---------------------------------------------------
“Aslolan hikâyeleri arşınlamaktır, memleketleri değil. Ve her seyyah bilir ki, gittiği yerde onu gene kendisidir karşılayacak olan. Kendi geçmişi”
“Aslolan hikâyeleri arşınlamaktır, memleketleri değil. Ve her seyyah bilir ki, gittiği yerde onu gene kendisidir karşılayacak olan. Kendi geçmişi”
“İnsan ki eşrefi
mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür. Çıkacaksın yollara,
kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi
keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, ötekini keşfetmek...”
“Hem belki seneye tek
başına çıkarsın tatile, kocan ve çocuklarınla değil; kendi kendinle.
Sevmediğinden değil aileni, kendini özlediğinden. Şöyle bir kendinle sohbet
etmeyeli çok zaman geçtiğinden. Yalnızlık içsel bir hazine olduğundan.
Kaçılacak bir sosyal kusur değil.”
“İleride bir
apartmanın yan cephesinde mor boyayla yazılmış bir yazı duruyor: EDEP YA HU
EDEP, BUGÜN BİR İYİLİK YAP.”
“Charles Baudelaire
bir zamanlar demişti: "Bütün meslekler insan ruhunu kemirir durur. Bir
tanesi hariç: Şairlik.”
“Kemirir ruhumuzu
hırslarımız, kariyer, şöhret veya para pul telaşımız. Bir fare gibi sessiz,
derinden ve sinsice. Ufak ufak ısırıklarla kemirir içimizi rekabet duygusu.
İktidar iptilası yer bitirir insanı. Bir koltuğa sevdalanmak tüketir adamı.
Tuzaklarla doludur bu hayat. Nefsimizin tuzaklarıyla. Düşer düşer çıkarız.
Dizlerimiz yara bere içinde. Şair bile olsan bu böyle. Önemli olan nefsin
çukurlarına düşmemek değil, düşünce çıkabilmeyi becermektir.”
“Yalnızlık Efendi der
ki, "Yalnızlık insanın kendi kendisiyle yaptığı bir sohbettir. Aracısız.
Katkısız. Oyunsuz. Yalansız. Saf ve som bir sohbet...”
“Sen niyet edersin
samimiyetle; yürürsün kendi yolunda, elinden geldiğince.
"Öğrenenler"den olmak istersin, "bilenler"den değil.
Niyetin sana rehberlik eder. Adım adım, aşama aşama...”
“Yazının insanı
asosyalleştiren bir mayası var. Fazla çekilirsen içine, yabani bir rüzgâra
kapılır gibi kapılırsın hayallere. Kâğıt, sudan bir aynaya dönüşüverir o zaman.
İnsan yazdıkça yolculuk yapar kendi ruhuna, bireyin hallerine. "Biz"
duygusuyla değil, "ben" dürtüsüyle yazar edebiyatçı. Kendini Tanrı
zanneder. Tüm bunlar, genel olarak edebiyatçıların "şişkin ego"
sahibi olma riskini artırır.”
“Mutfakta yemek
yapmak için kullanılan tüy gibi teraziler bile evliliğin terazisi kadar hassas
değildir. Orada mikroorganizma günahlar tartılır.”
“Ev işleri o kadar
"görünmez" faaliyetler ki, siz saatlerce çalışıp didinebilirsiniz,
her şeye yetişmek için ter dökebilirsiniz, gene de akşam eşinizin gözüne bütün
gün hiçbir şey yapmamış gibi görünebilirsiniz. Ne ikramiyesi var ev işlerinin,
ne fazla mesaisi.”
“Zaman tek bir
kelime, ama tek bir şekilde yaşanmıyor işte. "Zaman" başka,
"vakit" başka, "an" başka, "dem" başka,
"dehr" başka. Halbuki biz unutuyoruz bu ayrımları. Zamana
odaklanmaktan "an"ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki. Hayatımız ya
geleceği planlamakla geçiyor ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız
hakikat, "şu an"ın hakikatidir aslında. Bir kapısı geçmişe, bir
kapısı geleceğe açılan "an"ın ismi ise "dem." İçinde önceki
ve sonraki zamanın olasılıklarını taşıyor. Bu yüzden dervişler tekrar eder
durmadan, "dem bu demdir dem bu dem... " Peki ya dehr? Kesintisiz bir
şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün
adıdır dehr. Kimi âlimler der ki: "İnsanın zamanına 'zaman' deriz,
Tanrı'nın zamanına ise 'dehr'.”
“Herkes kendi
gözündeki perdelerden mesul bu dünyada.”
“Hayatın kimi
virajları öyle sert ve hızlı alınıyor ki, toparlanamıyor ruhumuzun direksiyonu.
Bir de bakmışız ki çıkmışız yoldan, uçuruma doğru gidiyoruz tam gaz bodosloma.”
“Sakin olabilmek bir
erdemdir. Kızmamak, heyheylenmemek, galeyana gelmemek, kişisel ve toplumsal
olgunluk belirtisidir.”
“Ne zaman ruh haliniz
tökezlese, sizden daha bedbin birinin sesine kulak verin. Belli olmaz iyi
gelebilir. Çivinin çiviyi söktüğü olmuştur.”
“Eğer hayallerini ve
hikâyelerini hep kapalı bir kutuda tutarsan, inan ki o kutunun havası yetmez
kelimelerine. Harf özgürlük sever. Harf sonsuzluk sever. Kapılar, pencereler
açık olsun ister. Püfür püfür essin yel. Dört bucak yedi iklim sonsuzluk ister
kelimeler. Ne kutu, ne çekmece, ne sandık yeter. İnan ki havasız kalır ilham
perisi kapatıldığı yerde. Kanatları solar, benzi atar. Sen aç ruhunun
kapılarını. Paylaş yazdıklarını cümle mahlukatla. Aç kendini kâinata.
"Eleştirilirim, yerilirim, aman yanlış anlaşılırım" diye korkma.
Eleştirilirsin, yerilirsin ve dahi yanlış anlaşılırsın, doğru. Ama başka türlü
nasıl büyür ki insan, nasıl eğitilir nefs dediğin, nasıl mürekkebine kavuşur
kalem?”
“Hiçbir yol diğerine
üstün değildir. Aslolan ortaya çıkan eserin derinliğidir. Başkalarına bakarak
değil, ancak kendi içimizi görerek yazabiliriz. Her işte olduğu gibi burada da
temel itki içeriden gelir insana, dışarıdan değil. Ama gene de formül
arayanlara söyleyebileceğim tek şey şu: İki temel kaynaktan beslenir yazı.
Birbirine zıt, ama ikisi de kudretli iki ana akıntı eşlik eder edebiyatçıya.
Formül bir:
(Hınç/Hırs çarpı Emek artı Disiplin) bölü (Yalnızlık). Yazmanın ilk formülü
kişisel hınçlar ve hırslarla bağlantılıdır. Kimi yazarlar ve şairler
kızgınlıktan, kırgınlıktan, hakkının yenildiği ya da kıymetinin yeterince
bilinmediği saplantısından, bir konuda kimsenin kendileri kadar uzman olmadığı
inancından yahut birilerine bir şeyler anlatma arzusundan, bazen de kavgadan,
kavgacılıktan beslenir. Hınç, hırs ve öfke... Üçü de kudretli çarklardır.
İnsanı üretken kılabilirler. Yanı sıra muhakkak emek ve disiplin gereklidir,
bir de tabii yalnız kalmak. Yalnızlık olmadan yazarlık olmaz. Bu formül kısa
vadede başarılı gibi görünse de uzun vadede tavsar. Öfke keskin sirkedir,
kabına zarar. Hınçtan beslenen insan sonunda kendi bindiği dalı kesmeye başlar.
Formül iki:
(Aşk/Tutku çarpı Emek artı Delilik) bölü (Yalnızlık). Burada temel etmen
aşktır. Yaptığın işi sevdiğin için ve severek yapmak. Akıl mantıkla
açıklanamayan bir öte boyutta gezinmek. İnsan niye âşık olduğunu bilebilir mi?
Tek bildiği âşık olduğudur. Niyesi değil. Yazıya da âşık olunur. Kişi severek
ve tutkuyla yazar. Yaptığı işi o kadar benimser ki yazmadan yaşamayı düşünemez
bile. Disiplinin yerini delilik almıştır. Yazmaya koyuldu mu durmadan,
duramadan, gece gündüz yazar. İçinden cin çıkartırcasına. Saatler, günler,
aylar ve senelerce gıdım gıdım biriken emek. Ve tabii bir de yazarlığın olmazsa
olmazı: Yalnızlık. Yazarlığın iki altın formülü var. Bu ikisinden hangisinin
seçileceği tamamen kişiye kalmış, kişinin ruhunun rengine.”
“Her şey geçici.
Aslolan şu an ve şimdi.”
“İnsanın işi
öğrenmektir. Deve insandan daha güçlüdür; fil daha iri, aslan daha yiğittir.
Sığır insandan daha çok yiyecek yer, kuşların erkekliği daha fazladır. İnsanın
işi ise öğrenmek, öğrenmek, öğrenmektir bu âlemde....”“Böyle diyor İdris Şah,
kadim tasavvuf metinlerinden aktarımlarda bulunduğu yapıtlarında. Böyle diyor
Türkçeye kazandırılan Sufi'nin Yolu kitabında.”
“Damı akmayan, gemisi
su almayan insan yok ki şu hayatta. Varsa da rol yapıyor demektir. Kahramanlar
yok aramızda. Kahramanlara ihtiyacımız da yok aslında. Bir zamanlar Bertold
Brecht'in dediği gibi "ihtiyacımız olan şey kahramanlar değil,
kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum olmalı." Kimse mükemmel değil.
Kimse sandığı kadar diğerlerine üstün değil. Bunu bir anlasak, mantıkla değil
yürekle anlasak, ne kibir kalır dilimizde, ne önyargılar zihnimizde.”
“Mütereddit güzel
kelime. Tereddüt besleyen, şüphe eden... Maddenin nasıl katı, gaz ve sıvı
halleri varsa, insan zihninin de aynen öyle halleri var. Maddenin katı hali:
İnsanın mutlakıyetçi hali. Maddenin sıvı hali: İnsanın yaratıcı hali. Maddenin
gaz hali: İnsanın mütereddit hali.
Mutlakıyetçi
zihniyet, köşeli, katı ve keskindir. Kelimeleri kurumuş çimento gibi rap rap
dizer üst üste. Dili ustura gibi kullanır. Keser, biçer, kategorilere sokar.
"Onlar" ve "bunlar" diye ayrılmıştır dünyası. Ara tonları
görmez, göremez. Mutlakıyetçilik bir nevi renk körlüğüdür. Sadece siyah-beyaz
bir dünyada yaşar kişi. Nüansları bilmeden.
Yaratıcı zihin, tam
tersine, ayrıntıları sever. Fikirlerle doludur. Nobran genellemelerle düşünmez.
Nüanslara dikkat eder, ara tonlara. Yepyeni sentezler yaratır. Renkleri
karıştırır. Su gibidir yaratıcı insan. Kabında duramaz. Dursa bile sığamaz.
Akması lazım illaki. Uzaklara, öteye, daha evvel denenmemiş işlere, varılmamış
yerlere...
Mütereddit zihin ise
mütevazıdır. Öğrenmeye açıktır, kâinatı kitap gibi okumak ister, daima merakla
sorgular. Sadece başkalarını değil, kendini de, kendi doğrularını da tartar.
Kibirden arınmıştır.
Derviştir içi. Dıştan
her zaman belli olmasa da.”
“İnsanoğlu insan
olabilmek için, yani olgunlaşabilmek için, kendine benzemeyene muhtaçtır.”
“Hiç kimse için fena
söyleme. Yoksa fenayı kendine düşman edersin.”
“Hayatta bir an evvel
başarmak istemek iyi bir şey değildir aslında. Zira "Kolay elde edilen
şeyler uzun sürmez. Bağdat'ta bir fırından günde yüz kâse çıkarken, Çin'de tek
bir seramik kâse üretmek kırk yıl alır. Hangisi daha değerlidir? Yumurtasından
yeni çıkmış bir civciv kendi gıdasını bulup yerken, bir bebek yıllar boyu
bakıma muhtaç kalır. Birincisi bakışlarını asla yerden ayırmazken, ikincisi
içeride yıldızlar ve galaksiler barındırabilir."
Emek, emek, emek...
Yaptığımız her işte ve her zaman ortaya çıkan sonucun kalitesini belirleyen en
büyük kriter, ona verdiğimiz emek.”
“Mutluluk beden için
iyidir, sağlıklıdır, ama mesele bedeni değil de beyni geliştirmekse eğer, o
zaman mutluluktan değil, ancak hüzünden hayır gelir!”
“Zihnimiz durmadan ya
geçmişte ya gelecekte takıldığı için bizler aslında hemen hemen hiçbir zaman şu
"an"da duramıyoruz. Türkçede zaman ekleri bu kadar zengin olsa da
bizim hayatımızda "şimdiki zaman" ebediyen eksik gibi. Şu andan
mahrum kalmışız ama haberimiz yok.”
“Zanlarını,
yargılarını, önyargılarını ve dahi tüm genellemelerini koy bir çuvala ve hepten
terk et. Gıybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü
enerji çeker. Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem
dille yargılama, bil ki yanılırsın. Birini ne kadar çok aşağılar yahut
dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar. Kâinatın matematiğidir.
Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer.”
“Babalık tek bir
günde edinilen bir paye değil. İnsanın bebeği olur olmaz kazandığı bir unvan
değil. Baba olmak, öğrenmesi belki de bir ömür boyu süren bir hayat dersi
aslında; yürümekle aşınmayan hem engebeli hem dallı budaklı bir uzun yol. Ne
dönemeçlerden geçiyor insan yol boyunca. Ne dağlar tepeler aşıyor farkında bile
olmadan. Nerelerde tökezleyip düşüveriyor yere, dizini incitme pahasına, sonra
kalkıp ayağa, yola devam ediyor. Azimle, olgunlukla...”
“Yusuf Atılgan'ın
1980'lerde Oğuz Atay'ı kaybettikten sonra yazdığı bir yazı var, diyor ki:
"Günlerden bir gün, bir paket geldi bana. Açtım içinden bir kitap çıktı:
Tutunamayanlar. Kitap imzalıydı ve içinde de şöyle bir yazı vardı:
'İlgileneceğinizi umarak...' "
Yusuf Atılgan bu
kitabı okur, çok da sever. Ama bunu hiçbir zaman Oğuz Atay'a söylemez.
"Benim okuduğum kitap o kadar müthiş bir eserdi ki, böyle muazzam bir
kitabı kaleme alan birinin daha nice eserler yazacağını düşündüm. Benim
yorumuma, iltifatıma, söyleyeceğim iki çift lafa ihtiyacı olmadığını düşündüm.
Dolayısıyla hiçbir zaman takdirlerimi ona iletme gereği duymadım. Ama aradan
seneler geçer, ortak bir arkadaşlarından öyle bir şey işitir ki, bu hadiseyi
yeniden hatırlamasına sebep olur. "Ben Yusuf Atılgan'a kitabımı gönderdim,
ama kendisinden tek bir kelime dahi duymadım. Tek gördüğüm kayıtsızlık
oldu" demiştir Atay. Bunu duyan Yusuf Atılgan çok pişman olur; ancak
geçtir artık. Oğuz Atay vefat etmiştir. Ve Atılgan bu anıyı anlatırken der ki: "Eğer
bugün hayatta olsaydı, ne yapar ne eder muhakkak onu bulur, karşısına geçer,
yüz yüze ona kalemini ne kadar takdir ettiğimi söylerdim.”
“Her an başka bir şan
üstüne kuruludur.”
“Bir baba, oğlu
tarafından ne kadar çok seviliyorsa, o kadar büyük bir balıktır deryada.”
-------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder