Adamım Berki, eline hatta Excel’ine sağlık…
Sen raporu yazarsan, paylaşmak da bana kalır. Şimdi izleyip görme zamanı!
IS Investment - Company Report: PRKME_Initiation_Coverage
Breathless growth to continue
We are initiating our coverage for Park Elektrik with OUTPERFORM recommendation and target price of TL8.32/share, implying a rewarding 84% upside potential from current levels. We base our optimistic stance for the stock on capacity expansions at copper and asphaltite businesses which will boost production volumes, increasing penetration in growing energy sector, buoyant outlook for copper prices and bargain multiples compared to international peers. At current levels the stock trades at 4.6x 2012E EV/EBITDA and 5.7x 2012E P/E versus international peers median of 5.0x and 11.7x respectively, i.e 9% and 51% discounts.
Increasing copper prices to support profitability. After reaching all time high levels around US$10,160/tons in February, 2011 copper prices fell as low as to US$6,800/tons in the fourth quarter of 2011. Yet, prices are again in an uptrend since the beginning of the year. Copper prices rose by 6% month to date in March reading at US$8,300/tons. Acting conservatively we kept copper prices constant throughout the forecast horizon, to say at US$8,000/tons. Therefore increase in the prices will definitely be in favor of the company both in terms of operations and the stock performance, since Park Electrik shares move in tandem with the copper prices with a correlation of 80%. Note that 15-month forward copper price hovers around US$8,500/ton currently.
Capacity investments pave the way for higher production. Park Elektrik increased its concentrated copper capacity in Madenkoy to 1.2mn tons/year from 750K tons/year in October 2011. On top of that, new capacity expansion to 1.8mn tons/year which is planned to be completed in 2013 will further increase the total concentrated copper production to c.130K dmt in 2013 from 86K dmt in 2012. Secondly, Park Elektrik sells all produced 400K tons of asphaltite to another group company, Silopi Electricity Production, with a fixed price and with the increasing capacity of Silopi Electricty from 135MW to 405MW in 2015 Park Elektrik will triple its asphaltite production.
Energy investments are on the cards. The company plans to build 50.5MW "run of river type" of HEPP in Diyarbakır with total capital expenditure of US$60mn for which the production licence will be valid for 49 years. Construction of the HEPP is expected to start in 2013 and will take approximately three years for the plant to generate revenues.
Aluminum production may be the long term catalyst. Although not included in our valuation, the company has operating licences for aluminum production in Gaziantep. Management underlined that aluminum projects take a back seat compared to copper production and no guidance for the short-term is provided.
Burak Berki
İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş.
Uzman | Araştırma
Hayat bisiklete binmek gibidir; pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz.
14 Mart 2012 Çarşamba
5 Mart 2012 Pazartesi
Yeniden Bukowski
İkinci Bukowski kitabımı da arşivime kattım. Hollywood, bana ilk okuduğum kitabı "Kadınlar"daki tadı yine verdi. Seviyorum bu adamı... Keşke daha erken tanışsaydık, aslında Hacettepe günlerimde oda arkadaşım okurdu da ama o dönem önyargılarım sebebiyle tanışmadık, geç oldu ama güzel oldu.
İşte üstaddan bazı alıntılar:
Size zamanını ayırmayan birine, Asla kendinizi harcatmayın.
Üzülme evlat, Kaybettim sandıkların, kurtulduklarındır belki.
Sevmek belki bir şeydir; ama sevildiğini bilmek çok şeydir.
İnsan; Geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikayetçisidir.
Sevdirmeye gayret etme kendini, sevilmeye terket.
Sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğren! -Çünkü en çok ona ihtiyacın olacak...
Zaman unutturmaz dostlarım, sadece uyuşturur.
Yeterince dürüstsen, fazlasıyla aşık ve gerçekten seviyorsan; Hazırsın demektir: artık mutsuz olabilirsin.
Boş insanlarla içi dolu hayaller kuramazsınız .
Benim de kalbim boş artık, Tıpkı sizin beyniniz gibi...
İnsanların, senin hakkında ne düşündüklerini önemsemeyerek, ömrünü uzatabilirsin mesela.
Basit erkek, bütün bayanlara güzelsin demeyi tercih eder. Basit kadın buna inanır, zor kadın güler ve geçer. hayat devam eder.
Tünele girdiğinizde dikkat edin dostlarım, umut sandığınız ışık tren farı olabilir.
Bu kadar iyi niyetli olmayın, Çünkü en yakın bildiğiniz vefasız çıkabilir ve sizi düşmanlarınız değil de dostlarınız yıkabilir.
Dostumsan yanımda, düşmanımsan karşımda ol. Ortada bir yerde isen; Benden uzak ol...
Yalnız olmak, Yanlış yerde ve yanlış bir kalpte olmaktan iyidir.
Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma, onu insan yerine koyan yine sensin.
Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim", içerisinde "Seni hiçbir zaman unutmayacağım"ı da barındırır.
Unutmayın dostlarım, Daha çok seven taraf, kaybetmeye daha yakın taraf olur hep.
Anladım ki; Hayatında birinin olmaması değil, birinin hayatında olamamakmış yalnızlık.
Gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum... Genç olmanın moda olduğu bir devirde yaşlıyım... Seni sevmenin daha az cesaret istediği bir devirde, senden nefret ediyorum...
Hep kalıplara uymayı reddettim. Geldiğim nokta şu; Diğerlerinden daha mutsuz, bi o kadar umutsuz ama kafam hepsinden daha güzel.
bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır.
Kuşkusuz ki en büyük ön yargı; etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır.
Kadınlara yalan söylemekten çekinmeyin. Yeter ki kendileri için söylendiğini bilsinler.
Her şeye rağmen huzur vardı havada.
Ne zaman ki en sevdikleriniz yanıltır sizi,ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini ,ne zaman ki yanlızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz ,işte o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
Bazı insanları acı büyütür ve yaşatır. Acı çekmeden; daha doğrusu yeterince acı çekmeden, yitirmeden, o korkunç yalnızlığı tatmadan kendisi olamaz bazı insanlar. Ne zaman ki en sevdikleriniz yan çizer,ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini, ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfederseniz, o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
Hayat öyle lanet birşey ki; Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, Konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.
Mutlu bir yalnızlık, mutsuz bir beraberlikten iyidir dostlarım.
Mutlu olmadığın biriyle mutlu görünmeye çalışma. Olan mutluluğa olur.
Senin unutamadığın, daima senden uzakta olandır...
Her insanın, hayatında kaçmakla direnmek arasında bir seçim yapmaya zorlandığı anlar vardır. Ben direniyorum.
Kuşkusuz ki en büyük ön yargı; etrafımızdaki herkesi 'insan' sanmamızdır...
En büyük acı, Başkalarıyla paylaşmaya cesaret edemediğin acıdır.
Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin Ya da olanları kabullenmeyi. İyiliklerinle güçlenir, keşkelerinle tükenirsin. karar senin.
Bir insanı sevmek mümkün mü sence ? iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim...
İnsanlar yorgun, Hayat tarafından cezalandırılmış, Ya sevgiyle ya da sevgisizlikle Sakatlanmış.
Gerçekten verecek sevgim var; ama bunu hakedecek kimsem yok..
Yılların, bana öğrettiği şeylerden biri de bu oldu; Mutluluğu yakalamışsan, sorgulama.
Bu kadar iyi niyetli olmayın, Çünkü en yakın bildiğiniz vefasız çıkabilir ve sizi düşmanlarınız değil de dostlarınız yıkabilir.
Acıya kahkaha atabilmek bir sanatsa eğer; Ben çok pahalı bir tabloyum.
Yaşam felsefemi sordular cevapladım .. "Sonsuza dek yaşayacakmış gibi düşün, yarın ölecekmiş gibi yaşa.
İnsanların size karşı olması diye bir şey yoktur dostlarım, onlar sadece kendilerinden yanadırlar o kadar.
Suçum var mı ? Tabi ki var. Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam.
ve aşk iki kez geldiğinde ve iki kez yalan söylediğinde bir daha asla sevmemeye karar verdik böylesi adilaneydi bize ve aşkın kendisine.
Aşikardı: İnsanların, iyi insanların kötü insanların, hatta korkunç insanların bile başına gelenler adil değildi sanki. Tuzağa düşmüş bir dünyanın tuzağa düşmüş hayatında ilerledik metal makinelerin arasında, ve bu çok tuhaftı dostlarım.
Ortalama insanda; herhangi bir günde, herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır. O yüzden ortalama erkekten ve ortalama kadından sakının; Kendileri tam sevemedikleri için, senin sevginin eksik olduğuna inanırlar.
Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının; tek başlarına bir hiçtirler.
Hayatınızdaki odunlar yalnızca cehenneminize yakıt oluyor. Biriktirmeyin dostlarım...
Ortalama insanda Herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ... ve saçmalık vardır. Ve cinayet konusunda en becerikliler Cinayet karşıtı vaaz verenlerdir Ve nefreti en iyi becerenler Sevmeyi vaaz edenlerdir Ve son olarak Savaşı en iyi becerenler Barış vaazı verenlerdir.
Yalnızlıkla beslenen biriydim; yalnızlığımı alırsanız yemeğimi ve suyumu almış kadar olursunuz. Yalnız kalamadığım her gün gücümden bir şeyler alıp götürür. Bununla övünmüyorum ama önemliydi benim için. Odanın karanlığı güneşti bana.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini. Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel. Ve unutma ; Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.
Noel ve Yılbaşı üzerimize doğru geliyor yine. O mide bulandırıcı ikili. Televizyon mağaralarından çıkan bütün o kalabalık. Aile toplantıları. Hiçlik, sahte sarhoşlar, sahte gülümsemeler, sahte insanlar. Bir şekilde atlatırız umarım, bir kez daha.
Bence içmek, her gün tekrarlanabilen ve ertesi gün tekrar hayata dönülebilen bir intihar şeklidir.
mahvolmuş hayatlar olağandır bilgeler için de ahmaklar için de.
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar. Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar. Ve sırf dardı diye kafalar, düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik, Sarılmak yakar bizi" deyip aşkı hep, uzaktan sevdik.
Düştüğümüz kuyular sandığımız kadar dipsiz değil aslında, tutunmaya çalıştğımız ipler çok kısa.
seçimini zekice yapmak yarılamakır zafere giden yolu; diğer yarısı kayıtsızlıkla fethedilir. bir yanda istediğin her şeyi söyleyebilirsin, öte yanda mecbur değilsin. Ben bir sekilde ikisini de yapmayi becerdim. Bu yüzden benimle bir sorununuz varsa size aittir.
Martılara attığım simit, önüne süt bıraktığım yavru kediler, Ve sana verdiğim değer, Hayvan severlik bu olsa gerek.!
Eğer iki kişi arasında kalıyorsanız; ikinciyi seçin. Çünkü birinciyi gerçekten sevseydiniz, ikincisi olmazdı.
Mutlu insanlar; Herşeyin en iyisine sahip olanlar değil, Sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir .
Afrika'ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde tok karnına yazıyordu.
Yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden, Şimdi yıkıldı duvarlarım her şeyin kenarları var.
Birinin kalbini kırmadan önce iki kere düşünün dostlarım! Hele ki o kişi sıradan biri olmamışsa hayatınızda.
Hıçkırarak ağlayan bir kadının gözyaşları, Ağlatan adamın başına geleceklerinin altına atılacak imzadır .
Pek çok iyi adam bir kadın tarafından köprü altına düşürülmüştür.
Onun sana tüm yaptıklarına rağmen affedebilirsin; Zor olan onu affettiğin için kendini affedebilmektir.
Herkes herkesi aynı sevemez dostlarım.. Kimileri gururunun yettiği kadar sever, Kimileri de ömrünün yettiği kadar.
Kalbi kırmaya tek bir söz yeter; ama kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür, ne de bir ömür yeter.
Gittiğinde ağlarsın, şarkılarda, filmlerde, ona-buna, her şeye ağlarsın. Aklın başına gelince de boşa harcadığın zamana ağlarsın.
Yüzde yüz insan yoktur aslında. Hepimizin, başkalarının farkında olup bizim farkında olmadığımız deli ve çirkin bir yanı vardır. Yoksa bu çiftliğe nasıl katlanabilirdik?
Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği bir yol vardır . Sen yeter ki, kendin kalabilmeyi becer. Çünkü kendinden başka kimseye mecbur değilsin'. Zorlama kendini, Bırak yanındaki seni mutlu ettiği sürece seninle gelsin. Sen istemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermemelisin. Çünkü uğruna fedakarlık yaptığın kişi, yarın seni unutabilir. Ve unutma; Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir...
Tabi ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.
Hayatta kimseyi değiştiremezsin ve kimse için değişmemelisin.. Ne sen başkası için mecburi istikametsin; ne de başkası senin için. Yorma kendini; bırak hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin.
Aşk bir emre dönüştüğünde, nefret hazza dönüşebilir.
İnsan olmak rezil bir şeydi; öyle çok şey vardı ki olup biten.
Aşk biraz anlam içeren bir yoldur; seks yeterince anlamlıdır.
Acı hissetmemek duyguların kesintisi demektir; her çoşku şeytanla pazarlıktır.
Hayat ile Sanat arasındaki fark, sanatın daha katlanabilir olmasıdır.
Birini ne kadar çok seversen, Hayat onu senden o kadar uzaklaştırır...
Dünyadaki en saf insan olduğunu iddaa eden kişiler, aslında şeytana danışmanlık yapabilecek kapasitede kişilerdir. Unutmayın
Biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra; gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum.
Yalnızlıktan daha kötü şeyler de vardır; ama çok geç kalırız onları anlamakta. Ve çok geç'ten daha kötü birşey yoktur.
Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı.
Mutluluğu yakalamışsan, sorgulama.
Hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.
Cesur insanın hayal gücü kısıtlıdır. Korkaklık kötü beslenmenin bir sonucudur.
Cinsel ilişki; şarkı söylerken ölümün kıçına tekmeye basmaktır.
Egemenlik gerçekten milletin olduğunda hükümetlere gerek kalmayacak; o zamana kadar boku yedik.
Hayat prova değildir, anı yaşamalısın.
Erkek kadına tokat atarsa erkek suçludur, Kadın erkeğe tokat atarsa yine erkek suçludur.
Sizi bilmem ama ben her sabah ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde tanrım yine mi? Diye geçiririm içimden.
Harikulade düşünceler ve harikulade kadınlar kalıcı değildirler.
Hiçbir şey gerçek kadar sıkıcı olamaz.
Dengeli insan delidir.
Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak o zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayattta.
Yaşayan bir amerikan ayyaşı ölü bir yunan tanrısından daha çok ilgilendirir beni.
Bir kaplanı yakalayıp kafese koyabilirsiniz ama onu kırdığınızdan asla emin olamazsınız. Insanlar daha kolaydır.
Entellektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor birşeyi kolay.
Sığınak çukurlarında melek bulunmaz.
Yaşamayı öğrenmek için birkaç defa ölmek gerek.
Tanrının nerede olduğunu bilmek istiyorsan, ayyaşa sor.
Mezarlıktayken seksen yaşıma kadar yaşamaya karar verdim. Düşün, seksen yaşındasın ve on sekizlik bir kızla seks yapıyorsun. Ölüm oyununda mızıklamanın en iyi yolu.
Gece sisini delen bir ışıktır aşk. Sarhoş olduğunuzda bulamadığınız anahtardır aşk. On yılda bir gerçekleşen şeydir aşk. Diğer insanın mahvettiğini sandığın şeydir aşk. Çalan telefondur aşk, aynı ses ya da başka bir ses ama asla doğru ses değil. İhanettir aşk. Evsizlerin ara sokaklarda alev alev yansımasıdır aşk. Eski bir Los Angeles otelinin çatısına yağan yağmurdur aşk. Istakoz gibi haşlanma biçimimizdir aşk. Söylediğimiz bütün yalanlardır aşk. Çığlığı hala yankılanan andır aşk. Yerde sürünen şeydir aşk. Bir yabancıya dayanmış dans eden karındır aşk. Ve çok fazla ve fazlasıyla erken kullanılan bir sözcüktür aşk.
Kumar oynamazsan asla kazanamazsın.
Bira içmek için buradayız ve hayatlarımızı öyle yaşamalıyız ki ölüm bizi almaya geldiğinde titresin.
Bir daha birama dokunursan dişlerini ağzına dökerim.
Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Saçımı taradım keşke yüzümü de tarayabilseydim.
Gerçek; susuz yenen bir portakaldır.
Kadınımı ödünç al ama arabamı asla.
Kadın olsam hayat kadını olurdum.
Damlayan musluklar, tutku osurukları ve patlak lastikler hepsi de ölümden daha hüzün verici.
Bir metropol gazetesi, kötü haber yazmadan önce kendi nabzını ölçer.
Dostun kimmiş öğrenmek istiyorsan kodese gir.
Gömlek kartonlarının sonu.
Banyoya girdiğinde aynayı değil! Ellerini es geç.
Öyle ya da böyle, o acayip ve çılgın dönemin, o uzak saatlerin şiirlerinin bir çoğu işte burada. Sigara dumanıyla buğulanmış odada altmışsekiz bir vaziyette şansımızı denedik. Umarım işinize yarar, yaramazsa da, eh o zaman,
Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum... Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok... Yine de çıkamıyoruz filmin içinden! Ve film kötü.
İlk şiirler şu anda bulunduğum noktadan daha lirikler. Bu şiirleri beğeniyorum ancak "Bukowski'nin ilk şiirleri çok daha iyiydi," iddiasında bulunanlara katılmıyorum. Kimileri bu iddiaları eleştiri yazılarında dile getirdiler, kimileri de dedikodu sohbetlerinde. Şimdi okuyucu kendi kararını ilk elden verebilir. Bugünkü şiirimde konuya daha doğrudan yönelip özüne iniyorum ve sonra da çıkıyorum. Önceki ve bugünkü tarzlarımın birbirinden daha üstün ya da başarısız olduğuna inanmıyorum. Farklılar, hepsi bu.
Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimileri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş, yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira, terliyordum koltuk altlarımdan ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.
Ben bir Charles Bukowski modası olduğunun farkında değilim. Yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. Bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. Umarım hiçbir zaman moda olmam. Moda olmak lanetlenmek demektir. Bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. Sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. Tanrılar benimledir umarım. Benimle olduklarını düşünüyorum.
Bitkin bir halde fabrikadan veya depodan eve dönüşte, yemek, uyumak ve tekrar sefil işe dönmek dışında pek bir işe yaramazdı sanki gece. Fakat o yırtık perdeli aşınmış kilimli, tuvaleti ve küveti koridorun sonunda bulunan, havasında benden önce gelmiş bütün kaybetmişlerin hissedildiği bir eski odada beni bekliyor olurdu daktilo.
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
Kendimize işkence etmek için kullanmak isteyeceğimiz bir şey hep bulunur sanırım. Hipodromda başkalarının hislerini paylaşırsın; o ümitsiz karanlığı, pes edip vazgeçmenin kolaylığını. Bahisçilerin dünyası gerçek dünyanın makul ölçülere indirgenmiş şeklidir; hayatın ölümle sürtüşmesi ve kaybetmesidir. Sonuçta kimse kazanmaz. Geciktirmektir tek isteğimiz, o göz kamaştırıcı ışıktan gözlerimizi bir an için kaçırmak. Allah kahretsin, amaçsızlık üzerine düşünürken sigaramın yanık ucu parmağıma çarptı. Bu da beni uyandırıp Sartre havasından çıkardı. Mizah gerek bize, kahkaha gerek. Eskiden daha çok gülerdim, herşeyi daha çok yapardım. Yazmak hariç. Artık yazıyorum, yazıyorum ve yazıyorum.
Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem.Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.
Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.
Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.
İnsan ruhunun derisi yoktur, şarkı söylemek isteyen iç kıvrımları vardır,duymuyur musunuz? Mırıldanıyor, duymuyor musunuz yoldaşlar? Sıkı bir hatun ve yeni bir Cadillac hiçbir şeyi değiştirmeyecek... Temel Reis yine tek gözlü kalacak ve Nixon yeni başkanımız olacak. İsa çarmıhtan indi, şimdi bizi çivilediler lanet şeye. Seçimimiz seçim değil. Çok hızlı hareket edersek, ölürüz. Yeterince hızlı hareket etmezsek, yine ölürüz. Onların destesiyle oynuyoruz; kıçında iki bin yıllık Hristiyan tıpası varken nasıl sıçacaksın?
Hastaneler sizi neden sunmaksızın öldürmeye çalıştıkları yerlerdir. Amerikan hastanelerinde ki soğuk ve ölçülü acımasızlığın nedeni doktorların fazla mesai yapmaları ya da ölümü kanıksamış, sıkılmış olmaları değildir. Asıl neden çoğu zaman başları ile kıçlarını ayırdetmeyi beceremeyen, cahillerin hayranlığa boğulup merhemi elinde bulunduran büyücü olarak gördükleri ve çok az iş yapıp çok fazla para kazanan doktorların kendileridir.
İşte üstaddan bazı alıntılar:
Size zamanını ayırmayan birine, Asla kendinizi harcatmayın.
Üzülme evlat, Kaybettim sandıkların, kurtulduklarındır belki.
Sevmek belki bir şeydir; ama sevildiğini bilmek çok şeydir.
İnsan; Geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikayetçisidir.
Sevdirmeye gayret etme kendini, sevilmeye terket.
Sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğren! -Çünkü en çok ona ihtiyacın olacak...
Zaman unutturmaz dostlarım, sadece uyuşturur.
Yeterince dürüstsen, fazlasıyla aşık ve gerçekten seviyorsan; Hazırsın demektir: artık mutsuz olabilirsin.
Boş insanlarla içi dolu hayaller kuramazsınız .
Benim de kalbim boş artık, Tıpkı sizin beyniniz gibi...
İnsanların, senin hakkında ne düşündüklerini önemsemeyerek, ömrünü uzatabilirsin mesela.
Basit erkek, bütün bayanlara güzelsin demeyi tercih eder. Basit kadın buna inanır, zor kadın güler ve geçer. hayat devam eder.
Tünele girdiğinizde dikkat edin dostlarım, umut sandığınız ışık tren farı olabilir.
Bu kadar iyi niyetli olmayın, Çünkü en yakın bildiğiniz vefasız çıkabilir ve sizi düşmanlarınız değil de dostlarınız yıkabilir.
Dostumsan yanımda, düşmanımsan karşımda ol. Ortada bir yerde isen; Benden uzak ol...
Yalnız olmak, Yanlış yerde ve yanlış bir kalpte olmaktan iyidir.
Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma, onu insan yerine koyan yine sensin.
Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim", içerisinde "Seni hiçbir zaman unutmayacağım"ı da barındırır.
Unutmayın dostlarım, Daha çok seven taraf, kaybetmeye daha yakın taraf olur hep.
Anladım ki; Hayatında birinin olmaması değil, birinin hayatında olamamakmış yalnızlık.
Gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum... Genç olmanın moda olduğu bir devirde yaşlıyım... Seni sevmenin daha az cesaret istediği bir devirde, senden nefret ediyorum...
Hep kalıplara uymayı reddettim. Geldiğim nokta şu; Diğerlerinden daha mutsuz, bi o kadar umutsuz ama kafam hepsinden daha güzel.
bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır.
Kuşkusuz ki en büyük ön yargı; etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır.
Kadınlara yalan söylemekten çekinmeyin. Yeter ki kendileri için söylendiğini bilsinler.
Her şeye rağmen huzur vardı havada.
Ne zaman ki en sevdikleriniz yanıltır sizi,ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini ,ne zaman ki yanlızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz ,işte o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
Bazı insanları acı büyütür ve yaşatır. Acı çekmeden; daha doğrusu yeterince acı çekmeden, yitirmeden, o korkunç yalnızlığı tatmadan kendisi olamaz bazı insanlar. Ne zaman ki en sevdikleriniz yan çizer,ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini, ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfederseniz, o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
Hayat öyle lanet birşey ki; Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, Konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.
Mutlu bir yalnızlık, mutsuz bir beraberlikten iyidir dostlarım.
Mutlu olmadığın biriyle mutlu görünmeye çalışma. Olan mutluluğa olur.
Senin unutamadığın, daima senden uzakta olandır...
Her insanın, hayatında kaçmakla direnmek arasında bir seçim yapmaya zorlandığı anlar vardır. Ben direniyorum.
Kuşkusuz ki en büyük ön yargı; etrafımızdaki herkesi 'insan' sanmamızdır...
En büyük acı, Başkalarıyla paylaşmaya cesaret edemediğin acıdır.
Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin Ya da olanları kabullenmeyi. İyiliklerinle güçlenir, keşkelerinle tükenirsin. karar senin.
Bir insanı sevmek mümkün mü sence ? iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim...
İnsanlar yorgun, Hayat tarafından cezalandırılmış, Ya sevgiyle ya da sevgisizlikle Sakatlanmış.
Gerçekten verecek sevgim var; ama bunu hakedecek kimsem yok..
Yılların, bana öğrettiği şeylerden biri de bu oldu; Mutluluğu yakalamışsan, sorgulama.
Bu kadar iyi niyetli olmayın, Çünkü en yakın bildiğiniz vefasız çıkabilir ve sizi düşmanlarınız değil de dostlarınız yıkabilir.
Acıya kahkaha atabilmek bir sanatsa eğer; Ben çok pahalı bir tabloyum.
Yaşam felsefemi sordular cevapladım .. "Sonsuza dek yaşayacakmış gibi düşün, yarın ölecekmiş gibi yaşa.
İnsanların size karşı olması diye bir şey yoktur dostlarım, onlar sadece kendilerinden yanadırlar o kadar.
Suçum var mı ? Tabi ki var. Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam.
ve aşk iki kez geldiğinde ve iki kez yalan söylediğinde bir daha asla sevmemeye karar verdik böylesi adilaneydi bize ve aşkın kendisine.
Aşikardı: İnsanların, iyi insanların kötü insanların, hatta korkunç insanların bile başına gelenler adil değildi sanki. Tuzağa düşmüş bir dünyanın tuzağa düşmüş hayatında ilerledik metal makinelerin arasında, ve bu çok tuhaftı dostlarım.
Ortalama insanda; herhangi bir günde, herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır. O yüzden ortalama erkekten ve ortalama kadından sakının; Kendileri tam sevemedikleri için, senin sevginin eksik olduğuna inanırlar.
Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının; tek başlarına bir hiçtirler.
Hayatınızdaki odunlar yalnızca cehenneminize yakıt oluyor. Biriktirmeyin dostlarım...
Ortalama insanda Herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ... ve saçmalık vardır. Ve cinayet konusunda en becerikliler Cinayet karşıtı vaaz verenlerdir Ve nefreti en iyi becerenler Sevmeyi vaaz edenlerdir Ve son olarak Savaşı en iyi becerenler Barış vaazı verenlerdir.
Yalnızlıkla beslenen biriydim; yalnızlığımı alırsanız yemeğimi ve suyumu almış kadar olursunuz. Yalnız kalamadığım her gün gücümden bir şeyler alıp götürür. Bununla övünmüyorum ama önemliydi benim için. Odanın karanlığı güneşti bana.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini. Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel. Ve unutma ; Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.
Noel ve Yılbaşı üzerimize doğru geliyor yine. O mide bulandırıcı ikili. Televizyon mağaralarından çıkan bütün o kalabalık. Aile toplantıları. Hiçlik, sahte sarhoşlar, sahte gülümsemeler, sahte insanlar. Bir şekilde atlatırız umarım, bir kez daha.
Bence içmek, her gün tekrarlanabilen ve ertesi gün tekrar hayata dönülebilen bir intihar şeklidir.
mahvolmuş hayatlar olağandır bilgeler için de ahmaklar için de.
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar. Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar. Ve sırf dardı diye kafalar, düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik, Sarılmak yakar bizi" deyip aşkı hep, uzaktan sevdik.
Düştüğümüz kuyular sandığımız kadar dipsiz değil aslında, tutunmaya çalıştğımız ipler çok kısa.
seçimini zekice yapmak yarılamakır zafere giden yolu; diğer yarısı kayıtsızlıkla fethedilir. bir yanda istediğin her şeyi söyleyebilirsin, öte yanda mecbur değilsin. Ben bir sekilde ikisini de yapmayi becerdim. Bu yüzden benimle bir sorununuz varsa size aittir.
Martılara attığım simit, önüne süt bıraktığım yavru kediler, Ve sana verdiğim değer, Hayvan severlik bu olsa gerek.!
Eğer iki kişi arasında kalıyorsanız; ikinciyi seçin. Çünkü birinciyi gerçekten sevseydiniz, ikincisi olmazdı.
Mutlu insanlar; Herşeyin en iyisine sahip olanlar değil, Sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir .
Afrika'ya ilaç göndermeye karar vermiştik; fakat hepsinin üzerinde tok karnına yazıyordu.
Yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden, Şimdi yıkıldı duvarlarım her şeyin kenarları var.
Birinin kalbini kırmadan önce iki kere düşünün dostlarım! Hele ki o kişi sıradan biri olmamışsa hayatınızda.
Hıçkırarak ağlayan bir kadının gözyaşları, Ağlatan adamın başına geleceklerinin altına atılacak imzadır .
Pek çok iyi adam bir kadın tarafından köprü altına düşürülmüştür.
Onun sana tüm yaptıklarına rağmen affedebilirsin; Zor olan onu affettiğin için kendini affedebilmektir.
Herkes herkesi aynı sevemez dostlarım.. Kimileri gururunun yettiği kadar sever, Kimileri de ömrünün yettiği kadar.
Kalbi kırmaya tek bir söz yeter; ama kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür, ne de bir ömür yeter.
Gittiğinde ağlarsın, şarkılarda, filmlerde, ona-buna, her şeye ağlarsın. Aklın başına gelince de boşa harcadığın zamana ağlarsın.
Yüzde yüz insan yoktur aslında. Hepimizin, başkalarının farkında olup bizim farkında olmadığımız deli ve çirkin bir yanı vardır. Yoksa bu çiftliğe nasıl katlanabilirdik?
Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği bir yol vardır . Sen yeter ki, kendin kalabilmeyi becer. Çünkü kendinden başka kimseye mecbur değilsin'. Zorlama kendini, Bırak yanındaki seni mutlu ettiği sürece seninle gelsin. Sen istemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermemelisin. Çünkü uğruna fedakarlık yaptığın kişi, yarın seni unutabilir. Ve unutma; Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir...
Tabi ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.
Hayatta kimseyi değiştiremezsin ve kimse için değişmemelisin.. Ne sen başkası için mecburi istikametsin; ne de başkası senin için. Yorma kendini; bırak hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin.
Aşk bir emre dönüştüğünde, nefret hazza dönüşebilir.
İnsan olmak rezil bir şeydi; öyle çok şey vardı ki olup biten.
Aşk biraz anlam içeren bir yoldur; seks yeterince anlamlıdır.
Acı hissetmemek duyguların kesintisi demektir; her çoşku şeytanla pazarlıktır.
Hayat ile Sanat arasındaki fark, sanatın daha katlanabilir olmasıdır.
Birini ne kadar çok seversen, Hayat onu senden o kadar uzaklaştırır...
Dünyadaki en saf insan olduğunu iddaa eden kişiler, aslında şeytana danışmanlık yapabilecek kapasitede kişilerdir. Unutmayın
Biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra; gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum.
Yalnızlıktan daha kötü şeyler de vardır; ama çok geç kalırız onları anlamakta. Ve çok geç'ten daha kötü birşey yoktur.
Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı.
Mutluluğu yakalamışsan, sorgulama.
Hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.
Cesur insanın hayal gücü kısıtlıdır. Korkaklık kötü beslenmenin bir sonucudur.
Cinsel ilişki; şarkı söylerken ölümün kıçına tekmeye basmaktır.
Egemenlik gerçekten milletin olduğunda hükümetlere gerek kalmayacak; o zamana kadar boku yedik.
Hayat prova değildir, anı yaşamalısın.
Erkek kadına tokat atarsa erkek suçludur, Kadın erkeğe tokat atarsa yine erkek suçludur.
Sizi bilmem ama ben her sabah ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde tanrım yine mi? Diye geçiririm içimden.
Harikulade düşünceler ve harikulade kadınlar kalıcı değildirler.
Hiçbir şey gerçek kadar sıkıcı olamaz.
Dengeli insan delidir.
Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak o zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayattta.
Yaşayan bir amerikan ayyaşı ölü bir yunan tanrısından daha çok ilgilendirir beni.
Bir kaplanı yakalayıp kafese koyabilirsiniz ama onu kırdığınızdan asla emin olamazsınız. Insanlar daha kolaydır.
Entellektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor birşeyi kolay.
Sığınak çukurlarında melek bulunmaz.
Yaşamayı öğrenmek için birkaç defa ölmek gerek.
Tanrının nerede olduğunu bilmek istiyorsan, ayyaşa sor.
Mezarlıktayken seksen yaşıma kadar yaşamaya karar verdim. Düşün, seksen yaşındasın ve on sekizlik bir kızla seks yapıyorsun. Ölüm oyununda mızıklamanın en iyi yolu.
Gece sisini delen bir ışıktır aşk. Sarhoş olduğunuzda bulamadığınız anahtardır aşk. On yılda bir gerçekleşen şeydir aşk. Diğer insanın mahvettiğini sandığın şeydir aşk. Çalan telefondur aşk, aynı ses ya da başka bir ses ama asla doğru ses değil. İhanettir aşk. Evsizlerin ara sokaklarda alev alev yansımasıdır aşk. Eski bir Los Angeles otelinin çatısına yağan yağmurdur aşk. Istakoz gibi haşlanma biçimimizdir aşk. Söylediğimiz bütün yalanlardır aşk. Çığlığı hala yankılanan andır aşk. Yerde sürünen şeydir aşk. Bir yabancıya dayanmış dans eden karındır aşk. Ve çok fazla ve fazlasıyla erken kullanılan bir sözcüktür aşk.
Kumar oynamazsan asla kazanamazsın.
Bira içmek için buradayız ve hayatlarımızı öyle yaşamalıyız ki ölüm bizi almaya geldiğinde titresin.
Bir daha birama dokunursan dişlerini ağzına dökerim.
Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Saçımı taradım keşke yüzümü de tarayabilseydim.
Gerçek; susuz yenen bir portakaldır.
Kadınımı ödünç al ama arabamı asla.
Kadın olsam hayat kadını olurdum.
Damlayan musluklar, tutku osurukları ve patlak lastikler hepsi de ölümden daha hüzün verici.
Bir metropol gazetesi, kötü haber yazmadan önce kendi nabzını ölçer.
Dostun kimmiş öğrenmek istiyorsan kodese gir.
Gömlek kartonlarının sonu.
Banyoya girdiğinde aynayı değil! Ellerini es geç.
Öyle ya da böyle, o acayip ve çılgın dönemin, o uzak saatlerin şiirlerinin bir çoğu işte burada. Sigara dumanıyla buğulanmış odada altmışsekiz bir vaziyette şansımızı denedik. Umarım işinize yarar, yaramazsa da, eh o zaman,
Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum... Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok... Yine de çıkamıyoruz filmin içinden! Ve film kötü.
İlk şiirler şu anda bulunduğum noktadan daha lirikler. Bu şiirleri beğeniyorum ancak "Bukowski'nin ilk şiirleri çok daha iyiydi," iddiasında bulunanlara katılmıyorum. Kimileri bu iddiaları eleştiri yazılarında dile getirdiler, kimileri de dedikodu sohbetlerinde. Şimdi okuyucu kendi kararını ilk elden verebilir. Bugünkü şiirimde konuya daha doğrudan yönelip özüne iniyorum ve sonra da çıkıyorum. Önceki ve bugünkü tarzlarımın birbirinden daha üstün ya da başarısız olduğuna inanmıyorum. Farklılar, hepsi bu.
Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimileri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş, yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira, terliyordum koltuk altlarımdan ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.
Ben bir Charles Bukowski modası olduğunun farkında değilim. Yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. Bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. Umarım hiçbir zaman moda olmam. Moda olmak lanetlenmek demektir. Bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. Sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. Tanrılar benimledir umarım. Benimle olduklarını düşünüyorum.
Bitkin bir halde fabrikadan veya depodan eve dönüşte, yemek, uyumak ve tekrar sefil işe dönmek dışında pek bir işe yaramazdı sanki gece. Fakat o yırtık perdeli aşınmış kilimli, tuvaleti ve küveti koridorun sonunda bulunan, havasında benden önce gelmiş bütün kaybetmişlerin hissedildiği bir eski odada beni bekliyor olurdu daktilo.
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum. Sonu gelmeyen bir ışık akışı. Bu kadar insan. Ne yaparlar? Ne düşünürler? Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk! Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil. Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
Kendimize işkence etmek için kullanmak isteyeceğimiz bir şey hep bulunur sanırım. Hipodromda başkalarının hislerini paylaşırsın; o ümitsiz karanlığı, pes edip vazgeçmenin kolaylığını. Bahisçilerin dünyası gerçek dünyanın makul ölçülere indirgenmiş şeklidir; hayatın ölümle sürtüşmesi ve kaybetmesidir. Sonuçta kimse kazanmaz. Geciktirmektir tek isteğimiz, o göz kamaştırıcı ışıktan gözlerimizi bir an için kaçırmak. Allah kahretsin, amaçsızlık üzerine düşünürken sigaramın yanık ucu parmağıma çarptı. Bu da beni uyandırıp Sartre havasından çıkardı. Mizah gerek bize, kahkaha gerek. Eskiden daha çok gülerdim, herşeyi daha çok yapardım. Yazmak hariç. Artık yazıyorum, yazıyorum ve yazıyorum.
Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem.Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.
Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.
Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.
İnsan ruhunun derisi yoktur, şarkı söylemek isteyen iç kıvrımları vardır,duymuyur musunuz? Mırıldanıyor, duymuyor musunuz yoldaşlar? Sıkı bir hatun ve yeni bir Cadillac hiçbir şeyi değiştirmeyecek... Temel Reis yine tek gözlü kalacak ve Nixon yeni başkanımız olacak. İsa çarmıhtan indi, şimdi bizi çivilediler lanet şeye. Seçimimiz seçim değil. Çok hızlı hareket edersek, ölürüz. Yeterince hızlı hareket etmezsek, yine ölürüz. Onların destesiyle oynuyoruz; kıçında iki bin yıllık Hristiyan tıpası varken nasıl sıçacaksın?
Hastaneler sizi neden sunmaksızın öldürmeye çalıştıkları yerlerdir. Amerikan hastanelerinde ki soğuk ve ölçülü acımasızlığın nedeni doktorların fazla mesai yapmaları ya da ölümü kanıksamış, sıkılmış olmaları değildir. Asıl neden çoğu zaman başları ile kıçlarını ayırdetmeyi beceremeyen, cahillerin hayranlığa boğulup merhemi elinde bulunduran büyücü olarak gördükleri ve çok az iş yapıp çok fazla para kazanan doktorların kendileridir.
Etiketler: seçim , tercih
bukowski,
charles bukowski,
hollywood,
kadınlar,
kitap
Asla Geç Değildir
Bu sabah, güzel bir haftasonu sonrası pazartesi sendromu ve gerginliği ile servise bindikten sonra Tuna Kiremitçi'nin aşağıdaki yazısını okudum. Okurken kendimi olayın içinde hayal ettim, adeta kaptırdım. Bitirdiğimde ise, halime şükrettim ve tıpkı bir gece önce TV'de Ali Sabancı'nın söylediği gibi daha büyük hedefler/hayaller sahibi olmak istedim, bir yandan da sahip olduklarıma şükretmek...
Asla geç değildir
Diyelim loş bir odada yatmaktasın. Sımsıkı kapalı perdelerin arasından, cılız bir günışığı.
Neredesin, belli değil.
Günlerden ne, bilmiyorsun.
Ama vücudunda derin bir ağrı.
Hani “bir organın varlığını hissediyorsan o organ hasta demektir” derler ya, sen bütün vücudunu hissediyorsun.
Güç bela başını çevirip baktığında, başucunda duran ilaçlar çarpıyor gözüne. Odadaki grilikle çelişen, renkli kutular.
Uzanmak istiyorsun, elin gitmiyor. Doğrulmak istiyorsun ama mecalin yok. Nefes almak bile mesele.
Derken, elinin üstündeki cennet benekleri çarpıyor gözüne. Kendi yüzüne dokunuyor ve çok yaşlı olduğunu anlıyorsun.
Hadi açık konuşalım: Yavaş yavaş ölüyorsun.
Ya da hastane odasında, her tarafına borular bağlanmış halde yatıyorsun. Odanın camına, sinsi bir yağmurun damlaları çarpmaktadır.
Öyle bir inliyorsun ki, hemşire koşuyor. Yanına gelip merhametle tutuyor elini: “Bir şey mi istediniz?”
Belki de bir otel odasında, göğsünde bir ağırlık. Şakakların zonkluyor, ellerin titriyor. Film şeridi gibi geçiyor hayat.
Birden, siyahlar giymiş bir melek!
Kara pelerinini savurarak giriyor odaya. Ama nasıl güzel! Ben diyeyim Beren, sen de Kıvanç.
Korkuyorsun ama gıkın çıkmıyor. Kum saati boşalıyor hızla. Zaman içine doğru, kum taneleri gibi akıyor.
“Çok mu istiyorsun biraz daha yaşamayı?” diye soruyor siyahlı melek. Son gücünle başını sallıyorsun.
“Bir düşüneyim” diyor: “Aslında bir seferlik torpil yapabiliriz. Ne dersin?”
Yine sallıyorsun başını ve melek başlıyor anlatmaya: “Şimdi seni 5 Mart 2012’ye geri döndürebilirim. Ama bir şartla.”
“O günden sonraki hiçbir şeyi hatırlamayacaksın. Bu konuşmayı da hatırlamayacaksın. Sadece sana yeni bir şans verildiğini bileceksin, o kadar.”
Sonra saatine bakıyor: “Anlaştıysak, gitmem lazım. Şimdi kapat gözlerini. Açtıktan sonra da yaşayacağın her saniyenin kıymetini bil. Hiçbir şeyden ‘artık çok geç’ diye vazgeçme. Ne hayallerinden ne de sevdiklerinden.”
“Yerinde olsam ben öyle yapardım” diyor gitmeden: “Çünkü sonunda yine karşılaşacağız.”
Kapıyorsun gözlerini.
Açtığında, tam şu anki gibisin: Gazetede ya da internette, pazartesi yazısını okur halde.
Yokluyorsun vücudunu, sağlıklısın. Dışarıda güneş ya da kar.
Elinde yukarıdaki sahneyi gerçekten yaşadığına dair kanıt yok.
Tıpkı siyahlı meleğin dediği gibi.
Artık tek yapman gereken, anlaşmaya uymak. Meleğe verdiğin sözü tutup onunla tekrar karşılaşana kadar, her saniyenin kıymetini bilmek.
Pazartesi sendromu falan takmamak yani.
Yerinde olsam öyle yapardım.
Asla geç değildir
Diyelim loş bir odada yatmaktasın. Sımsıkı kapalı perdelerin arasından, cılız bir günışığı.
Neredesin, belli değil.
Günlerden ne, bilmiyorsun.
Ama vücudunda derin bir ağrı.
Hani “bir organın varlığını hissediyorsan o organ hasta demektir” derler ya, sen bütün vücudunu hissediyorsun.
Güç bela başını çevirip baktığında, başucunda duran ilaçlar çarpıyor gözüne. Odadaki grilikle çelişen, renkli kutular.
Uzanmak istiyorsun, elin gitmiyor. Doğrulmak istiyorsun ama mecalin yok. Nefes almak bile mesele.
Derken, elinin üstündeki cennet benekleri çarpıyor gözüne. Kendi yüzüne dokunuyor ve çok yaşlı olduğunu anlıyorsun.
Hadi açık konuşalım: Yavaş yavaş ölüyorsun.
Ya da hastane odasında, her tarafına borular bağlanmış halde yatıyorsun. Odanın camına, sinsi bir yağmurun damlaları çarpmaktadır.
Öyle bir inliyorsun ki, hemşire koşuyor. Yanına gelip merhametle tutuyor elini: “Bir şey mi istediniz?”
Belki de bir otel odasında, göğsünde bir ağırlık. Şakakların zonkluyor, ellerin titriyor. Film şeridi gibi geçiyor hayat.
Birden, siyahlar giymiş bir melek!
Kara pelerinini savurarak giriyor odaya. Ama nasıl güzel! Ben diyeyim Beren, sen de Kıvanç.
Korkuyorsun ama gıkın çıkmıyor. Kum saati boşalıyor hızla. Zaman içine doğru, kum taneleri gibi akıyor.
“Çok mu istiyorsun biraz daha yaşamayı?” diye soruyor siyahlı melek. Son gücünle başını sallıyorsun.
“Bir düşüneyim” diyor: “Aslında bir seferlik torpil yapabiliriz. Ne dersin?”
Yine sallıyorsun başını ve melek başlıyor anlatmaya: “Şimdi seni 5 Mart 2012’ye geri döndürebilirim. Ama bir şartla.”
“O günden sonraki hiçbir şeyi hatırlamayacaksın. Bu konuşmayı da hatırlamayacaksın. Sadece sana yeni bir şans verildiğini bileceksin, o kadar.”
Sonra saatine bakıyor: “Anlaştıysak, gitmem lazım. Şimdi kapat gözlerini. Açtıktan sonra da yaşayacağın her saniyenin kıymetini bil. Hiçbir şeyden ‘artık çok geç’ diye vazgeçme. Ne hayallerinden ne de sevdiklerinden.”
“Yerinde olsam ben öyle yapardım” diyor gitmeden: “Çünkü sonunda yine karşılaşacağız.”
Kapıyorsun gözlerini.
Açtığında, tam şu anki gibisin: Gazetede ya da internette, pazartesi yazısını okur halde.
Yokluyorsun vücudunu, sağlıklısın. Dışarıda güneş ya da kar.
Elinde yukarıdaki sahneyi gerçekten yaşadığına dair kanıt yok.
Tıpkı siyahlı meleğin dediği gibi.
Artık tek yapman gereken, anlaşmaya uymak. Meleğe verdiğin sözü tutup onunla tekrar karşılaşana kadar, her saniyenin kıymetini bilmek.
Pazartesi sendromu falan takmamak yani.
Yerinde olsam öyle yapardım.
Etiketler: seçim , tercih
ali sabancı,
hayat,
pazartesi sendromu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)