylesine yer eder ki; tüm düşüncelere egemen olur ve günlük yaşamdaki her söze ve davranışa yansır.
Şiddetli bir anksiyete altında etkili bir hayırı dile getirmek çok zor, hatta imkansızdır. Kalp atışları hızlanır, beden ürperir ve insanın dengesi bozulur. Bu bunalım belirtileri, denmesi gerekli bir hayır üzerinde yoğunlaşmamızı engeller. Unutmayın: her olayda endişe ve kaygılarınıza yenik düşerseniz, kendinizi başkalarının insafına terk etmiş olursunuz.

Öncelikle başkalarının görüşlerine yersiz bir önem yüklemeye son vermelisiniz. Zaten onlar bildiği kişiler değildir ve üstelik bir daha karşılaşmayacaklardır. Başkalarının eleştirilerinden çekiniyorsanız, bakışlardan uzak bir yerde hayır demek insana daha kolay gelir. Ayrıca böyle davranarak, bu hayırın nedenlerini açıklamak için daha bol zaman bulursunuz.

Alain: Düşünmek hayır demektir. Dikkat edin, evet işareti uyuyan bir adamdır; tam tersine, uyanış başı devindirir ve hayır anlamına gelir.

Kim Böyle Bir Zekayla Övünebilir ki!

Bir gün komedi oyuncusu Lucien Guitry, sıkıcı birinden kurtulmak amacıyla, savaşmaktan bezip yapılan yemek davetini kabul eder ve adam kapıdan çıkar çıkmaz, sekreterine “Bana şu salak ihtiyara, perşembe günü yemeğe gitmeyeceğimi bildiren bir not yazmamı hatırlatın” diye bağırır. Aynadan, adamın daha gitmemiş olduğunu fark edince de, durumu kurtarmaya çabalayarak, kem küm etmeden şunları ekler: “Çünkü perşembe günü, bu beyle yemek yiyeceğim.”

Marie Haddou'nun "Hayır Demeyi Bilmek" adlı kitabından bir alıntı yaparak zekamızı nelere ve nasıl kullandığımız konusunda düşünmeye davet ediyorum sizi. Biliyorum çok "bilmiş" bir ifade oldu ama çevremizde bu örnekteki gibi insanların olduğunu düşünürsek, bir o kadar da yerinde bir hatırlatma oldu diye düşünüyorum. Haksız mıyım?

Tüvtürk Muayenesi Sabır İster

11 Nisan 2015 günü Salihli Tüvtürk Araç Muayene İstasyonu'nda teyzemin aracının muayenesi için saat 11:30'a iki hafta önceden randevu aldım. Randevu ekranında yazdığı gibi 11.15'te Tüvtürk istasyonunda yerimizi aldık. Muayene için 2 saat ayırmamız belirtilmişti ama 2 saat geçtiğinde daha muayene girecek araçların sırasına bile girememiştik.

Sözde personelin rahatsızlığı sebebiyle böyle bir gecikme olmuş ama yine de kurumsal bir organizasyona bu durum hiç yakışmıyor. Özellikle hafta sonu bir çok insanın bu şekilde bekletilmesi hiç hoş bir durum değil. Twitter üzerinden konuyu iletsem de bir geri dönüş alamadım. Umarım başka istasyonlarda da bu durum yaşanmaz.

2008 yılında muayeneler ilk kez TÜVTÜRK'e geçtiği gün, evet ay demiyorum ilk günü, de kendi aracımın muayenesi vardı ve hayatımın en berbat ve sinir bozucu günlerinden biriydi. Aradan 7 yıl geçti ama hala organizasyon kaletisinde bir gelişme sözkonusu değil. Bugün bile kredi kartı ile ödeme yapılamıyor olması (Konuya ilişkin kurumun websitesindeki açıklama: Tabi olduğumuz İmtiyaz Sözleşmesi kapsamında tahsilat yöntemi ayrıca tanımlanmamış olup, önceki dönemlerdeki gibi devam etmesinin öngörülmesi sebebiyle istasyonlarımızdaki tüm tahsilatlar nakit olarak gerçekleştirilmektedir.) ise kurumun ne derece kar maksimizasyonu güttüğünün bence en açık göstergesi.


2 Nisan 2015 Perşembe

Temettü ve Doğuş Oto (DOAS)

Bu sabah Gedik Yatırım'ın aylık bülteni elime ulaştı. Bültende temettülerle ilgili güzel bir yazı vardı. Temettü verimliliği yüksek hisseler bence uzun vadeli hisse senedi yatırımı yapan yatırımcılar için mükemmel bir fırsat. Bunu 2012 yılından beri ısrarla söylüyorum ve her yıl bahar aylarında bunun sefasını da yatırımlarımla orantılı bir şekilde sürüyorum.

Daha önceki işimde Opel'de çalıştığım için otomotiv sektörü ilgimi çekiyordu ve bu sektörde pazar lideri konumundaki Doğuş Oto'nun (DOAS'ın) hisselerini biriktirmeye başladım. Size de hissenin bugünkü performansını göstermek istiyorum.

Bugünkü yükselişin en önemli sebebi öğlen saatlerinde açıklanan temettü dağıtım tarihi. Duyuru KAP'a saat 13:08'de yapılmış, grafiğe bakarsanız o saatten sonraki yükselişi de takip edebilirsiniz.

Şirketimizin 27 Mart 2015 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul toplantısında ortaklarımıza ödenmesine karar verilen toplam 150.000.000,-TL tutarındaki nakit kar payının dağıtımına 9 Nisan 2015 Perşembe günü başlanılacaktır.

Tabii ki burada sizlere yatırım tavsiyesi niteliğinde bir bilgi paylaşmam sözkonusu olamaz. Ben sadece kendi yatırım stratejimi paylaşıyorum. Eğer temettü konusu sizin de ilginizi çekiyorsa konuya aşağıdan devam edebilirsiniz.

Uzun Vadeli Yatırım için Temettü…

Temettü Nedir?

Temettü, bir diğer adıyla kar payı bir şirketin bir yıllık faaliyet dönemi boyunca elde ettiği net dönem karı üzerinden (yasal karşılıklar çıkarıldıktan sonra) mevcut ortaların pay alma hakkıdır. Kar payı dağıtımı iki şekilde yapılabilir.

ü Nakit olarak ortaklara ödenen temettüler.

ü Bedelsiz Sermaye artırımına dahil edilerek karşılığında yeni senet dağıtılan temettüler.

 Şirketler yılsonu finansal tablolar ile birlikte genel kurul ve temettü miktarları şirketler tarafından açıklamakta ve genel olarak Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında temettü dağıtımını gerçekleştirmektedirler.

Temettü Verimliliği Nedir?

(Nakit Temettü Tutarı/ Piyasa Değeri)*100 formülü ile hesaplanır.

Şirketin her yıl düzenli olarak temettü vermelerinin yanında verdikleri temettünün verimliliği de yatırımcılar açısından göz önünde bulundurulmaktadır.

Temettü performansı hangi tip yatırımcılar için önemli?

Temettü verimi yüksek ve her yıl düzenli temettü veren şirketlere kısa vadede yatırım yapılması uygun değildir. Hatta dağıtılan temettünün hisse senedi fiyatından çıkarılması ve çıkarılan tutarın içinde %15 kar payı stopajının da bulunması nedeniyle, kısa vadeli yatırımcı açısından spekülatif getiriler dışında bir getirinin olmayacağını söyleyebiliriz.

Uzun vadeli yatırımcı açısından ise %10 temettü verimliliği olan bir şirkete yatırılan tutar 10 yıl içinde temettü olarak geri alınmaktadır. Bu nedenle yabancı yatırımcıların genel olarak temettü verimi yüksek hisselerde pozisyon aldıkları bilinmektedir. Yerli yatırımcılar ise daha çok kısa vadeli yatırım yaptıklarından temettü verimini gerektiği kadar önemsememektedir.

Türkiye Ekonomisi'ne Bakış

Tam da hükümetin yeni teşvik paketi yayınladığı bugün sevgili dostum Furkan Metin Tüzün facebook sayfasında mevcut ekonomik durumumuz hakkında güncel bir yazı yayımladı. Furkan, gerek aldığı eğitim, gerekse iş tecrübesiyle ekonomik analiz konusunda sağlam bir bilgi birikimine sahip. Özellikle vermiş olduğu rakamlar ve ulaştığı sonular çok çarpıcı. Hepimizin gidişatı sorgulaması için okuması gerekir diye düşünüp paylaşıyorum.

Türkiye Ekonomisi’ne İlişkin Furkan Metin Tüzün’ün Değerlendirmesi

Türkiye 2013 yılında IMF’ye olan tüm borcunu ödedi. Seçim meydanlarında ekonominin çok iyi gittiği, IMF’ye olan borcun kapandığı söylenip halktan alkış alınıyor. Peki gerçekten artık “BORÇSUZ” bir ülke miyiz? Ülke borçlanmasının tek kaynağı IMF değildir, Kamu Borçlanması (Devlet Tahvili İhracı, Bono ihracı), Özel Sektör Borçlanması, Hazine ve MB borçlanması diğer borçlanma yollarıdır.

2002 yılında tüm bu kaynakların toplamı (IMF’ye borç dahil) dış borcumuz 120 Milyar USD idi, 2015 yılında bu tutar 450 Milyar USD ye ulaşmış durumda, yani IMF ye borcumuz bitmesine rağmen 13 yılda dış borcumuz yaklaşık 4 katına çıkmış durumda.

Ayrıca, hükümetimiz son 10 yılda 125 büyük işletmeyi toplamda 53 milyar dolara satıp özelleştirdi (Tüpraş, Petkim, Telekom, Erdemir, Otoyol ve Köprüler, Seka, TKİ, Tekel, Sümerbank, ETİ Maden, Tügsaş, Tedaş, İzmir Limanı, Mersin Limanı, İskenderun Limanı, Ataköy Marina, Divhan Demir Madeni, Seydişehir Alüminyum, Oymapınar Barajı, vb). Özelleştirmeden gelen 53 Milyar USD’ye rağmen dış borcumuz yaklaşık 4 katına çıktı.

Aynı dönemde cari açıkta da ciddi sinyaller vermekteyiz. Cari açık 2002’de 7 Milyar USD iken 2015’te 65 Milyar USD’ye çıkmıştır. Yani, iç kaynaklarla üreten değil dış kaynaklarla tüketen bir topluma dönüştük.

Ülkemizde kişi başı yıllık gelir 11.000 USD. Başka bir deyişle ortalamada 4 kişilik bir eve yıllık 11 bin USD x 4 = 44 bin usd (114 bin TL), yani aylık net 9.500 TL giriyor. Toplam çalışanların yaklaşık %50’si asgari ücretle çalışıyor (asgari ücret aylık net 1.000 TL). Geri kalan nüfus o kadar çok kazanıyor ki ortalama hane başına gelir aylık 9.500 TL ye geliyor. Öncelikle çözülmesi gereken sorun bu gelir dağılımındaki dengesizliktir.

Son olarak, ülkemizdeki işsizlik oranı şu anda %11. Bu oran aktif iş arayanların sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle bulunuyor. Uzun süredir işsiz olduğu için iş aramaktan vazgeçenler de “işsiz” olarak hesaplamaya eklenirse bu oranın %25’lere geliyor. Yani, potansiyel iş gücündeki 4 kişiden 1’i işsiz (işi olanların da yaklaşık %50 asgari ücretli, yani açlık sınırının altında yaşıyor, geçim sıkıntısı çekiyor).

Tüm bu veriler ışığında “Ekonomide her şey yolunda gidiyor” diyenler lütfen oturup tekrar düşünsün.
, hükümetimiz son 10 yılda 125 büyük işletmeyi toplamda 53 milyar dolara satıp özelleştirdi (Tüpraş, Petkim, Telekom, Erdemir, Otoyol ve Köprüler, Seka, TKİ, Tekel, Sümerbank, ETİ Maden, Tügsaş, Tedaş, İzmir Limanı, Mersin Limanı, İskenderun Limanı, Ataköy Marina, Divhan Demir Madeni, Seydişehir Alüminyum, Oymapınar Barajı, vb). Özelleştirmeden gelen 53 Milyar USD ye rağmen dış borcumuz yaklaşık 4 katına ç
Ayrıca, hükümetimiz son 10 yılda 125 büyük işletmeyi toplamda 53 milyar dolara satıp özelleştirdi (Tüpraş, Petkim, Telekom, Erdemir, Otoyol ve Köprüler, Seka, TKİ, Tekel, Sümerbank, ETİ Maden, Tügsaş, Tedaş, İzmir Limanı, Mersin Limanı, İskenderun Limanı, Ataköy Marina, Divhan Demir Madeni, Seydişehir Alüminyum, Oymapınar Barajı, vb). Özelleştirmeden gelen 53 Milyar USD ye rağmen dış borcumuz yaklaşık 4 katına çıkt

Aynı dönemde cari açıkta da ciddi sinyaller vermekteyiz. Cari açık 2002 de 7 Milyar USD iken 2015 de 65 Milyar USD ye çıkmıştır. Yani, iç kaynaklarla üreten değil dış kaynaklarla tüketen bir topluma d

Ülkemizde kişi başı yıllık gelir 11.000 USD. Başka bir deyişle ortalamada 4 kişilik bir eve yıllık 11 bin usd x 4 = 44 bin usd (114 bin TL), yani aylık net 9.500 TL giriyor. Toplam çalışanların yaklaşık 50% si asgari ücretle çalışıyor (asgari ücret aylık net 1.000 TL). Geri kalan nüfus o kadar çok kazanıyor ki ortalama hane başına gelir aylık 9.500 TL ye geliyor. Öncelikle çözülmesi gereken sorun bu gelir dağılımındaki dengesizliktir.
Son olarak, ülkemizdeki işsizlik oranı şu anda 11%. Bu oran aktif iş arayanların sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle bulunuyor. Uzun süredir işsiz olduğu için iş aramaktan vazgeçenler de “işsiz” olarak hesaplamaya eklenirse bu oranın 25%’lere geliyor. Yani, potansiyel iş gücündeki 4 kişiden 1’i işsiz (işi olanların da yaklaşık 50% asgari ücretli, yani açlık sınırının altında yaşıyor, geçim sıkıntısı çekiyor).

Tüm bu veriler ışığında “Ekonomide her şey yolunda gidiyor” diyenler lütfen oturup tekrar düşünsün…

1 Nisan 2015 Çarşamba

Sağlıklı Beslenmenin İnceliklerini Öğrendik

Philsa Philip Morris Kişisel Gelişim Kulübü Karma olarak 28 Mart 2015 günü Double Tree by Hilton’da eski çalışanlarımızdan Esra Başaçık’ın eğitmenliğinde “sağlıklı beslenme” konulu bizlere özel eğitime katıldık. Başkanımız Aşan, adeta bir “scout” gibi işini yine çok iyi yapmış ve bizlere bilgi birikiminden gerçekten faydalanabileceğimiz bir eğitmen bulmuş. Bunu eğitimin başlarında Esra Hanım’ın 45 yaşında olduğunu duyduğumda anladım. Kendisine o kadar iyi bakmış ki, “yaşını hiç göstermiyor” deniyor ya, işte bu ifadenin geçerli olduğu kişilerden biri olarak eğitmenimizi karşımızda bulduk. Hal böyle olunca her dediğini dikkatle dinleyip, kendimize ve çevremize her zaman faydalanabileceğimiz notlar alıp ders çıkarmaya çalıştık.

Esra Başacık eğitim boyunca hepimizin anlayabileceği bir dil kullanarak bizlere hem genel hem de yeri geldiğinde detay bilgiler verdi. Şeker, nişasta ve lifin karbonhidrat olduğunu, yediğimiz karbonhidratların kanda glükoza dönüştüğünü, glükozun karbon yapısının kanda şeker haline dönüştüğünü anlattı. Karbonhidratların basit ve kompleks diye ikiye ayrıldığını ve basit karbonhidratın (tüm şekerler) hemen kana karıştığını, bu sebeple fenalaşan birine hemen şeker verildiğini hatırlattı. Kompleks karbonhidratların sebze gibi lifli besinler olduğunu ve bunların sindirimi için vücudun enerji harcadığını ve güç bir işlemin sözkonusu olduğunu belirtti.

Enzimlerin sindirim için kimyasal reaksiyonu başlatıcı ve devam ettirici özelliği olduğuna değinen Başacık, besinlerin 1 ila 4 saat arasında sindirildiğini söyledi. Sindirim konusunu işlerken ince bağırsakta 1 dakikada besinin 1 cm, kalın bağırsakta ise 1 saatte 5 cm ilerlediğini de öğrenmiş olduk.

Yediğimiz besinlerin kan yoluyla hücrelere ulaştığını ve hücreye bu şekilde enerji verdiğini anlatan eğitmenimiz, bu enerjinin kullanılmaması durumunda glükozun kanda kaldığını ifade etti.

Glükozun hücreye girebilmesi için insüline ihtiyacı olduğunu öğrendiğimiz eğitimde kanda glükoz düştüğünde pankreasın insülin salgıladığını da Esra Hanım’ın anlatımıyla gayet güzel şekilde öğrendik. Kandaki şeker yükseldiğinde pankreasın müthiş şekilde çalışarak insülin ürettiğini görsellerle de pekiştirdik.

Kandaki şekerin enerji olarak kullanılması gerektiğini öğrendiğimiz eğitimde, vücudun bu şekeri enerji ile atamadığı durumlarda idrar ile atmak istediğini, bu yüzden şeker hastalarının su içip tuvalete gittiğini sebep sonuç ilişkisiyle aklımızın bir köşesine yazdık. Bu esnada Esra Hanım bir dipnot vererek sağlıklı bir bireyde açlık kan şekerinin 80-95 arası olması gerektiğini de belirtti.

İkinci enerji kaynağının yediğimiz yağlar olduğunu belirten eğitmenimiz, karaciğerin stoklardaki yağı kullanarak kan dolaşımına yağ pompaladığını söyledi. Karaciğerin çok çalışırsa keton ürettiğini, kandaki ketonun hücrelere girerek dokuları bozucu etki yaptığını anlattı.

Peki bu zararlı keton (bozucu etki gösteren asit) ne zaman oluşur? Karaciğeri yoran durumlarda yani karaciğerin yoğun kullanıldığı durumlarda keton oluşur. Daha açık bir ifadeyle; alkol aldığımızda ve yağlı yediğimizde vücudumuzda keton oluşması için uygun ortamı hazırlamış oluruz.

Yağdan bahsetmişken; yağın sindiriminde ince bağırsağa kadar değişim olmadığını, yani midenin içindeki asidin bile yağı bozamadığını da eğitimde öğrendik. Peki yağı eritebilen hiçbir şey yok mu? Yağı eritebilen tek bir şey var; o da safra kesesinden salgılanan safra tuzları. Yağın kandaki haline trigliserid denir. Esra Hanım bizlere yaptığı uyarıda, eğer kandaki trigliserid yüksekse korkmamız gerektiğini çünkü kanda birleşme eğiliminde olan yağın dolaşımı bozduğunu belirtti.

Şahsen yumurtanın sarısı mı beyazı mı yenmeli konusunda sıklıkla kafası karışan biri olarak bu ikilemi de eğitimde sonlandırmış oldum. Esra Hanım, yumurtada doymuş yağın sarısında olduğunu ve bu sebeple sarısını çok yemememiz gerektiğini söyledi.

Karbonhidrat ve yağlar hakkında detaylı bilgiye eriştikten sonra proteinlere geçtik. Proteinin kimyasal sindirimine midedeki enzimlerle başlandığını öğrendik. Protein hücre için yapıtaşıdır ve dokular için onarıcıdır. Protein sindirilince aminoaside dönüşür.

Protein denince akla tabii ki kaslar geliyor. Kasın büyümesi için önce hasar vermek gerektiğini anlatan eğitmenimiz, yapıcı nitelikteki proteinin onarıcı fonksiyonu, doğru beslenme ve dinlenme ile buluşunca kas dokusunun geliştiğini ifade etti. Bu noktada güzel de bir hatırlatma da bulundu: Çabuk elde edilen her şey çabuk kaybedilir.

Kışın boğazları sık sık şişen benim gibi kişiler için de çok faydalı bir ipucu geldi; bu gibi durumlarda sütü yoğum yulafı az şekilde pişirip yerseniz mutlaka boğazlarınıza iyi gelirmiş. Önümüzdeki kış deneyip göreceğiz.

Sözkonusu olan beslenme ve egzersiz olunca sudan bahsetmemek olmazdı. Esra Başaçık, erişkin bir bireyin kilo başına 30/40 ml su tüketmesi gerektiğini ifade etti. Susuz egzersizin faydasız olacağını, kas için mutlaka su tüketmek gerektiğinin altını çizdi.

Gelelim çok merak ettiğimiz kilo verdiren egzersizlere… Koşmak, yüzmek ve ip atlamanın kilo verdiren egzersizlerin başında geldiğini belirten Başaçık, pilatesin ise omurgaya en yakın kasları çalıştırdığını, bu yüzden vücudu sıkılaştırdığını anlattı.

Son bölümünde ise vitaminlerden bahsettiğimiz eğitimimizde, A, D, E ve K vitaminlerinin yağda çözülen nitelikte olduğunu öğrendik. Vitaminler konusunda notlarımın biraz zayıf olduğunu farkettim. Bunun tek sebebi konuyu işlediğimiz anlarda Double Tree by Hilton tarafından sunulan cezbedici ikramlara dayanamayıp tadım yapmış olmam. Beslenme eğitimi ile bir tezat oluştursa da öğlen yemeğinde yediğimiz sağlıklı salatanın üstüne gayet güzel gitti.

Son olarak sizlere Esra Hanım ile kayınvalidesi arasında geçen bir hatıradan bahsetmek istiyorum. Esra Hanım kayınvalidesini davet ettiği bir yemekte olabildiğince sağlıklı içerikle, dolayısıyla orijinalini birazcık bozarak, dolma yemeği hazırlamış. Kayınvalidesine nasıl bulduğunu sorduğunda ise aldığı cevap “Dolma niyetine yemezsen çok güzel.” olmuş. Sözün özü, beslenmemizdeki geleneksel algıları biraz değiştirmemiz ve sağlıklı beslenme uğruna değişim sürecine merhaba dememiz gerekiyor.

Bonus Card Yıllık Üyelik Aidatı - Mücadeleye Devam

Daha önce Garanti Bankası Bonus Card yıllık üyelik aidatı için Türkiye Bankalar Birliği'ne başvurduğumu ve olumsuz sonuç aldığımı yazmıştım. Şıracının şahidi bozacı olunca malesef objektif bir yaklaşım beklemek çok iyimser oluyor. Hal böyle olunca ben de konuyu kapatmamayı ve ilk izin günümde yine eski yönteme başvurup Kaymakamlık'tan Tüketici Sprunları Hakem Heyeti'ne başvurmayı kafaya koydum. Düz izinli olduğum için bu konuda aksiyon alma vaktiydi.

Bankanın şikayet hattına yazmış olduğum talebe istinaden aldığım olumsuz yazı ve ilgili döneme ait ekstre ile Karşıyaka Kaymakamlığı'na gittim. Aslında gitmeden önce bir çok kez telefon açıp belgeleri teyit ettirmek istedim ancak internette yayınlanan numaradan kendilerine ulaşmak imkansız. Gidince bunun sebebini anladım, gerçekten çok ama çok fazla başvuru var. Ciddi bir kalabalık başvuru için sıra beklerken nüfus cüzdanı fotokopisinin eksik olması sebebiyle çayocağına indiğimde tam fotokopi çektirirken elektrikler gitti. Sabırla bir yarım saat bekledim ama nafile... Ne belediyede ne de etraftaki dükkanlarda elektrik yoktu, bunun üzerine yukarıya çıktığımda bsivuruların da bilgisayar çalışmadığı için alınamadığını duydum, gördüm diyemiyorum çünkü memurlar kapı kapalı çalışmayı tercih ediyorlar. 

Pes etmedim ama mücadeleye ara verdim ve çarşıda ailemle buluşup diğer yapılacakları hallettikten sonra saat 3'te tekrar başvuru için ringe çıktım.

Ring abartılı bir benzetme olmaz çünkü memurlar saat 4'e kadar hizmet veriyorlar ve sırada başvuru için bekleyen vatandaşlara herhangi bir sıra numarası verilmiyor. Hal böyle olunca bazı "uyanık" vatandaşlarımız da başka birşey sormak vasıtasıyla araya girme hevesinde oluyor. Bazılarımız sırada ama dilekçeyi doldurmaktan aciz, bazılarımızda eş dostla sıra bekleyebilir pozisyonda olunca ciddi bir curcuna yaşanıyor. Heyecanlı hatta biraz da "ya yetişmezse" kaygılı bekleyişin sonunda 15:53 itibarıyla görevli memura dosyamı verip numaramı alarak başvuru gerçekleştirdim.

Şimdi sabırla hakkın yerini bulması için bekleme zamanı. Gelişmelerle birlikte olacağız...

Google adsense

Analytics