9 Mayıs 2008 Cuma

Vergi Dünyasında Neler Oluyor?


Giriş

Bu çalışma Personal Development Plan dahilinde, Alper Üstün’ün önerisi üzerine yapılmıştır. Çalışmadaki amaç, vergi dünyasındaki gelişmeleri takip etmek ve ilgimi çeken makalelerin özetini çıkarıp bunları paylaşmaktır. Çalışma kapsamında Vergi Dünyası, Yaklaşım, Infomag dergileri ile Dünya Gazetesi okunmuştur. Çalışmanın daha çok kişiye ulaşabilmesi amacıyla kişisel blog[1] adresimden de paylaşıma açılmıştır.

Bayilere Bedelsiz, Düşük Bedelle Veya Emanet Olarak Cihaz, Araç Yahut Donanım Verilmesi
Mehmet Maç
Mehmet Maç, Yaklaşım Dergisi’nin Ekim 2007 sayısında üretici, ithalatçı veya toptancı konumundaki mükelleflerin, kısaca ana satıcıların, pazarlamaya yönelik çeşitli malları bayilerine, ara toptancılara ya da perakendeci kişi ve kuruluşlara, yani alt satıcılara, bedelsiz, emsal bedelinin çok altında ya da emanet olarak verdiklerini belirtmiştir. Bu malların KDV karşısındaki durumunu incelediği makalenin özeti aşağıdadır.
Verilen Malın Veya Hizmetin Ciro Primi Mahiyetinde Olması Veya Ağırlama Yahut Örfe Uygun Hediye Olması
Ciro primi, fabrika işleticileri, ithalatçılar yahut toptancılar, alt satıcılarına, satış performansları ile orantılı olarak nakdi ödül verebildikleri uygulamanın adıdır. Ciro primleri, veren açısından pazarlama gideri, alan açısından ticari hasılattır.
Maliye İdaresi 26 no.lu KDV Genel Tebliği ile ciro primlerinin bir hizmetin karşılığı olduğunu, düşük oranlı mal veya hizmetlerin pazarlanması ile ilgili olsa bile %18 oranında KDV’li faturaya bağlanması gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak ciro primlerinin hizmet karşılığı olmadığı, sonradan yapılmış iskonto olduğu anlayışı ile KDV’ye tabi bulunmadığı yolunda istikrar kazanmış Danıştay kararları bulunmaktadır.
Satış yapılmakta olan mal veya hizmetin bedava verilmesi şeklinde ciro primi verilebilmektedir. Bu durumda bedava mal normal fiyatı ve KDV’si ile fatura edilmeli, karşılığında ciro primi faturası alınmalıdır. Bedava mal ile bedelli mal aynı faturada ise, bedava malın bedeli kadar iskonto yapılması da mümkündür.
Bayiye önemli menfaat sağlayan hediyelerin, yaptığı ciro ile orantılı olmak yerine, bayiler arasında çekilişle belirlenen talihli bayiye verilmesi işlemin niteliğini değiştirmez. Bu durumda da hediyenin fatura edilmesi ve karşılığında fatura alınması gerekir. Ağırlama veya örfe uygun hediye niteliğinde ise veren tarafın gideridir, fakat alan tarafın ticari kazanımı sayılmaz.
Ciro priminin gelir veya gider kaydedilmesi gereken dönem, ciro priminin ilgili olduğu dönemdir. Faturalaşmanın ilgili dönem kapandıktan sonra yapılabilmesi halinde, kapanan dönemin sonu itibariyle karşılık ayrılması suretiyle bu gelir veya giderin ilgili dönemde dikkate alınması istenmektedir.
Malın, İşin Gereği Olarak Verilmesi
Pazarladığı malın satışa sunulması için gerekli olan malın alt satıcıya verilmesi (örneğin donmuş gıdaların perakende olarak satılabilmesi için soğutma tertibatlı dolap verilmesi), alt satıcının ticari kazanç elde etmesi demektir, alt satıcının fatura kesmesini, hasılat kaydını ve Maliye İdaresi’nin anlayışına göre KDV hesaplanmasını gerektirir. Veren açısından da faturaya bağlanmasını ve KDV hesaplanmasını gerektirir.
İşin Gereği Olan Donanımın Emanet Olarak Verilmesi
Bu gibi durumlarda mal, emanet verenin mülkiyetinde kalır, KDV doğmaz. Bu mal amortismana tabi bir mal ise kullanımın alt satıcıda olduğuna bakılmaksızın ana satıcı tarafından amortismana tabi tutulur.
Donanım Verme İşleminin Pazarlama Malzemesi Niteliğinde Olması
Ana satıcının belli bir ciro garantisi veren alt satıcıya bedelsiz olarak veya sembolik bedelle yazılım-donanım vermesi işlemi, ana satıcının pazarlama harcaması olarak nitelendirilmiş, alt satıcının ciro primi elde etmesine değinilmemiştir. (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 16.10.2006, 20083 sayılı Mukteza)
Alt satıcıların pazarlamada kullandıkları, satışı yapılan mal için seçilmiş veya geliştirilmiş bilgisayarların ve yine tanıtım ve pazarlamaya yönelik olarak hazırlanmış yazılımların, alt firmalara verilmesi de faturalaşmayı gerektirmeyen ve veren açısından pazarlama gideri olarak kabul edilen sarfiyatlardır.

Akaryakıt Dağıtım Şirketlerinin, Akaryakıt İstasyonu Oluşturma Konusundaki Uygulamaları
Akaryakıt toptancılarının, istasyon işleticilerine verdikleri veya kullandırdıkları mal ve donanımların durumu diğer bölümlerde yapılan açıklamalardan farksızdır. Onlar da herhangi bir ana satıcı gibi bayisi konumundaki istasyon işleticisine ciro primi mahiyetinde, pazarlama malzemesi olarak, örfe uygun hediye yahut ağırlama kapsamında veya emanet mal şeklinde mal verebilir, kullandırabilir, hizmet sunabilir ve taraflar bunları işlemin mahiyetine göre muhasebeleştirirler.
Sonuç
Ana satıcıların, alt satıcılarına bedelsiz olarak veya emsaline göre düşük bedelle cihaz, malzeme, donanım, yazılım, hediye eşya vermesi veya kullandırması halinde bunlar;
Ayni ciro primi,
Ana satıcının pazarlama malzemesi sarfiyatı,
Örfe uygun hediye (temsil – ağırlama gideri),
İşin gereği olarak emanet bırakılan eşya,
gibi nitelikler taşıyabilmektedir. Kayıt tarzları ve KDV uygulamaları da buna göre şekillenmektedir.

Hizmet İthal Edilir mi?
Zihni Kartal
Baş Hesap Uzmanı
Vergi Dünyası, Şubat 2008, Sayı 318, Sayfa72-76

Bu yazıda “hizmet ithalatı” kavramından kastın ne olduğu konusu üzerinde durulacak ve hizmet ithalatı diye adlandırılan işlemin vergilendirilmesine yoğunlaşılmıştır.
Katma Değer Vergisi Kanunu’na göre verginin konusunu teşkil eden işlemlerden biri olan hizmet Kanunun 4. Maddesinde “teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler” şeklinde tanımlanmış ve bu işlemlerin, bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği belirtilmiştir.
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1, 8, 16 ve 29 uncu maddelerinde “hizmet ithalatı” deyimi kullanılmakta ancak, tarifine yer verilmemektedir. Bakanlıkça yayınlanan idari düzenlemelerde de bu konuda bir açıklama yapılmamıştır.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlem Katma Değer Vergisi Kanunu’nun esasen 1/1 veya 1/3-f maddelerine göre verginin konusuna girmektedir. Buna göre, kanunda yer alan hizmet ithalatı kavramı ithalat olmaktan uzaktır, hizmet ithalatı ile kastedilen işlemde, doğrudan doğruya işlemlerin Türkiye’de yapılması söz konusudur.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde mükellef, ithalatçı gibi görünen yurt içindeki alıcı değil, hizmeti yapan yurt dışındaki kişi ve/veya kurumdur.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, vergiyi doğuran olay, mal ithalatında olduğu gibi gümrük beyannamesinin tescili değil, hizmetin ifasıdır.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, vergilendirme dönemi, mal ithalatında olduğu gibi gümrük hattından geçildiği an değil, hizmetin ifa edildiği aydır.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, matrah, mal ithalatında olduğu gibi gümrük kıymeti ve diğer ilgili masraflar yardımıyla hesaplanmaz, hizmetin bedelidir.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, katma değer vergisi, mal ithalatında olduğu gibi gümrük makbuzunda değil, sorumlu sıfatıyla verilen 2 nolu KDV Beyannamesinde gösterilir.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, katma değer vergisi, mal ithalatında olduğu gibi gümrük vergisi ile birlikte değil, sorumlu sıfatıyla verilen 2 nolu KDV Beyannamesinin verildiği ayın 1–26. günlerinde ödenir.
Hizmet ithali olarak adlandırılan işlemde, katma değer vergisi, mal ithalatında olduğu gibi gümrük idaresince değil, mükellefin bağlı olduğu vergi dairesince tarh edilir.


Türkiye’nin Bilançosu
Osman F. Boyner
Boyner Mensucat İcra Kurulu Başkanı
İnfomag, 2008/4, Sayfa 176
Bir şirketin değerini ölçerken başvurulan birkaç ana kaynak vardır. Bu kaynakların başında gelir tablosu ve bilanço gelir. Benzer kaynakları ülkemizi değerlendirirken kullanmak faydalı bir egzersiz olacaktır. Türkiye’nin 2007 yılı için gelir tablosu ana hatlarıyla şöyledir:
Gelir
189.6 milyar YTL
Gider
154.7 milyar YTL
Faaliyet Karı
34.9 milyar YTL
Faiz Giderleri
48.7 milyar YTL
Kar/Zarar
—13.8 milyar YTL
Tabloda gördüğümüz gibi ülkemizin finansman öncesi karı vardır, fakat finansman sonrası zarar etmektedir. Şirketler zararlardan doğan açıklarını ya borç alarak ya da sermaye arttırarak katabilir. Devletin ödenmiş bir sermaye yapısı olmadığı için bunu ancak borç alarak yapabilmektedir. Ocak 2002 sonu itibariyle 180 milyar YTL olan toplam borç, Şubat 2008 sonu itibariyle 342 milyar YTL olmuştur. Bu süreçteki borç artışımız 162 milyar YTL, zararımız ise 137 milyar YTL’dir.
Peki bu zararı nasıl kara çevirebiliriz? Devlet zararını 2005-2007 yılları arasında önemli bir şekilde azaltmıştır. Bu başarının arkasında 3 neden yatmaktadır.
1.) Vergi Gelirlerinin Arttırılması: Ekonominin büyümesi ve vergi toplamadaki daha yoğun çalışmalar ile vergi gelirlerinde önemli bir artış olmuştur.
2.) Özelleştirme: 2003-2007 yılları arasında 25.3 milyar USD’lik özelleştirmenin gerçekleşmesi bütçeye önemli katkıda bulunmuştur.
3.) Faiz Oranlarının İndirilmesi: 2006 yılı Mayıs ayına kadar faiz oranları emin ve yavaş bir şekilde indirilmiştir.
Ancak bu pozitif trend Mayıs 2006’da durmuş ve 2007 yılının yaz aylarında karşı bir trende bürünmüştür.
Türkiye’de 2007 yılında istihdam edilenlerin sayısı 20.758 milyon kişiden 20.443 milyon kişiye düşmüş, ve aynı yıl içinde çalışma çağındaki nüfus 48.812 milyon kişiden 49.575 milyon kişiye çıkmıştır. Yani 1.078.000 kişi iş bulamaz hale gelmiştir.
İç ve dış talebin düşmesi ile tetiklenen, ekonominin ve istihdamın büyümediği bir Türkiye’de vergi gelirleri düşmektedir. Özelleştirmeden gelecek gelirlerin dünyadaki bu belirsizlik ortamında ne olacağı öngörülememektedir. Dünyanın durgunluğa girdiği bu süreçte, devletin elinde kalan kar/zarar rakamlarını etkileyebilecek ana mekanizma özelleştirmedir. Nasıl duran varlıklarını satıp, borcun ana parasını ödeyeceğine faiz ödeyen bir şirket sıkıntıya mahkum ise, devlet de bugün aynı strateji ile spirale sürüklenecektir. Halbuki bu duran varlıklar borçların ana parasına karşı olan bir güvencedir. Bir şirkette olduğu gibi bir devlette de, duran varlıkları satarak faiz ödemelerini karşılamak sürdürülebilir bir strateji olamaz.

Enflasyon Düzeltmesinden Kaynaklanan Geçmiş Yıl Karlarının İşletmeden Çekilmesi ve İndirim ve İstisnalara Mahsubu
Ercan Durgun – Eski Baş Hesap Uzmanı Gelir İdaresi Daire Başkanı
İmral Duran – Gelir İdaresi Müdür V. (Devlet Gelir Uzmanı)
Vergi Dünyası, Şubat 2008, Sayı 318, Sayfa 67-71

Yapılan enflasyon düzeltmesi sonucu ortaya çıkan geçmiş yıl karlarının mükelleflerce işletmeden çekilmesi halinde tabi tutulacağı vergileme esasları açıklanmış ve kurumlar vergisi matrahının tespiti sırasında yatırım indirimi, istisna, indirim ve geçmiş yıl zararlarının enflasyon düzeltmesinden kaynaklanan geçmiş yıl karlarına mahsup edilmesinin gerekçeleri bu makalede ortaya konmuştur.
Enflasyon düzeltmesi sonucu ortaya çıkan ve doğrudan düzeltme işleminden kaynaklanan geçmiş yıl karlarının ortaklara dağıtılması durumunda, kar dağıtımının yapıldığı dönemde söz konusu geçmiş yıl karlarının kurumlar vergisi matrahına dahil edilmesi gerektiği açıktır. Ayrıca, söz konusu kazançların, dönem cari yıl zararı dahil olmak üzere geçmiş yıl zararları ya da yatırım indirimi istisnası dahil diğer indirim ve istisnalarla ilişkilendirilmeksizin, doğrudan üzerinden kurumlar vergisinin hesaplanacağı matraha dahil edilmesi ve/veya matrah olarak dikkate alınması bir zorunluluktur.
Öte yandan, ortaklara dağıtılan söz konusu geçmiş yıl karların ortakların hukuki statülerine kar dağıtım stopajına tabi tutulması gerektiği hususu da unutulmamalıdır.

İndirilemeyecek Katma Değer Vergisi
Mehmet Emek Kurt – Hesap Uzmanı
Vergi Dünyası, Şubat 2008, Sayı 318, Sayfa 98-104
Vergi indirimi mekanizmasına dayanan bir vergilendirme şekli olan katma değer vergisinde, vergi indirimine imkan tanınmayan bazı işlemler KDVK’nun 30’uncu maddesinde 4 bent halinde sayılmıştır. Makalede vergi indirim hakkının tanınmadığı düzenlemelere yer verilmiştir.
Katma değer vergisinin temel müesseselerinden bir tanesi vergi indirimidir. Her bir mükellef bazında yaratılan katma değerin kavranması indirim yoluyla sağlanmaktadır. Vergi indirimi toplu olarak uygulanmakla birlikte, değerlemesi somut olarak mal ve hizmet bazında yapılmaktadır. Bu bağlamda alımı nedeniyle katma değer vergisi ödenmiş mal veya hizmetin, ileride vergilendirilecek bir teslim ya da hizmet ifasına konu teşkil edeceği indirimin temel dayanağını teşkil eder. Dolayısıyla bazı işlemler için vergi istisnasının öngörülmesi, malın işletme bünyesinde tamamen veya kısmen zayi olmasında bu ilişki ortadan kalkacaktır. Bu takdir de tedarikinde katma değer vergisi ödenmiş olan mal veya hizmetin, ileride vergilendirilecek bir işleme konu olma durumu ortadan kalkacağından, ilgili mal veya hizmetin alımı nedeniyle ödene vergilerin indirimi kabul edilemez.
KDVK’nun 30’uncu maddesinde belirtilen hallerle ilgili düzenlemeler yer almakta olup, vergi indiriminin yapılmayacağı durumlar 4 bend halinde sayılmıştır. Buna göre vergiden istisna edilmiş mal teslimi ile hizmet ifalarıyla zayi olan mallara ilişkin girdi vergilerinin indirimi mümkün değildir. Bunlara ilave olarak binek otomobilleri ile gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının tespitinde tamamen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınan girdilere ait katma değer vergilerini, mükelleflerin vergiye tabi diğer işlemleri üzerinden hesaplanan vergilerden indiremeyecekleri belirtilmiştir. Kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınan girdiler hariç yüklenilen, ancak indirimi mümkün olmayan katma değer vergilerini işin mahiyetine göre dönem kazancının tespitinde gider yahut maliyet olarak dikkate alınmalıdır.

Profesyonel Futbolcu Transferlerinin Vergisel Boyutu – I
Hakan BOZTAŞ – Hesap Uzmanı
Yaklaşım, Ocak 2008, Sayfa 108 – 113
Futbolun bugün spor olmaktan öteye endüstriyel bir nitelik kazanması, sporcu transferlerinin maliyetinin büyük meblağlara ulaşması bu işlemlerin vergisel boyutunu da etkilemektedir.
Futbolcu transfer eden kulüpler, maliyet bedelini bilanço aktifine “260-Maddi Olmayan Duran Varlıklar” hesap kodu altında “Haklar” başlığı ile kaydetmeli ve amortisman yolu ile itfa etmelidir. “Futbolcunun sözleşmesinin sona ermesi veya sona ermeksizin bir başka kulübe satılması halinde ise, itfa edilemeyen kısım doğrudan gider yazılabilecektir.”
Bilanço döneminde, muhasebenin “dönemsellik ilkesi” gereği futbolcu ile kaç yıl için sözleşme yapılmış ise bonservis ve transfer bedelleri, ona göre Vergi Usul Kanunu’nun 265 ve 283. maddeleri uyarınca aktifleştirilir ve ilgili yıllarda giderleştirilir.
Diğer yandan bonservis yani futbol oynama hakkının iktisabı için kredi kullanılması ve bu işlem neticesinde kur farkı ve faiz gibi finansman giderlerine katlanılması durumunda söz konusu giderlerin de söz konusu hakkın iktisabına yönelik ödemeler olarak VUK’un 262. madde hükümlerine göre bonservis bedelinin maliyetine intikal ettirilip genel hükümler çerçevesinde itfa edilmesi gerekmektedir.

Yabancı Uyrukluların Sosyal Güvenliği, Uygulanan Müeyyideler ve Çalışma İzinleri
Cüneyt OLGAÇ – Sosyal Güvenlik Kurumu Müfettişi
Yaklaşım, Ocak 2008, Sayfa 178 – 181
Küreselleşme sonucu uluslar arası şirketlerin hızla sınır tanımaksızın büyümesi, Dünyada birçok ülkede faaliyet göstermeye başlamaları ile birlikte ihtiyaçları olan yöneticilerini gittikleri ülkelerde görevlendirme zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.
Yabancı bir memlekette kurulu herhangi bir müessese tarafından ve müessese nam ve hesabına Türkiye’ye bir iş için gönderilen ve yabancı memlekette sigortalı olduğunu bildiren yabancı kimseler, 506 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin “G” fıkrası hükmince sigortalı sayılmamaktadır. Bu hüküm 5510 sayılı Kanun(6)’da sadece “sigortalı olduğunu belgeleyen” şeklinde düzenleme yapılmış ve hükmünde esaslı bir değişikliğe gidilmemiştir. Yazar Cüneyt Olgaç’a göre, her ne suretle olursa olsun, yurt dışından gelip ülkemizde çalışacakların en azından kısa vadeli sigorta kollarına tabi olmaları, sosyal güvenliğin finansmanında, pozitif katkı sağlarken, aynı endüstride çalışan işverenlerin doğabilecek haksız rekabetten korunmalarını da sağlayacaktır.
Yabancı uyrukluların, 4817 sayılı Kanun gereğince çalışma izni almaları yasal bir zorunluluktur. Çalışma izni alınmadan illegal çalıştırılan kişiler için ağır idari para cezaları öngörülmüştür. Bağımsız çalışacak yabancı uyrukluların kendileri ile bağımlı yabancı uyruklu işçi çalıştıracak işverenlerin cezai müeyyidelerle karşılaşmamaları için gerekli özeni göstermeleri menfaatleri gereği olacaktır.

Serbest Meslek Kazançlarının Vergilendirilmesinin Hukuki Boyutu ve Özellik Arz Eden Hususlar
İ. Halil BAĞDINLI – Gelirler Başkontrolörü, İzmir Ekonomi Ünv., Öğretim Görevlisi
Yaklaşım, Ocak 2008, Sayfa 239 - 243
Türkiye’de yaşanan sosyal ve ekonomik gelişmeler beraberinde uluslar arası platformlarda da siyasal ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine sebep olmuştur. Gelişen ekonomik ilişkiler, pek çok alanda olduğu gibi vergi alanında da kimi uyumlaştırma ve düzenlemeler yapılmasını da bir zorunluluk olarak gündeme getirmiştir. Bu kapsamda gündeme gelen ve bugün 67 ülke ile imzalanmış olan “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları” da uluslar arası alanda vergi alanında yaşanan vergileme sorunlarına çözüm getirmeyi hedefleyen anlaşmalar olarak vergi sistemimizde özel bir yer edinmişlerdir. Bu anlaşmalar ile bir kaynaktan elde edilen gelir veya iratlar üzerinden farklı ülkelerde aynı türden vergilerin alınmaması yani çifte vergilemenin önlenmesi amaçlanmakta, özü itibariyle ya kaynak ülkede vergileme ya da ikamet edilen ülkede vergileme esasları çerçevesinde imzalanmaktadır. Türkiye’nin imzaladığı vergi anlaşmaları daha ziyade OECD Modeli baz alınarak hazırlanmakta ve KDV’yi kapsamamaktadır.
Yapısı gereği Türk Vergi Kanunlarına nazaran önceliği bulunan Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmalarının, ülkenin uluslar arası arenadaki ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak önemi günden güne daha da artmaktadır. Daha ziyade gelir üzerinden alınan vergiler ile ilgili düzenlemeler içeren Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmalarının bu yazıda serbest meslek kazancı ile ilgili kısmı irdelenmiştir.
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmalarında sürelerin hesabı ile ilgili olarak bir düzenleme bulunmaması nedeniyle VUK’un 18. maddesinde yer alan düzenlemeler uyarınca hesaplanmaları gereken süreler uygulama açısından önem arz etmektedir. Özellikle anlaşmada yer alan düzenleme uyarınca bir takvim yılında veya kesintisiz olarak 12 aylık takvim yılı içinde 183 günü aşan bir süre akit devlette faaliyette bulunulması vergilendirme yetkisini bu sürenin geçtiği akit devlete vermektedir. O nedenle süre hesabı özel bir önem içermektedir. Aynı şekilde, ikamet edilen ülke ve yapılması gereken stopaj konusu da uygulamada bazı tereddüt ve tartışmalara konu olabilmekte, tüm bu konularda yaşanan tereddütler ise verilen özelgelerle çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır.

Anonim Şirketlerde Temsil
Kerim TOKLU – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müfettişi
Yaklaşım, Ocak 2008, Sayfa 272 – 275
Anonim şirketlerin temsil edilmesi hususu, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 317 ve müteakip maddelerinde düzenlenmiştir. Temsil yetkisini genel olarak; gerçek veya tüzel kişiyi hak sahibi yapabilme ve borç altına sokabilme yetkisi olarak tanımlayabiliriz.
Türk Ticaret Kanunu, anonim ortaklıklarda şirketin temsilinin nasıl olacağının belirlenmesi hususunda önceliği ortakların iradesine vermiş, iradenin açıkça beyan edilmediği durumlarda ise kanuni düzenlemelere göre hareket edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Temsil yetkisinin kapsamının belirlenmesi hususunda ise TTK’nın hem 137. maddesi hem de 321. maddesi paralel düzenlemeler içermektedir. Söz konusu düzenlemelere göre temsil yetkisinin sınırları şirketin fiil ehliyeti konusunun sınırları ile çakışmaktadır. Ortaklık konusu dışında yapılan işlemler hukuken yok sayılmalıdır. Temsil yetkisinin kısıtlanamayacağı, ancak temsil yetkisinin sadece merkeze veya bir şubeye dair verilmesi veya birlikte temsil ilkesinin benimsenmesi durumlarında kısıtlamanın kabul edilebileceği belirtilmiş, ancak, burada da üçüncü kişileri korumak açısından söz konusu hususun tescil ve ilan edilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

Yasal Olmayan Ödemelerin Vergi Matrahından İndirilmesi
Burhan GÜNDOĞDU – Hesap Uzmanı
Yaklaşım, Şubat 2008, Sayfa 65 – 68
Her ne kadar çok ağır yaptırımlara bağlanmışsa da mükelleflerimiz gerek yurt içinde gerek yurt dışında bazı kişilere yasal olmayan bazı ödemelerde bulunmak zorunda kalmaktadırlar. Türk Ceza Kanunu bu tür ödemeleri suç unsuru olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte kanunların suç saydığı ödemelerin gider olarak kabul edilip edilmeyeceği konusunda farklı görüşler ortaya çıkmaktadır.
Yasal olmayan ödemelerin gider olarak dikkate alınamayacağı yönündeki Danıştay Kararları içtihat haline dönüşmüştür. Ancak Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu yasal olmayan ödemelerin vergi matrahından indirilebileceği yönünde karar almıştır. Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesi “Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin, muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir.” Hükmündedir. Bu madde hükmü ile olayın ardındaki gerçek ekonomik işleme dikkat çekilmektedir. Vergiye ilişkin işlemlerin gerçek durumunun önemli olduğu belirtilmektedir. Yazar da Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu kararına katılmaktadır. Mükellefler yasal olmayan ödemelerini vergi matrahından indirebilmelidirler.
Ancak yasal olmayan bir ödemenin vergi matrahından indirilebilmesi için de tevsik edilmesi gerekir. Tevsik edilmesi gerekmeyen giderler VUK’un 288. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Yasal olmayan bir ödemenin bu maddeye istinaden tevsik edilmeden (belgesiz olarak) vergi matrahından indirilmesi mümkün değildir. Zira bu madde ile küçük bazı ödemelerin belgesine gerek olmadığı belirtilmektedir. Ticari hayatta yasal olmayan bir ödeme yüksek meblağlara ulaşabilmekte ve belgelendirilmesi ise mümkün olmayabilmektedir. Bu nedenle de yasal olmayan bir ödemenin vergi matrahından indirilmesi neredeyse mümkün değildir. Öte yandan yurt dışında yapılan ve yasal olmayan ödemeler GVK’nın 40/1 ve VUK’un 288/3. maddeleri uyarınca götürü gider uygulaması kapsamında hiçbir belgeye ihtiyaç duyulmadan vergi matrahından indirim konusu yapılabilecektir.





[1] volkanyorulmaz.blogspot.com

19 Nisan 2008 Cumartesi

Fransa’dan Volkan Yorulmaz Geçti…

Aslında bloguma genelde zaman sıkıntımın olmadığı zamanlarda yazmayı tercih ediyorum. Fakat 19 Nisan 2008 itibariyle çok yoğun bir gün geçiriyor olmama rağmen, sabah kalktığımda yaptığım to-do listimde blogumu güncellemek bulunduğu için, akşam yemeği vakti olmasına rağmen bir şeyler yazmamın gerekli olduğunun bilincindeyim.
Geçtiğimiz hafta bu saatlerde içim kıpır kıpırdı çünkü ilk yurtdışı seyahatim için hazırlıkları yapmaya başlamıştım. Ve 13 Nisan Pazar sabahı “Wider European Network Induction” eventi için ben dahil 10 kişilik bir ekiple yola çıktık. Aslında ben o 10 kişilik ekibe katılmadan önce aynı sabah bir de İzmir’den İstanbul’a geçtim ama gereksiz ayrıntılarla sizi boğmayayım :)
Paris’teki Charles de Gaulle havaalanına indiğimde bavulumun yaklaşık 1 saat kadar gecikmeli olarak çıkması beni oldukça strese soksa da bavulları aldıktan sonra bizi karşılamaya gelen taksinin Mercedes Jeep olması keyfimi yerine getirmeye yetmişti. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrası konaklayacağımız “Les Fontaines” otele geldik. Otel Paris’in kuzeyindeki Chantilly’de. Bu noktada bir dipnot vereyim: Chantilly, krem şanti’deki şanti gibi okunuyor ve adını bölgedeki şatoda çalışan aşçının kremayı yaparken yanlışlıkla krem şantiyi bulmasından alıyor.
İlk günü, serbest olmamız sebebiyle en iyi şekilde değerlendirmek için hiç vakit kaybetmeden, trenle St. Michel’e giderek değerlendirdik. Girdiğimiz ilk restoranda Fransızların damak tadının bizden çok farklı olduğu gerçeğini görmemden sonra tuvaletteki büyük eksikliği fark etmem benim için önümüzdeki günler adına bir soru işareti yaratmıştı. Neyse fazla takılmamaya çalışıp, yağan yağmur altında Seine nehrine doğru yürümeye başladık. Kitabını okumaya çalışıp yarıda bıraktığım Notre Dame’ın katedralini ziyaret ettikten sonra akşama doğru Şanzelize Bulvarı’na doğru yol aldık. Yağmur altında yürümek ve fotoğraf çektirmekten oldukça yorgun düştüğümüz için kararan hava ile birlikte otele döndük. Tabi ki metroda gördüğümüz ilginç insan manzaraları ve ağır koku hatıralarımızda yer aldı…

Pazartesi ile birlikte eğitimler başladı. İlk başta PwC’nin İstanbul’daki oryantasyon programına benzeyen süreç zamanla değişiklik gösterdi. Özellikle “The New World Order” konusunu anlatan hocanın etkileyici sunumu hayatımdaki en iyi sunum performansları arasına çoktan girdi bile. Eğitimin ilk gününden bana kalan hatıralardan biri de hediye verilen mızıka ve “Blow the Blues Away” dersindeki mızıka çalmaya dair öğrendiklerim oldu.
Salı gününün akıllarda kalan en güzel yanı ise akşam yemeği için topluca Paris’te bir lokantaya gitmemiz oldu. İkram edilen alkollü sirke bence o çok övdükeri şarabın gölgesinde kalmış çok özel bir tattı. Yemek dönüşü yorgunluktan otobüste uyuklarken Eiffel Kulesi’nin önünden geçtiğimiz an arkadaşlarımın gürültüsüyle uyandım, evet, kabul ediyorum, sade bir kuleden çok daha ötesi, özellikle gece ışıklarıyla birlikte…
Çarşamba eğitimin son günüydü, her şey planlandığı gibi gitti ve saat 16.00 da eventin sona ermesiyle birlikte biz de Paris’i keşfetmek için hazırlanıp yola düştük. Avrupa’nın ilk alışveriş merkezi olduğunu duyduğum La Fayette’e geldiğimde kocaman binaların oldukça sükseli olduğunu gördüm. Ama “pek de bir olayı yok, bunlardan Türkiye’de de var” diye de arkadaşlarla züğürt tesellisi yapmadan da geçemedim. La Fayette’in benim için en büyük artısı içinde barındırdığı Mc. Donald’s oldu. Les Fontaines’in şatosunda bulamadığım tadları “işte bunu seviyorum” diyerek yedim. (reklam kokan hareketler) Ancak Mc. Donald’s ta tepsileri bize boşalttırmalarına ve La Fayette’in daha saat 19.30 da kapanıyor olmasına da çok bozuldum. Kendileri kaybetti kardeşim :) Daha sonra Eiffel Kulesine gittik, sayısız fotoğraf çektik. Oradan bir yerlere daha geçtik ama adını şimdi unuttum. Kısacası güzel yerlerini gezdim Paris’in. Ee gerisi de ev sahiplerine kalsın.
Perşembe sabahı erkenden havaalanına gittik, ama uçak yoğun nhava trafiği sebeiyle geç kalktı, geç indi, ve nerdeyse İzmir uçağını kaçırmama sebep oluyordu. Dolayısıyla dönüşte İstanbul’daki duty free lere giremedim ama o eksiği de İzmir’de hallettim.

Özet olarak güzel hatıralarla döndüm. Bir başka yolculukta yeniden birlikte olmak dileğiyle…

19 Mart 2008 Çarşamba

Türk Basketbolunda Altyapı ve Yeni Açılımlar


http://www.cemcagal.com/ un düzenlediği "Türk Basketbolunda Altyapı’nın Yeri,Önemi ve Çareler " konulu Makale yarışmasında dereceye girenler belirlendi. Ben de bu yarışmada ikinci oldum. Yazdığım makaleyi sizlerle paylaşmaktan gurur duyarım. Tabii bi gurur kanağım daha var: artık google'a adımı girdiğinizde bana ait bir başka "success story" okuyabileceksiniz...


Türk Basketbolunda Altyapı ve Yeni Açılımlar

Ülkemizde basketbol 90’lı yılların ortasında Efes Pilsen, Ülker ve Tofaş’ın Avrupa kupalarında göstermiş olduğu başarı ile ilgi görmeye başladı ve 2001’deki “12 Dev Adam” süreciyle Türk halkının futboldan sonra takip ettiği ikinci spor konumuna oturdu. Makalemde ülkemizde basketbol altyapısının genel durumunu dışarıdan bir göz olarak değerlendirip, altyapı faaliyetlerinin geliştirilmesi adına neler yapılabileceğinin ipuçlarını arayacağım.


Sadece oturduğunuz yerden google veya bir başka arama motoruna girip “basketbol altyapı” yazınca yaklaşık 1.010.000 entry’nin bulunması, var olan imkanlar açısından oldukça sevindirici. Çıkan sonuçların bir kısmını şöyle bir ziyaret ettiğimde ulaştığım sonuç, birçok kolejin, profesyonel/amatör kulübün ve spor akademisinin basketbol alt yapısına sahip olduğu yönünde çıkıyor. Hepsinin aktif olarak çalıştığını düşünürsek bu da bizi yeterince basketbol salonu ve antrenörü olduğu sonucuna götürüyor. 70 milyon nüfuslu ülkemizin “genç nüfuslu” olarak tabir edildiğini de biliyoruz. O halde niye Avrupa Basketbol Şampiyonalarında her sene final oynamıyoruz ve niye NBA’e daha fazla oyuncu yollayamıyoruz? Bu sorunun cevabını “elimizdeki imkanları ve potansiyeli etkin bir şeklinde kullan(a)mıyoruz” diye verebiliriz. O halde altyapı konusunda neler yapabiliriz?


Öncelikle altyapıları yaygın hale getirmekle birlikte gençleri erken yaşlardan itibaren basketbol altyapılarına yönlendirmeye başlamalıyız. Burada altyapılar da amaçlarını “farklılaştırılmış” şekilde belirlemelidir. Kanımca, amatör kulüpler bulundukları bölgedeki gençlere basketbol oynamayı yönlendirmeli, onlara gerekli imkanları sunmalı, gelişimleri için onların ihtiyaçlarını gidermelidir. Basketbol sporuna katılımı sağlamak açısından çok önemli rolü olan bu amatör kulüpler mücadele ettikleri ligde şampiyonluk hedeflemek ve transfere bütçe ayırmak yerine bulundukları bölgedeki gençleri basketbola yönlendirmeli ve onları yetiştirdikten sonra bu gençlere daha iyi fırsatlar sunabilecek olan profesyonel takımlara belli bir altyapı eğitimi almış olarak yollamalıdır. Bu kulüplerin sahip olduğu antrenörler, basketbol sporunun gerektirdiği bilgi donanımına sahip, bunları gençlere aktarabilecek nitelikte, liderlik vasfına sahip, yeniliklere açık ve takım oyuncusu olmanın anlamını bildiğini iş ve özel hayatında en iyi şekilde gösteren kişiler olması gerekir. Bu kişilerin bahsettiğim kişilik vasıflarına sahip olarak seçilmesi ve bu doğrultuda yetiştirilmesi konusunda yetkili mecralara da önemli görev düşmektedir. Ayrıca gençleri küçük yaşlarda basketbol kulüplerine ve antrenörlerine bırakma konusunda ailelerin nasıl yönlendirilmesi gerektiği hususu ile karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü erken yaşlarda bir gencin basketbol altyapısına yazılması hem ailenin onayı hem de onların teşviki sonucunda gerçekleşiyor.


Bu konuda yapılacak olan bazı reklam kampanyaları ve sponsorluk anlaşmaları hem toplumda ve ailelerde bilinci oluşturmak, hem de gençlerde ilgi ve istek yaratmak konusunda önemli rol oynayacaktır. Basketbolun belli bir hedef kitleye hitap etme, firmaya ve markaya ilgi çekme, satışları etkileme gibi amaçlara pozitif katkı sağlayabileceğini hem özel bir bankanın Milli Basketbol Takımımız ile yaptığı sponsorluk anlaşmasında, hem de İbrahim Kutluay ve Mehmet Okur gibi yıldız basketbolcularımızın çeşitli içecek firmaları ile yaptığı anlaşmalarda gördük. Benzer anlaşmalar yapılarak, gençlerin “star” diye tabir ettiği yetenekli ve ünlü basketbolcularımızı kullanarak hem ürünü tanıtıcı hem de basketbol oynamaya özendirici kampanyalar geliştirilebilir. Örneğin, süt içerek ve basketbol oynayarak bugünlere geldiğini söyleyen Milli Basketbol oyuncularımız TV ekranlarında sponsor firmanın reklamını yapıp, gençleri “Haydi Gençler Basketbol Antrenmanına!” sloganıyla altyapı okullarına yönlendirseler, bu kampanyadan hem reklamı yapılan firma, hem de Türk Basketbolu kazanır.Sonuçta, ülke olarak yeterli potansiyele ve fiziksel altyapıya sahip olduğumuza inanıyorum. Bizim basketbolda gerçek bir sıçrama yapmamız için, özümüze dönüp elimizdeki yetenekleri iyi işlememiz gerektiğinin bilincine varmamız gerekiyor. Bunun için de izlememiz gereken strateji, hem antrenörlerimizi hedefe yönelik yetiştirmekten, hem sporcularımızı aileleri ile birlikte yönlendirmekten/eğitmekten ve modern tesislerde gençlerimize basketbol oynamanın ayrıcalığını yaşatmaktan geçiyor.

10 Şubat 2008 Pazar

Tebrikler Teyze


Efendim, blogumda da belirttiğim üzere geçtiğimiz Ocak ayında Arena dergisinde okur mektubum yayınlanmıştı. Yazmaya olan merakımın aile içinde oldukça sevinçle karşılanması beni son derece memnun etti. Aile içinde sözlü tebrikler aldım. Bununla da kalmadı bir de yazılı tebrik, ve yeni bir okur mektubu geldi :) Kimden mi? Çok sevgili Nuray Teyze'mden...


Evet doğru okuyorsunuz, bu mektup bir bayandan geliyor. Kim demiş ki erkek dergilerini sadece erkekler okur diye, bayanlarda okur, hatta yorumlar bile…

3 Ocak 2007 Perşembe günü akşam saati telefonum çaldığımda hattın ucunda yeğenimin heyecanlı sesini duymak ve dahası ondan güzel bir havadis almak bir teyze olarak beni çok mutlu etmişti. Açıkçası daha önce adını duymadığım bir dergiye okur olarak yazı yazdığını ve o yazının da bu ay yayımlandığını söylüyordu. Adını iyice öğrenip, ki adı “Arena”, en yakın bayiden o akşam hemen bir Arena aldım. Amacım sadece hatıra olarak saklamaktı…

Aslında her şey Volkan’ın okur mektubunu okumamla başlamıştı. Öncelikli misyonum olan “neler yazmış acaba? sorusuna cevap” verdikten sonra biraz içeriğini karıştırmak istedim. Bu kadar övülecek ne varmış diye ister istemez merak etmiştim. İşte dikkat süzgecime takılanlar:

Dergiyi yeni bitirdiğim için sondan başlıyorum, Mutfak Harekatı adlı yazı çok motive edici olmuş, bence de erkekleri biraz mutfağa sokmak gerekiyor, ama bunu bayanlar isteyince müthiş bir direnişle karşılaşıyoruz, o nedenle bu yönlendirme erkek tarafından gelirse ( ki makalenin yazarı ve prodüksiyonu Zuhal Hamzaoğlu olsa bile) şüphesiz daha teşvik edici olmuş.

Erkekler ne düşündü bilemem ama kapak konusu da olan Matthew Fox röportajı çok başarılı olmuş. “Lost’u izlemeyi bırakanlara söyleyebileceğim tek şey var: Güle güle” yazısı verilen fotoğrafa çok şık bir şekilde yerleştirilmiş, adeta Matthew’in bakışı alttaki cümle ile uyum kazanmış.

Tabi bir bayan olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek ki, bu röportajı okurken duyduğum ilgiyi Kuşatma Altında (hacker dosyası) ve Cephe Günlüğü dosyalarına göz atarken hissedemedim. Yine de bunun hayata bakış açımızdan kaynaklanabileceğini düşünüyorum.

Son olarak “iyi yemek, iyi müzik” konulu yazıdaki gibi erkekleri hayattan zevk alarak yaşamaya yönlendirecek çalışmalarınızın devamı biz bayanlar için de çok iyi sonuçlar verecektir diyorum.


Ne yalan söyleyeyim, ben beğendim, yüreğine sağlık teyzecim...

24 Ocak 2008 Perşembe

Beşiktaş Aşkım ve Toshack



Övünmek gibi olmasın ama koyu bir Beşiktaş taraftarı olduğumu belirtmek isterim. Zaten blog sayfamdaki renk tercihimden de bunu anlamak çok zor olmasa gerek. Bugünlerde iş yoğunluğu sebebiyle arasıra maçları kaçırsam da halen en güncel takip ettiğim şeylerin başında takımım, Beşiktaş’ım gelir. Geriye dönüp baktığımda, özellikle 90’lı yıllardaki kartal aşkımı hatırladıkça, hala bu büyük sevginin sebebini bulmakta zorlanıyorum. Kesin olarak hatırladığım şey ise, hafta sonunun gelmesini iple çekmem ve maç başlayınca da galibiyet için sürekli dua etmemdir. Okula götürdüğüm ajandanın sayfalarına farklı yazı tipleriyle Sergen, Kuntz, Amokachi yazmamı ve canım sıkıldıkça yedekleriyle birlikte maç kadrosunu ajandama yazıp, sonra çıkan 11 ile kıyaslamamı hala çok net hatırlıyorum.

Bir de o günlerden aklımda kalan bir John Benjamin Toshack var ki kendisi renkli kişiliği ile o dönemki “efendi” ben için oldukça sıra dışı bir kişilik olarak hep hafızamdadır. Ayrıca rahmetli babamla izleyip kazandığımız son maç olan 1998 Türkiye Kupası Finali’nde (BJK-GS) de takımımızın başında olması ona ayrı bir önem vermeme sebep olmuştur. Toshack ile ilgili F Dergisi’nde öyle güzel bir yazı yayımlandı ki bir kısmını sizlerle paylaşmadan ya da en azından kendim için saklamadan edemeyeceğim. Gerçekten her cümlesi akıl ve mizah dolu bu kişiden herkesin biraz ders olması dileğiyle…
Şimdiki kulüp başkanlarına en büyük örnek olan Ali Şen, o zamanlar kendisini karanlık işler çevirmekle suçlayan Toshack'a “sen kimsin, beni dünya tanır demişti. Bunun üzerine Toshack. Televole muhabirinin elinden kaptığı mikrofonla Norveç sokaklarını dolaşarak her gördüğü insana “Ali Şen’i “tanır mısınız ?” diye sormuş hiç kimsenin tanımadığı o zamanların Türkiye futbolunun şaibeyle eşanlamlı hükümdarını tüm dünyaya tanıtmıştı: “Ali Şen bir palyaçodur”.
Futbol fakiri reyting kralı Toroğlu, o anda sonu gelmez gaflarından en efsanesine imza atacaktı. Büyük gururla o zamanlar Urfalı Babi’nin Türk sporunun seviyesini olabilecek en trajikomik şekilde tiye alan “Bastır Ankaragücü” şarkısından ilham olmuş takımın formasını giydiğini söylemiş, Toshack’la aynı seviyede olduğunu aklınca ispat etmek için “Hatta senin arkadaşlarınla, Rangers’la oynadık” diye göğsünü gere gere anlatmıştı. Toshack sadece “Tebrik ederim Erman, çok ünlü bir futbol adamısın” diye kesip atmış gülmekten ağlamamak için kendisini zor tutmuştu çünkü asla Gali bir futbolcu Glasgow Rangers’ta oynamazdı, bu bir katalanın Real Madrid’de oynaması hatta Yaser Arafat’ın İsrail bayrağını öpmesi kadar imkansız bir şeydi.Atatürk Kupası maçından önce kendisine “Siz nasıl PAF’larla gelirsiniz? Atatürk’e saygınız yok mu” diye soran gazeteciye (Erman Toroğlu’na) ‘Atatürk Türkiye’yi gençlere emanet etmedi mi?’ cevabını verdi.


Yeri gelmişken 1998 Türkiye Kupası'ndaki BJK-GS finalinde harika bir rövoşata golü atan Mehmet Özdilek'i de anmak isterim, fotoğrafı bulmak için çok uğraştım ama değdi...

Google adsense

Analytics