Var mıymış ya böyle
bir dünya diye okumaya başladığımda içinde aslında hiç de fena olmayan
tespitler buldum. Kendime alıp sakladım bunların bir kısmını. Bu arada ilk
paragrafta bahsettiğim yazma konusundaki verimsiz dönemimle ilgili de beni
yüreklendiren bir bölüm vardı kitapta. Özellikle bu bölümü öne çıkarmak için
kitaptan yaptığım alıntıların başına onu taşıyorum. Yazarın da belirttiği gibi,
yazmak bir yolculuğa çıkarıyor insanı ve gerçekten iyi geliyor. Kaygısızca
yazabilmek ise gerçek bir özgürlük. Bunu tecrübe etmeniz dleğiyle…
Eğer bugüne dek hissettiklerinizi yazıya dökmediyseniz, bir kere deneyin. Yazmaya çalışmayın; sadece yazın. Tam bir cümle yazmanız bile gerekmez. Kalbinizden gelen duygularınızı parmaklarınıza, oradan da kağıda aktarın. Bir psikanaliste on bin dolar öderseniz, size duygularınızı içeren bir günlük tutmanızı söyleyecektir. Ne de olsa, psikiyatrist sizi iyileştiremeyeceğini bilir - kendi duygularınızı keşfetmek ve ardından kendinizi iyileştirmek yine size bağlıdır.
Suyu kaynatmak için bir çaydanlığa doldurur, çaydanlığı da ateşin üzerine yerleştirirsiniz. Bu davranışlar enerji harcamayı gerektirir. Çaydanlığın kapağını kapattığınızda suyu kaynamaya bırakırsınız. Ama sonucu çok merak edip ikide bir çaydanlığın kapağını açıp bakarsanız, suyun ısınma sürecini engellemiş olur ve kaynamayı geciktirirsiniz. Bir girişimci ya da satış elemanı olarak size, meseleyi halletmek için özenli ve sabırlı bir şekilde takip etmemiz gerektiği söylenir. "Takip etmek" gibi basit bir kavramın bile hassas nüansları ve içgörüleri vardır. Bazı satış elemanları, dostça yakla şan, potansiyel bir müşteri bulduklarında, can sıkıcı bir "hava saldırısı" tarzında takibe başlarlar. Tıpkı suyun çabucak kaynadığını görme isteğiyle çaydanlığın kapağını açıp duran ev kadını gibi, gözü dönmüş bir şekilde anlaşmanın tamamlandığını görmek isterler.
Yeterince uzun
yaşayıp kendimizi yeterince dikkatle incelediğimizde ve yanlışlarımızdan ders
aldığımızda, sonunda paniğe kapılmaktan ve her "iyi" fırsatın peşine
düşmekten vazgeçeriz.
Hoşnutluk
yaşamlarımızın her alanında daha yüksek ve daha yüce standartlara ulaşma
konusunda kendimize ve diğerleri ne minnettarlıkla ve zevkle meydan okurken
eriştiğimiz olumlu sonuçların tadını çıkarmaktır.
Başarı Meleği
talepkar bir metrestir. Peşinden koşmanızı ister ama üzerine fazla düşerseniz
sizi kesinlikle atlatacaktır. Onu ele geçirmek için rahat bir atmosfer yaratmalısınız.
Rahat lama ve çabalama ritminizi dengeleyerek, uzlaşmayla uğraşmanın uyumunu
sağlayarak, ve az olan çoktur ilkesini benimseyerek günlük davranışlarınızı
doğal bir biçimde - kaygıyla güdümlenmekten başarılı olmak için sakince çaba
harcamaya doğru - ayarlayacaksınız...
Size en çok hangi tür
görevlerin uyacağını anladıktan sonra, iyi yapamadığınız bir iş için yardım
alın veya başkalarına devredin. Eğer görevi başkalarına devredebilecek
pozisyonda değilseniz, o işten öğrenebileceğiniz bir ders bulmaya çalışın.
Unutmayın, doğru tavrı takındığınız sürece, üstesinden gelemeyeceğiniz iş
yoktur.
Yatağa çekilmeden
önce, günlük görevler listenizi gözden geçirin: neleri halletmişsiniz ve yarın
neler öncelikli olacak. Siz uyurken, bilinçaltınız ertesi günün işlerini
halletmenin yollarını araştırmaya başlayacaktır. Bu, uykunuzu engelleyecek
herhangi bir çaba olmaksızın gerçekleşir. Otomatik, doğal bir programlamadır.
Zihniniz yarınki amaçların yönünü algıladıktan sonra, harekete geçip yapılacak
işlere aşina olacaktır. Sabah olduğunda, "yapılacaklar" listenize
doğal bir yakınlık hissedeceksiniz.
Yaşamınızı arzulanası
-maddi, manevi ve zihinsel-şeylerle dolu dev bir süpermarket olarak hayal edin.
Fakat bu sihirli süpermarketteki hiçbir şeyi parayla satın alamazsınız. Sadece
sahip olduğunuz şeylerle -çemberinizin içinde bulunanlarla -takas yapabilirsiniz.
Aşağıdaki zihinsel yaşam alışverişi egzersizini deneyin: Markete gidin,
istediğinizi seçin ve bedelini sahip olduğunuz şeyle ödeyin. Sonunda elinizde
ne kalacağına bakın. Bu listeyi yılda en az bir kez güncelleştirip gözden
geçirmelisiniz. Gerçek ten istediğinizi sandığınız şeyleri hiç de
istemediğinizi fark ede bilirsiniz. Pek de önemli olmayan şeyler birden öncelik
kazana bilir.
Eski Çin deyişindeki
gibi, "Kırmızı mürekkebe yaklaşırsan, kızarırsın; siyah mürekkebe
yaklaşırsan, kararırsın." Bir kişinin gerçek doğasını öğrenmek için, onun
ne tür insanlarla zaman geçirdiğine bakın. Yaşam biçiminizi, başarınızı,
davranış ya da alışkanlıklarınızı beraber olduğunuz insanlar kadar hiçbir şey
etkileyemez.
Kuantum sıçramasını
yapmadan önce elektronun kendi içinde enerji toplaması gibi, insanlar da yeni
yaşam yörüngelerini talep etme haklarını öne sürmeden önce yeni bir bolluk
çevresinde yaşadıklarını hissederek kendilerini olumlu hayallere
kaptırmalıdırlar.
Yaşamın meydan
okumaları karşısında sakin kalabilmek için, bir adım geri gitmeli, manzaranın
bütününe şöyle bir bakmalı ve kendimize şu ciddi soruyu sormalıyız: Bazı kuşkucuların
söylediği gibi, "Yaşam her şeyi emip geçiyor, sonra da ölüm geliyor"
ise yaşama zahmetine katlanmanın ne gereği var? Bu sorunun yanıtlarına sahip
olduğumuzda, yaşamın sınavlarını daha hafife almaya başlarız. Günlük
mücadelelerimizi bir yığın keyif gibi görüp onlardan tat almaya bile
başlayabiliriz.
Yaşam, iç içe bir
dairedir ve içinde, hatalı bir biçimde başarısızlıklar ve başarılar olarak
adlandırılan bu birbiriyle ilişkili olaylar bulunur. Her başarısızlık,
kaçınılmaz olan tüm başarımızın büyük iskeleti içinde, ileriye doğru bir
gelişmedir. Her hayal kırıklığı, her başarısızlık, sessizce size tasarlanmış
kaderinize giden yolu gösterir. "Evlat, yanlış yoldan gidiyorsun. Senin kaderine
çıkan yol bu değil," ya da "Başka türlü davranmalısın; yaptığın iş
yeteneğine uygun değil. Becerilerini geliştir." Başarısızlık yoktur,
sadece Kutsal yeniden yönlendirme vardır.
Jack London'ın dediği
gibi, "İnsanın asıl işlevi yaşamaktır, varolmak değil." Kendimizi
hayatımızı yaşamak yerine varolurken bulmamızın tek nedeni, hayatta kalamama
korkusuyla önümüzün kesilmiş olmasıdır. Onunla dostça geçindiğimiz zaman, ölüm
bizi dünyadaki zararlardan korur. Bu, kalbimizde muazzam bir özgürlük ve huzur
duygusu yaratır.
Siz kendi değerinizi
bilmiyorsanız ve kendi değerinizi müşterinize veya patronunuza
göstermiyorsanız, onların size paha biçmelerini nasıl bekleyebilirsiniz? Masaya
ne tür yararlar, ne tür gerçek değerler koyduğunuz konusunda açık olmalısınız.
Sufi şair Halil
Cibran'ın dediği gibi, "Ruhunuz çoğu kez, aklınızın ve yargınızın
tutkunuza ve şehvetinize karşı savaş açtığı bir çatışma alanıdır."
Antik Çin'de tek bir
boğa gözünü bile asla kaçırmamış olan şampiyon bir okçu varmış. Bir keresinde,
ulusal bir yarışmaya katılmış ve bütün atışları kaçırmış. İnsanların kafası
karışmış ve neden böyle olduğunu sormak için bir üstada gitmişler. Üstat şöyle
demiş, "Unvanını, onurunu, ve konumunu yitirme korkusu gözlerini kör
etti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder