30 Nisan 2019 Salı

Hakkı Alkan'a Mektup

Hakkı Hocam,

Çok eski takipçilerinden olduğunu söyleyemem, Eylül 2018’den beri seni takip ediyorum. Radarıma girdiğin dönem SDN'deki Samsung S8 incelemesini okuyup izlememe denk geliyor. O tarihten beri de sıkı bir şekilde takip ediyorum. Bu hafta ilk podcast’inizi yayımladığınızı ve bununla ilgili geri bildirim almaya açık olduğunu belirtince yazmak istedim.

Öncelikle muhabbetinizi şahsen çok samimi buluyorum. Bunu youtube’da ailenizle çekip paylaştığınız videolarda da hissettiriyorsunuz, aynı hissi podcast’te verdi.

Genelde iş yerinde Excel’e gömülmüş çalışırken arka planda beni yormayacak Ted/TedX videoları takip etmeyi seven biri olarak sunacağınız podcast’ler benim için dinleme listesine girecek alternatif olarak öne çıkacak. Şunu belirtmeliyim ki, youtube videolarınız ilgimi çekip görüntüyü inceleme ihtiyacını fazlasıyla doğurduğu için ofiste özellikle onları açmamaya, aksine ekrana konsantre olacağım iş-ev yolculuğunda izlemeye yöneliyordum. Podcast ise daha sakin bir ses tonuyla hazırlandığı için ofiste çalışırken arka fonda çok iyi gitti.

İçerik olarak, yukarıda da bahsettiğim gibi, seni sıkı takip ettiğim için olsa gerek, bahsettiklerinizin büyük çoğunluğunu twitter’daki paylaşımlarınızdan podcast öncesi duymuştum. Bu sebeple içerik çok sıradışı gelmedi, yazının sohbete dönmüş hali gibiydi. Ancak bu içeriğin twitter’dan seni yakından takip etmeyenlere de sunulduğunu düşünürsek, sana da hak veriyorum. Bir de sürekli farklı içerik üretmenin belirli zaman zarfında limitleri olacağı da malum.

Ben açılış müziğini çok içselleştiremedim, daha sıcak bir ses efekti kullanılabilirdi sanki biraz fazla resmi olmuş. Bunun dışında sesinin netliği ve anlaşılırlığı ile ilgili bir sorun yaşamadım.

Twitter’da gördüğüm kadarıyla farklı mecralara da podcast’i yüklemen için öneriler sunulmuş. Soundcloud’da hesabın olduğunu gördüm, bence podcast’in orada da bulunsun, Robin Sharma’yı genelde oradan dinlediğim için arayüzünü kullanıcı dostu bulduğum bu araçta da sana kolayca ulaşabilmek güzel olur.

Son olarak, yaptığın işe, sunduğun içeriğe, o içeriği oluştururken ortaya koyduğun emeğe son derece saygı duyuyorum. Umarım bu azmin, isteğin ve merakın hiç bitmez. Biz de sayende son teknolojik gelişmeleri hep senin samimi anlatımınla öğreniriz.

Selamlar,

Volkan 

PS. Hem yaşımızın yakın olması, hem de yukarıda bahsettiğim samimiyetinden ötürü “siz” yerine “sen”i tercih ettim. Anlayışın için teşekkürler.
Podcast'i dinlemek için:
https://open.spotify.com/show/6y3oz9l90blGlTaDrOHyOf


28 Nisan 2019 Pazar

Tüketiciyi Anla, Yanlışı Doğruya Çevir

Capital dergisinin Nisan sayında McDonalds Türkiye CEO’su Oğuz Uçanlar, kendilerinin yaptığı en büyük hatalardan birinin çok fazla yeni ürün çıkarmak olduğunu belirtip, şu açıklamada bulunmuş:

Çok fazla seçenekle daha fazla tüketiciye ulaşmak istedik. Yeni ürünler maliyet yapımızı bozdu. Sektör olarak birbirimize zarar verdik. Tüketiciyi anlayıp onların beklentilerine karşılık gelen ürünü geliştirmemiz lazımdı. Ürün geliştirip bunu kime satarım mantığı doğru değil.

Bu samimi paylaşım aslında tüketici merkezli olmanın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Mc Donalds Türkiye CEO’sunun paylaştığı örnekteki gibi tüketicilerin ihtiyaçlarını tüketicilerden öğrenmeden ürün tasarlayıp sunmak şirketlere hem ekonomik hem de stratejik olarak zarar verir. Bu durumlar karşılaşmamak için ne mi yapmak gerekir?

Her şeyi bilmediğimizi itiraf etmemiz ve farklı görüşlere açık olmamız gerekir. Varsayımlarımızı sorgulayacak ve müşterilerimizi dinleyecek cesaretimizin olması gerekir. Risk alacak, yeni şeyler öğrenecek cesaretimizin ve verilere ilişkin olarak eyleme geçmemize ve gerçekten fark yaratmamıza imkan verecek disiplinimizin bulunması gerekir. Bu süreç içerisinde de tabi ki hatalarımız olacaktır. Ancak bu hatalar daha küçük kayıplar vermemize ve yapacağımız doğrular için öğrenmemize de yardımcı olacaktır. Bu konuda bir muhabir ile CEO arasında geçtiği iddia edilen bir diyalogu paylaşarak hata yapmaktan çekinmemeyi, bununla beraber hatalarımızdan çıkaracağımız derslerin bizi doğrulara götüreceğini hatırlatırım.

Muhabir, CEO’ya “Başarınızın sırrı nedir? diye sorar; CEO iki kelimeyle Doğru kararlar der. Muhabir, Doğru kararları nasıl alıyorsunuz? diye sorar; CEO Tecrübe der. Muhabir, Tecrübenin sırrı nedir? diye sorar; CEO iki kelimeyle Yanlış kararlar der.
 


Journalist: What's the secret of your success?
CEO: Right decisions.
Journalist: How do you make right decisions?
CEO: Experience.
Journalist: How do you get that kind of experience?
CEO: Wrong decisions.


27 Nisan 2019 Cumartesi

What is Unsmoke?

Together We Can Unsmoke the World

This is a bold sentence which I truly believe. Why? Because I did so. You can read how I unsmoked my World just after learning that I would be a father. Here it is:


If I did this, everyone can do this. So now is the time to unsmoke!

What is unsmoke? In the video, you can find the definition of #unsmoke. So, how do you define unsmoke? Why don’t you create your own unsmoke story? Time to take action, time to make a change today!



23 Nisan 2019 Salı

İstanbul Gezimiz - Nisan'19

Aralık ayının 30. günüydü. 2019 için ilk tatil planımızı yapıp İstanbul için uçak bileti alıp, Romanya’dayken otelde kaldığım 4 hafta sayesinde birikmiş olan puanlarımı kullanarak otel rezerve etmiştim. Planımız şöyleydi: 20 Nisan Cumartesi sabahı makul bir saatte İstanbul’a uçuyorduk, 22 Nisan Pazartesi akşamı da geri dönüyorduk. Böylelikle bir gün izin kullanarak dört gün tatil yapabileceğim bir dönemi ailemle İstanbul’da kafa boşaltarak geçirebilecektim.

Sonuç kadar sürece de önem veren bir yapım olması sebebiyle, benim için aradaki o dört aylık süreç yoğun çalıştığım yılın ilk çeyreğinde benim için motive edici, hatta kamçılayıcı bir unsur olmuştu. Sadece benim için değil, oğlum Okan için de aynısı geçerliydi. İlk kez kumbarasını aktif şekilde kullanıp para biriktirdi. Oyuncak alma amacındaki Okan kumbarası ağırlaştıkça daha mutlu oluyordu. Bir de odasındaki büyük takvimde 20 Nisan’a özel sticker yapıştırıp O da kendince geri sayım yapıyordu.

Neyse ki her şey yolunda gitti ve 20 Nisan’a kazasız belasız ulaştık. Gerçi ilk planımızdan bir sapma olmuştu, dönüş biletimizi Atatürk Havalimanı’ndan olacak şekilde planlamıştık ancak Pegasus’tan Şubat ayında gelen bilgilendirme ile uçuşumuzun 3. Havalimanı’na alındığını öğrendik. Açıkçası 6 Nisan’da kullanılmaya başlanan yeni havalimanı hakkında olumlu ve olumsuz onca şey duyup okuyunca insan merak ediyor, o yüzden bunu da bir fırsat olarak gördük.
Havaalanı'na ulaştık!
Fotoğraf yanıltmasın, Okan son derece rahat
Bu yazıyı bir gezi yazısından ziyade daha çok aile içi bir hatıra yazısı olarak düşündüğüm için şimdi İstanbul’da geçirdiğimiz 3 günü anlatacağım. İlgi çekmeye bilir, peşinen uyarayım, ancak benim ve ailem için hatıra niteliğindedir. Bilirsiniz, “yazı kalır”.

20 Nisan sabahı, seyahat heyecanından olsa gerek, kurduğumuz saatler daha çalmadan uyandık. Hazırlıklarımızı tamamlayıp önce bizim Cafe Blue’da İzmir klasiği simit peynir çay ile kahvaltımızı yapıp ardından Mavişehir İzban durağına arabamızı park edip havaalanına gittik.  Yanlış saymadıysam 22 duraklık yolculuğumuzun sonunda keyifler oldukça yerindeydi. Güvenlik kapılarından geçip uçağımıza alındıktan sonra belirtilenden de önce bizi İstanbul’a ulaştıran pilotumuz sayesinde İstanbul’a sorunsuz vardık. Okan’ın uçuş esnasındaki rahatlığı umarım sevgili eşim Nilgün’e de nasip olur deyip İstanbul maceramızla devam edelim.
İstanbul için enerji toplamak lazım
Hafta başından beri meteoroloji İstanbul için Cumartesi yağmur bildiriyordu, neyse ki indiğimizde yağmıyordu. Bavulumuzu aldıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Havabus’a binerek Taksim’e gittik. Havaalanından ulaşımla ilgili dersimizi önceden çalıştığımız için bu aşama da planlandığı gibi geçti. Taksime vardıktan sonra taksiyle Maçka’daki AC Hotel’e varmamız da pek kolay oldu. Okan için ek bir yatak odamıza yerleştirildikten sonra odamız konaklamamız için hazırdı. Biraz dinlendikten sonra yürüyerek Nişantaşı Midpoint’te öğle yemeğimizi yiyip moralimizi ve enerjimizi iyice yükselttikten sonra taksiyle Kanyon’a geçtik. Okan’ın biriktirdiği paraların meyvesini alma vakti gelmişti. Kanyon’da oyuncakçı olarak çok alternatif olmasa da Lego Store olması bize yetti. Bu aralar Minecraft’a adeta takılmış olan Okan Minecraft temalı bütçesine uygun Lego görünce başka bir mağaza görmek istemese de çok ısrar ettiğimiz için Kanyon’un yanındaki Özdilek AVM’yi de hatırımız için gezdi. Sonuç değişmedi, yine Lego’dan Minecraft temalı oyuncağını aldı. 23 Nisan kampanyalarından faydalanarak araya bir lego da ben kattım ancak bu yazının yazıldığı an itibariyle o oyuncağı annesi için aldığımı düşünüyor, oyuncakta stok iyidir, her zaman lazım olabilir.
Lego Store Hatırası
AVM’lerde vakit geçirdikten sonra bir kez daha taksiye binip Maçka’ya doğru yol aldık. Maçka girişinde şoför “nerede ineceksiniz?” diye sorduğunda “AC Hotel” diye cevap verince birden bağırıp “söylesenize, Beşiktaş’tan girerdim” vesaire demeye başladı. Gezmek istediğimizi söyleyince “o zaman Maçka parkında gezin” deyip indirdi. Bu tavrına pek anlam veremedik ama garip bir hatıraydı, yazmak istedim. Parkın içinden geçip yokuşta aşağı inerek otele vardık. Dinlendikten sonra çevremizi bir de gece görmek için tekrar dışarı çıktık. İlk işverenim olan PwC’nin de ofislerinin bulunduğu BJK Plaza’nın önünden geçip Akaretler’de yürüyüp Beşiktaş çarşısına vardık. Akaretler’deki mekanların gece oldukça hareketli olduğunu imrenerek gözlemlesek de biz çocuklu bir aileydik. Eski dost Kızılkaya’larda dürüm dönerimizi yedikten sonra yürüyüşümüzü tamamlayıp odamıza çekildik.
Pazar sabahı Beşiktaş iskelede kahvaltımızı yaptıktan sonra Türk kahvesi ile taçlandırdıktan sonra soluğu Deniz Müzesi’nde aldık. Eğer denizciliğe merakınız varsa, gemi, tekne ya da tarih ilgi alanınıza giriyorsa, ya da çevrenizde ilgilenenler varsa mutlaka gidin ya da gitmesini önerin. Hem merkezi konumu ile ziyaret etmesi çok kolay, hem de içeriği ile gerçekten çok doyurucu bir müze. Giriş kişi başı 10 TL ve çocuklardan ücret alınmıyor. Burada megabyte’larca fotoğraf çektikten sonra Ortaköy’e geçtik. Ortaköy’de ilk önce Nilgün’ü uzun süredir sayıkladığı tekne ile boğaz turunu gerçekleştirdik. 1 saat süren tekne turu güneşli havaya rağmen üst katta beni üşütmeyi başardı. Okan’ın da aşağı inme isteği ile turun geri dönüş kısmını teknenin alt katındaki kapalı kısımda sıcak bir şeyler içerek geçirdik. Tekne turunu özellikle Arap turistlerin ve instagram profilini zenginleştirmek için bir araç olarak gören kızların tercih ettiğini gözlemledim. Yine de 25 TL’ye güzel bir aktiviteydi. Tekne gezisi sonrasında bir Ortaköy klasiği olan Ortaköy’de kumpir yedikten sonra (hayır, ben light tost yedim) Okan’ın dayanabildiği kadar yürüyüp bir taksiye binerek Bebek’e ulaştık. Bebek sahilinde Pazar’ın ve güneşin tadını çıkaran yüzlerce insanla beraber sahilde yürüyüş yaptıktan sonra molayı Divan Pastanesi’nde verdik. Güzel havayı fırsat bilen İstanbul’lular her mekanı doldurmuştu. Bizim bulunduğumuz yerde de Filiz Akın’ı dünya gözüyle görmek bize nasip olmuştu. Bebek’teki molamızdan sonra geri dönüş için yola çıktık. Arnavutköy’e kadar yürüdükten sonra Okan bize bomba haberi verdi: tuvaleti gelmişti. Sağda solda girebileceğimiz bir uygun mekanı bir türlü bulamayınca riski aldık ve bir inşaatın köşesinde pantolonunu indirdik. Neyse ki küçük tuvaletiydi ve etrafta kimsecikler yoktu deyip bu konuyu kapatıyorum. Sonra yola devam ederken taksi aramaya başladık fakat herkes aynı saatlerde evine dönmek isteyince bu bizim için hiç te kolay olmadı. Sıkışık Ortaköy trafiğinin ardından Beşiktaş’a ulaşıp otelimize geçtik.


Bebek'te keyifler her daim yerinde
Pazartesi günü, İstanbul’daki son günümüzdü. Sabah uyandıktan sonra otelden çıkış vaktimize kadar biraz dinlenip kafa boşaltmak istediğimiz için odada vakit geçirmeyi tercih ettik. Valizimizi otele emanet ettikten sonra Akaretlerden inip ağaçlı yoldan Vodafone Park’ın oraya yürüdük. Oradan bir taksiye binip Galata Kulesi’ne gitmek istediğimizi söyledik. Miting sebebiyle taksi şoförü bizi Galata Kulesi’ne bırakamasa da yakınına götürdü. Tarihi kuleye girmek için sıra bekleyen kalabalığı görünce vazgeçip önünde fotoğraf çektirip İstiklal’e yöneldik. Burada, Yapı Kredi Yayınevi’nden Okan’a kitap aldıktan sonra Beyoğlu çikolatası alıp yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık. Hem doyurucu hem farklı bir yer olsun derken kendimizi İstiklal’i bir uçtan bir uca gezmiş ancak hala bir yer seçememiş olarak bulduk. Bunun üzerine daha önceki İstanbul ziyaretlerimizde Nilgün’le denediğimiz Münhasır Döner & Kebap’ta karar kıldık. Hem ücretsiz wi-fi hem de lezzetli İskender olunca Okan’ın da keyfi yerine geldi. Ankara günlerinden favori yemeğim olan Beyti’nin yanında çiğköfteyi götürünce İstiklal’in kalabalığında yorulmuş olan ben de kendime geldim. Karnımızı doyurduktan sonra İstanbul maceramıza başladığımız gibi bitişi de Nişantaşı’nda yapalım istedik. Yürüyerek Nişantaşı’na gelip bir şeyler içmek için caddede bir yere oturduk. Son saatleri de “yüksek sosyete” ile aynı atmosferde nefes alarak geçirdikten sonra otelden bavulumuzu alıp Beşiktaş İskele’den Havaist’e binip yeni havalimanının yolunu tuttuk.
Galata Hatırası

Son keyif anları

Her güzel şey biter, önemli olan güzel bitirebilmek
Yolculuk esnasında koca otobüs biz dahil toplam 6 yolcu ile gittiği için oldukça rahattık. Pazartesi akşamı saat 5’te binmemize rağmen yaklaşık 1 saatte havaalanına ulaştık. Büyüklüğü ve modernliği ile oldukça göz alıcı gözükse de hala eksiklerinin olduğunu gözlemlediğimiz (örneğin Pegasus deskleri) stratejik havalimanımızda 2 saat kadar takıldıktan sonra (beklemek demedim çünkü o kadar sıkıcı değildi) uçağımıza bindik. Maalesef bir 25 dakika kadar uçakla havaalanında gezdirildik ve ardından İzmir’e indik.

İşte bizim bu 23 Nisan tatilimiz her ne kadar 20-22 Nisan arasını değerlendirmiş olsak ta bu şekilde geçti. Biz İstanbul’u sevdik. Yani böyle beğendiğimiz yerleri gezince güzel, keyifli. Kendi yorar pek tabi ki her daim yaşayanını, o yüzden zaten pek çok kişi bir şekilde ondan kaçmak derdinde.

Ee Volkan, peki sen gezdiklerini ve aklında kalanları anlattın da, bu geziden kendi ilk üçünü yazacak olsan bunlar ne olurdu derseniz?
  • Bebek – Arnavutköy arasında çok güzel yaşanır, yaş alınır. Hele ki stres seviyesi yüksek bir işte çalışmıyorsan ve iyi kazanıyorsan, değmesinler keyfine…
  • Her şeyin en iyisinin İstanbul’da olduğuna iyice inanmaya başladım. (Özellikle Münhasır’da yediğim kebaptan sonra bu fikir iyice güçlendi)
  • Her taksiye binişimde “işler nasıl” diye sordum ve hep aynı kapıya çıkan cevabı aldım, şoförler işlerin iyi olduğunu, müşterilerin ve diğer insanların harcamalarını kısmadığını söylüyor. Bu ekonomi iyi anlamına gelmese de insanların standartlarını varlıklarıyla ya da borçlanarak sürdürdüğünü gösteriyor.

19 Nisan 2019 Cuma

Bugün de Aydınlandım: Bank Holiday

Öğrenmenin yaşı yoktur. Ancak bazı şeyleri geç öğrenince insan kendini pek bir acayip hissediyor. Gelin size bugün başımdan geçen bir örnekle bu durumu anlatayım. Bu sabah mayıs ayı için outlook’ta bir toplantı daveti gönderiyordum. Türk davetlilerin birinin out-of-office iletisinde “… currently out of Office due to Bank Holidays in Turkey” açıklamasını gördüm. Bu iletiyi ilk kez görmüyordum ancak şimdiye kadar hep Polonyalı ve İsviçreli meslektaşlarımın iletisinde gördüğüm için kendi kendime yurt dışında ne kadar da çok banka tatili oluyor diye düşünüyordum. Bugün bir Türk’ün de böyle yazdığını görünce acaba bu “bank holiday” bir tanım mı diye google’a danıştım. Karşıma çıkan sonuç Anadolu Lisesi İngilizcem için üzücüydü ama yine de yeni bir şey öğrenmek güzel bir duygu.



8 Nisan 2019 Pazartesi

Unsmoke

Today is an important day not only for me but also my company. My own story of unsmoking my home is shared by my company, Philip Morris International, on the day we are starting a new year. Yes, it is not the first day of January but today is the first day of “the Year of Unsmoke”. For those who are not familiar with “unsmoke”, let PMI’s Chief Operating Officer Jacek Olczak define it:
Unsmoke is meant “to enable people to make an informed choice about the better alternatives that are available to them”
In the video below, you may also see PMI’s Senior VP Global Communications Marian Salzman’s description of “Unsmoke”:


With the launch of “The Year of Unsmoke”, Philip Morris International kicked off an urgent call to action to smokers, nonsmokers, regulators and agents of change across the world to drive a better future for the world’s 1.1 billion smokers and their families, loved ones and communities. The World Health Organization predicts that there will still be more than one billion smokers in 2025. This is an important issue that needs to be addressed. As an employee of PMI and as an “unsmoker” who has things to tell in order to unsmoke the world, I shared my own story and it is published on pmi.com. Here it is:


Unsmoke Hero: Volkan Yorulmaz

“I’ve got one son and he’s got one life." For Volkan Yorulmaz, the prospect of fatherhood prompted his decision to unsmoke his life and home.


The Turkish senior tax analyst is one of hundreds of PMI employees to share their stories in our #Unsmoke campaign, which aims to tap into global efforts to rid the world of smoke.

Volkan decided to quit cigarettes and nicotine altogether when he and his wife were expecting their child. Together, they have given up and are not looking back.

“I had been smoking since I finished university,” he says. “I would describe myself as a social smoker, I really only smoked when I was out with friends or having meals. But that changed when I found out I was going to be a parent.”

“My partner and I decided to quit and we told our friends. From that moment on, they would have to smoke outside if they wanted to have a cigarette when they visited.”

For Volkan and his wife, the decision to unsmoke was the easy part. But getting their friends to agree was more of a challenge since they were accustomed to smoking in their living room when they visited.

Volkan says he and his wife want their guests to feel welcome and at ease. So he was apprehensive about telling them they could no longer smoke in their house.

“I was a bit shy when I first told my friends. I didn’t want them to think I was being rude. Fortunately, they understood why we wanted to do it.”

Volkan and his wife decided that as parents, they would ensure their house stayed smoke-free and their friends supported them. This support was valuable for Volkan because his decision to quit was driven by a desire to be around to enjoy every moment of his young son Okan’s life.

“I’ve got one son and he’s got one life. It’s the same for me and my wife. I unsmoked so I could spend every moment of my life with them. I would say, if you smoke you may see an episode of a television show. But if you unsmoke, you will see the whole series.”


This is my own “unsmoke” experience. I know everyone has different reasons, different stories, and behind all these drivers to unsmoke, the core message is:

If you don’t smoke, don’t start
If you smoke, quit
If you don’t quit, change
Unsmoke


PS. It is a great memory for me and my family to see our story shared by PMI’s social media accounts. I know we will look at these screenshots in the coming years and remember these early days of #unsmoke





7 Nisan 2019 Pazar

Neden Terfi Edemiyorsunuz?

Harvard Business Review’deki güncel içerikler arasında sörf yaparken kendimi bir anda 2018 yılı Nisan sayısında John Beeson’ın yazdığı dilimize “Neden Terfi Edemiyorsunuz?” diye çevrilen makaleyi okurken buldum. Başlık başta kendim için olmak üzere birçok insan için o kadar ilgi uyandırıcı ve adeta “kanayan yara” gibiydi ki hemen başlıktaki sorunun cevabını okuyup hap gibi almak istedim. Makale bir şirketteki terfi değerlendirmesinde ikinci kez terfiyi kaçıran bir adayın durumunu sanal bir örnek üzerinden inceliyordu. 

Ralph - "temsili" terfi kaçıran çalışan
Örneğimizdeki kahramanımız (!) Ralph'e son iki atamayı öğrendiğinde şirkette onu harika bir geleceğin beklediği ve “biraz daha deneyim kazandıktan” sonra yükselmek için hazır olacağı söylenmişti. Gerçekten neden terfi edemediğine dair detayları öğrenmek için defalarca uğraşmıştı fakat tek duyduğu, “iletişim becerilerini” geliştirmesi, “yönetici olarak varlığını” ve “liderliğini” daha fazla göstermesi gerektiğine dair muğlak yorumlardı. Görünen o ki şirket yönetim kurulu odasında görüntüsü ve sesiyle iyi duracak insanlar istiyordu; ve buna, kendisi gibi performansını kanıtlamış çalışanların yıllık sonuçlarından daha fazla önem veriyordu.

Buraya kadar özetlenen durum size tanıdık geliyorsa bu durumun arkasında yatan nedenleri keşfetmeye hazır olun.

Öncelikle yazarımız John Beeson önemli bir noktayı işaret ederek başlıyor: “az sayıda şirket, ilerlemek için gerekli kriterleri açıkça ortaya koyar”.  Bunu biraz açacak olursak, aslında şirket dediğimiz şey insanlardan oluştuğuna göre, şirketin terfilerde sözü geçen yöneticileri çalışanların yükselmeleri, terfi etmeleri için gerekli olan yapılacaklar listesini net bir şekilde iletmezler. Beeson bu durumu şöyle ifade ediyor:

Bilgi vermekten kaçınmak bir kötü niyet göstergesi değildir, daha ziyade, hiç kimsenin kötü haberler yaymayı istemediği varsayımına atfedilebilir. Ve bu, tamamen insani bir tereddüttür. Yöneticiler ve İK profesyonelleri genellikle, iyi bir çalışanı kaybetme korkusundan dolayı kasıtlı olarak belirsiz geribildirimler verirler.

Bardağın dolu tarafını görecek olursak, şu ana kadar özetlenen tablo size hala tanıdık geliyorsa, demek ki kaybedilmek istenmeyecek nitelikte bir değersiniz. Bardağın boş tarafı ise, maalesef bir sonraki yukarı yönlü adım için ise hazır değilsiniz.

Beeson’un bu noktada işaret ettiği bir tespit var ki o da yine açıkça paylaşılmayan gerekli niteliklerle ilgili: “liderlik becerilerinin farklı seviyelerde nasıl gösterilmesi gerektiğini veya hiyerarşide yükseldikçe bu niteliklerin -göreceli- öneminin nasıl değişeceğini ayrıntılarıyla anlatılmaz.” Bu ifadeyi biraz açmak gerekirse, orta kademe yönetimde takım çalışması, son derece önemli bir yetkinliktir çünkü bir grubun uyum ve motivasyonu sürdürme yeteneği olarak tanımlanır. Ralph’in de bir parçası olmayı umut ettiği daha üst seviyelerde ise önemi bu kadar hayati değildir. İşin aslı çoğu şirkette üst yönetimde, rekabet ve egodan dolayı, uyum yeterli bir kriter değildir. Ve takımlar bu kriter olmadan da görevlerini yerine getirirler.

Yine bu belirtilenler yazılı olmayan kurallardır. Yazılı olmayan kuralların birçoğunu sabit hale getirmek zordur çünkü teknik beceri, endüstriyel uzmanlık ya da iş bilgisi ile ilgili değillerdir. Daha ziyade, karar vericilere bir adayın üst yönetimde başarılı olup olmayacağı konusunda sezgisel bir fikir veren “sosyal” becerilerle ilgilidir. Makalemizin yazarı Beeson hem gözlemci hem uygulayıcı olarak, büyük şirketlerdeki 30 yıllık yedekleme planlama ve yönetici geliştirme deneyimim boyunca C-seviye yerleştirme kararlarının 3 kategoriye göre verildiğini tespit etmiş. Bunlar:
  • Zorunlu faktörler,
  • Eleyen faktörleri,
  • Esas seçim faktörleri
Ralph zorunlu olanlarda ve eleyen faktörlerde sınavı geçiyor fakat esas seçim faktörlerinin bazılarını karşılamada yetersiz kalıyordu ki hayalini kurduğu o terfiyi 2 kere kaçırmıştı. Bunlar arasında stratejik düşünme, güçlü bir ekip kurma ve kurumun iç sınırlar içinde etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak vardı. Şayet çalıştığı şirket, yöneticileri için bu faktörlerin bir listesini yapsaydı ve bir dizi yapıcı geribildirimle birlikte destekleseydi, Ralph muhtemelen enerjisini nereye harcaması gerektiğini bilecekti.

Fakat şirket bunu yapmadığı için Ralph altta yatan sorunları kendi yöntemleriyle açıklığa kavuşturmak zorunda kaldı. Her ne kadar 360 derece değerlendirmeler ya da benzer testlerden periyodik olarak geribildirimler alıyor olsa da –üçüncü bir taraf yüz yüze ve bireysel görüşmeler yapmadığı sürece- çıkmaza girmiş bir kariyerin arkasındaki temel sebepleri aydınlatmada çoğunlukla yeterli olmaz.

John Beeson’a göre içgörü elde etmenin en net yollarından biri, her ne kadar sınırlı bilgiler paylaşsalar da, doğrudan yöneticilerin veya görevdaşların görüşlerine başvurmaktır. Size karşı dürüst davranmayabilirler ve bakış açıları kıdemli karar vericilerin birçoğundan farklı olabilir. Fakat siz daha fazla bilgi almak için eski yöneticinizle ya da yöneticinizin yöneticisiyle görüşebilirsiniz. Neler yaptığınızdan haberi olan ve ilişkilerinizin de iyi olduğu yöneticilerden en üst düzey olanla iletişime geçmeye çalışın; böylece yaklaşımınız doğal ve uygun görünecektir. Beeson burada bir uyarı yapma gereği duyuyor: yöneticinizin arkasından iş çevirmeyin, yöneticiniz diğer yöneticilerle olan iletişiminizi ve niyetinizi bilmeli. Yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü, bilgi alabilmek için biraz uğraşmanız gerekecektir. Ve bu kolay olmayacaktır.

Gelelim bu zorlu araştırma sürecinde yapılacaklara… Geribildirim isterken, yükselmenize engel olan sorunları öğrenmede ne kadar istekli olduğunuzu samimi bir şekilde gösterin ve tartışma yaratmaya çalışıyor gibi görünmemek için dikkatli olun. Temel sorularınız şu şekilde olmalı, “Gelecekte bir gün daha fazla sorumluluk alacağım pozisyonlara yükselmek için hangi becerilerimi geliştirmem gerekiyor?”

Eğer aldığınız geribildirimlerin anlamını çözmekte zorlanıyorsanız yazarımız bu gibi durumlar için her oturumun sonunda şunu sormayı öneriyor: “Şirkette üst pozisyonlarda başarılı olma potansiyelime güvenmenizi sağlayacak şeyler neler, özellikle en önemli bir –iki tanesi?” Karşınızdaki dürüst cevap verdiği sürece bu soru, belirsizlikleri ortadan kaldıracak ve sapla samanı birbirinden ayıracaktır.

Şunu aklınızdan çıkarmayın, hakkınızda yıllar içinde oluşmuş ve yer etmiş yargıları değiştirmek somut ve istikrarlı bir çaba gerektirir. Bu nedenle genellikle bir veya iki kilit alana odaklanmak ve buralarda gelişmeye çalışmak en iyisidir.

Eğer Ralph gibi çalışanlar (buraya kadar bu içeriği merakla okuduysanız “siz”), onları engelleyen faktörlerin gerçekten ne olduğunu öğrenirse şirketler daha iyi çalışanlara sahip olur. Açık ve samimi iletişim, gerçeklerin ifade edildiği yapıcı diyaloglar bence kariyer yolunda tıkanmış olan çalışanların önünü açıp şirketleri için daha faydalı olmalarını sağlayacak asıl araçlardır.

Eğer bu içeriği beğendiyseniz;
* sosyal medya hesaplarınızda paylaşabilir, arkadaşlarınıza mail ya da whatsapp üzerinden gönderebilirsiniz:

https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2019/04/neden-terfi-edemiyorsunuz.html

* bahsedilen makalenin Türkçe tam metnine ulaşmak için “Neden Terfi Edemiyorsunuz, John Beeson” diye aratabilirsiniz

* ya da sözkonusu makaleyi İngilizce olarak okumak için “Why You Didn’t Get That Promotion, John Beeson” şeklinde araştırabilirsiniz.

Google adsense

Analytics