Sizleri bundan yaklaşık 18 ya da 19 sene önceye götürmek
istiyorum. 90’lı yılların sonları, o dönemler lise öğrencisiyim. Need For Speed
(NFS) ortalığı kasıp kavuruyor. Sıra arkadaşım Fatih ve ben de bu oyunun
tutkulu oyuncularıyız. O dönem hayatımızın merkezinde iki şey var:
hazırlanmakta olduğumuz üniversite sınavı ve her fırsat bulduğumuzda oynadığımız
NFS. İkimizde çok iddialıyız ve en iyi olduğumuzu düşünüyoruz. Her akşam test
çözdükten sonra NFS oynayıp formumuzu koruyoruz, ertesi gün de ilk teneffüsten
itibaren bir gece önceki başarı hikayemizi ballandıra ballandıra birbirimize
anlatıyoruz.
“En iyi” olma konusundaki atışmalarımızı artık aksiyona
dökmemiz gerektiğine karar verdiğimiz bir gün hafta sonu dershane çıkışı bizim
eve gelip “en hızlı”yı belirlemek için anlaştık. Bilgisayarımda doğal olarak
tek klavye olduğu için o hafta sonu Fatih dershaneye kendi klavyesi ile geldi.
Hala dershane çıkışı bindiğimiz otobüste sırtında çantası, elinde klavyesi ile
otobüsteki hali dün gibi gözümün önündedir.
Neyse eve geldikten sonra annem bize enerji verecek
ikramlarını sunup evde rahat etmemiz için alışverişe gitti. Artık tüm koşullar
en hızlıyı belirlemek için hazırdı. Fatih’in klavyesini de bilgisayara bağlayıp
tanıttıktan sonra NFS oyununu açtık, iki kullanıcı moduna ayarladık, favori
araçlarımızı alıp en sevdiğimiz renk tercihleri ile favori pistimizde yarışa
başladık.
Hazır ev boşken sesi en yüksek seviyeye getirip süreyi de
en uzun olarak belirledik. Ve yarışımız başladı… O dönemlerde internete 146
üzerinden 33.600 kbps modem ile bağlandığımız için online multiplayer oyunlara
alışık olmadığımızdan ilk defa gerçek bir kullanıcıya karşı oynamak çok farklı
bir tecrübeydi. Bol bol çarpmalı, sürtmeli bir yarış adeta kıran kırana geçti.
Sonucunda ev sahibi olmanın da avantajını kullanarak oyunu kazandım ama oyun
esnasında yaşadığım heyecan ve stres kazanmamla beraber öyle bir coşkuya sebep
olmuştu ki bir anlık sevinç bana oldukça pahallıya mal olmuştu.
Finish çizgisini geçmemle birlikte spikerin
“Congratulations” diyen o çoşkulu sesiyle ayağa kalkıp sevincimden bilgisayarın
monitörüne adeta “çak bi beşlik” yaptım. Tabii monitörün arkası boş olunca o da
aynen denize balıklama atlar gibi yere düştü. O dönemki monitörleri
hatırlayanlar bilir, monitörün arkasında boşluklar vardır, o boşluklardan
dumanlar çıkmaya başladı. Hemen fişini pirizden çektik. Odadaki koku azalınca
korkarak dualarla yeniden prize taktım ama nafile… Maalesef monitör tepki
vermiyordu. Bir süre sonra annem eve geldi. Fatih ile beraber durumu dilimiz
döndüğünce anlattık. Ne mi oldu? Annem güzelce iğneli sözleriyle dövmekten
beter etti. Ana yüreği, dayanamayıp uygun vakit geldiğinde yeni bir monitör
alıp yarış zevkime devam etmeme de fırsat sağladı. Ama ben bir daha “en hızlı
yarışçı” değil “en kontrollü yarışçı” oldum hep.
İşte benim bir yarış oyununda başıma gelen en ilginç
hikayem. Umarım genç arkadaşlarıma ders alabilecekleri bir örnek sunmuşumdur.
Not: Yukarıdaki hikaye Media Markt'ın "Herhangi Bir Yarış Oyununda Başına Gelen En İlginç Hikaye" konulu yarışması için tarafımca kaleme alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder