Çok uzun ara verince ne kadar özlesen de dönmek zor oluyormuş yazmaya. Ne zamandır hep aklımda biriken bir şeyleri yavaş yavaş yazıya dökmek ama olmadı bir türlü… Bitmek bilmeyen uzun mesailer sonrası kaçamak anlarında yeniden bilgisayar karşısına geçmek istemedi gönlüm. İçimdekileri kalem alıp bir kağıda dökmeye de alışmamışım, eciş bücüş yazımı sonra bilgisayara aktarmak için ayrıca efor sarf etmek gözümde büyüyecekti, hal böyle olunca hep erteledim ama bu akşam artık o moda geçince affetmedim.
Bu sabah çok uzun bir aradan sonra gazete aldım. Okunacak gazete olmadı için uzun zamandır gazete almamıştım, bir süredir Serdar Kuzuloğlu’nun yazdığı haftalık Oksijen gazetesini merak ediyordum. Covid muhabbeti sebebiyle evde geçireceğimi bildiğim bu Cumartesi sabahında bir Oksijen alıp, Türk kahvesi eşliğinde okumaya başladım. Öyle hoşuma giden yazılar oldu ki, öğlen ajandamı ve kalemimi alıp sabah okuduklarımın üzerinden bir kez daha geçip kendime bazı notlar aldım. Şimdi not aldım deyince sanki yukarıdaki eciş bücüş yazımla çeliştiğim anlamı çıkmasın. Aksine o ifadeyi pekiştirir çünkü yazdıklarımı daha yeni tamamlarken bile okumakta zorlandım, bazı kelimeler henüz aklımdayken üzerlerinden kalemle bir kez daha geçtim, iyice okuması zor hale geldi ve bir kez daha neden kendim için kağıda yazmak yerine blog’a yazmanın daha kolay olduğunu anladım.
Odamın camına yağmur çarparken, arka fonda konsantrasyon
artırıcı (evet youtube’da bu şekilde aratabilirsiniz) müzik eşlik ediyor ve ben
gazeteden yazdıklarımı dijital ortama aktarıyorum.
Öncelikle Mario Levi’nin köşesinden radarıma takılanlarla başlayayım. İlki “Bir yetenek arıyorsanız tutkuda arayın”. Bu sözü ilk “Bir yetenek arıyorsanız tutku da arayın” şeklinde yazmışım ama sonra köşe yazısını kontrol ettiğimde “dahi” anlamında ayrı “da” kullanılmadığını, birleşik yazıldığını fark ettim. Bu söz kesinlikle çok iyi bir tespit içeriyor. Hem iş hayatımda hem de ilgi alanlarımda takip ettiğim başarılı kişilerin yaptıkları işe tutkuyla bağlandıklarını pek çok kez gördüm. İlgiyi, merakı tutkusu haline getirenler bir şekilde bunu işe de çevirdiyse önlerinde kimse duramıyor ve kesinlikle fark yaratıyorlar.
Mario Levi’nin köşesinde dikkatimi çeken basit ve net bir
cümle daha oldu: “Herkes ancak bildiğini anlatabilir”. Tartışılmayacak kadar
net bir konu bu. A’dan Z’ye bilmediğiniz konuyu anlatmaya kalkabilirsiniz, o
konuda konuşabilirsiniz ama ifade ettikleriniz karşınızdakine bir yere kadar
ulaşır. Kendimden örnek verecek olursam, youtube kanalımdaki en güvendiğim içerikler
tüketici hakları ile ilgili konulara girdiğim videolar. Çünkü konuyu biliyorum,
yıllarca tecrübe etmişim ve artık birilerine de bu konuda faydalı olmak için
bir üst paragrafta gündeme gelen tutkuya da sahibim. Hal böyle olunca anlatırken
güven de geliyor ve içerik diğerlerinin önüne çıkıyor.
Mario Levi’den son alıntım ise belki de benim bu gece bu
satırları yazmamı sağlayan motivasyon kaynağım: “İnanarak yazmanın yaralarımızı
sarmayı kolaylaştırabileceğini söylemekle yetinirim”. Hiç iyi gelmez mi
yazmasını sevene yazmak, içindeki dökmek. İnsanlara güvenmenin iyice zor olduğu
şu ortamda kendisiyle başbaşa kalıp içindekileri akıtmak…
Alıntılarla devam ederken bu kez Aslı Peker’in köşesinden
devam edelim. O da George Eliot’tan bir alıntı paylaşmış: “İnsan her yeni
kişiyle yeni bir hayata başlayabilir.” Bu sözün üzerine 18 yıllık evliliğini
bitirdikten sonra hayatına yeni birinin girmesi durumunda yeni de bir hayata başlayabileceğinden
bahsetmiş. Bense bu konuyu beyaz yakalı bakış açısıyla değerlendirip toxic bir
yönetici sonrası yeni bir yönetici ile çalışmanın insana yaşattığı o yeniden
doğuşunu, yeni başlangıcın kişiye ne kadar yüksek enerji depolayacağını
düşündüm. Haksız mıyım?
Aslı Peker’in köşesinde kitap önerileri de vardı,
bunlardan bir tanesi hikayesiyle özellikle ilgimi çekti, goodreads’te de okumak
istediklerim listeme aldım ama burada da dursun: Siddhartha Buddha ve Hayatı / Edward
Schure
Gazetede sütün ve süt ürünlerinin aslında bize
öğretildiği kadar faydalı bir gıda olmadığına yönelik iki doktorla yapılmış uzun
bir söyleşi de vardı. Bu yazıyı okurken doğruluğuna o kadar inandığımız şeylerin
de bir gün challenge edilip aslında inandığımız doğruların yıkılabileceğini düşündüm.
Tıpkı dostluğuna inandığımız ama şu an hayatımızda olmayan o eski dostlar gibi…
Neyse, bu söyleşiden de aldığım sağlık temalı bir cümle vardı: “Yediğin şey ne
yiyorsa osun”. Bence adam haklı, dağılabiliriz. Bir sonraki içimi dökme
seansına kadar, kendimize iyi bakalım.