Sonuç
kadar sürece de önem veren bir yapım olması sebebiyle, benim için aradaki o
dört aylık süreç yoğun çalıştığım yılın ilk çeyreğinde benim için motive edici,
hatta kamçılayıcı bir unsur olmuştu. Sadece benim için değil, oğlum Okan için
de aynısı geçerliydi. İlk kez kumbarasını aktif şekilde kullanıp para
biriktirdi. Oyuncak alma amacındaki Okan kumbarası ağırlaştıkça daha mutlu
oluyordu. Bir de odasındaki büyük takvimde 20 Nisan’a özel sticker yapıştırıp O
da kendince geri sayım yapıyordu.
Neyse
ki her şey yolunda gitti ve 20 Nisan’a kazasız belasız ulaştık. Gerçi ilk
planımızdan bir sapma olmuştu, dönüş biletimizi Atatürk Havalimanı’ndan olacak
şekilde planlamıştık ancak Pegasus’tan Şubat ayında gelen bilgilendirme ile
uçuşumuzun 3. Havalimanı’na alındığını öğrendik. Açıkçası 6 Nisan’da
kullanılmaya başlanan yeni havalimanı hakkında olumlu ve olumsuz onca şey duyup
okuyunca insan merak ediyor, o yüzden bunu da bir fırsat olarak gördük.
Havaalanı'na ulaştık! |
Fotoğraf yanıltmasın, Okan son derece rahat |
Bu
yazıyı bir gezi yazısından ziyade daha çok aile içi bir hatıra yazısı olarak
düşündüğüm için şimdi İstanbul’da geçirdiğimiz 3 günü anlatacağım. İlgi çekmeye
bilir, peşinen uyarayım, ancak benim ve ailem için hatıra niteliğindedir.
Bilirsiniz, “yazı kalır”.
20
Nisan sabahı, seyahat heyecanından olsa gerek, kurduğumuz saatler daha çalmadan
uyandık. Hazırlıklarımızı tamamlayıp önce bizim Cafe Blue’da İzmir klasiği
simit peynir çay ile kahvaltımızı yapıp ardından Mavişehir İzban durağına
arabamızı park edip havaalanına gittik.
Yanlış saymadıysam 22 duraklık yolculuğumuzun sonunda keyifler oldukça
yerindeydi. Güvenlik kapılarından geçip uçağımıza alındıktan sonra
belirtilenden de önce bizi İstanbul’a ulaştıran pilotumuz sayesinde İstanbul’a
sorunsuz vardık. Okan’ın uçuş esnasındaki rahatlığı umarım sevgili eşim Nilgün’e
de nasip olur deyip İstanbul maceramızla devam edelim.
İstanbul için enerji toplamak lazım |
Hafta
başından beri meteoroloji İstanbul için Cumartesi yağmur bildiriyordu, neyse ki
indiğimizde yağmıyordu. Bavulumuzu aldıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan
Havabus’a binerek Taksim’e gittik. Havaalanından ulaşımla ilgili dersimizi
önceden çalıştığımız için bu aşama da planlandığı gibi geçti. Taksime vardıktan
sonra taksiyle Maçka’daki AC Hotel’e varmamız da pek kolay oldu. Okan için ek
bir yatak odamıza yerleştirildikten sonra odamız konaklamamız için hazırdı.
Biraz dinlendikten sonra yürüyerek Nişantaşı Midpoint’te öğle yemeğimizi yiyip
moralimizi ve enerjimizi iyice yükselttikten sonra taksiyle Kanyon’a geçtik.
Okan’ın biriktirdiği paraların meyvesini alma vakti gelmişti. Kanyon’da
oyuncakçı olarak çok alternatif olmasa da Lego Store olması bize yetti. Bu
aralar Minecraft’a adeta takılmış olan Okan Minecraft temalı bütçesine uygun
Lego görünce başka bir mağaza görmek istemese de çok ısrar ettiğimiz için
Kanyon’un yanındaki Özdilek AVM’yi de hatırımız için gezdi. Sonuç değişmedi,
yine Lego’dan Minecraft temalı oyuncağını aldı. 23 Nisan kampanyalarından faydalanarak
araya bir lego da ben kattım ancak bu yazının yazıldığı an itibariyle o
oyuncağı annesi için aldığımı düşünüyor, oyuncakta stok iyidir, her zaman lazım
olabilir.
Lego Store Hatırası |
AVM’lerde
vakit geçirdikten sonra bir kez daha taksiye binip Maçka’ya doğru yol aldık.
Maçka girişinde şoför “nerede ineceksiniz?” diye sorduğunda “AC Hotel” diye
cevap verince birden bağırıp “söylesenize, Beşiktaş’tan girerdim” vesaire
demeye başladı. Gezmek istediğimizi söyleyince “o zaman Maçka parkında gezin”
deyip indirdi. Bu tavrına pek anlam veremedik ama garip bir hatıraydı, yazmak
istedim. Parkın içinden geçip yokuşta aşağı inerek otele vardık. Dinlendikten
sonra çevremizi bir de gece görmek için tekrar dışarı çıktık. İlk işverenim
olan PwC’nin de ofislerinin bulunduğu BJK Plaza’nın önünden geçip Akaretler’de
yürüyüp Beşiktaş çarşısına vardık. Akaretler’deki mekanların gece oldukça
hareketli olduğunu imrenerek gözlemlesek de biz çocuklu bir aileydik. Eski dost
Kızılkaya’larda dürüm dönerimizi yedikten sonra yürüyüşümüzü tamamlayıp odamıza
çekildik.
Pazar
sabahı Beşiktaş iskelede kahvaltımızı yaptıktan sonra Türk kahvesi ile
taçlandırdıktan sonra soluğu Deniz Müzesi’nde aldık. Eğer denizciliğe merakınız
varsa, gemi, tekne ya da tarih ilgi alanınıza giriyorsa, ya da çevrenizde
ilgilenenler varsa mutlaka gidin ya da gitmesini önerin. Hem merkezi konumu ile
ziyaret etmesi çok kolay, hem de içeriği ile gerçekten çok doyurucu bir müze. Giriş
kişi başı 10 TL ve çocuklardan ücret alınmıyor. Burada megabyte’larca fotoğraf
çektikten sonra Ortaköy’e geçtik. Ortaköy’de ilk önce Nilgün’ü uzun süredir
sayıkladığı tekne ile boğaz turunu gerçekleştirdik. 1 saat süren tekne turu
güneşli havaya rağmen üst katta beni üşütmeyi başardı. Okan’ın da aşağı inme isteği
ile turun geri dönüş kısmını teknenin alt katındaki kapalı kısımda sıcak bir şeyler
içerek geçirdik. Tekne turunu özellikle Arap turistlerin ve instagram profilini
zenginleştirmek için bir araç olarak gören kızların tercih ettiğini
gözlemledim. Yine de 25 TL’ye güzel bir aktiviteydi. Tekne gezisi sonrasında
bir Ortaköy klasiği olan Ortaköy’de kumpir yedikten sonra (hayır, ben light
tost yedim) Okan’ın dayanabildiği kadar yürüyüp bir taksiye binerek Bebek’e
ulaştık. Bebek sahilinde Pazar’ın ve güneşin tadını çıkaran yüzlerce insanla
beraber sahilde yürüyüş yaptıktan sonra molayı Divan Pastanesi’nde verdik. Güzel
havayı fırsat bilen İstanbul’lular her mekanı doldurmuştu. Bizim bulunduğumuz
yerde de Filiz Akın’ı dünya gözüyle görmek bize nasip olmuştu. Bebek’teki
molamızdan sonra geri dönüş için yola çıktık. Arnavutköy’e kadar yürüdükten
sonra Okan bize bomba haberi verdi: tuvaleti gelmişti. Sağda solda
girebileceğimiz bir uygun mekanı bir türlü bulamayınca riski aldık ve bir
inşaatın köşesinde pantolonunu indirdik. Neyse ki küçük tuvaletiydi ve etrafta
kimsecikler yoktu deyip bu konuyu kapatıyorum. Sonra yola devam ederken taksi
aramaya başladık fakat herkes aynı saatlerde evine dönmek isteyince bu bizim
için hiç te kolay olmadı. Sıkışık Ortaköy trafiğinin ardından Beşiktaş’a ulaşıp
otelimize geçtik.
Bebek'te keyifler her daim yerinde |
Pazartesi
günü, İstanbul’daki son günümüzdü. Sabah uyandıktan sonra otelden çıkış
vaktimize kadar biraz dinlenip kafa boşaltmak istediğimiz için odada vakit geçirmeyi
tercih ettik. Valizimizi otele emanet ettikten sonra Akaretlerden inip ağaçlı
yoldan Vodafone Park’ın oraya yürüdük. Oradan bir taksiye binip Galata Kulesi’ne
gitmek istediğimizi söyledik. Miting sebebiyle taksi şoförü bizi Galata Kulesi’ne
bırakamasa da yakınına götürdü. Tarihi kuleye girmek için sıra bekleyen
kalabalığı görünce vazgeçip önünde fotoğraf çektirip İstiklal’e yöneldik.
Burada, Yapı Kredi Yayınevi’nden Okan’a kitap aldıktan sonra Beyoğlu çikolatası
alıp yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık. Hem doyurucu hem farklı
bir yer olsun derken kendimizi İstiklal’i bir uçtan bir uca gezmiş ancak hala
bir yer seçememiş olarak bulduk. Bunun üzerine daha önceki İstanbul
ziyaretlerimizde Nilgün’le denediğimiz Münhasır Döner & Kebap’ta karar
kıldık. Hem ücretsiz wi-fi hem de lezzetli İskender olunca Okan’ın da keyfi
yerine geldi. Ankara günlerinden favori yemeğim olan Beyti’nin yanında çiğköfteyi
götürünce İstiklal’in kalabalığında yorulmuş olan ben de kendime geldim. Karnımızı
doyurduktan sonra İstanbul maceramıza başladığımız gibi bitişi de Nişantaşı’nda
yapalım istedik. Yürüyerek Nişantaşı’na gelip bir şeyler içmek için caddede bir
yere oturduk. Son saatleri de “yüksek sosyete” ile aynı atmosferde nefes alarak
geçirdikten sonra otelden bavulumuzu alıp Beşiktaş İskele’den Havaist’e binip
yeni havalimanının yolunu tuttuk.
Galata Hatırası |
Son keyif anları |
Her güzel şey biter, önemli olan güzel bitirebilmek |
Yolculuk
esnasında koca otobüs biz dahil toplam 6 yolcu ile gittiği için oldukça
rahattık. Pazartesi akşamı saat 5’te binmemize rağmen yaklaşık 1 saatte
havaalanına ulaştık. Büyüklüğü ve modernliği ile oldukça göz alıcı gözükse de hala
eksiklerinin olduğunu gözlemlediğimiz (örneğin Pegasus deskleri) stratejik havalimanımızda
2 saat kadar takıldıktan sonra (beklemek demedim çünkü o kadar sıkıcı değildi)
uçağımıza bindik. Maalesef bir 25 dakika kadar uçakla havaalanında gezdirildik
ve ardından İzmir’e indik.
İşte
bizim bu 23 Nisan tatilimiz her ne kadar 20-22 Nisan arasını değerlendirmiş
olsak ta bu şekilde geçti. Biz İstanbul’u sevdik. Yani böyle beğendiğimiz
yerleri gezince güzel, keyifli. Kendi yorar pek tabi ki her daim yaşayanını, o
yüzden zaten pek çok kişi bir şekilde ondan kaçmak derdinde.
Ee
Volkan, peki sen gezdiklerini ve aklında kalanları anlattın da, bu geziden
kendi ilk üçünü yazacak olsan bunlar ne olurdu derseniz?
- Bebek – Arnavutköy arasında çok güzel yaşanır, yaş alınır. Hele ki stres seviyesi yüksek bir işte çalışmıyorsan ve iyi kazanıyorsan, değmesinler keyfine…
- Her şeyin en iyisinin İstanbul’da olduğuna iyice inanmaya başladım. (Özellikle Münhasır’da yediğim kebaptan sonra bu fikir iyice güçlendi)
- Her taksiye binişimde “işler nasıl” diye sordum ve hep aynı kapıya çıkan cevabı aldım, şoförler işlerin iyi olduğunu, müşterilerin ve diğer insanların harcamalarını kısmadığını söylüyor. Bu ekonomi iyi anlamına gelmese de insanların standartlarını varlıklarıyla ya da borçlanarak sürdürdüğünü gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder