22 – 26 Temmuz tarihleri arasında çalıştığım
şirketin gezi kulübü ile birlikte Karadeniz turuna çıktım. Aslında yaz
tatillerini otel, plaj, deniz, havuz, güneş ve her şey dahil konseptiyle
geçirmeyi sevsem de eşimin görmeyi çok istediğini bildiğim Karadeniz turunu
görünce “haydi bu sene de böyle olsun” diyip Bahar aylarında tur programına
dahil olduk. Oğlumuzu anneannesine bırakıp eşimle İzmir’in iyice sıcak olduğu
Temmuz’un son günlerinde kendimizi Karadeniz’in yeşilliğine attık. Havanın güzel olması ve gezimizin çok fazla trekking içermemesi sebebiyle hem dinlenip hem de gezerek tatil yapma fırsatı bulduk. Organizasyon için gezi kulübü başkanımız Yahya Erdem'e ve turda bize harika rehberlik yapan bilgi küpü rehberimiz Mehmet Çakır'a da emeklerinden ötürü teşekkürler.
Academic Tour’un düzenlediği tur 22 Temmuz Çarşamba
sabahı saat 5:30’da İzmir Adnan Menderes Havaalanı’nda buluşarak başladı. Yeri
gelmişken bir dipnot olarak belirteyim; havaalanına ulaşımı kendi aracımızla
sağladık, otopark konusunu ise havaalanının karşısındaki İzmir Jetpark’tan
faydalanarak çözdük. Hem vale, hem de havaalanına ücretsiz transfer fırsatı
sunuyorlar ve fiyatları havaalanına göre çok uygun, tavsiye ederim.
Sabah 6:30 da kalkan uçağımız ile 8:00’de Samsun’a
vardık. Bavullarımızı alıp oturma planımıza göre 35 kişilik dolmuşumuza binip
Samsun Divan Pastanesi’ne gidip kahvaltılarımızı aldığımızda bünyelerimiz artık
tatilde olduğumuzu idrak etmişti.
Samsun'da çekilen bu fotoğraf gezinin ilk fotoğrafı olması niteliğini taşıyor. |
Milli mücadelenin başlatıldığı şehir Samsun’da, Avusturyalı heykeltıraş Krippel’in
dünyaca ünlü Atatürk Heykeli’ni ve Atatürk’ün Samsun’a çıktığı Bandırma Vapuru’nu
gezdik. Karadeniz’in Paris’i olarak adlandırılan Samsun’a veda edip, Ünye’yi
takiben, Hekimoğlu’nun vatanı Fatsa üzerinden, Ordu’ya vardık. Ordu’yu doyasıya
seyredebilmek için, adına türkülerin yazıldığı Boztepe’ye teleferik ile çıktık.
Uzun zamandır teleferiğe binmemiş olan bana teleferik güzel bir adrenalin aracı
gibi geldi ama aynısı eşim için geçerli olmadı sanki J Bir
tarafında Ordu manzarası, bir tarafında uçsuz bucaksız Karadeniz manzarasını
gözlediğimiz Boztepe’de pidelerimizi yedik. Daha sonra, sahil yolundan, mavi ve
yeşilin muhteşem tonları eşliğinde, Giresun Adası’nı (Aretias) denizden gözlemledik.
Giresun’u takiben, Akçaabata ulaştık. Bizi bekleyen minibüslerle, geniş ladin
ormanları ve geleneksel yayla evleriyle bezenmiş, yeşilin her çeşidini görebileceğimiz,
Kayabaşı Yaylası’na hareket ettik. Doyumsuz manzaralar eşliğinde, Hırsala, Büyükoba,
İskobel Yaylaları’nı görerek, ahşap bungalov evlerden oluşan, Kayabaşı Yayla Kent
evlerine yerleştik. Akşam yemeği sonrasında izlediğimiz yöresel dans gösterisi
ve dışarıdaki Ateş Partisi ile Kayabaşı
Yayla Kent bence 4 gecelik konaklamamız sürecinde en keyifli tesisti.
Boztepe'de teleferikte çekilen bu fotoğrafı gördükçe sevgili eşim Nilgün'ün yüzü aklıma geliyor. Teleferiği çoook sevdi (!) |
Bence kaldığımız tesisler arasında en dinlendirici ve huzur veren tesis Kayabaşı Yayla Kent Evleri idi. |
İkinci gün yaylada aldığımız yöresel kahvaltı sonrasında, Doğu Karadeniz’in
Divası ve Manastırlar kenti, Trabzon’a geçtik. Soğuksu Semtinde, Atatürk’ün
Trabzon’a geldiğinde konakladığı ve sonrasında müze haline getirilerek,
eşyalarının sergilendiği Atatürk Köşkü’nü gezdik. Ayrıca burada, Trabzon`a özgü
gümüş ve telkari sanatı hakkında bilgi alıp, alışverişler yaptık, koleksiyonuma
yeni bir tespih katmış oldum. Sonrasında, yönümüzü Maçka Altındere Vadisi’ne
doğru çevirdik. M.S 385 yılında kayalar oyularak yapılan, görenleri hayretler içinde
bırakan, eşsiz güzellikteki Sümela Manastırı’nı gezdik. Rehberimizden bilgi
alırken diğer ziyaretçiler de bizleri çevreleyerek adeta bir “beleş tepe”
ambiansı yaratırken manastır turumuzu tamamladık. Sosyal tesislerde yediğimiz
“doyurucu (!)” alabalık ve kuymaktan sonra Sürmene’ye hareket ettik. Güzergahımız
üzerinde, İki Çay Fabrikası’nda dalından koparılan çayın geçirdiği evreleri görüp,
yetkililerden bilgi aldık ve bizlere ikram edilen çaylarımızı yudumladıktan
sonra Of üzerinden, Uzungöl Yayla’sına doğru yol aldık. Çaykara yolundan, Çatma
mevkiide bulutlarla birlikte ilerlerken, doğa içerisinde bulunan Ay Meydanı Mountain
Resort Dağ Otel’i bizi karşıladı. Bir tepe üzerinde, yeni açılmış bu yayla
otelimizin manzarası bulutlar ve sisti desem yalan olmaz. Akşam otelde müzik
yapanlar, dans edenler olsa da biz dışarıda sohbet ortamında vakit geçirmeyi
tercih ettik ve erken yatııp ertesi güne enerji topladık.
Uzungöl Yaylası için fazla söze gerek yok, bu manzara herşeyi ifade ediyor. |
Üçüncü günün sabahında Karadeniz dağlarında uyanmanın zindeliği ile yöresel
bir kahvaltı yaparak güne başladık. Sonrasında, Uzungöl Yaylası’nı gezmeye başladık.
Muhteşem orman örtüsü ile Alplerin güzelliğini geride bırakan Uzungöl’de yürüyüşlerimizi
yapıp efsanevi fotoğraflar çektik. Çok prim yapacak olan bu fotoğrafların uzun
süre ekmeğini yeriz J Sevdaluk
dizisinin çekildiği bölgeye ziyaret ettikten sonra yönümüzü, yağmur şehir Rize’ye
çevirdik. Şirin Rize’yi panoramik gördükten sonra, Çayeli’nde mola verdik.
Ardından, Ayder Yaylası’na hareket ettik.
Dünyanın korumada öncelikli 200 ekolojik bölgesinden biri olan Fırtına Vadisi
eşliğinde ilerleyerek, Rus tipi konakları ile ünlü Çamlıhemşin’e geldik.
Buradan, çevresini saran çam ormanları, şelaleleri, yöresel mimarideki evleri, çiçekleri,
şifalı kaplıcaları, Kaçkarları ile bir tabiat harikası olan ün salan Ayder Yaylası’na
vardık. Maalesef hem çevrenin betonarme otellerle dolması, hem de otele
vardığımızda suların kesik olması sebebiyle açıkçası Ayder ben de, hatta biz de
dememde abartı olmaz, hayal kırıklığı yarattı. Akşam yemeği sonrasında çevrede kısa bir
yürüyüş yaptıktan sonra konaklamamızı yayla tesisimizde yaptık.
Sevdaluk dizisinin çekildiği evi de görme fırsatımız oldu. |
Batum'da Poseidon Heykeli'nin önünde... |
Dördüncü güne oldukça erken başladık çünkü Batum’a girerken sınırda çok
sıra beklememek için erkenden sınır kapısında olmamız gerektiği rehberimiz
tarafından bizelere iletilmişti. Yayla tesisimizde aldığımız kahvaltının
ardından, Pazar-Fındıklı-Arhavi-Hopa üzerinden, Türkiye-Gürcistan sınırımızı oluşturan,
Sarp sınır kapısında, pasaporta ihtiyaç olmadan, sadece kimliklerimizle, Gürcistan-Batum’a
geçtik. Kuyruk erken gitmemize rağmen oldukça mücadeleciydi, neyseki sıkıntısız
atlattık. Karadeniz sahili boyunca ilerleyerek, güzel deniz manzaraları
eşliğinde, Batum’u gözlemledik. Zengin Gürcü kültürünü tanımak üzere turumuza
başladık. Önce, evli çiftlere şans getirdiğine inanılan Saint Andrew Heykeli’ni,
Çoruh Nehri’ni, Gonio Köprüsü’nü, Roma döneminden kalma Gonio Apsaros Kalesi’ni,
gördük. Farklı mimarileri ile dikkat çeken Ters Bina, Adalet Binası ve Katedral’de
fotoğraf çekimi yaptık. Gördüğümüz yerler arasında; Taçsız Kral olarak anılan
Şair İlya Çavçavadze’nin heykeli, tiyatro binası, Poseidon Heykeli, Piazza Kulesi,
Hükümet Binası, ve Medea heykeli gibi görkemli yapıtlar mevcuttu. Batum Sahil Parkı’nda
verdiğimiz molada son derece sıcak kanlı (!) bir garson bizi ağırladı. Batum
turumuzu tamamladıktan sonra, sınır kapımıza geri döndük. Borçka güzergahından,
uçsuz bucaksız yeşillikleri takiben, Macahel Geçidi’ne (1850 metre) geldik.
Burada bulutların üzerinde hatıra fotoğrafı çektirip yolumuza devam ettik.
Rengarenk kır çiçekleri, sarmaşıklar, köknar, ladin, gürgen, kayın, kestane, çam
ağaçları ve bulutlarında bize katıldığı bir yolculukla, Gürcistan sınırındaki
Macahel Vadisi’ne ulaştık. Hani zaman zaman “rüya gibiydi’’ deriz ya, işte öyle
bir yer Macahel... 2005 yılında Unesco Bildirgesi ile Türkiye’de ilk ve tek biyosfer
rezerv alanı olarak ilan edilmiş ve koruma altına alınmış bu bölge, Türkiye’nin
en önemli doğal alanlarından biri... Ardından, Tema Konuk Evi’ne geldik. Bol
virajlı yolculuk sonrası oldukça bitkin hale geldiğimiz için eşimle beraber TV’siz
odamızda dinlenmeyi tercih ettik. Akşam yemeği ve konaklamamızı yaptığımız Tema
Konuk Evi’nde oldukça keyifli ve huzurlu vakit geçirdik.
Karagöl'de olup da ruhunu dinlendirmemek mümkün değildi, keşke burada daha fazla kalabilseydik... |
Beşinci yani son günümüzde sabahtan Macahel Vadisi’nin ünlü Camili Merkez Camisi’ni
gezdik.. 1855 yılında tamamı ahşaptan yapılmış iç süslemesi ise kökboyaları ile
bezenmiş olan ahşap cami insana “huzur islamda” dedirten cinstendi. Doğal ürünlerden
kahvaltımızı yaptıktan sonra, Karagöl’ü keşfe gittik. Karagöl ayrımında bizi
bekleyen minibüslerle, dev ladin ağaçları ve minik şelalelerin güzel görüntülerini
gözlemliyerek, Karagöl Yaylası’na ulaştık. Etrafındaki orman örtüsü ve büyüleyici
renkleriyle etkileyici bir yer olan, Karagöl’de adeta mest olduk. Ağaçların
rengarenk görüntüsünün göle yansıyan uyumunu hayranlıkla izledikten sonra,
fotoğraflarımızla bu manzaraları ölümsüzleştirdik. Göl ve ormanı kullanarak
çektiğimiz şahane fotoğraflar şimdiden pek çoğumuzun sosyal medya hesaplarını
süsledi bile. Tekrar aracımıza binerek uçsuz bucaksız yeşillikleri takiben,
rotamızı Artvin’e çevirdik. Borçka Baraj Gölü’nün güzel manzarası eşliğinde, kartal
yuvasını andıran Artvin’e ulaştık. M.Ö 4. yy.’da kurulan Artvin’de, Seyir
Terası’ndan, Çoruh Nehri’ni Livane Kalesi’ni (Artvin Kalesi) ve Atatepede
Kahvecioğlu Vakfı’nca yaptırılan 22 metre yüksekliğindeki Türkiye’nin en büyük
Atatürk Heykeli’ni panoramik olarak görüp fotoğraflarımıza ekliyoruz. Ardından,
Arhavi’ye hareket ediyoruz. Sonrasında yemyeşil ormanların arasından tekrar
geri dönerek, rotamızı Rize’ye çevirdik. Yöresel Rize bezi alışveri için mola
verdikten sonra, son durağımız olan Tranzon’a hareket ediyoruz. Trabzo merkezde
verilen serbest zamanımızda aile dostlarımızı ziyaret ederek Trabzon’a
yukarıdan bakma fırsatı bulduk. Akşam belirtilen saatte tüm gezi ekibi buluşarak
Trabzon Havalimanı’na geldik. Sunexpress 22:35 uçağının azıcık rötarlı gelmesi
ve İzmir’de birazcık bavullarımızı beklememiz sebebiyle yaklaşık 2 sularında
İzmir Adnan Menderes Havaalanı’na ulaşarak bu keyifli gezimizi sonlandırdık.
Peki neden bu yazının başlığı “Sıkıntı Yok” diyecek olursanız, onu da
belirtmeden olmaz tabii… Karadeniz insanının ağzına yapışmış bir ifade var; o
da “Sıkıntı Yok”. Farklı bölgelerde ve farklı yaşlarda gezi boyunca pek çok
insanla iletişim kurduk ve hepsinin gündelik kullanımda adeta bir bağlaç olarak
“sıkıntı yok” ifadesini kullandığını gözlemledik. Pozitif olmak gayet hoş,
takdir ediyorum Karadeniz insanını. Bence ağızlarına da çok yakışıyor…