22 Aralık 2010 Çarşamba

Erkekleri Ağlatan Şarkılar

Haşmet, bugünkü yazısında erkekleri ağlatan şarkıları yayımlamış. Torrent'den hemen 1,4,5 ve 10 numaralı şarkıları indirdim. Şimdi gecenin karanlığında onları huzurla dinleme vaktidir...



Erkekleri ağlatan şarkılar!

The Atlantic dergisinde ilginç bir liste çıktı karşıma... "Erkekleri ağlatacak kadar hüzünlendiren 10 şarkı"yı sıralamışlar.

1- R.E.M- Everybody Hurts
2- Eric Clapton- Tears in Heaven
3- Leonard Cohen- Hallelujah
4- Sinead O'Connor- Nothing Compares 2 U
5- U2- With or Without You
6- The Verve- The Drugs Don't Work
7- Elton John- Candle In The Wind
8- Bruce Springsteen- Streets of Philadelphia
9- Todd Duncan- Unchained Melody
10- Robbie Williams- Angels

Şarkılar çok etkiler beni ama ağlatmaz!

Üstelik bu toprakların insanıyım ya...

Şarkının hüzünlüsünden çok "can acıtan" ını, damardan olanını tanırım!
Bu yüzden mi, bilmem, yukarıdaki liste bana pek tatmin edici gelmedi!
R.E.M'in "Everybody Hurts" şarkısı, doğrudur, dinleyeni de çizer, incitir.
Ama "With or Without You" ile hüzünlere gark olan var mı hâlâ?

Listede dinlediğimde hâlâ içimin yandığı tek bir parça var: "Nothing Compares 2 U"...

4 Aralık 2010 Cumartesi

Hiçbir Şikayetim Yok


Nelerden şikayer ederiz? En ufak hoşumuza gitmeyen bir şeyden, acıdan, aşktan, hastalıktan, üzüntüen hatta bazen fazla sevgiden, fazla ilgiden. Buğday ot halindeyken bir işe yaramaz onu değirmende ezmek gerekir, öğütmek gerekir ki iş yapabilsin. Tohum ekilmeden, toprağın altına gömülmeden ne iş yarar ki? İşte buğday gibi ezilmeye yardım eder o şikayetler, tohum gibi bazen yerin dibine sokar bizi; ama sonu güzeldir çiçek açar her tohum gibi...

Fahir Atakoğlu dinlerken Aşkın Gözyaşları'nı okuyup zorlandığım bir haftayı geride bıraktığımı düşünürken bu cümle çok ama çok anlamlı geldi. Copy-paste değil bak da yaz yaptım :)

3 Aralık 2010 Cuma

We were there because: “Wir Leben Autos”

The Istanbul Auto Show took place from 29 October through 7 November in the 120,000 square meter CNR EXPO Istanbul center. We, as GM Türkiye, were there as a whole team on 28 October. Before the event, my colleagues emphasized that I was lucky to have the chance to attend such a big event just after my third month in the company, and I also believe that I was really lucky to be a part of this family, on the way back to home.

Opel is celebrating its 20th anniversary in Turkey and due to this we were gifted to visit the Auto Show in Istanbul which is organized every two years. I was visiting the Auto Show for the first time in my life. So, before the attending, I caught up with the news about it, and one thing was common: “This year, organizers were promising a better event than ever, with major automakers around the world.”

When I entered the CNR EXPO, I saw that each brand was really well-prepared for this special event with unique shows and presentations. Objectively, our Opel brand was one of the most outstanding and most visited stands of the Auto Show. A good car combines everything: exciting design, state-of-the-art technology and innovative, environmentally friendly ideas. That is what Opel provides to customers and that’s why it was the most visited.



The day was followed by an anniversary dinner. This event was organized to provide an opportunity to meet dealers around Turkey. Having dinner with people who we work with cooperatively but mostly who we do not know (at least for me – my responsibilities do not require to interact with dealers) made me feel that in fact we are a much bigger family and network than I see in the firm. When we look at our motto, “Wir leben Autos”, “Wir” stands for the excitement and affirmative, positive attitude of our colleagues and dealers. We truly lived this feeling in our gala dinner altogether.

The next day the GM Türkiye employees met at a branch organization for an employee meeting. In this branch event, we met with our families as we did at the gala dinner. Poor me, I am not married yet, thus I was away from my fiancé but instead I was with my colleagues and their families. Then those colleagues who have been in the company since its establishment, which means working for two decades, were gifted in the stage.

In this morning meeting, Alain Visser and Andy Dunston gave small presentations which highlighted the strategic importance of our performance for the global company. Their honoring speeches were motivating and their approach towards us was so friendly.

On the way back to home, I was a hundred percent sure that these two days were so important in terms of setting closer relationships with each other as well as becoming a team. As Alain Visser points out: “If you want to build great cars, you’ve got to put your heart and soul into it, along with all the energy that involves.” Those two days energized all of us towards this aim again. By the way, special thanks go to all colleagues involved and performed in this organization.


by: Volkan Yorulmaz
General Motors Turkiye

28 Kasım 2010 Pazar

Hacettepe Andaç (2005)

Andaçımı, biz İzmirliler yıllık demeyi çok tercih etmeyiz, sizlerle paylaşmaktan memnuniyet duyarım.


Volkan elime doğdu desem abartmış olmam. Beytepe’nin o sıradan sezon başlangıçlarından(!) birinde (2001’di sanırım) annesiyle birlikte onu ilk defa bölüm sekreterliğimizde tanıdım. Çok şey görmüş geçirmiş bir ağabeyi olarak bölüm hakkında ona öğütler vermemle başladı her şey. Fakat zavallı nerden bilsin ki benim akıl danışılacak son kişi olduğumu. O ilk günlerin sonrasında Volky’nin de iki yıldır mabedim olan öğrenci evlerine gelmesi ile her şey çok daha hızlı gelişti. Ben İstanbul’dan o da İzmir’den gelen birer yetimdik, Allah’ın dağında. Oradan kaçamayacağımıza göre elele verip başarmalıydık bu IR işini. Gerçi Volky ilk sınavları ile beraber derslerden yana bir sorunu olmayacağını belli etmişti aslında ama her şey de ders değildi, zaman geçmiyordu anKARA’da. işte o sıkıntılı dönemlerde imdadımıza bilgi(!) kenti Bilkent yetişti. Haftasonları nefes alabileceğimiz, ödevlerimizi hazırlayıp üstüne de maç izleyebileceğimiz bir kampüse sahipti üniversite. Fakat zamanımızın daha çoğunu orada geçirmemize rağmen oradan bir katılım belgesi dahi alamadık. Alsaydık Volkan kesin cv’sine yazardı. Cv’si bir satır uzayacak diye katılmadığı sertifika programı&seminer mi kaldı! Aslında Volky’nin kendisi ile tanışanlarda bıraktığı ilk izlenim mülayim bir çocuk imajıdır. Fakat o mülayimliğin altında inanılmaz eğlenceli bir insan yatıyor. Bana bu yanını tanıma imkanını verdiğin için çok teşekkürler dostum. Kahve sohbetlerimizi hiçbir zaman unutmayacağım. Türkiye’nin gerçek başkentinde tekrar buluşmak üzere! Bi de unutmadan ne yazık ki sadece gıyaben tanıma imkanı bulabildiğim Serkan’a, Kemal’e ve teyzelerine selamlar…
Uzatmalarda mezun (2004+)
Caner Ergün

CAN DOSTUMUZ VOLKY’E;
Seni birkaç kelimeyle bundan da öte üç beş satırla anlatmak o kadar zor ki,Yazlıkta başlayan maceralarımız bizi bugünlere sürükledi.Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, geriye yalnızca güzel hatıralarımız kalıyor.Hayatımızda gerçek anlamda tek dostumuz diyebileceğimiz kişi oldun.Ksk çarşıdaki ateşli maç atmosferiyle izlediğimi maçları ettiğimiz antifener tezahüratlarını her zaman hatırlayacağız.Senin İngilizceye olan düşkünlüğün sayesinde çok iyi yerlere geldiğini ve ileride iş hayatında da çok başarılı olacağından eminiz.Şöyle bir geriye baktığımızda ; o kadar çok bomba anılarımız oldu ki.. Ama sen hepsinin odak noktasıydın. Bizim dostluğumuz ölene kadar sürecek.
Serkan&Kemal
KRAL CV; PANCU YORULMADI

Kardeşim hızına kimse yetişemedi ne Beytepe yetişti, ne de Beşiktaş. Dört yıllık Beytepe hayatımın üç senesi senle geçti ben görmedim böyle bir enerji ve hırs. Beşiktaş maçlarından sonraki forsunu, 100.yıldaki şampiyonluk sevincini ve enerjini sınavlardan önce beni sınava motive etmeni ve tekrar ettirmeni dün gibi hatırlıyorum. Hatıramdaki bu anektodlar seni şükranla anmamı ve senin geleceğine dair hep iyi dilekler temenni ve dualar etmemi vicdanen bana yüklemiştir. Sana daha ilk görüşte kanım ısınmıştı İyi ki ısınmış ki senin gibi birisini dost edindim hem de harbi bir dost. Ne bu aktiflik kardeşim CV de nereye yazcan bu kadar aktiviteyi. Hepsini yazsan senin CV ansiklopedi olur. Kardeşim sana bir tavsiyem var ayrıca mükemmeliyetçi bir ruhun olduğu için ufak detaylara kafanı çok yorma. Volkim tolkim seni çok seviyorum, hep başarı haberlerini bekliyorum. Sen bu diplomayı fazlasıyla hak ettin helal olsun İzmirlim.
Seni kardeşi gibi gören Hacı Hüseyin Ersin Erdoğan

Volkan, her şeyden önce sakinliğiyle, uyumluluğuyla, beyefendiliğiyle dikkatimi çekmişti... Aradan dört yıl geçti, hala öyle. Hiçbir zaman bir şey istemez, rica eder. Onun bu “ince düşünce” tarzını her zaman taktir etmişimdir. Gariptir, çok şey paylaşmadan fakat birbirimizi de ihmal etmeden çok seviyeli bir arkadaşlığımız olmuştur kendisiyle... Volkancım, hayatın yükü hiçbir zaman ağırlaşmadan, hayallerindeki, iş ve eşe bir an önce kavuşursun umarım. Arkadaşlığın için teşekkür ederim....
Name
Junior’dan Volky’e,
Şimdi seninle bir göz odada geçen 3 yılı sayılı kelimelerle sınırlandırmak acı veriyor. İzmir gibi bir cennetten kopup gelmiş, Karakartal’a gönül veren bir kardeşim olduğunu söyleyerek başlayayım. Vermen gereken her bir sınavı “deplasman” olarak gördüğün için “maç öncesinde” hep gergin oldun. Hafızandaki engin futbolcu veritabanı ile Google’ da bulamadığım bir oyuncuyu sen kesin bilirsin. Müzik zevkinin ağırlıklı olarak Pop ve Hip-Hop olması sebebiyle (aslen metal dinlerim), bana yabancı bu şeylerin bilmediğim bir ayrıntısı sende kesinlikle bulunur. Magazin kültürüyle “Ciks” lafını da senden öğrendim. Beytepe Kampusu’ nden kaçıp Caner ağabeyle Bilkent’in keyif yeri olduğunu seninle keşfettik. Ne makarnalar yaptık! “Bitse de gitsek, bitse de gitsek!” diye diye bitiriyorsun sonunda. Mezuniyetinden sonra yeni bir maç daha başlıyor. Ankara deplasmanından sonra Kartal yuvasında oynamanı can-ı gönülden dilerim. Daha çok şey söylenir belki, şu özetler ama:
“İzmir’ de doğdu,
Beşiktaşlı oldu
Helal olsun sana
Volky 35 Volky 35”
Yunus Emre İlbeyoğlu

Yareme tuz diye yakamoz bastım/ Tek şahidim aydı, aman amaaan… Bilmem bu dizeler sana birşeyler hatırlatıyor mu… İZMİR. Öncelikle İzmirli olman, sonra aynı grupta olmamız arkadaşlığımızın ilerlemesine sebep oldu. İyi ki de oldu benim sakin, saygılı, çalışkan, İzmirli arkadaşım… Biz de diğerleri(!) gibi bu işi kotarırız merak etme! Sen yoluna devam et, inan yeter. Hayal ettiğin her şey umarım hep senin olur. (Anneye ve Teyzeye selamlar, saygılar… )
Özlem


“Bir kaza eseri düştüm bu bölüme! Az okumalı, bol formüllü ve rakamlarla uğraşabileceğim bir bölüme gitmeliydim” der hep, ama aynı zamanda güzel notlar almayı da ihmal etmez. Sınıftaki en yakın arkadaşımdır. Sakin, ağırbaşlı, çekingen… Kısacası, annesinin nasihatini, babasının vasiyetini karakterine sindirmiş ahlaklı ve terbiyeli bir dost. Karınca kadar zararsız, bir o kadar da zeki ve kurnaz. Sevgili dostum, umarım yeni üniversitende başlayacağın MBA programında zevkle takip edebileceğin tarzda bir eğitimle karşılaşırsın. Mutluluklar senin olsun…

Necibullah


Seninle iki senedir çok samimiyiz ve bu samimiyetten hiçbir zaman pişman olmadım. Seninle arkadaş olmak gerçekten çok eğlenceliydi çünkü beni inanılmaz bir şekilde güldürdün. Umarım bundan sonraki eğitim ve iş hayatında iyi bir yerlere gelirsin. Ne zaman başın sıkışırsa beni ara ki imdadına yetişeyim Volkancım.
Evgin’den: Sakın kızların peşinden koşma, bırak onlar seni kovalasın.
Evgin

Karakartal’ın vefakar ve maalesef cefakar taraftarı, demek MBA yapmaya gidiyorsun ha! Git bakalım. Hiç çaktırmadan sınıf hakkındaki her nevi bilgiye sahip olmanın sırrını öğrenemeden gidiyorum ya ona yanarım. Tüm sınıfa sağlamış olduğun bilgisayar tabanlı yardıma ise teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Hayatın boyunca hep gül emi. Çünkü hakikaten sana en çok o yakışıyor.
Oğuzhan

Seninle tanışıp dost olduğumuz için mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. E-Blok duvarları içerisinde çok güzel günler yaşadık. Bu süre zarfı içerisinde seninle bazı partilere katıldık. Yoksa o partilerden birine gitmeyip Real Sociedad’lı Nihat’ın maçınımı izleseydik!
Senin de dediğin gibi “3 puanlı sistemde her şeyin telafisi var”. Ayrıca kullandığın iki önemli söz var: Bunlardan birincisi “önümüzdeki maçlara bakıyoruz”, diğeri de “geçenlerde arkadaşlarla …” diye başlayan diyalog girişlerin. Patenti sana ait olan bu sözlerin sana ayrı bir hava ve renk getirdiği kesindir.
Sana karşı olan saygım ve sevgim kelimelerle ifade edilemez. Nerede nasıl davranılacağını bilen, kendinden emin, yeteneklerinin farkında olan, seviyeli bir kişiliğe sahipsin İzmirli dostum.
İbrahim Şentürk

Volkan için sanırım uluslararası ilişkilerin en beyefendi adamı diyebiliriz. Sınıftaki duruşu ve konuşmasıyla sınıfımızın Beşiktaş fanatiği Ağır Abi Volkan’ı keyifli futbol ve CM sohbetleri sayesinde tanımıştım. Tabi disiplinli çalışma tarzı ve sınav öncesi telefon görüşmelerimiz de yaban atılan cinsten değildi. Volkan’ın tipik bir diğer özelliği de sürekli Almanca sınavına girecek olması ve başından kalkamadığı bilgisayarıyla oluşturduğu yakın ilişkidir. Her ne kadar Galatasaraylı olsam da, Volkan’ın şerefine şunu demek istiyorum: “Beşiktaş sen bizim her şeyimizisin”, di mi Volkan? Hem “İddaa”da hem de hayatta yüzün hep gülsün Volkancım.
Ertuğrul

“Beşiktaşım benim...” diye başlayan her şarkıda futbol değil Volkan gelirse aklıma bunun nedeni elbette onun takımına olan aşkıdır. Ama inanın Türkiye futbol taraftarının böyle okumuş, uluslararası ilişkileri bir yana bırakın, finansal çalışmaları yalayıp yutmuş, Almanca’sını belgesiyle kanıtlamış ve MBA masterını hanesine eklemeye niyet etmiş kişilere ihtiyacı var. Sadece futbol taraftarlığında değil, pek çok alanda herkesten açık ara önde olan Volkan, hep mutlu kalman dileğiyle...

Melih

24 Ekim 2010 Pazar

Lacivert



Nihayet Lacivert dergisinde yazım yayımlandı. Biraz geç oldu, dolayısıyla içerik çok güncel değil ama yine de yayımlanması benim için memnuniyet verici, çok güzel bir hatıra.

Gmail'imde sent folderında yazının soft halini bulamadım, umarım hard diskte bulurum ama pdf hali kayıtlara çoktaqn geçti bile :)

http://www.sumed.org.tr/lacivert/lacivert_EkimKasimAralik2010.pdf

Ve Nişanlandım(k)!

Uzun süredir nasıl olacak diye kafamızda planladığımız o özel tören en nihayetinde geçen hafta cumartesi gecesi gerçekleşti. Haftalar öncesinden işyerimden Cuma için iznimi almıştım. Perşembe akşamı 17.30'u biraz geçe (evet, son dakika işleri toparlamaca)servise binmemle birlikte o heyecanı iyice hissetmeye başladım. Annem eve geldiğimde bütün eşyaları arabaya çoktan yüklemişti, bana sadece son bir göz gezdirmek kalmıştı. O işlemi de tamamladıktan sonra bozuk gözlerimle karanlık Ankara yoluna çıktık ve yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Salihli'deydik. Ananemlerle son hazırlıklar üzerine konuştuktan sonra sabah erken kalkmak üzere yattık.

Sabah beklenildiği üzere erkenden yola çıktık ve 11 olmadan Bursa'da aşkım ve babam (evet babam) bizi karşıladı. Yerleşme, yemek, alışveriş derken akşam oldu ve beni müthiş bir uyku bastı. Uyuduktan sonra geceye KAT 3'te aşkımla devam ettik. Kızları aldıktan sonra "asıl gün" olan nişan günü için geriye pek birşey kalmamıştı. Cumartesi son alışveirş ve hazırlıklar da sona erdi ve çikolata&çiçek&fotoğrafçı üçgeni sonunda kendimizi Nilgün'lerin evinde bulduk.

Hazılrıklar mükemmeldi. Güzel başlayan gece nişan töreni ile zirve yapacak diye düşünürken bu özel geceyi daha eğlenceli kılmak adına Kırmızı'ya gittik. Gece 4.30 gibi eve girdiğimizde sanki yatağa girecek olmak büyünün bitmesine sebep verir mi diye bir şüpheyi de beraberinde getiriyordu. Hayran hayran yüzüğüme bakıp uyudum ve sabah yine ona bakarak uyandım.

Yine herşey harikaydı. Çok mutluydum, uzun zamandır olmadığım kadar çok. Aile olma duygusunu bir kez daha en yakından hissediyorudum. Pazar öğlen 2 gibi dönüş yoluna çıktığımızda arabadaki gündem sadece geçen 3 günden geriye kalan güzel yaşanmışlıklardı.

Şimdilerde yeni statümle hayatıma devam etmekten çok mutluyum. Allah hiç bozmasın :=)

3 Ekim 2010 Pazar

Hoş Bir Diyalog

Efendim haberimiz Takvim Gazetesi'nden. Tamamen masa başı düzmece bir haber olabilir ama doğruysa çok hoş bir diyalog, yalansa da başarılı bir hayal ürünü diye düşünüp paylaştım.


Viyana'dan İstanbul'a dönüş için havaalanında bekleyen Beşiktaş kafilesi son derece neşelidir. Gözü sürekli Guti'nin taşıdığı siyah çantaya takılan genç Necip, İspanyol yıldızın yanına gidip "O omzundaki çanta ne öyle? Öğretmen misin sen?" Necip'in bu sözlerini Nihat hemen Guti'ye çevirir.

Tecrübeli yıldızın, bir şey anlamadığını gören Necip, "Bu çantayı Türkiye'de öğretmenler taşır" diye ekler. Bunun üzerine Guti de yanıtı yapıştırır: "Ne öğretmeni. Bu dünyanın en pahalı çantalarından Louis Vuitton. Seninki ne çantası?"... Gülüşmeler arasında Necip bu kez de "Sen bana ne bakıyorsun. Benim çantam zaten çakma" deyince kahkahalar havada uçuşur.

Beşiktaş'ın en genç ismi Necip ile dünya yıldızı Guti arasındaki bu diyalog Beşiktaş'taki takım ruhunu açıklamaya yetiyor. Takımda kimse kendisini arkadaşlarından üstün görmüyor.

Herkes abi-kardeş ilişkisi içinde. Quaresma ve Guti gibi dünya yıldızları kendilerine ayrıcalık tanınmasına izin vermiyor. Bu da başarıyı beraberinde getiriyor.

26 Eylül 2010 Pazar

Blog'uma Gelen Yorumlar

Bu blogu açarken kafamdaki kimse okumazsa ben okurum felsefesiydi. Bugü yine bu amaca yönelik olarak blogumu bir arşiv gibi kullanmak istiyorum. Ağustos'ta GM'in Employee Blog'unda yayımlanan yazıma gelen yorumları beklettim, yeterince süre üzerinden geçti, artık yorum yazan olmaz herhalde diyerek onları burada arşivliyorum. Yıllar sonra bugünlerde aldığım keyfi tekrar yaşamak umuduyla...



Comments, Trackbacks:
Comment from: Cheryl
Volkan - thanks for your post! We often forget, once you've been here a long time, the excitement we felt when we first started at GM. It's a great feeling, and with all that is going on at GM and the momentum we're gaining, it's starting to feel better to me again, too! Don't lose that feeling!
Permalink 08/04/10 @ 09:49
Comment from: Terri
Hi Volkan - It was really refreshing to read your post. GM is a great company to work for. I have been working here for 33 years, and feel very fortunate to have spent my career in this awesome company.
Permalink 08/04/10 @ 11:41
Comment from: Janice
Volkan, I have been at GM about as long as you and I, too, remember the excitement and the sense of awe at working in such a large and complex organization. I also work with amazing people who help to create an environment that encourages outstanding performance and career growth. We are both very lucky. BTW, my husband is also from Turkey and has the same high work ethics and desire to succeed as you do. GM is lucky to have you as part of its organization.
Permalink 08/04/10 @ 12:10
Comment from: Pamela
Congratulations Volkan & welcome to the team! It is great to see how you are taking advantage of the learning that we have available. Good luck & I hope to see more from you as you continue to grow in your GM career!
Permalink 08/04/10 @ 16:17
Comment from: Christopher
Welcome to GM Volkan!! It is great to hear such positive thoughts. I'm sure you will make strong contributions to GM's success with your incredible enthusiam. Best of luck to you in your future!!!
Permalink 08/04/10 @ 16:53
Comment from: John
Merhaba!
Welcome to the company.
I had the opportunity to spend several months in Caddebostan as an exchange student and definitely developed an appreciation for your country and culture. It will be interesting to hear from you and how your expreience is developing.
Allahaismarladik
John in Memphis, TN
Permalink 08/04/10 @ 19:13
Comment from: Deepankar
Merhaba Volkan,
Welcome to the company. I have been working at GM for past ten years and I can still recall the great feeling that I had when I started working for this great company. Regardless of the ups and downs that we went through in the past few years, I do believe that great people work for this company and it has the potential to achieve the golden status that it once had. It will just take some effort from all of us to make it happen.

Iyi Gunlar!
Permalink 08/05/10 @ 20:32
Comment from: VOLKAN
Dear Colleagues,

Due to a technical problem, I could not log in to the site this week but finally the problem is solved and I am here to reply to you all.

Your thoughts and good intentions are really very important for me. As I pointed out, being a part of this huge global company is crucial for me and I will do my best to reach again those glorious days of the Company with you.

Just remember our vision statement:
"GM’s vision is to be the world leader in transportation products and related services. We will earn our customers’ enthusiasm through continuous improvement driven by the integrity, teamwork, and innovation
of GM people."

So now is the time to go on working for this wonderful company!
Permalink 08/06/10 @ 13:25
Comment from: Jeffrey
I have been with gm for along time. I remember getting shift preference,bumbed from job to job, laid off etc... transfering 500 mi. away not seeing my family I just love it
Permalink 08/06/10 @ 20:15
Comment from: Guillermina
Congratulations and please receive a warm welcome from GM Argentina. I feel exactly the same pride you do feel for GM. I'm very happy to belong to this company and I also joined as a trainee first. I'm working here since 2006, and as time goes by, my feeling towards GM gets bigger and bigger.
Permalink 08/09/10 @ 11:41
Comment from: Ghulam
Welcome on board Volkan!

Its young talent like you who will shape the future of this company - Promoting the great culture of respect for all employees is one of our great assests - Good luck for a successful future !

Qasim Khan - GM Russia Planning
Permalink 08/10/10 @ 12:39
Comment from: Nirmal
Jeffrey - sorry to hear that mate, looks like your comments are more close to reality..don't want to be -ve..but there are phases, i have had best times/projects here, people were/are great..dealt w (victim) of bad practices..but it is getting much better..more flexibility, flatter middle layer, ownership, more ways to prove individuality..so glad to see a newcomer's feedback..at the same time we still have to work out some kinks b4 we can claim the best workplace to work.
Permalink 08/11/10 @ 10:15
Comment from: Carlos
When I read your blog my mind return on the time to 1994 when I inn to GM Mexico- Silao .
Really GM is a Great company and sometimes in a day by day we forget all the benefits that the company offer to the employees .
Welcome Volkan and enjoy the trip !!
Live GM Cultural priorities
SPQC Mexico
Permalink 08/12/10 @ 10:00
Comment from: Carlos
Ok Gm is a geat company!
we have luck to work in this company!
Permalink 08/13/10 @ 22:34
Comment from: VOLKAN
I check the comments every lunch break and seeing new comments makes me think that GM is a real global company with performance oriented employees.

Best wishes to you all.
Permalink 08/17/10 @ 06:17
Comment from: Kevin
Congratulations and thanks for your enthusiasm! After loosing so many of our younger employees in the past few years GM really needs to hire and retain more young, enthusiastic employees, such as yourself, if the company is to do well in the future. I have been with GM a little over 15 years now and I still get a thrill every time I walk in to the plant and see the new cars going down the line.
Permalink 08/17/10 @ 10:08
Comment from: Charles
Welcome to GM!!!!!
Permalink 08/18/10 @ 15:38
Comment from: Michael
we have luck to work in this company, really? Try eight years of being in skilled trades and being made to cross train people to take your job, and knowing that you are of low seniority, these people will take over your job, you will be back on the line, or at best you will be working saturdays and sundays, away from your family for straight time, yes we have much luck in this company...........Yes I know you will never post this..
Permalink 08/18/10 @ 20:04
Comment from: Ronald
Welcome Volkan, I know that the last few years have been hard for many GM employees. With the great GM products out there right now I see a bright future for you and everyone else at GM, as well as Michael the skilled trade’s person who should try to count the positives, not just the negatives. I have been here for 25 years, and I'm more enthusiastic now than ever. If I had your attitude when I first started here, there is no telling how much better off I would be, as well as GM.
Permalink 08/20/10 @ 16:00
Comment from: Michael
Ronald, count the positives, not just the negatives, you must be one of those that say "just feel lucky you have a job." Everyday we lose something to the company and we are supposed to be happy about this, I guess. GM is again making billions and so it is time workers and the union stop being trampled on.
Permalink 08/20/10 @ 19:58
Comment from: Danette
I've worked for a lot of companies and I feel lucky and proud to work for General Motors. It was a long time goal of mine that I finally realized in 2008. No, it is not a perfect job, or a perfect company. With everything, however, it is up to us to choose what our life will be. I have to question why anyone who has had the negative experiences that some of you feel compelled to write about would stay with a company for 25 years! There must be something good here. We need to take ownership of our decisions. If you're not happy with something, work to change it. Don't rain all over someone elses parade. Congratulations, Volkan, and welcome to General Motors. We're a family here, and families include many different personalities. We don't always agree, but we're all in this together.
Permalink 08/24/10 @ 09:50
Comment from: Stepan
Volkan
Maintain your sence of hope and optimism.
I have worked at GM for 34 years and the one thing that can surely be said, GM provides oppurtunity. Being a poor university student , I dropped out of the university and kept a summer job on the line in the paint shop. I was 21 , sitting in 115 f heat , thinking ,"what have I done?". I said to myself, there was no looking back, so now I will make the best of my decision. I always asked for over time and through the recessions, I was always called back to other plants while others sat at home. I tested and joined the skilled trades and in 3 years, working overtime became a journeyman. All the while ,I continued to go to engineering school at night, paid for by GM , and in five years graduated an engineer. All paid for by GM. I was than promoted to salaried and achieved a masters degree, again , paid for by GM. In the course of time I became a 8th level manager and even stared in a commercial for GM. I would have had no idea of the oppurtunities GM would have provided me. True things have gotten worse lately, but in your position in a developing market country, do not be afraid to reach higher and always educate yourself as much as you can. You to may find it unbelievable how for you may go.
Good Luck !

A veteran of GM.
Permalink 08/24/10 @ 12:36
Comment from: Danette
Well said, Stepan.
Permalink 08/24/10 @ 13:16
Comment from: Laura
What a great reminder that we ALL were once young and enthusiastic. If you are inspired by Volkan's comments, remember to keep that enthusiasm strong. We can win with our best attitudes and creativity because this is a great company with the best people. Thanks for the post, Volkan, and welcome to GM.
Warren, Michigan
Permalink 08/25/10 @ 11:44
Comment from: Juergen James
Reading Volkan's message and the comments that followed brought tears to my eyes.
I can still recall vividly the thrill I felt when I joined GM as a CGIT (college graduate in training.) Actually, it wasn't that hard to remember because even after 40 some years I've never lost that feeling.
I admit that some of the "trials and tribulations" over the years dampened my outlook from time to time, but I would not take a different path if I had it to do over again.
Even now (well into my sixties) I can totally relate to the enthusiasm of new people like Volkan. After a year's abscence I recently returned as a contract employee. I am thrilled to be back and truly enjoy my job with even more enthusiasm than in my younger years.
There is a difference though. When I was new and inexperienced much of my success was attributed to the fact that I didn't know that "things couldn't be done."
Now I can continue to make a difference because I know that "things can be done!"
Permalink 09/01/10 @ 14:58
Comment from: Leonard
Reading Volkan's message and the comments that followed made me realize how much I miss the answer me now and employee blogs. The information that was passed on was great and, in my opinion, was showing how GM wanted to keep all informed. This is not being done. The new GM is more secretive than ever.
Volkan, I hope you can make a difference and please, enjoy a long time employment with GM. Welcome aboard.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Cumartesi Sürüncemesi

Benim gibi her daim planlarla yaşayan insanların çaktığı zamanlardır planlarındaki bir aksaklık… İşte öyle bir haftasonu günündeyim bugün…

Dün akşam Price’dan arkadaşlarımla buluşacağım diye şirketten çıkarken laptopumu almadım, taşımamak adına. Evet akşam eve dönüş yolu kolay oldu ama bugün şu dakikalarda Global English’te test çözüyor olmam gerekirken maalesef authentication sorunu sebebiyle benim emektar laptop’tan GM’in sitesine bağlanamıyorum. GM numaram da yanımda olmadığı için bu sorunu haftasonu çözmem sözkonusu değil. Anlaşılan o ki kendimi cezalandırıp Pazartesi akşamı eve laptop taşımak farz oldu.

Öğlen yemekten sonra annemle bir film izliyeyim dedim, an itibariyle ismini bile hatırlamıyorum, ama adeta patlaktı, cacık olmazdı, ama sırf Türkçe dublaj ve 1.25 saat diye sonuna kadar tahammül ettim. Sonra dün gece yediğim Tramisu’nun diyetini 100 kalori yakacak kadar spor yaparak ödedim. Kendimi ter içinde yatağıma attıktan sonra yeni kitabımı elime alıp Radyo Maydonose dinledim. Neyse ki “Ye Dua Et Sev” benim tarzım Hollywood filmlerinin filmleşmeden önceki kitap hali, keyifle okur bitiririm diye düşünüyorum, böylece hayatım içindeki pozitif şeyleri de görüyorum.

Normalde büyüsünü bozmamak için bahsetmem ama sabah yarın ki FB-BJK maçına bahis oynadım. Eskisi gibi teyzemin yolladığı parayı harcadığım günlerde olsam hiç düşünmeden 100 TL yi 2 ye basardım, 270 TL ile neler yapacağımı hayal ederek Pazar 8’e kadar beklerdim ama maalesef şu an itunes’umda çalan şarkı gibi: it is a wild world! O nedenle geçen haftaki 2TL’lik kuponlarımdan çıtayı yükselttim ve 10 TL bastım, en azından kaybedersem üzülmeyeceğim bir tutar. Bu arada Quaresma’nın tesislerde kendini motive etmek için bağırdığı haberlerini okudum, benzer yöntemi ben de zorlu sınavlardan önce çok uyguladım, umarım yarın başarılı olur koçum benim!

Saat 6’ya geliyor. Dışarı çıkasım hiç yok. Laptop’um çok yavaş olduğu için artık PES oynarken bana keyif vermiyor aksine ızdırap çektiriyor. ADSL kotam da doldu, yanibu gece PC’den uzak olacağım. Takip ettiğim blogları okuyup bir şeyler paylaşayım dedim. Bundan sonra muhtemelen bir film daha patlatır, umarım annemle olur bu kez, sonra da kitap okuyup geceyi sonlandırırım diye düşünüyorum.
Daha keyifli haftasonlarına,

PS. Tabii ki buna da şükür!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Tatilin Son Günü - Nişan Süreci



Laptop kucağa alınır, arka balkona çıkılır. Beyaz Word sayfası açılırken, akla gelen soru patlatılır: “Yaw benim oturacağım evin arkadaki 3 odası nasıldı? Kafamda bi türlü şekillendiremedim…” Sonra yine ev, mobilya, boya derken annem sabah kahvemi getiriyor. Kahve içerken de aynı gündeme devam ediliyor…

Takvimler 30 Ağustos’u gösteriyor. Telefonumun ajandası “Garanti Vade Sonu” yazıyor. Benim aklım ise bugün kaçta yazlıktan çıkacağım ve nişan kıyafetlerimi aldıktan sonra evde dinlenecek vakit bulup bulamayacağım sorusu var.

Hatırlıyorum da, ilkokul ve lise yıllarımda tatilin son günü genelde moralsiz bir şekilde balkon penceresinden bakıp geçip giden oca güne hep yanardım. Şimdi de, geçen yıllara rağmen, aynı hisi yaşıyorum. Yine de bu tatil şükürler olsun ki güzel geçti. İki film izledim. Salt ve Dear John, ikisi de hoşuma giden filmler oldu. Bol bol PES oynayıp yeni kadromu denedim, attığım gollerle çoştum. Dönüşümlü olarak da olsa Beşiktaş maçını izledim, 4 gole sevindim. Trainspotting kitabımı keyifle okumaya başladım. Bol bol twitter da takıldım, Sabah ve Hürriyet’in (aynı bu sırayla) köşe yazarlarından ilgimi çekenleri okuyup, telefonumun sarjını bitirdim. Sığacık’ta ailece dondurma keyfi ritüelimizi bir kez daha tekrarladık.

En nihayetinde, günlerdir takvime bakıp da heyecanlandığım bir tatil daha geride kalıyor. Her güzel şey bitermiş ya, işte bu da aynı sona mahkum. Ama keyfim yerinde, huzurluyum. Halime şükretmesini bilirim. İyi geldi bu dinlenme modu bana. Her çalışan insan gibi benim de ihtiyacım vardı ve bu ihtiyacı karşıladım. Bir sonraki dinlendirici ve huzur verici tatile kadar, bu tatilde depoladığım enerjiyi yiyeceğim…

Cumartesi Gecesi Denemesi


“Biz varken sen sıkılma” cümlesini duyarak başlıyorum bu yazdıklarıma. Seferihisar’dayım. Yazlıkta, 2. Kattayım. Rüzgârların adını bilmem ama benim en sevdiğim rüzgâr bu esen. Esti mi hakkını vererek esiyor, ürpertiyor insanın içini… Kulağıma Bongo’dan gelen eğlenceli şarkıların sözleri geliyor. Ramazan günü eller havaya havaya yapanları kıskanacak ya da ayıplayacak değilim. Erdal Acar abimizin dediği gibi: “kazansınlar alsınlar” felsefesi. Kendileri bilir. Çalan müzik benim yazıma konsantre olmamı etkilemiyor, tarz olarak da sıkıntı yaratmıyor.

Bugünlerde pek bi düşünmeye, fazlaca bi içime dönmeye başladım. Sanırım içinde bulunduğum ortam ve şartlarda beni buna itiyor. Her gün 2 saatten fazla yolculuk ediyorum. Sabah gidişte gazeteye spor bölümünden başlayıp, gündeme hakim olduktan sonra hızlıca sayfalarını geçiyorum, ilgimi çeken bir şey olursa diye, bu aralar olmuyor, sıra magazin ekine geliyor. Takip ettiğim 3. Sayfa köşe yazarlarını (favorim her şeye rağmen Ayşe Özyılmazel) okuduktan sonra 2. Sayfadaki resimlere bakıp, akşam TV’de film izleme fırsatım olmayacağını bilsem de olursa diye CNBC’de hangi film varmış diye TV programını inceliyorum. Belki evimize uydunun geç gelmesinden dolayı bir özlem olsa gerek içimde… Sonra belki 2. bi gazete geçiyor elime şanslıysam, olmazsa da sıkıntı yaratmıyorum, ya şu sıralar okuduğum kitabımı alıyorum elime, ya da yoldaşım E71’imi. Açıyorum twitter’ı gececi ünlülerimizin sabaha karşı yazdığı mesajları okuyup, biraz imrenip, biraz kendi hayatımla kıyaslayıp kendimi Opel’e gelmeden önceki ışıkların önünde çantamı ve simitimi toplarken buluyorum.

Kapıda kartımı gösterir göstermez sol cebime kartımı sokup sağ cebimden telimi çıkarıyorum. Aşkımı arıyorum, Pazartesi dışında o beni meşgule atıp geri arıyor. Kısa bir günaydınlaşma ve iyi günler temennisi, içeriye güler yüzle girmeme yetiyor. Sonra simitimi yerken maliyetlerle güne başlıyorum. Çalışırken yeni olmanın getirdikleriyle birlikte ortamın da eski firmamda çok farklı olması sebebiyle çok fazla şey paylaşamıyorum. Bu kesinlikle kimseye bir eleştiri değil, her yerin doğası farklı. Ben hala çalıştığım firmaya karşı çok sıcak hisler besliyorum içimde ve bunun hep böyle olmasını temenni ediyorum. Uzun süreli amaçlarım var bu kez burada ulaşmak istediğim… Bu cümleleri yazarken aklıma Urfa geliyor. Urfa’da da kantin başkanlığında, aynen böyle çevrimdışı yazar, sonra internet cafe de çevrimiçi paylaşırdım blogum vasıtasıyla. Ama o değil Urfa hakkında söylemek istediğim: o zamanlar “şehri bi suçu yok” derdim. Askerliği doğası gereği sevmemiştim ama kesinlikle bu sevmeme durumunda Urfa’nın bi suçu yoktu. Şehir kendi halindeydi, bana bi zararı yoktu. Belki doğru düzgün tek bir caddesi vardı ama o caddede de kendimle baş başa kalıp gayet güzel volta atabiliyordum.

Bak şimdi aklıma geldi, bir de bunun Ankara boyutu vardı. Yaw hiç ama hiç sevmedim o şehri. Ama mevzuda geri vitese takmakta bana yakışmazdı. Okuduğum 4 sene boyunca, ÖSS tercihimde kimse bana karışmadığı için ailemin ve dostlarımın yanında bu şehirden nefret ettiğimi söyleyemedim. Ama oda arkadaşım ve yurttaki komşularım final ve mid termlere çalışırken cinnet geçirdiğim anlardaki çığlıklarımdan şehre olan ve hatta Beytepe’ye olan hayranlığımı (!) iyi bilirler.

Bu arada konu konuyu açtı. Bu yazının ilk paragrafının ilk cümlesinden konu giderek uzaklaştı. Hayatımdaki önemli dönemeçleri birindeyken üzerimde oluşan baskının bende yarattığı ruh halini dağıtmak için yazmaya koyulmuştum ve yazdıkça o fırtınalı denizden sakin limana ulaştım. Birazdan yazımı sonlandırıp Trainspotting kitabıma dönerek sıcak odamda terleyerek uyuyabilirim.

Kitaptan bahsetmişken, bu yer altı edebiyatında beni çeken nedir bilemiyorum. 50Cent, Zengin ol ya da Denerken Öl kitabını da okurken Serkan’a bazı bölümlerden ne kadar övgüyle bahsettiğimi hatırlıyorum da, bu tip kitaplarda anlatılanla alakam yok ama nedense okumak ilgimi çekiyor. Ben de merak uyandırıyor.

Kitaplardan behsetmişken, daldan dala atlamanın sınırlarını zorlayarak, aklıma evlenince kitaplığıma hangi kitapları alacağım geliyor. Mourinho’nun kitabı, benim gibi o adama ve sahip olduğu egoizme hasta biri olarak sanırım kütüphanemde bir numaralı girişi yapacak kitap olur. Merak ettiğim bir nokta, acaba uluslar arası ilişkiler kitaplarım acaba kendilerini Basın Sitesi’nden çıkarıp Bostanlı’ya taşıyabilecekler mi yoksa Basın Sitesi’nden geçen bir eskicinin arabasında kendilerine yer mi arayacaklar?

Cevaplanması gereken bu ve diğer soruları keyifle yazacağım bir başka denemede buluşmak dileğiyle…

15 Ağustos 2010 Pazar

Tabii ki Tribündeydim


Beşiktaş'ımızın Buca'yla oynadığı maçta tabii ki tribündeki yerimi aldım. Yıllar sonra gerçek yıldızları ve bizim diğer çocukları çıplak gözle kendi şehrimde izlemek harikaydı. Eve 1.30 gibi girmiş olsam da stadtan güzel hatıralarla ve stresimi atmış bir şekilde ayrılmak, o yorgunluğa değdi.

Pazar sabahı maçın önemli anlarını netten izleyerek kaçırdığım/yakalayamadığım/göremediğim eksiklerimi de kapattım. Böylece 2010-2011 sezonunu mutlu bir şekilde açmış oldum. Geriye 33 maç kaldı. Umarım sonu da böyle keyifli olur.

Askere giderken şampiyon takımın taraftarı olarak gitmiştim, dünya evine de aynı ünvanla girmek isterim, diyerek beyaz çikolatam'a da selamımı iletirim :)

6 Ağustos 2010 Cuma

What a Wonderful Place to Work

Kimin aklına gelirdi bir gün GM Employee Blog sayfasında blogumun yayınlanacağı? Ama işte hayat bu! Herşey olabiliyor. İşte yazım:

This is my fifth week in GM Turkey and as a new joiner I feel great honour to take part in this company. I know the company since 2003, the year which I had an internship for 7 weeks. 7 years have passed and the amazing company of those days is still standing the same.

During the interview process, I was asked the question: Why GM? I underlined how much I was affected by the working environment and friendly relationships in GM when I was an intern. Honestly, as a former auditor who visited many companies, I see GM Turkey so special and different. Today, it is really great to see that those characteristics of the company still remain.

My colleagues approach me so helpful and they try to assist me in every kind of matter. Seeing that there are no red borders between people motivates me a lot. Moreover, the learning materials provided enhance each employee's personal development. My manager, Berna Tezel, and supervisor, Mehmet Gogebakan, kindly show me which e-learnings I should take and what steps I should follow during my early days. As I take the certificate after successfully finishing my e-learning, they congratulate me each time and this certainly encourages me to success in another e-learning session.

Learning and education resources provided for us are really satisfactory. Having the chance of reading Harvard Business Review’s issues while I am resting at home or on the way to company keeps me updated. Additionally, practicing English online via Global English is a tool which keeps my English alive and ready for business interactions.

Becoming a part of a global company opens the door of setting relationships all over the world. Bob Zaumseil, Professional Development Manager, is a wonderful coach who answers my e-mails about my professional development and as he shares his knowledge and experience, I feel myself more valuable.

I truly believe that my job satisfaction will increase as time goes by and I will be here to share my GM experiences with my dear colleagues. By the way, once more, I want to thank Erbil Akinci, Berna Tezel and Nur Yucel to accept me to my dream job.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Nasıl SMMM Oldum?

Bu yazıyı 6 Haziran 2010 Pazar günü kaleme alıyorum. Bundan 3 sene önce, daha bu tarihlerde SMMM’nin açılımını bile bilmiyordum. Mayıs 2007’de PriceWaterhouseCoopers’tan vergi bölümü için teklif aldığımda, tecilimi kaldırmak için tam bir ay önce askerlik şubesine dilekçe vermiş bulunuyordum. Daha sonra kulaktan dolma bilgilerle denetim firmalarında çalışınca askerliğin tecil edilebildiğini duydum ve teklifi kabul ettim. İş için gerekli evrakları toplamaya başladığım süreçte HR’daki bayana askerlikle ilgili işlemleri kendilerinin halledip halletmeyeceğini sorduğumda işin rengi bir hayli değişmişti.

Şirketin bu noktada fazla bir şey yapamacağını, SMMM Staj başlatma sınavını geçerek benim askerliğimi tecil ettirebileceğimi söylemişti.

Aşağıdaki videoyu 17 Eylül 2019 tarihinde, yani SMMM olduktan 9 yıl sonra çektim ve bu meslekle ilgili tecrübelerimi, deneyimlerimi ve tavsiyelerimi anlattım. Videoyu izlemenizi, mesleğe ilgi duyan arkadaşlarınızla paylaşmanızı şiddetle tavsiye ederim:


SMMM’nin daha kaç m ile yazıldığını bile bilmeyen ben internetten konu ile ilgili kaynaklara, sınavın içeriğine bakarken, forumlardaki test ve yazılı sınav ayrımını ve dosya yakanları okuyunca aslında askerliği SMMM sınav süreci ile erteletmenin çok da kolay olmadığını anlamıştım ama o dakikadan sonra yapacak fazla bir şey de yoktu. Bir kere bu yola girmiştim. Konuyu araştırmak için ilk kez bir internet cafeye girdiğimde yanımda biricik dostum Serkan’da vardı. Tepkisi: “sen yaparsın abi!” olmuştu, özgüven kazanmam için olumlu bir adım olmuştu.

Bu arada askerlik şubesinden eve yazı geldi: dilekçemin kabul edildiğini ve 1 Ağustos 2007 tarihinden itibaren asker olacağımı resmen yazmışlardı. Temmuz ayının son haftası ile ağustosun ilk haftasını içine alan süreç için bir doktor raporu ile bakaya kaldım. Aynı ayın sonunda PwC’nin eğitimleri başladı ve 1 ay boyunca İstanbul ve Antalya’daki eğitimlerde duyduğum her yeni şey benim için beni askerlikten kurtaracak (bir süreliğine) bu çok önemli sınavda bir mühimmat gibiydi.

Eğitimler bitip İzmir’de çalışmaya başlamamla birlikte şu meşhur iki ciltlik mavi kitabı evime aldım ve haftasonları istisnasız okumaya başladım. Mart 2008’deki sınava girecektim. O dönem hükümet yeni bir kanun çıkarmıştı ve yüksek lisansı olanlar askerliğini bir sene tecil ettirebiliyordu. Kanunun çıktığı günün akşam üstünde şubeye gidip hemen tecilimi yaptırdım. Haziranda mezun olduğum için 2008 Haziran a kadar tecilliydim. Bu da demek oluyordu ki 2008 Ağustos ayında askere gitmem gerekecekti. Dolayısıyla elimde tek kurşun vardı. Mart 2008 sınavını geçip hedefi 12 den vuracaktım ya da Ağustos’ta paşa paşa askere gidecektim.

Çalışırken okuduklarım anlamlı geliyor, kafamda bir şeyler oluşuyordu. Ta ki Ocak sonu gibi çıkmış soruları çözmeye başlayıncaya kadar… Maalesef sorulara başladığımda durumumun hiç de parlak olmadığını gördüm. Testteki performansın çok kötüydü. Geçmiş yıl sorularına yılmadan dönüp baktım, bazı konuları tekrar tekrar çalıştım. İnternetten bazı dökümanlar indirdim, bazı konular için özet çıkardım.

Kim ne derse desin sınavı kazanmamı sağlayan asıl hamleyi sınava 4 hafta kala bir Cuma günü attım. O gün ofiste Özgür’den Tesmer’in hazırlık CD’sinin sınav sorularına çok yakın hatta bir kısmının birebir aynı soruları içerdiğini duydum. Alper’den izin alıp koşa koşa Tesmer’e gittim, 150 TL + %18 KDV =177 TL’ye Axess kartımla CD’yi aldım. O akşam A1 maaşıyla o kadar para verince ister istemez çalışmaya başladım.

CD’de konu anlatımı gayet yoğun içerikteydi ancak sınava 4 hafta kaldığı için konu çalışarak vakit kaybetmek istemiyordum. Soru çözmeye koyuldum. Soru sayısını falan tercih etme özelliğini koymaları çok hoşuma gitmişti. İlk sonuçlar pek olumlu olmasa da gerçekten geçmiş sınav sorularına yakın sorular gelmesi beni sınavı kazanacağım konusunda umutlandırmıştı. Bazen kendimle iddiaya girerek, bazen kendime yüzdesel hedefler koyarak test çözdüm. Sınava gireceğimiz hafta ortalama başarım %70’lere yaklaşmıştı. 120 soruluk bu testte benim çan eğrisini de göz önünde bulundurarak bu civarda bir başarı tutturmam gerekiyordu. Sınava lisans yıllarımın geçtiği Ankara’da girecektim. Ama Ankara’yı seçme nedenim, hem Mehmet’lerde kalacak olmam hem de Gözde’nin Ankara’lı Hülya’nın da kardeşinin Ankara’da okuyor olması sebebiyleydi.

Mehmet ile sınavdan önceki Cuma gecesi evde son tekrarları yapıp uyuduktan sonra sabha yine erkek kalkık bazı konulara ve eski sorulara göz attık. Çalışmaları öğlen olmadan bitirip dinlenmeye çekildik. Sınava gireceğimiz okula geçince potansiyel meslek mensubu adaylarını gördük ve bunlar bu sınava giriyorsa bizim hayli hayli bu sınavı vermemiz lazım diye düşündük. Amacım kesinlikle kimeyi küçümsemek değil ancak gerçekten sınava giren popülasyon çok alakasız kişileri bir arada toplamıştı.

Sınavdan çıktığımda içimde bir umutsuzluk vardı, pek içime sinmemişti, herhalde geçemedim diye düşünüyordum. Ancak Eylül’den beri yoğun çalıştığım için üzerime düşeni yaptığımdan da şüphem yoktu, bu nedenle çokta keyfimi kaçırmak istemedim ve Ankara’nın tadını çıkarıp Pazar gecesi İzmir’e döndüm. Sonuçlar 2 hafta sonra açıklanacaktı. Deha’nn sitesinden ve diğer forumlardan resmi olmayan sınav sorularına ve cevaplarına ulaşıp kendimce durumumu değerlendirdim. Sayılı gün geçti ve o perşembeyi cumaya bağlayan sınav sonuçlarının açıklanacağı gece geldi. Ama maalesef o gece ben saat 22 gibi dayanamayıp saatimi gece yarısına kurdum ve uyudum. Fakat ya saat çalmadı ya da ben uyku sersemi bir şekilde kapatmışım ki gece 2 gibi ofisten Doğuş’un sonucumu sormak için aramasıyla uyandım. Hemen pc’yi açıp sayfaya girdim. Sonuç ekranında başarılı yazıyordu. O an ki sevincim tarif edilemezdi: Hem askerliğimi tecil ettirmiştim, hem de mesleki hayatım için önemli bir başarı elde etmiştim. Gecenin bir yarısı o sevinçle Nilgün’ü ve teyzemleri aradım. Sabah gururla uyanmıştım…

Yüksek lisansım sebebiyle stajım 1 sene sürdü. Tecilim Ağustos 2009’a kadardı. Temmuz 2009 da ilk kez SMMM Yeterlilik Sınavına girecektim. Dersleri inceledim. Sayısal dersleri seçtim, sözelleri askerdeyken ve dönünce çalışırım diye bir strateji çizdim. Sınavdan önceki hafta yıllık izin kullandım, son tekrarlarımı yaptım. Sınava ilk girişte otomatikman hakkımın düşeceği için bütün derslerden sınava girecektim.

Bazıları çalışır ama çalışmadım der ve başarılı olur. Benimkisi öyle bir durum değil. Ben gerçekten de hukuk ve vergi ile ilgili hiç kitap açmadan sınava girdim. Ama hem okuyan hocaların iyi niyeti hem de sahip olduğum temel ile Temmuz’da girdiğim yeterlilik sınavında 7 de 6 yaptım. Kalan tek ders belki de en çok çalıştığım Maliyet Muhasebesi’ydi. Askerliğimde yemin töreni için ilk kez çarşıya çıktığımda Kemal ile birlikte gittiğimiz internet cafede sonucu gördüğümde asker psikolojime rağmen keyfim tavan yapmıştı.

Askerden dönüp işe başladıktan sonra 14 Şubat sevgililer gününün gecesi itibariyle maliyet dersine de çalışmaya başladım. Elimde hem en çok tavsiye edilen Yurdakul Çaldağ hem de Mümin’den aldığım Deha’nın maliyet kitabı vardı. İkisini de 14 Mart 2010’a kadar olan 1 aylık sürede bitirdim. Sınava girdiğimde karşımda gördüğüm iki soru da gerçekten bana çok kolay gelmişti. Önce 2. soru olan 40 puanlık soruyu yaptım. Sonra 1. soruya başladım. Biraz yazdıktan sonra sınavı geçtiğimi adeta hissettim çünkü 50 bile alsam bana yetiyordu. Biraz daha yazıp çok da uğraşmadan kağıdımı verdim. Heycanlı geçen 50 küsur günlük süreçten sonra müjdeli haberi denetimdeyken Gözde ve Mümin’den aldım. Artık meslek mensubuydum.

İşte benim Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir olma hikayem bu… Askerlikten kaçmak için girdiğim bu yoldan alnımın aklıyla çıktığım için çok şükürler olsun. Bu vesileyle başarım için arayan, tebrik eden herkese de teşekkür ederim.




Dip Not: Bu yazıyı yayımladıktan yaklaşık 8 yıl sonra KGK tarafından yapılan sınavlarda başarılı olarak Bağımsız Denetçi oldum. Bu süreci anlattığım "Nasıl Bağımsız Denetçi Oldum?" konulu tecrübem için buradan buyurun:

http://volkanyorulmaz.blogspot.com/2018/12/nasl-bagmsz-denetci-oldum.html


5 Haziran 2010 Cumartesi

500 Days of Summer



Yağmurlu bir cumartesi günü eğer evdeyseniz bir film izlemek isteyebilirsiniz. Laptop'u açıp arşivinizdeki vurdulu kırdılı iflmler arasında gezerken birden diğerlerine göre "yumuşak" bir film dikkatinizi çeker. Ekşisözlük'ten film hakkında araştırma yapıp, ilk sayfadaki olumlu yazıları okuyunca, film izleme pozisyonu alınır. Dakikalar geçtikçe film daha bi sarar ve bittiğinde müthiş bir tad bırakır. Ve pek tabii ki arşivimdeki yerini alır.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Bizim Aşk Hikayemiz

2007'de başlayan heyecanlı, tutkulu ve herşeyden önce sevgili ilişkimiz 8 Mayıs 2010 itibariyle ailelerimizin huzurunda resmiyet kazandı ve sözlendik. İşte bu özel günden bize kalan hatıralar.

Yıllarca bakıp, o günkü heyecanımızı tekrar tekrar yaşamak dileğiyle... Seni çok seviyorum beyaz çikolatam!

2 Mayıs 2010 Pazar

Askerlik vs. PwC


Urfalı Sevmiş…
Şirkete ilk girdiğim günden beri kafamda hep askerlik derdi vardı. Hani şu çok klişe söz var ya “Askerlik erkekler için ayak bağı” diye, benim için de aynen öyle bir durum söz konusuydu. A1’ken girdiğim SMMM staj başlatma sınavı yüksek lisansım olduğu için beni 1 sene askerlikten kurtarmıştı. Ama kaçış yoktu, sayılı gün çabuk geçti ve Temmuz 2009 hemen geldi. O ay önce yeterliliğe girdim, sonra ikinci geçici vergi denetimleri başladı ve ayın son haftası da işten “askerlik sebebiyle” ayrıldım. Sağolsun İzmir ofisteki arkadaşlarım güzel bir yemekle beni uğurladılar. Hele ki yemekte verdikleri hediye benim aldığım en sıra dışı hediyeydi: askerlik boyunca ihtiyacım olabilecek bilumum malzemelerden oluşan bir set.

Sınava girip sonuçları bekledikten sonra 10 Ağustos gecesi, ki bu tarih yine asker olan babamın sene devriyesi olması açısından benim için çok önemlidir, yerleştirmeler açıklandı. Sonuç sayfamda Kıta: ŞANLIURFA İl J.Kom., Kabul Toplama Merkezi DİYARBAKIR Kab.Top.Mrk.K.lığı yazıyordu. Buyrun buradan yakın, bu zamana kadar gittiğim en doğu okumak için gittiğim Ankara iken askerlik için yaklaşık 6 ay Urfa’da olacaktım. Sonucu görür görmez internetten Diyarbakır bileti aldım. O gece yatarken ofisteki arkadaşlarıma sonucu smsle bildirip uyudum. Ertesi gün beni arayıp en azından terör olmayan bir yere gideceğim için motive ettiler. Şu an alumni olan Alper’in araştırması sonucu Diyarbakır’a gitmek zorunda olmadığımı öğrendim ve bileti değiştirdim ki bunun ne kadar faydalı bir hareket olduğunu orada ızdırap çeken arkadaşlarımdan sonra öğrendim.

Urfa’ya gittiğimde beni havaalanından alan Mina’nın babasının yardımcılarına gerçekten büyük şükran borçluyum. O kadar iyi niyetli ve misafirperverdiler ki şehre ısınmam ve önyargılarımı kırmam konusunda onların yaklaşımları çok önemliydi.
Acemi birliğinde fırsat buldukça telefon kulübesinde sıra bekleyip arkadaşlarımı aramaya çalıştım. Onlardan haber almak, gerçekten beni mutlu ediyordu. Acemiliği bitirip de usta birliğimde kantin başkanlığında yazıcı olunca ise PwC’deki takım arkadaşlarımın değerini çok çok iyi anladım. Kağıtları zımbalarken dikey değil de paralel zımbaladım diye komutanımca kıyametin koparıldığı gün denetimlerde yaptığım onca hatanın aslında ne kadar da kibar bir dilde anlatıldığını gördüm. Günler geçtikçe ofisteki arkadaşlarımı daha çok özleyip benim için ne kadar değerli olduklarını hissettim. Sevdiklerime mail atmak gibi bir huyum öncede olmasa da askerdeyken bilgisayarın boş olduğu günler Word’de mail yazıp USB belleğe kaydediyordum ve çarşı izni için haftasonu çıktığımda Hülya ile Gözde’ye mail atıyordum. Daha sonraki hafta çarşı iznini beklerken acaba cevap gelmiş midir diye beklemek çarşı listesinde ismimin olup olmadığını beklemek kadar heyecan vericiydi.
Belirtmeden edemeyeceğim, askerde birçok kez komutanlar nerede ve ne olarak çalıştığımı sordu ve işimizi anlamaları bir hayli güç oldu, firma adı konusuna hiç girmemek lazım, sadece iki kere denedim, çözümü Başaran YMM demekte buldum.
5 ay 5 günlük süre 17 Ocak’ta son buldu. 18 Ocak günü sabah 9 gibi ofise geldim, Haydar Üstad ile görüştüm ve 1 Şubat itibariyle yeniden aranızdayım. Askerlik ne mi öğretti: kesinlikle sabretmeyi ve birlikte çalıştığım insanların ne kadar değerli olduğunu…

PS: yukarıdaki yazı PwC AssuranceNews dergisinin Nisan sayısında yayınlanmıştır. Bu kez fazla fazla fotoğraf koydum, çünkü askerden geldikten sonra hiçbir yere fotoğraf koymak içimden gelmemişti. Sanırım yavaş yavaş o konudaki sertliğimi atıyorum. Kim bilir belki uzun vadede askerlik günlerini bile özlerim. Bekleyip göreceğiz.



25 Nisan 2010 Pazar

Billionaire



I wanna be a billionaire so fricking bad
Buy all of the things I never had
Uh, I wanna be on the cover of Forbes magazine
Smiling next to Oprah and the Queen

Oh every time I close my eyes
I see my name in shining lights
A different city every night oh
I swear the world better prepare
For when I’m a billionaire

Yeah I would have a show like Oprah
I would be the host of, everyday Christmas
Give Travie a wish list
I’d probably pull an Angelina and Brad Pitt
And adopt a bunch of babies that ain’t never had sh-t
Give away a few Mercedes like here lady have this
And last but not least grant somebody their last wish
Its been a couple months since I’ve single so
You can call me Travie Claus minus the Ho Ho
Get it, hehe, I’d probably visit where Katrina hit
And damn sure do a lot more than FEMA did
Yeah can’t forget about me stupid
Everywhere I go Imma have my own theme music


Oh every time I close my eyes
I see my name in shining lights
A different city every night oh
I swear the world better prepare
For when I’m a billionaire
Oh oooh oh oooh for when I’m a Billionaire
Oh oooh oh oooh for when I’m a Billionaire

I’ll be playing basketball with the President
Dunking on his delegates
Then I’ll compliment him on his political etiquette
Toss a couple milli in the air just for the heck of it
But keep the fives, twentys (?) completely separate
And yeah I’ll be in a whole new tax bracket
We in recession but let me take a crack at it
I’ll probably take whatevers left and just split it up
So everybody that I love can have a couple bucks
And not a single tummy around me would know what hungry was
Eating good sleeping soundly
I know we all have a similar dream
Go in your pocket pull out your wallet
And put it in the air and sing

I wanna be a billionaire so fricking bad
Buy all of the things I never had
Uh, I wanna be on the cover of Forbes magazine
Smiling next to Oprah and the Queen

I wanna be a billionaire so frickin bad!

PS: 23 Nisan tatili hatırasıdır. Yazlık dönüşü yolda dinledim, şarkının içinde Forbes magazine muhabbetini duyunca 2007'deki hırsım aklıma geldi, blogumda şarkının sözlerini saklayıp, mp3 ünü de arşivime ekledim.

22 Mart 2010 Pazartesi

Ekonomik Kriz Nasıl Çıktı?

ABD’nin otomotiv başkenti Detroit kentinde bar sahibi Joe’nun işleri iyi gitmiyor. Çünkü otomobil sanayi ile birlikte Detroit’in ekonomisi de çöküyor. Müşterileri işsizler ve alkolikler; paraları yok. Joe’nun aklına dahiyane bir pazarlama stratejisi geliyor.

“Bugün iç yarın öde” kampanyası başlatıyor. Yani müşterilerine kredi açıyor. Sonra içilen içkiyi ve tutarını bir veresiye defterine kaydediyor. Bekleneceği gibi, içki satışları patlıyor. Kentin her köşesinden işsizler ve alkolikler Joe’nun barının müdavimi oluyor.

Joe uyanık bir bar sahibi. Bu durumda fiyatlara zam yapıyor. Ama peşin para ödemeyen müşteriden hiç tepki gelmiyor. Fakat cirosu ve kârlılığı daha da artıyor. O da tekrar zamlıyor. Kentin en çok satış yapan ve en kârlı barı seçiliyor.

Parlak finansçılar devrede

Joe’nun çalıştığı bankanın genç ve dinamik müdürü olayı farkediyor. Satışı ve kârı artan Joe’ya yüksek kredi limiti açıyor. Joe’nun veresiye defterindeki alacakları karşılık kabul ediyor. Borçlular işsiz ve alkolik olsa bile fazla risk taşımadığına karar veriyor. Bu noktada bankanın genel müdürlüğü uyanıyor. İyi üniversitelerin fizik, bilgisayar ve matematik bölümlerinden mezun parlak finansçılar işe koyuluyor. Joe’nun veresiye defteri bölüp harmanlanıyor. Karşılığında çıkartılan tahviller dünya piyasalarına pazarlanıyor. Ama önce kredi derecelendirme kuruluşlarına gidiliyor. Analistler bakıyor. Tahvilin karşılığı yani Joe’nun veresiye defteri sağlam bulunuyor. Tahvillere yatırım derecesi AAA kredi notu veriliyor.

İyi niyetli (yoksa saf mı?) yatırımcılar AAA kredi notunu önemsiyor. Aldıkları tahvilerin karşılığının aslında işsiz ve alkoliklerin içki borcu olduğunu anlayamıyor. Üstelik, tahvillerin fiyatları sürekli artıyor. Dolayısı ile bu kârlı işi fazla karıştırmak da istemiyorlar. Bir an için durup bakalım. Herkes halinden memnun. İşsiz alkolikler içkiye boğuluyor. Joe ev, araba, yat, vs. alıp sınıf atlıyor. Banka parlak finansçılara inanılmaz primler dağıtıyor. İşte, bir piyasa mucizesi daha, değil mi! Böyle düşünen iktisatçılar da var.

‘Saadet zinciri’ kopunca...

Derken bir gün... Maalesef bir risk yöneticisi arabanın tekerine çomağı sokuyor. Veresiye defterinde yer alan işsiz ve alkoliklerin borç ödeme kapasitesini araştırıyor. Ve böylece cehennemin kapıları açılıyor. “Saadet zinciri” kopuyor. Banka kredileri geri isteyince Joe iflas ediyor. Joe borcunu ödemeyince bankanın bilançosu bozuluyor. Tahvil fiyatları hızla düşüyor. Bunları kredi ile satın alanlar sıkışıyor. Bu da bankaların özkaynaklarını bitiriyor. Para piyasalarında likidite kuruyor.

Özkaynağı kalmayan bankaların kredileri kesmesi dönüp içki üreticilerini vuruyor. Onlar çalışanlarını işten çıkartıyor. Yeni bir iflas dalgası geliyor. Bir kısır döngü çalışmaya başlıyor. Ekonomide işsiz (ve alkolik) sayısı patlıyor. Ya bankalar ve bankacılar? Washington’da güçlü bağlantıları var. Devletten trilyon dolarlık kurtarma paketleri kopartılıyor. Bankacıların yüksek primleri sürüyor. Operasyonu işini kaybetmeyen ve içki içmeyen vatandaşlar finanse ediyor.

İşte dünyadaki ekonomik krizin en basit şekilde ifadesi. Bu güzel hikaye Asaf Savaş Akat'ın bir köşe yazısından alıntıdır.

18 Mart 2010 Perşembe

Stopaj Nedir?



Stopaj usulünde vergi, asıl borçludan değil, vergi sorumlusundan talep edilir. Bu yolla, gelir daha sahibinin eline geçmeden önce vergilendirilmiş olmaktadır. Videomuzda "emin olun" bu konuyla ilgili...

Raporlarda En Çok Yapılan Hatalar

Varolan Bir Rapor Üzerinden Yürüyerek Yeni Bir Rapor Yazarken Dikkat Edilecek Hususlar



Çoğumuzu bir rapor yazarken daha önce yazılmış olan raporun üzerinden gitmeyi kolaylık sağladığı için tercih ederiz. Format açısından bize önceki rapor üzerinden yürümek oldukça fayda sağlasa da ufak dikkatsizlikler yüzünden raporda büyük hatalar yapmamıza yol açabilir. İşte bu nedenle, tecrübelerimden elde ettiğim bazı hususları paylaşmak istedim ki raporu bitirdiğimizde bu hususların üzerinden giderek en çok düşülen hatalardan uzak duralım.

Raporun Dönemi: Birçok rapor belli bir dönem için yazılmaktadır. Raporu yazarken ilk iş olarak çoğumuz raporun dönemini değiştirerek başlarız. İşte böyle durumlarda sayfalarca dökümanda tek tek dönemleri değiştirmek yerine Microsoft Word’ün bize sağlamış olduğu CTRL + F özelliğini kullanarak mevcut rapordaki dönemi yeni raporumuzun konusunu teşkil eden dönemle değiştiririz. Eğer bu özelliği kullandığınızda “tümünü değiştir” özelliğinden faydalandıysanız, raporun dönemini ile aynı isimde olan ancak rapor içinde değiştirilmemesi gereken bilgiler siz fark etmeden otomatik olarak değişecektir. Bu hatalı değişikliklerden kaçınmak için ya Word’ün tek tek değiştirme imkanını kullanın ya da tümünü değiştirdikten sonra raporunuzda değiştirilmemesi gereken dönemsel bilgiler için tekrar bir gözden geçirme yürütün.

Sözleşme Bilgileri: Raporu yazmanız için dayanağınızı oluşturan dayanak sözleşme bilgileri eğer önceki rapordan farklı ise bu rapor bilgilerini mutlaka değiştirmeniz gereklidir. Raporun baş sayfalarında genelde bahsedilen sözleşme bilgileri çoğunlukla gözden kaçmakta olan önemli bir bilgidir.

Ekler ve Ekler Tablosu: Dönemi değişen raporun eklerinde de çoğunlukla değişiklik olmaktadır. Araya bir ek girmesi ya da mevcut bir ekin yeni dönem raporunda gereksiz duruma gelmesi halinde bu eki çıkarmamız gerekir. İşte bu durumlarda raporumuzun içindeki tüm ek numaraları da değişiklik gösterir. Böyle durumlarda ilgili ek numarasından sonraki tüm ek numaralarının güncellenmesine ve bunların ekler tablosundaki ile mutabık olmasına özen gösterilmelidir.

Sayı Formatları: Raporu hazırlarken birçoğumuz Microsoft Excel’de tablolarımızı ve hesaplamalarımızı hazırlayıp bunu daha sonra Word’e aktarıyoruz. İşte bu durumlarda sıklıkla karşılan hatalardan biri de sayı formatlarındaki virgül ve noktaların yer değiştirmesi oluyor. Ayarlar değişiklik gösterince rapor içerisinde bazı yerlerde bin ifadesi nokta (.) ile gösterilirken bazı yerlerde ise virgül (,) ile gösteriliyor. Yine bazı sayılarda ondalık ifadeler virgül ile gösterilirken bazılarında ise nokta ile gösteriliyor. Raporun kendi içerisinde tutarlı olması ve okuyanda kafa karışıklığı yaratmamak için istenilen formatta ifade edilmesine ve tutarsızlık varsa giderilmesine özen gösterilmelidir.

Paragraf ve Sayfa Sonları: Başlıkların sayfa sonunda kaldığı durumlarda genelde “ENTER” tuşuna basılarak paragrafın veya başlığın bir sonraki sayfanın başına gelmesine özen gösteririz. Ancak eski rapor üzerinden yürüryerek yeni bir raor oluşturduğumuzda eklediğimiz bu boşluklar bizim yeni raporumuzda alakasız yerlerde boşluklar olarak bize geri döner. Bunu önlemek için rapor yazıldıktan sonra dikkatli bir şekilde boşlukları gözden geçirmek görünüş açısından daha profesyonel bir rapor ortaya koymamızı sağlayacaktır.

Tablolar ve Toplam Satırları: Tabloları Microsoft Word ile hazırlayıp Word’ün toplama fonksiyonunu kullandığımız zaman dip toplamda hatalı sonuçlarla karşılaşmanız çok olası. Bunu önlemek için tabloları Excel’de hazırlamanızı ya da daha sonra toplam satırını hesaplamayı bir de hesap makinesi ile kontrol etmenizi öneririm. Ayrıca tutarlılık açısından tabloda belirtilen sayıların ondalık ifadeleri kaç rakamla gösterildiyse bunların tüm rapor içerisinde aynı şekilde gösterilmesi konusunda hassasiyet gösterilmelidir.

Paragraf İçerisindeki Boşluklar: Hazır olan raporda değişiklikler yaparak yeni bir rapor oluştururken cümle içlerinde bazı rakam veya kelimeleri sıklıkla değiştiririz. Bu gibi durumlar silip yerine koyarken fazladan boşluk verdiğimiz olur. Eğer kontrol açık değilse bu durumu kendimiz de test edebiliriz. CTRL+F ye basıp arama bölümüne geldikten sonra üst üste iki kere space tuşuna bastıktan sonra arama yaparsanız size rapor içerisinde isteğiniz dışında vermiş olduğunuz boşlukları getirecektir. Bunları bu şekilde düzeltebilirsiniz.

Soft ve Hard Data Mutabakatı: Raporun içinde kullandığımız tabloları çoğu kez karmaşık ve birbirine bağlı Excel tablolarında çeşitli formüller kurarak oluşturuyoruz. Raporumuzu bu tablolarla sonuca bağlarken tablolara temel oluşturan verileri de rapora ek yapıyoruz. Bazen elimizdeki Excel dökümanı ile kağıda basılı olan bu dökümanların tabloları arasında hazırlanma dönemlerinden kaynaklanan farklılıklar olabiliyor. Bunların önüne geçmek için her ikisini dikkatle inceleyip aradaki tutarsızlıkları test etmeye özen göstermeliyiz. Aksi takdirde raporda belirttiklerimizi dökümanlar ile destekleyememiş oluruz.

Sıklıkla yapılan hataları tecrübelerim paralelinde paylaşmaya çalıştım. Umarım yapma olasılığı yüksek olan bu hatalardan korunmanıza biraz olsun yardımcı olmuştur. Unutmayın, hatalar insanlara özgüdür, tıpkı hataları fark edip düzeltmenin de insanlara özgü olduğu gibi.

2 Mart 2010 Salı

Sergen - Adamım Benim Ya...


Sabah işe giderken BB'den gazetelere göz atarken bir haber beni güldü geçirdi. Ne yalan söyleyeyim eski günleri anıp bir o kadar da içimin ısınmasını sağladı. Konu benim ortaokul, lise ve hatta üniversite yıllarımdaki kahramanım Sergen'le ilgiliydi.

Bizim "defansın belkemiği" Gökhan, Sergen hakkında açıklamalarda bulunmuş. Röportajın bir bölümü var ki harika! İşte o bölüm:

- Sergen’i çok seviyorsunuz anladığım kadarıyla...
- Çünkü özü sözü birdir. Ağzından çıkan neyse onu yapar. Beşiktaş’a ilk geldiğinde benim yanıma verdiler. Daha 17 yaşındaydı. “Al bu çocuğa göz kulak ol, at yarışı oynuyormuş” dediler. Aradan iki hafta geçti. Bir baktım, ben, Metin ve Sergen beraber at yarışı kuponu yapıyoruz!


Sergen bu, o şartlara ayak uydurmaz, asidir, her zaman şartları kendine uydurur. Seviyorum seni adamım...

PS: Bu yazıyı yazdım ama esgeçmeyeyim, benim için İlhan ve Pascal'ın hatta Şifo ile Kuntz'un da her zaman yeri çok özeldir.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Pascal vs Paparazzi



Blogumdaki 50. Kayıt oldukça özel olmalıydı, o nedenle bugün bir başka blogda gördüğüm bu videoyu uzun uğraşlar sonucu indirdim ve kendi bloguma yükledim. Aklıma geldikçe açıp izliyeceğimden hiç şüphem yok :)


"Bir gün gece kulübünden çıktım, arabama bindim, etrafta hiç paparazzi falan yoktu. Kırmızı ışık yandı durdum. Arabada en sevdiğim hiphop şarkılarından biri çalıyor ben de içinde oynuyorum. O sırada iki adam yaklaştı ve "Pascal naber? Eğleniyor musun?" diye sordu. Ben de evet gibisinden oynayarak cevap verdim. Tak diye kameraları çıkardılar ve beni çekmeye başladılar. Bipppppp Bipppppppp! Sonra yeşil ışık yandı. Hızımı artırdım ve yakalayıp arkadan arabalarına geçirdim. Sonra bana tepki gösterdiler. Bippppp!"

3 Şubat 2010 Çarşamba

2010'da İş Hayatında Neler Değişecek?


Askerlik sonrası Vergi Portalı'ndaki ilk blogum hayırlı olsun :)

Resesyon dönemlerinin ardından iş yapış biçimleri ve yönetici-çalışan ilişkisi değişir mi? Ekonomik krizin ardından iş yaşamı nasıl bir değişime uğrar? Bu soruların yanıtını araştıran iş ve yönetim dergisi Harvard Business Review 2010 yılında iş hayatında karşılaşacağımız beş önemli değişimi açıkladı.

Dergi araştırmasını yaparken şimdiye kadar global etki yaratan ekonomik krizleri incelemiş, resesyon dönemlerinin ardından farklılaşan iş yapış biçimlerini masaya yatırmış. 1981 yılında yaşanan resesyondan bu yana gerçekleşen her krizin etkileri bir araya toplayarak, kredi krizinin yaratacağı olası değişiklikler derlenmiş.

Bu çalışmayı özetlemek gerekirse 2010’da yaşanacak en önemli beş farklılık şu şekilde sıralanabilir:

1- İki iş modeli: İki farklı işte çalışmak özellikle düşük gelirli görevlerde çalışanların uzak olmadığı bir kavram. Ancak değişen sisteme göre çift işli kişilerin sayısında artış yaşanabilir. 2010 yılında şirketlerin bütçelerinde çeşitli önlemler alması görev tanımlarını daraltacak. Dolayısıyla özellikle yaratıcılığın öne çıktığı sektörlerde çalışanlar kendilerine ikinci bir iş bulma yoluna gidecek. Kazancını garantiye almak çalışanların birinci hedefi olacak.

2- Çalışma saatleri azalacak: Evet, şirketler personel sayısını kriz dönemi boyunca azalttı. Ancak yapılan iş miktarı da müşteri azlığıyla doğru orantı göstererek düşüşe geçti. Şirkette geçirilen uzun çalışma saatlerinin azalması ve mesailerin seyrelmesi 2010’da çalışanların kafasını karıştıracak. Şirketlerin teknoloji ve iş gücü tasarrufuna gitmesi, günde sekiz saati aşmayan mesailer ve haftada dört gün işe gelmeyi mümkün kılacağı gibi çalışanların ikinci iş şansını da artıracak.

3- Düzenlemeler artacak: Esnek çalışma saatleri şimdiye kadar yalnızca yöneticilerin gündeminde teori olarak yer alıyordu. Ancak krizden sonra esnek çalışma saatleri teori olmaktan çıkacak. Mobil çalışan sayısı yükselişe geçerken, bu durumu mümkün kılacak teknolojik alt yapı yatırımları artacak.

4- Rekabet ortamı değişecek: Yetenek yönetimi her zaman şirketlerin birinci gündem maddesi oldu. Çalışanların yeteneklerini ortaya çıkarmak için şirketler çeşitli projeler yürüttü. 2010 yılında da bu konunun yıldızı sönmeyecek ama şekil değiştirecek. Çalışanlar birbirleriyle yetenekleri üzerinden rekabet ederken şirketler yalnızca işi değil diğer sosyal unsurları da göz önünde bulunduracak.

5- Şeffaf olma zamanı: 2010’da şirket içi iletişim altın çağını yaşayacak. Çalışanlar kendi işlerini en iyi kendi metotlarıyla anlatacaklarını keşfedecek. Her çalışan pozisyonuna uygun geri bildirim sistemi geliştirecek. Yönetici ve çalışan birebir iletişim halinde olacak.

Görünen o ki içinde bulunduğumuz 2010 yılı iş dünyası için pek çok yeniliğe gebe gözüküyor. Bakalım bunların ne kadarı gerçekleşecek ve bu gelişmelere iş dünyasının ve yöneticilerin tepkisi ne olacak, bekleyip göreceğiz.

Orjinal metin için:
http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=BlogDetay&Id=50

30 Ocak 2010 Cumartesi

Carpe Diem



What a strong and liberating message "Carpe Diem" holds: life is now and life will always only be now. The present moment is really all there ever is to experience everything. So it is to us to take this responsibility for ourselves and seize it fully.

"When we lose one we love, our bitterest tears are called forth by the memory of hours when we loved not enough." ~Maurice Maeterlinck

29 Ocak 2010 Cuma

The 4 Steps to Create the Reality You Desire


"It doesn’t matter where you are coming from. All that matters is where you are going." ~Brian Tracy

The 4-step process of

1. Intention
2. First Creation: Planning
3. Second Creation: Executing
4. Optimizing until you succeed

is a simple framework to create the reality of desire. It may be intuitively clear and so the purpose of the post is more to see that every desire is achievable and encourage you to go for it.

The art of creation is the way to create the reality around us. You are constantly doing it anyway, the question is: are you aware of it and secondly: is it a creation of your own choosing? So it is about time to do it consciously.

“What Did I Learn?”

Madem 1 Şubat 2010 itibariyle yeni bir sayfa acıyorum hayatımda, hayatın bana öğrettiklerini tıpkı benim gibi başkalarına da öğrettiğini hatırlayarak bunları aklımda tutup, karşılacağım zamanlarda aklıma getirmem lazım. Cümle biraz karışık oldu ama hayatı basit yaşamak gerekli...



I’ve learned many life lessons and truths through personal experience during this time, here are a few of the ones on the tip of my tongue in this moment. Though many of the lessons below are seemingly obvious and are ones we may already know, they remain the kinds of things to be truly learned, and integrated into daily practice only through experience.

Attracting Miracles - Gifts are constantly showered upon us, everyday, but we choose not to see them. All we have to do is walk outside, and we will find someone less fortunate than us. Everything that happened to us on our path to this moment was a blessing, truly. Count those blessings, everyday, be grateful for all that we have… from the sunlight, to our food, for our shelter, to our relationships, to our body. As we do so, we will witness more gifts and miracles occurring in our life, moment to moment, every moment.
Overcoming Suffering - Suffering is a choice, even though during moments of intense suffering and emotional pain, the suffering seems unavoidable and that we are choice-less and hopeless. During moments of suffering, bring intense awareness into it, and tell it, repeatedly, “I will not mother these thoughts anymore! I will not create unnecessary suffering on myself! I will overcome this.”
“The Running Mind” - On any given day, there is always something that presents itself as a problem that will bother us. When thinking about it, it seems like the most urgent and important thing, and indeed, it boggles our mind throughout the day. But the moment we replace that thought with another, the problem no longer seems so real. And when you overcome it, or stop seeing it as a problem, another problem will sure surface. That is the workings of our mind. It’s not real. Be aware of it.
“It’s Okay to be Flawed” - It’s easy to judge people and point out their flaws. But when we judge, that quality which we are judging is a reflection of a flaw within ourselves. Truth is, we are all flawed, and pointing them out is the easy way out. Find the compassion and understanding to accept other people for who they are, allow them to be, for you too are flawed and surely, you would like others to allow you to be as you are. Overflow love towards that person, and see how you can shift your state of mind about that person. Look for the good.
Bad Days - No matter how bad a day can get, it has the potential to instantly change and turn around to be a breath-taking phenomenal day. It’s happened before, so why not now? Never view a “bad” mood as a permanent thing, it is what you’re feeling now, who knows what will happen in the next 5 minutes, or one hour. Accepting the present for what it is, and welcoming the next moment with freshness can only bring wonder and joy to you.
Choosing a Response - When another person is giving us attitude or saying things we don’t like, with awareness, we can choose our responses, including silence. Other people’s reaction to things has to do with them, and their state of mind. What others think, feel and chooses to respond is beyond our control. So surrender. It’s not worth spending energy on it. Let it go! It’s not about who is being the “bigger person”, it’s about recognizing an action that is fruitless and saving the energy to do something else conducive to your wellbeing.
Blessings from a Rude Encounter - When another person is rude to us, perhaps the best lesson we can learn is how it feels on the receiving end when we are rude to others in moments of unconscious behavior. It’s a blessing. Secretly thank that person and whisper a silent prayer for them. It’s not worth getting all worked up and defensive. Find the lesson and move on.
Nature of Discontentment and Complaints - The moment we complain, we are taking this moment for granted and we are missing out on life. When we complain, we are not appreciating or trusting the wisdom of cosmic intelligence, we become disconnected with the whole, with source, with our inner selves, with nature, with bliss. And we suffer.
Expectations in Life - Expectations of exactly how things should be, how things should play out only leads to inner conflict and resulting emotional suffering. I keep re-learning this lesson, even till today. Because we cannot predict the future, and things never go as we expect in its entirety. Once we have our hearts and heads locked on a definite course of events, even a slight shift in change can shatter our hopes. Even the most secure relationships can have its unexpected turbulences. Even the most trusted friendships can take its turns from the promised future. Let whatever happens happen. Trust with great conviction that, “Whatever happens is the best thing happening to me. So let it be.”

The Meaning of the Finger Pointing to the Moon



"Truth has nothing to do with words. Truth can be likened to the bright moon in the sky. Words, in this case, can be likened to a finger. The finger can point to the moon’s location. However, the finger is not the moon. To look at the moon, it is necessary to gaze beyond the finger, right?"

Yorum yapmıyorum, sadece askerdeyken nöbette kendime verdiğim sözlerden daha doğrusu kendim içn yaptığım planlardan birini hayata geçirmeye başladığımın bildirgesidir.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Hoş Geldin 2010

Günlerden Cumartesi, ama yılbaşı sebebiyle Cuma’nın da tatil olması sebebiyle benim için daha bir Pazar tadında Cumartesi. Tad demişken, tadı tuzu yok artık pek çok şeyin… İnsan içerdeyken haline ne kadar şükretse de bir çok şeyden eskisi gibi keyif alamıyor, pek çok şeyin de keyfini almayı zaten unutuyor. Vakit bazen hızla, bazense de oldukça yavaş işliyor. Az önce “Urfa’da 2 Ay” adlı yazımı okudum da içim bi garip oldu. Orada şöyle demişim:

“Artık şafağım çift haneli. Şafak metrem bugün 98’i gösteriyor. Çift hanelere indirmek öncelikli hedefimdi, onu başardım, bir sonraki hedef şehirlere inmesi, daha sonra bayramda annemin yanıma gelmesi, sonra yeni kısa dönemlerin alaya gelmesi ve tek haneler…”

Bakıyorum da koyduğum hedeflerin pek çoğuna erişmişim, yeni kısa dönemlerin gelmesi olayı da ertelendiğine göre artık hedef tek hanelere inip hayırlısıyla uçağa binmek J Bizler inandık siz de inanın! Motivasyonu ile inşallah bu hedeflerde gerçek olacak…

Ne tesadüftür ki yine bu yazıyı bir nöbet sonrası yazıyorum. 04:00-06:00 nöbeti, 6 kule… Yaklaşık 1 hafta sonra o kuleye yeniden çıkınca sanırım bu nöbette daha verimli düşünebildim. İzmire dönsem de artık kara kaplı not defterimde yazanları gerçekleştirmeye koyulsam…

Her ne kadar Alay’da yeni yıl havasına girememiş olsam da 2010’a gerçekten pek bir ısındım. Umarım 10 numara bir yıl olur. Dileklerimin hepsi gerçekleşir… Şimdilik benden bu kadar. 2010’un ilk blogu camiamıza hayırlı olsun.

Google adsense

Analytics