25 Mayıs 2016 Çarşamba

Fethiye, Hillside, Toplantı ve Dahası...

23, 24 ve 25 Mayıs tarihlerinde Philip Morris Finans ve Admin departmanları olarak 3 gün boyunca Fethiye Hillside'da kalıp bir takım toplantılar yaptık. Pazartesi sabahı 8 gibi fabrikadan yola çıkıp öğlen vakitlerinde otele varıp Çarşamba ise öğle yemeğimizi yiyip 2 gibi dönüşe geçtik.

Yiyip içtiklerimizi anlatıp görgüsüzlük yapacak değilim ama gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak isterim... Ee buyrun o halde:

Öncelikle otelde ilk dikkatimi çeken, yüksek fiyat seviyesine rağmen odaların aynı seviyede lüks olmadığıydı. Yalnız yanlış anlaşılmasın, doğal bir güzelliği ve konforu mevcuttu odaların. Doğal demişken; kaldığımız odaya giderken geçtiğimiz yolda mavi bir kertenkele vardı ve dar alanda kendince yaşamını sürdürüyordu. Biz çok dert etmedik ama herkes bundan hoşlanmayabilir.
Böyle bir yerde değerlendirilmesi gereken öncelikli konulardan biri ise deniz, bence Mayıs ayına göre denizi gayet güzeldi. Ne çok sıcak, ne de çok soğuk, ferahlamak için harika bir suyu var. Kumsalının olmaması, plajın taşlık olması dezavantajdı. Çocuklu geldiğinizde kumdan kale yapamayan bir çocuk plajda ailesiyle ne kadar oyalanır bende bir soru işareti yarattı. Plaj ve havuz çevresindeki bar hem kokteyl hem servis açısından çok başarılıydı. Barmen ve garsonların genel olarak pozitif ve güleryüzlü hali sunulan yiyecek ve içeceklerin tadıyla birleşince kesinlikle memnuniyet vericiydi.

Otele ilişkin anılarımı çektiğim "bence" birbirinden güzel doğa ve manzara fotoğrafları ile ölümsüzleştirdim. Bu etkileyici fotoğraflara ek olarak iki ünlü ile çekildiğim hikayesi olan iki fotoğraf var ki, benim adıma 3 günün bombalarıydı. 



Oteldeki ilk gecemde gün içerisinde aktif olarak telefonu kullanmamdan ötürü şarjım yüzde 4 seviyesine inmişti. O anlarda karşımda İsmail Köybaşı'nı kız arkadaşı ile görünce, kafamın da iyi olmasının vermiş olduğu cesaret ile, merhaba diyip fotoğraf çektirip çektiremeyeceğimizi sordum. "Tabii ki" gibi sıcak bir cevap alınca telefonuma yöneldim ama o da ne: "düşük pil seviyesi, kamera açılamıyor" uyarısı. "Arkadaşımdan telefon alıp gelebilir miyim?" diyip cevabı beklemeden bizim masadaki arkadaşların birinin telefonunu alıp tekrar İsmail'in yanına gittim ama bu kez de çevrede aydınlatma olmaması sebebiyle aydınlatması olmayan ön kameradan çektiğimiz fotoğrafta hiç birşey belli olmuyordu. Durumu farkeden İsmail'in kız arkadaşı kibarca fotoğraf çekme konusunda yardımcı olabileceğini söyledi. İsmail'in yardımıyla ön kamerayı arka kamera ile değiştirdik ama karanlık ortam ve yabancısı olduğum telefonun flaşın açmayı beceremediğim için bu fotoğrafta diğerinden çok başarılı değildi. Artık başka çözüm de sunacak halim yoktu, teşekkür edip şampiyonluktan ötürü tebrik edip ayrıldım. Ne yalan söyleyeyim, o gece kafamı yastığa koyduğumda hala içim yanıyordu.


Amaaa, derler ya bir kapı kapandığında başka bir kapı açılır diye, ertesi gün akşamüstü saatlerinde saunadan çıkıp havuz başında bir şeyler içerken bu kez karşı masamda Cem Yılmaz yalnız oturuyordu. Bir arkadaşımla,damarlarımızdaki alkol seviyesinin vermiş olduğu rahatlıkla, yanına gidip niyetimizi söyledik. Sağolsun kırmadı ve güleryüzüyle fotoğrafta yer aldı. Bana da güzel bir Fethiye hatırası olarak kaderin bir hediyesi oldu. Dersimizi de aldık: kaçan fırsatlara hayıflanmak yerine yenilerine odaklanmak lazım hayatta...


Otelimizin ünlülerce tercih edildiğinin de altını çizdikten sonra son bir paragrafta spor salonu için açmak isterim. Hem makinelerin yüksek teknolojisi, hem de ferah ve hijyenik ortamı ile oldukça kaliteli vakit geçirdim salonda 3 gün boyunca. Özellikle göl kenarında sanal yürüyüş yaparak kullanılan epliktik bisiklet ve tavla oynayabildiğiniz koşu bandı spor yaparken sıkılanlar için bile heyecanlandırıcıydı. Ee o kadar güzel hamur işleri, etleri ve tatlıları yiyince biraz olsun vicdanı rahatlatmak için böyle bir konaklamada spor salonuna uğramak iyi geliyor.

İzmir'e doğru yol alırken yazdığım bu yazıyı internet erişimi bulduğumda paylaşmış olacağım. Sıcak hatıralarla dolu Fethiye Hillside'ı da hep iyi anacağım...





3 Mayıs 2016 Salı

Tek Yol: Çok Çalışmak

Fazla söze gerek yok sanırım aşağıdaki fotoğraf için... Dün sabah, ki o sabah Pazartesi sendromunun en çok hissedildiği sabah 6 sularıydı, instagramda nam-ı değer "the rock" Dwayne Johnson'ın paylaştığı bu fotoğrafı gördüm. Sonra da kendim için bir ekran görüntüsü aldım.

Eğer en iyi olmak için tek bir yol, tek bir formül varsa o da çok ama çok çalışmak... Üstüne koymak, diğerlerinden daha fazla vermek. Eğer yolun sonunda ışığı görüyorsanız, ve buna değer diyorsanız, haydi o zaman şimdi çalışma, hem de çok çalışma vakti...

Google adsense

Analytics