Söz konusu “Başarısızlıklardan Ders Çıkarma” olunca aklıma Dalai Lama’nın “if you lose, don’t lose the lesson” sözü geliyor. Google translate’e göre çevirisi “Kaybedersen, dersi kaybetme”. Buna benzer bir söz de Nelson Mandela tarafından söylenmiş: “I never lose, I either win or learn”. Bunu da “Asla kaybetmem, ya kazanırım ya da öğrenirim” diye çevirebiliriz.
Makalenin yazarı Amy C. Edmondson pek çok organizasyonda liderlerin iki
temel yanlış yaptıklarını söylüyor:
- Birincisi hataların toptan kötü olduğuna inanmak,
- İkincisi ise hatalardan öğrenmenin kendiliğinden gerçekleşeceğini zannetmek.
[İlgili bölüm: First, failure is not always bad. In
organizational life it is sometimes bad, sometimes inevitable, and sometimes
even good. Second, learning from organizational failures is anything but
straightforward. The attitudes and activities required to effectively detect
and analyze failures are in short supply in most companies, and the need for
context-specific learning strategies is underappreciated.]
Etkisi küçük ya da büyük olsun her hata acı verir. Hatalara karşı her
birimizin tutumu farklı olsa da çoğumuz için hataya kayıtsız kalmak mümkün
değildir. Ama asıl önemli olan bu acıyı atlatıp yaşanan başarısızlığın en iyi
öğretici olduğunu en baştan kabul edip, bu başarısız denemenin, başarıya giden
yolda en iyi rehber olduğunu hatırlayıp ders çıkarabilmektir.
Edmondson makalesinde bir projenin başında ne kadar çok hata yapılırsa
o kadar çok alternatifin de denenmiş olacağını anlatıyor. Her yanılgının
aslında yapılan işi gözden geçirme fırsatı sağlayacağı için paha biçilmez
olduğunu ifade ediyor.
Bence hata yapma hakkı tanınan birey, elini taşın altına koyar, daha çok
dener, daha fazla inisiyatif alır, daha fazla yönetime katılır ve yenilikçi
yollar bulmak için daha girişimci olur. Hiç hata yapılmayan ortamların ne
derece katılımcı olduğu, statükoyu ne kadar sorguladığı, seçenekleri ne derece
zorladığı ya da bilineni aşmaya ne kadar hevesli olduğu gözden geçirilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder