Beyaz bir sayfa açıp 38. yaşıma girerken neler hissettiğimi yazmak istedim, hani ileride dönüp bakıp “vay be, ne günlerdi tabi ya…” diye anmak için… Belki bunlar hep bugünün tadını çıkarmaktan çok gelecek için yaşamak tercihimden geliyor. Öyle ya da böyle bu tercihler beni ben yapıyor. Bazen yaptığımız tercihler de bir nevi dönüşüme yol açıyor. Hele ki aileysen, bu tercih sadece seni değil, senin beraberindekileri de etkiliyor.
Son birkaç yıldır doğum günümde ve hemen arkasından gelen yılbaşında
hayal kurarken, kendim için bir şeyler isterken hep aynı şeyi dilerken buluyordum kendimi.
Kariyer sayfamda bir sonraki basamağa çıkabilmek, sorumluluğumu, etki alanımı
artırabilmek, yeni bir şeyler öğrenirken yeniden mücadelenin içinde olabilmek…
Belki kulağa bir mülakattaki "Kariyer hedefleriniz nedir?" sorusuna verilebilecek
jenerik ifadeler gibi geliyor kulağa ama işin aslı buydu benim için.
Doğum günüm sonrası 2020 yılına yine her şey eskisi gibi başlamışken, önce pandemi geldi; başta birkaç
günlüğüne diye düşündüğümüz uzaktan çalışma düzeni ile artık evden aile ile
beraber çalışma hayatıma girdi. Bir süredir Pazar öğleden sonraları başlayan o
“Pazartesi Sendromu” artık hayatımdan çıkmıştı. Ailemle daha fazla vakit
geçirebiliyor, oğlumun büyümesini gözlemlerken ona daha fazla eşlik edebiliyordum.
Evet daha çok çalışıyordum, salona kurulmuş ofis ekipmanları gece yatarken
kapanıyordu ama sabahları ya da akşamları maskeli yürüyüşlerim vardı benim,
beğendiğim podcastleri dinleyip kendimle vakit geçirebildiğim anlara da
sahiptim. Hatta akşamüstüleri oğlum arkadaşları ile oynarken ebe olduğum zamanlar da oldu.
Sonra Mayıs ayı geldi ve o uzunca süredir dilediğim hayalime giden yolda
bir fırsat çıktı karşıma. Ancak bu fırsat beraberinde bir tercih zorunluluğu da
getirdi bana: İzmir’imden ayrılmak. Kariyerime başlarken kendimi illa ki
İzmir’de çalışacağım diye kısıtlamış, Sabancı MBA’den sonra hiç İstanbul’da iş
kovalamadan İzmir’ime dönmüş biri olarak bu kez “tarihi bir karar” vermek
zorundaydım.
Evet bu satırları İstanbul Suadiye’deki evimden yazıyorum. Dolayısıyla yukarıdaki kararın ne yönde çıktığı da belli. Zor oldu, içim çok acıdı, eşimin ve oğlumun üzüldüğünü görmek, bilmek en zoruydu ama profesyonel hayatta yapamadığım o “Poker Face” imajı evime taşıdım, her şey olması gerektiği gibiymiş gibi davrandım. Günler geçti ve Ağustos ayının ortasında bir sabah taşıma firması asansörü balkonumuza kurdu ve eşyalarımız İzmir’den İstanbul’a taşınmak üzere yola çıktı. 2011’de evlenirken girdiğim evimden güzel hatıralarla ayrılırken kuyruğu dik tutmanın, aile babası olmanın gerekliliklerini yerine getirerek sıradaki maceraya odaklanıp ayrıldım. Yeri gelmişken söyleyeyim, lisans ve yüksek lisans için de İzmir’den gitmiştim, ama geri döndüm, bu da evrene mesajım olsun.
İstanbul’da ilk haftalar adeta bir keşif havasında geçti, hafta için
akşamları Cadde ve sahil turları, hafta sonları YouTube ve Instagram’dan
gördüğümüz güzel semtlerin ziyareti ve yeni mekanlar tanıyarak adaptasyon sürecini
geçirdik. Vakalar arttıkça, havalar soğudukça dışarıdan kendimizi çekip eve
kapandık. Market alışverişleri küçük kaçamaklar gibiydi. Tabi bir de Salı
günleri gittiğim ofis, hem yolları öğrenmeme hem de iş yerindeki yeni
arkadaşlarımla kaynaşmama vesile oluyordu. Bahaneyle bizimkiler de biraz bensizliğin tadını çıkarıyordu.
Bu süreçte bir kere de İzmir’e gittik. Taşındıktan yaklaşık 3 ay sonraki
ilk ziyaretimizde evimizin kapısına kadar gidip içeri girememek, dışarıdan
bakıp bahçesinde yürümek pek bir garipti. Bir kez daha öldürmeyen her acının
güçlendirdiğini anlayıp annemin evinde kaldığımız bir İzmir ziyareti sonrası
aslında İstanbul’daki evimizi de özlediğimizi hissettik. Eşyalar,
alışkanlıklar, düzen bir şekilde insanın bağ kurmasını sağlıyor, bunu da
yaşayarak öğrendim.
Evde kalmak, okumak, okuduklarım üzerine düşünüp yazmak, tecrübelerimi
videolarla paylaşmak açısından üretkenliğimi arttırırken içerikleri de hızlıca
tükettiğim bir dönemi beraberinde getirdi. Neredeyse hiç kapanmayan laptop’umda
arka planda podcast niyetine dinlediğim sohbetler, ailece izlenen komedi
filmleri ve youtuber’lar yeni normalde en sık “sosyal”leştiğim arkadaşlarım gibi oldu.
Elimizdekilere şükrederek yola devam etmek, yaşarken değer verdiklerimizle
mutlu olabilmek çok güzel ve anlamlı. Umarım 37 yaşımda hayatıma gelen
değişikliklerin tadını sevdiklerimle sağlıklı bir şekilde çıkaracağım, güzel
hatıralar biriktireceğim, heyecanımı koruyacağım ve arttıracağım “İyi ki”lerle
dolu bir yaş yaşarım. E gelsin bakalım yeni yaş…