“Her şeyin başı sağlık” diyen atalarımız ne de güzel söylemiş. Ancak biz ya da sevdiklerimiz sağlık problemleri ile karşılaştığımızda bu sözü hatırlayıp sağlığımızın değerini anlayıp şükrediyoruz ya da sağlığımıza kavuşabilmek için duacı oluyoruz.
Girişten de anlayabileceğiniz üzere, sağlık konusunda dertlenmiş bir dönemdeyim. Geçtiğimiz haftalarda anneannem düştü, kalçası kırıldı ve eş zamanlı olarak Alzheimer başladı. İzmir’den İstanbul’a taşınırken kafamdaki en büyük çekince olan, ailemin bana ihtiyacı olduğunda onların yanında olamama korkusu bir anda gerçek oldu. Hemen bir imkan yaratıp anneannemin yanına gittiğimde hep “yaşına göre çok iyi maşallah” dediğimiz 95’lik Adviye Hanım bu kez eski halini mumla aratır gibiydi. Hem yatıyor, hem de maalesef bizimle sağlıklı bir iletişim kuramıyordu. İlk karşılaşma anı bizi çok üzmüştü ama onunla vakit geçirdikçe bu üzüntü yerini “bu durum ne kadar böyle sürecek” endişesine bırakmıştı. Alışık olmadığımız bu hali belki uzmanlar bir kere daha gözden geçirirse değişir diye düşünerek ambulans çağırıp dördüncü kattan sedyede merdivenle ambulansa taşıyıp acile götürmemizle de değişmedi. Yapılan testlerin sonucu için aldığımız “yaşına göre normal” cevabı “teyze artık bir yola girmiş” yorumu ile ertesi sabah yine ambulans ile eve döndük. Onu izledikçe, dinledikçe aklımda hep “yaşlandığımda bu halde olursam bana kim bakar?” sorusu ile “bu hallere düşmeden dünyaya veda etmek en güzeli” düşüncesi birbiriyle raks etti.
Bir yandan da hayat devam etti. Anneannem yatarken ben aynı
evin bir başka odasında yine gündelik fani sorunlarımla uğraşmaya, çalışmaya, kazandığım
parayı hak etmeye devam ettim. Öte yandan, bir ömrünü anneannem ile yaşamış
olan teyzemin onun için çabalamasını görmek, her zamankinden daha fazla
kendinden feragat ederek anneannemin rahat etmesi için koşturması “peki ya onunla
kim ilgilenecek, o ne zaman dinlenecek?” diye bir de onun için endişelenmeme
sebep oldu. Bu arada bizim evdeki “misafir” durumumuz da devam ediyordu, hal
böyle olunca biraz da durumu uzaktan izleyelim diye önce İzmir’e, sonra Bursa’ya
sonra da İstanbul’a yavaş yavaş gidip uzaklaştık.
Hatta bu uzaklaşma sürecinde, İstanbul’da özlemini
çektiğimiz Karşıyaka, Seferihisar, Urla gibi yerleri de ziyaret ettik ama
keyfimiz, neşemiz pek yoktu. Anneannemin hastalığı, onunla ilgilenen annemin ve
teyzemin yorgunluğunu ve üzüntüsünü bilmek gezerken keyif almaktan ziyade bir
nevi suçluluk hissi yaşamamıza sebep oluyordu. Güzel manzaraların fotoğrafını
bile çekmek adeta “yanlış” yapmak gibi geliyordu ve yapmıyor, yapamıyorduk.
Şimdi daha uzakta, daha sakin bir sabahta bu düşünceleri
hissederken sabah teyzemi arayıp “gece nasıl geçti?” diye sormak için uygun
vakte geldi. Ne kadar dikkate alırsınız bilemiyorum ama hayata bir kez
geliyoruz ve hayatın her günü, her dönemi aynı seviyede yaşanılabilir olmuyor.
İşte bu sebeple, yaşayabildiğiniz anların değerini bilip, sevdiklerinizle
tadını çıkarın.
Kalın sağlıcakla,
Volkan