18 Haziran 2016 Cumartesi

​Kelebeğin Hayat Sırları'ndan Kendime Paylar

Nil Karaibrahimgil, şarkılarındaki özgün tarzını takdir etmeme rağmen müziğiyle bana çok hitap etmese de yazdıklarıyla ve paylaştığı hayata bakış açısıyla beğenimi fazlasıyla kazanmış biri. Yazdığı köşe yazılarından seçtikleriyle oluşturduğu "Kelebeğin Hayat Sırları" adlı kitabıyla hem kalbime dokunmayı başardı, hem de bazı konulara yaklaşımımı bir kez daha gözden geçirmemi sağladı. Belirli bir dönem içerisinde ele aldığı farklı konulara ilişkin köşe yazılarından oluşan kitap bazı okuyuculara kopuk gelebilir ama bir birinden bağımsız konulardaki paylaşımları benim oldukça hoşuma gitti. Kitap içerisinden kendime notlar aldığım gibi bu kez kitabın kapağından bile not alacak kadar sevdim bu kitabı. Bakın arka kapakta Nil okuyucusuna nasıl sesleniyor?

Birkaç kişinin elini sıkı sıkı tut. Onların dertleriyle dertlen, mutluluklarıyla uç, dediklerine kulak ver. Başkalarının kriterlerine göre seçim yapma. O zaman başkalarının gideceği yerlere gidersin. Oralarda ne işin var? Her gün oku. Her şeyi oku. Ağaç olmak nasıldır? Van Gogh olmak nasıldır? İkinci Dünya Savaşı'na katılmış olmak nasıldır? Öğren. Kendinle sosyalleş. Yoksa unutursun nasıl biri olduğunu. Her gün şükret. Karanlık günler olacak. Düşeceksin de. Yaralar da açılacak. O zamanlarda şunu unutma: Tünel bitecek. Kalkacaksın da. Kabuk da bağlayacaksın. Korkmaktan korkma. Ödün bile kopsun. Sonra kapa gözünü bas karanlığına. Belki biri taş döşemiştir; kim bilir. Böbürlenme. Kibirlenme. Köpürme. Abart. Çoğalt. Parlat. Her gün, bir yazar tarafından hayatının hikâyelendirildiğini düşün ve dinle. Böyle bir kahraman olmak ister miydin? İstiyorsan başarıyorsun. Ne mutlu sana.
 
 




Eğer arka kapakta yazanlar ilginizi çektiyse, kitabın içerisinde de size hitap edecek mutlaka birşeyler bulursunuz. Bakın bu kitaptan hoşuma gidipte yanıma aldıklarım neler olmuş?
 
Olmak istediğiniz şey gibi davranın, olursunuz. (Volkan'ın yorumu: İngilizce'deki "Fake it until you make it" sözünün Türkçe'de hayat bulması)
 
Hareket etmezsen acı üzerinde birikir.
 
Bebeğiniz gelince uykusuz, yorgun, bitik geceleriniz olacak, bunu denizde bir dalga farzedin. Dalga nasıl gelip geçerse bu da gelip geçecek. (Volkan'ın yorumu: Ah evet, yaklaşık 28 aydır o moddayız, elbet bugünlerde geçecek inancındayız.)


İnsanlar düşlerinin peşine düşenin peşine düşerler.
 
Hayat sadece yol alarak yaşanır. Hayat sadece sen yol aldığında anlamına kavuşur.
 
Olmayana, ölü bir şeye inanmak gibi keşkelemek. Keşkesizlik hafiflik ve hayat neşesidir. Keşke'li cümleleri "iyi ki" ile kurun...
 
Ne gelirse gelsin, içine ılık bir suymuşçasına girip yüzmeye devam etmekten başka ne bir şansımız, ne de yolumuz var. Çırpınırsan boğulursun. Bedenini hafif tutarsan ve suya güvenirsen yüzersin. Hayatın kaldırma gücü işte böyle çalışır.
 
"Araya giren" güzel şeyler insanı mutlu eder. Yani sürekliliği olmadan girip parıldayıp çıkan. Piknik gibi yani. Gidip mutlu olup dönersin. Ama sana artık hep pikniktesin dense orası hapishaneye dönüşür.
 
Dünyada "ekstra"lar olmadan duramazsanız, onlar olmadığında hayal kırıklığı yaşarsınız.
 
Her zaman akılda tutulacak bir şey varsa, o da eleştirilemeyecek kimsenin şu dünyada yaşamadığıdır.
 
Bilmezler ki hayali sadece gören bilir.
 
Hayat diyor ki: Yok, küreği bırakmayacaksın. Bırakırsan dümenini kırarım. Ne kadar güçlü olursa olsun asılmalı, kollara, karnına nefes yollamalısın. Çünkü bu bir bilek güreşi. Çünkü hiçbir şey hayal edilen yere gitmek kadar güzel olamaz. (Varmak değil) (Volkan'ın yorumu: Sonuç odaklılıkla Süreç odaklılık konuları arasında gidip gelirken bu sözü hatırlamak önceliğimizi belirlemede ışık tutar.)
 
"Ben elimden geleni yağtıysam kollanırım elbet, kollanmıyorsam da vardır bir hayır"ın pansumanını reddetmek olmaz.
 
Hani trenle giderken nasıl yerimizi işaretleyemiyorsak, belki anı da işaretleyemiyoruz. O zaman şu an bir nokta değil. Şu an bir yol o halde...
 
Hayalleri olan insanlar, içlerindeki bitmek bilmeyen bir partide çalan DJ'in ritmiyle ilerliyorlar. Rüyasından uyandırmak neredeyse imkansız şu hayaline dalanı.
 
"Doğduğun kişi", "olmanı bekledikleri kişi" ve "olmak istediğin kişi" bir masanın etrafında birbiriyle tanışıp, memnun olmalı.
 
Başkalarını değil kendimizi rahat ettirmeliyiz en başta.
 
İnsanın çocukluğu gölge gibi her gün yanında.
 
Zamanın kazanılıp kaybedilen değil, sadece yaşanan bir şey olduğu bir gerçek. Olduğu kadarı var ve tek görevin onun içinde kalmak.
 
Yeri geldiğinde küçülmesini bilen, her yerden geçer.
 
Yüzde yüz emin olmak istersen, yüzde yüz gecikirsin.
 
Ömür sonuçlarda değil, süreçlerde geçiyor. Zamanının çoğunu gideceğin yere yaptığın yolculuklar alır.
 
Hayatında hayal de olsun, hedef de olsun. Ama aslolan yol olsun; yolculuk olsun, yol arkadaşları olsun.
 
Sadece yola devam edenler gidecekleri yere ulaşır.
 
Düşüncenizle bedeninizi yapıştırın. Düşünce güvensizse beden de güvensizdir. Ürkek bedenlerin hücreleri bağışıklık geliştiremez.
 
Gözyaşları ve kahkahalar dans edip durur nehir kenarında. Bu ikisi arasındaki romantik dansta savruluruz.
 
Bir insanla dost olmanın en iyi yolu karşılıklı kahkaha atmaktır. Bunun sebebi birbirlerine ağızlarının taa içini gösterecek kadar güveniyor olmaktır.
 
Değişmek çok güzel, çünkü değiştiğinde oynayıp durmaya mahkum olduğun rolün dışına çıkabiliyorsun. Hikayendeki başrol değişiyormuş gibi oluyor. Bu ne demek? Hikayen de değişecek demek. Çünkü sen değişirsen, dekorlar ve diğer oyuncular da değişiyor.
 
Güç, gerektiğinde kendini güçsüz kılabilmekte.
 
Güneşe doğru balmumu kanatlarıyla uçmaya kalkarsan, kanatların erir ve sen denizlerde boğulursun.
 
Dilerim zamanın geçtiğinde yeni zamanlarına yelken açacak rüzgarı bulasın ve hayatın hiç durmayan bu çılgın suyunda yıkanasın.
 
Bir anne ve bir baba olarak ilk görev, ona korkmamayı, ağlamamayı, öfkelenmemeyi öğretmek değil, ne yaşadığını öğretmek. Kendi duygusunu isimlendirmek, onu kendi duygularıyla tanıştırmak.
 
Ben şu anda maddi manevi çevrelendiğim her şeyin içinde, onların bana yettiğini düşündüğüm ölçüde özgürüm. Yetmiyor dediğim oranda, tutsağıyım lazım gördüğüm şeylerin. Ich habe genug. Bendeki bana yeter.
 
İnsanın gerektiğinde kendini bir çocuk azarlar gibi azarlamasının faydasına inanıyorum.
 
Hikayelere dönüp baştan bir bakmanın zamanı geldi, sonuçta herşeyi baştan yazan memelileriz...
 
Çarptığımız köşeler bizi hayatın sokaklarına saptırır.

İşte ‘eminim top 20’:
1. Ektiğin kadarını biçersin. Emeğin sana mutlaka aynı oranda geri döner.
2. Kendi hikayeni kendin yaz. Kimse senin senaryonu yazmasın.
3. Geçmişte birinin sana yaptığı bir kötülüğün, bugün hiçbir gücü yoktur. Ancak sen o gücü verirsen olur.
4. İnsanlar sana kendilerini nasıl tanıtıyorlarsa, önce öyle kabul et.
5. Endişelenmek vakit kaybıdır. Öyle yapacağına, endişelendiğin şeyle ilgili bir şey yapmaya harca o zamanını.
6. Neye inandığın, hayallerinden, isteklerinden ve beklentilerinden çok daha güçlüdür. Sonunda her zaman, inandığın şey oluyorsun.
7. Sadece tek bir dua edeceksen, o ‘çok şükür’ olsun.
8. Mutluluğun verdiğin sevgi kadardır.
9. Hata, seni başka yöne yönlendiren bir yol işaretidir.
10. Herkesin dediğinin aksine davranırsan, dünya yıkılmaz.
11. İçgüdülerine güven, onlar yalan söylemez.
12. Önce kendini sev. Sonra da, o sevgini her fırsatta etrafına yaymayı öğren.
13. İşini tutku yönetsin.
14. Sevdiğin şeyi yaparak para kazanmanın bir yolunu bul. O zaman her maaş, sana bonus olur.
15. Aşk acıtmaz. Çok da iyi hissettirir.
16. Her gün, yeniden başlamak için bir fırsattır.
17. Dünyadaki en zor iş, anneliktir. Ve bütün kadınlar bunu ilan etmelidir.
18. Şüphe, ‘-ma’ ekidir. Kıpırda-ma, cevapla-ma, acele et-me.
19. Ne yapacağını bilemediğinde, sakinleş. Cevap gelir.
20. Hiçbir dert sonsuza kadar sürmez.
Dilerim bu 20 fener, şimdi yanar. Ve bundan böyle yol boyu hep bizimle olur. Olursa iyi olur, eminim.
 
Umarım yaptığım alıntılar size bir şekilde iyi gelmiştir. Akla geldikçe ya da fırsat yaratıp zaman buldukça, dönüp tekrar okumak ve mümkünse hayatımıza bu düşünceleri dahil emek bizim elimizde. Kitapta iki de köşe yazısı vardı ki bence onlardan parçalar almak yerine onları bütünüyle okumak lazım. İşte o yazılar:
İş ve aşk (ya da sevgi)
Sertaba dedim ki

Bir de okuma listeme dahil etmeyi düşündüğüm bir kitap önerisi: The giving tree - Cömert ağaç. İster orjinal dilinde, ister Türkçe çevrisiyle okuyabileceğimiz bir kitap. 1964 yılında Shel Silverstein tarafından yazılıp resimlenmiş bir klasik “Cömert Ağaç”. Kitap, bir çocuk ile ağacın bir ömür süren dostluğunu anlatıyor.

İyi Yazmak, İyi Yaşamak

Stephen King'in "İyi yazar olmak için ne gereklidir?" sorusunu uzun uzun cevapladığı çok satan kitabı "On writing"de sadece yazarlar için değil, "Şu hayattan zevk almayı, her şeye rağmen dolu dolu yaşamayı unuttuk be arkadaş" diyenler için de pek çok tavsiye bulunur.

Bir filmi hangi ruh hali içinde izlerseniz, bir kitabı hangi ruh halinde okursanız, bir arkadaşınızla hangi ruh hali içinde dertleşirseniz, oradan alacağınız “kıssadan hisse” de o yönde olur ya...
“Yazarlara tavsiyeler”i “hayata dair tavsiyeler” olarak ele alsak...

Bakın sözlerin okurken “yazmak” yerine “yaşamak” kelimesini koyduğunuzda neler oluyor...

King, “Televizyonu kapatın” der. Kapatın sahi. En azından bir süre. Birbirinin aynı diziler, programlar, izleyene “kafa pelteleşmesi” haricinde zerre etkisi olmayan hareketli görüntüler...

“Bir araba cümle kurup hiçbir şey söylememek” tipi ahkam kesmeler...
Hayatınıza bir lokma katkısı olmayacak ama ne varsa orada. Kapatın gitsin.

Başkalarını memnun etmeye çalışmayın” der.
Önce kendiniz için yazmanızı salık verir.

Bencilce, egoistçe bir “kendin için yazmak” değil bu...

Önce kendinizi, kendi akıl sağlığınızı ve ruh halinizi düşünerek yaşadığınızda, çevrenizle ilişkileriniz, işleriniz daha iyi yürümüyor mu?

"Biri gibi yazmaktan kaçının, dolaylı anlatımlardan da...” diye ekler.

Doğru, biri gibi yaşamaktan, taklitten, kopyadan, altı doldurulmayan kavramlardan, donanımsız ama büyük laflar eden, büyük işlerin altına giren insanlardan, kim, ne fayda görmüş?

“Yazmak, para kazanmakla, şöhret olmakla ilgili değildir, sevgili bulmaya yaramaz, arkadaşlık kurmanıza aracı olmaz. Yazmak sihirdir. Su, hayat için ne demekse, yazmak da yaratıcı sanat için odur. Su, bedavadır, için...” der.

King, “Ara verin” der...
Okuyun, okumak için zamanınız yoksa, yazmak için de yoktur” der...

Başarılı herhangi bir yazara en çok sorulan sorudan da kaçamaz King.

Ona başarının anahtarını sorarlar, “Fiziksel olarak güçlü ve evli kalmak” şeklinde yanıt verir.
Esasında bu cevabı klişe bir soruyu kestirip atmak için verir fakat doğru olduğunu da söyler...

Fiziksel olarak güçlü kalmak, hareket etmek, bedenle birlikte akıl sağlığını da güçlendirir...
“Hayatınızı zorlaştırmayın, kolaylaştırın” der bir bakıma King.

Hayatın zor olması gerektiği yanılgısıyla yaşadığımız, “hak etmek” söz öbeğini çok yanlış yerden anladığımız için hayat bize zorluk vermiyorsa kendi zihninizde yaratırız zorlukları.
Korku, endişe, stres, hayatı kontrol etme çabası...

Zorluk üzerine zorluk üretiriz, elimizde malzeme kalmadığında ise çaresiz, umutsuz insanlara dönüşmüşüzdür...
Sonuç sürpriz değil: Belirli bir alandan çıkamayan, nefes alamayan, başka dünyaları, başka zevkleri, başka insanların varlığını göremeyen, kendi kendine sınırladığı o minicik kutudan çıkamayan insanlar ordusu...

Her şeyin daha kötü olacağına inanan, sadece şikayet eden, şikayet ettiği konuda harekete geçmeyen, hayatını değiştiremeyen ve dolayısıyla çevresini de değiştiremeyen insanlar ordusu...
Hava bedavadır soluyun!

İnsan, en yorgun, en güçsüz zamanlarında onu esir alan alışkanlıklarına sarılır.
Mesela yorgun, tükenmiş vaziyette işten eve geldiğinizde televizyonun düğmesine basmaktan başka enerjiniz olmadığını düşünürsünüz.

Başkalarını memnun etmeye çalışmaktan “Ben ne istiyorum, kendim için ne yapardım?” demeyi unutmuş olabilirsiniz.
Her hareketinizi “Başkalarının sizi nasıl anlayacağı” konusuna kafa yorarak düzenliyor olabilirsiniz.

King “Su bedavadır, için” diyor, bunu nefes alacak alan bırakmayanların, bunu yapamasa bile “Nefes alacak alan bırakamadığı algısı yaratanların” ülkesinde “Hava bedavadır, soluyun” biçiminde algılamak gerekir.
Temiz hava var. Temiz hava hep olacak. Bunu dünya üzerindeki hiçbir yaşayan varlığın elimizden almasına olanak yok.

Büyük değişimler, önce kendi hayatımızı değiştirdiğimizde gerçekleşmeye başlıyor.
Bunu her zaman akılda tutmak lazım.

Not: Yukarıdaki metin 17 Haziran 2016 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde Melike Karakartal'ın köşe yazısından alınmış ve ilham vermesi için paylaşılmıştır.

15 Haziran 2016 Çarşamba

İyi Tatiller

Haziran ayının gelmesi, okulların kapanması ve sıcakların başlaması ile birlikte pek çok kişi tatil planlarını yapmaya başladı. Özellikle özel sektör çalışanlarının yıl içerisinde kısıtlı tatil yapabiliyor olması sebebiyle tatile verdikleri önemi yakinen biliyorum. Her ne kadar yaşadığım şehrin tatil beldelerine yakınlığı sayesinde haftasonları ufak kaçamaklar yapma fırsatım olsa da yıllık izin kapsamında planlanan tatilin yeri bambaşka. Herşeyden önce, tatile çıkmadan önce, yani planlama ve hazırlık aşamasında bana sağlamış olduğu motivasyon benim için heyecan verici. Ayrıca bir yıl boyunca yaşadığımız yoğun tempo sonrası bünyemize iyi gelecek ve önümüzdeki zorlu süreçler için moral depolamamızı sağlayacak olan tatil hem bir ihtiyaç, hem de bir kendini şımartma olarak değerlendirilebilir.

Bu ayki Forbes dergisinin düşünceler bölümünde de tatil ve dinlenme ile ilgili özlü sözler derlenmiş. Bunların arasından hoşuma giden ve aklıma yatanları bloğuma taşımak ve paylaşmak istedim. Bu sıcak yaz günlerinde hepimize ilham versin…
 
Boş vakit, insanın kendisi için faydalı şeyler yaptığı zamandır. Ve ancak çalışkan olanlar buna ulaşır. Benjamin FRANKLIN

Yılın 52 haftası çalışan biri, bu haftaların hiçbirinde elinden gelenin en iyisini yapmıyordur. Ara vermek nefes almayı hızlandırır. Tatilin gerçek amacı yalnızca eğlenmek ya da zaman öldürmek değildir. Zindelik kazanmak, işe yararlığı artırmak ve başarıya teşvik etmektir. B.C.FORBES

En iyi dinlenme, buna vaktin olmadığı zamandır. Sydney J. HARRIS

Pek çok insan harıl harıl çalışmayı biliyor, bir diğer çoğunluk ise en iyi şekilde eğlenmeyi. Ama çok az insan işi eğlenceli hale getirmeyi ya da boş zamanı değerlendirmeyi başarıyor. Sydney J. HARRIS

Boş vaktimi dünyadaki hiçbir zenginliğe değişmem. Honore de MIRABEAU

Tatilin esiri olacağınıza, onu işinizin uşağı yapın. Francis QUARLES

Nasıl ki bir odadaki boş yerler onu oturulabilir kılıyorsa, kısa tatiller de hayatı çekilir kılar. Lin YUTANG

Demiri sıcakken dövmek gerekir. Boş vaktiniz olduğunda da parlatırsınız. John DRYDEN

Dinlenmeye vakit bulamayanlar er ya da geç hastalığa zaman ayırmak zorunda kalır. John WANAMAKER

Hayat, çalışmak ve dinlenmekten ibarettir. Ve dinlenmenin kalitesine bağlı olarak başarı ya da başarısızlık öyküsü yazılır. F.D. van AMBURGH

1 Haziran 2016 Çarşamba

​Şampiyon Beşiktaş

Beşiktaş'ımız şampiyonluk yolunda önemli virajları birer birer dönerken sezon sonu mutlu sona ulaşmamız halinde bu başarıda emeği geçenleri ayrı ayrı değerlendireceğim bir yazı kaleme almayı planlamıştım. O yazıyı yazmak da Fethiye yolunda olduğum bu güne nasip oldu. Kulağımda yine bir Beşiktaş'lı Murat Boz'un Janti albümü ile başlıyorum. Buradan buyurun:
 
Şenol Güneş; aslar geç çıkar belki ama onu yazının sonuna kadar bekletmek saygısızlık olur diye ilk hocemızla başlamak istiyorum. Dün akşam TrtSpor'da konuk olduğu Stadyum programında bir kez daha imrenerek dikkatle dinledim. Kesinlikle çok iyi analizleri olan, çalışkan, disiplinli ve azimli bir taktisyen. Edebi yönü o kadar kuvvetli ki dinlerken hiç sıkılmıyor insan. Tespitleri çok doğru, tatlı-sert yaklaşımı başarıyla uygulayabildiği konuşmalarından bariz anlaşılıyor. Yeri geldiğinde politik olmayı da becerebiliyor ama istediğinde gayet net bir şekilde giderini de yapabiliyor. Bence bize, Beşiktaş'a ve çarşıya çok uydu. Umarım uzun yıllar bizimle başarıdan başarıya koşar. Özellikle şampiyonlar liginde gruptan çıkma konusundaki azmi şimdiden belli oluyor, ee artık Avrupa'lılar düşünsün... Bu arada dün Quaresma ile ilgili anlattığı bir muhabbetlerini de yazıp yöneticilik ve problem çözme yeteneğine işaret etmek istiyorum: Quaresma art arda oyundan ilk alınan oyuncu olduğu bir dönemde hocaya gidip neden hep ben çıkıyorum diye sormuş. Hoca da dilersen değiştirebiliriz, sen yedek kalırsın, ilk çıkan olmazsın, böylece ilk giren sen olursun demiş, Quaresma da tabi ki böyle bir değişiklik istemediğini belirterek çarenin daha çok çalışmakta olduğunu anlamış.
 

Tolga Zengin; bazı insanlar vardır, kişilikleri profesyonel hayatlarındaki performanslarının önüne geçer. Benim için de Tolga öyle biri. Süper bir kalece ya da bana geride çok güven veren biri değil. Ama duruşu ile Beşiktaş'ın şerefli duruşunu iyi temsil ediyor. Geri paslarda yüreğimi hoplatsa da bu sene iyi toplarda çıkarmadı değil. Ligin bitimine 4 hafta kala puan avantajı ile önde giderken habercilerin kupa kaldırmakla ilgili tuzak sorularına da "Henüz kaldırdığımız bir şey yok, kaldırınca görürsünüz" kıvamında yanıtı sezonun aklıma kazınanlarındandı.
 
Andreas Beck; defansın sağında uzun yıllardır aradığımız back oyuncusunu Alman panzeri ile bulduk mu yoksa daha iyisi olabilir miydi açıkçası çok net değilim. Neden derseniz, Beck savunma anlamında beni yeterince tatmin etse de hücuma aynı derecede katkı sağlama konusunda beklentiyi karşılayamadı. Futbolcularla yapılan röportajlarda takımın en çok çalışan isimlerinin başında Beck'in adının veriliyor olması onun sahip olduğu Alman disiplini ile yakından ilgili olsa gerek. Zaten bu yüzden sakatlık ve ceza konusunda sıkıntısız bir sezonu geride bırakıp ilk 11'in değişmez oyuncusu olarak sezonu bitirdi. Bu arada sosyal medyada Türkçe paylaşım yapıyor olmasını da takdir ettiğimi belirtmeden edemeyeceğim.
 
Ersan Adem Gülüm; asi ruhun fizik bulmuş hali, cesur yürekli ve güler yüzlü savaşçı defans oyuncumuz profesyonelliğin gerekliliğini yerine getirip devre arasında takımdan ayrılmış olsa da bence ilk yarıdaki performansı ile Beşiktaş'ın yarışın içinde olmasında önemli pay sahibiydi. Günün birinde geri döneceğini ve takıma abilik yapacağını biliyorum, o güne kadar da edineceği tecrübeler için uzaklarda olması hep bizim hem de onun faydasına olacaktır. Bu sezon Ersan ile ilgili benim unutamadığım performans ise çok uzun bir dönem derbi galibiyetine takım hasret iken Fenerbahçe maçında gösterdiği sert performans ve galibiyetin mimarları arasında olması idi.
 
Luiz Rhodolfo; şanssız bir sakatlık geçirip defansın adama en ihtiyacı olduğu dönemde takımdan ayrı kalsa da oynadığı ilk yarı boyunca soğukkanlılığı ve özgüvenli duruşu ile defansın bel kemiği izlenimini bana yaşattırdı. Görüntü itibariyle oldukça profesyonel gözüken Brezilyalı oyuncumuz önümüzdeki sezon takıma katkı sağlayacaktır.
 
Marcelo; sempatik defans oyuncumuz sezonun ikinci yarısı ekonomik sebeplerinin avantajlı olması sayesinde transferin son günlerinde takıma katılsa da oynadığı maçlarda takımın en sıkıntılı bölgesinde ortalama üstünde performans gösterdi. Şampiyonluğu ilan ettiğimiz Osmanlı maçında kısa süreye sıkıştırdığı iki gol ile sonuca da katkı sağladı. Kornerlerde ileride gol arayan defans oyuncularını her takım sever, o da bunu yapmayı seviyor, takıma sadece savunmada değil hücumda da katkı sağlayarak başarılı oluyor. Takımda kalması faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
 
Alexis Delgado; hangi İspanyol ne katkı sağladı ki bu arkadaş sizi hayal kırıklığına uğrattı. Bence ülkemiz futbolu İspanya'dan gelen oyuncuların başarılı olmasına çok uygun değil, daha önce bunu Juanfran ve Guti gibi futbolcularda yaşadık, malesef Delgado da idare ederek bunun bir örneği oldu. Aklımda kalanlar boğazındaki iddialı dövmesi ve Quaresma ile instagramda paylaştığı fotoğraflar. CV'sine bir şampiyonluk ekleyerek kendi adına verimli bir sezon geçirdi diye düşünüyorum.
 
İsmail Köybaşı; uzun süreli sakatlıklardan sonra bu sezon ciddi çıkış gösterdiği maçlar da oldu, kanadının aksadığı maçlarda, ama O'nu devamlılığıyla görmeyi özlemiştik, takıma döndüğü için mutluyum. Hücum açısından heyecan verici performansını artırırsa uzun yıllar bize de Milli Takım'a da katkı sağlar. Bu arada yandaki karanlık pozun çekilmesi için beni beklediği için kendisine bir kez de buradan teşekkürlerimi sunarım. Kısmet bu kadarmış...
 
Dusko Tosic; açıkçası Gençlerbirliği'nden geldiğini duyduğumda aklımda yüzü bile tam olarak oluşmuyordu, demek ki benim çok radarıma girmemiş bir oyuncuydu. Sezona önce sol bek olarak başladı, İsmail'in formu yükseldiğinde yedek soyunmaya başladı. Sonra defanstaki ceza ve sakatlıklarla birlikte savunmanın göbeğinde oynadı. Rotasyon adına iyi bir joker olduğunu gösterdi. Defanstan çıkıp çektiği sert şutlar gol olmasa da bu konuda iyi bir isabet yüzdesi olduğu belliydi. Eşinin Balkanları popstarı olması vesilesiyle şampiyonluk kutlamalarında sahne alması da Tosic çifti için oldukça sempatikti.
 
Gökhan Töre; nam-ı değer “Faik”, benim için özel bir yere sahiptir. Top ayağına geldiğinde beni heyecanlandırır, ne yapacağını merak ederim. Sezonun ilk yarısı hem Avrupa maçlarında hem de ligde önemli performans göstererek adından çok söz ettirdi. İkinci yarı ise adeta kayıplardaydı. Yine de yaptığı #töreface gol sevinci ile her türlü şampiyonluk kliplerinde yerini almayı başarmıştır/başaracaktır.
 
Jose Sosa; ne yalan söyleyeyim, sezon başında Arjantin’e transferi sözkonusu iken gitse üzülmeyeceğimi düşünüyordum. Ancak sezon içinde Sosa’nın “iyi ki bizde” dedirten o kadar kritik golleri ve asistleri oldu ki, adeta sezon başındaki düşüncemden ötürü utandım. Bence fevkalade bir sezon geçirdi. Adeta ikiz çocuklarına baba olmak onun için bir dönüşüm yarattı. Sezonun en iyi orta sahasına kesinlikle seçileceğine inandığım Sosa’dan önümüzdeki sezon(lar) için de benzer seviyede yüksek performans bekliyorum.
 
Oğuzhan Özyakup; feda sezonunun ümit vadeden genç yeteneği hala genç ama bu sezon vaat ettiklerini gerçekleştirmeye ve verimli olmaya başladı. Atiba ile ortasahada oluşturduğu ortaklıkta Beşiktaş’ın oyunun hücum ayağını rakiplerinden iyi oynamasında fark yaratan oyuncusu oldu. Yaptığı asistlerle geçmeyecek dediğimiz topların “al da at” kıvamında asistlere dönüştüğünü gördük. Hele ki Bursaspor maçının son dakikalarında attığı ince iş bir gol var ki, organizasyon olarak sezonun en iyi işçiliğiydi bence. Daha uzun yıllar Beşiktaş’ta olmasını temenni etsem de bu performansı ile maalesef gidici olacaktır. Biz Ozzy’nin Beşiktaş ve Milli Takım ile sergileyeceği başarılı futbolun tadını çıkarmaya bakalım.
 
Atiba Hutchinson; bu adama soyadımı veresim var: “Yorulmaz”. Kesinlikle müthiş bir profesyonel, oynadığı bölge itibarıyla defansif görev üstlenmesine rağmen ne kart cezası aldı, ne de ciddi bir sakatlık yaşadı. Hatalı pas adedi hep en düşük futbolculardan oldu, mücadelesini 90 dakika boyunca sürdürdü ve mutlu sonun “emekçi”lerinin başında oldu. O olmasaydı belki de mutlu sona bile ulaşamazdık. Profesyonelliği ve kendine bakması ile olgun yaşına rağmen bana hala güvenebileceğim bir omurga izlenimi veriyor. Önümüzdeki sezonda, umarım dinlendirme fırsatı da bularak, kendisinden maksimum verimi almaya devam ederiz.
 
Ricardo Quaresma; sezon başında transfer dedikoduları gündeme geldiğinde eski günleri düşünüpbir hayli heyecanlanmıştım ama bir yanım da acaba basın ya da hakemler onu etkisiz hale getirebilir mi diye de içimde bir çekincem vardı. Neyse ki çingenemiz bu sefer Şenol Güneş’in kontrolü altındaydı. Futbol için olgun bir yaşa gelip Türkiye’de şampiyonluğu gerçekten isteyince hem skora hem de takıma katkı sağladığı performanslar sergiledi. Gökhan Töre gibi ayağına her topu aldığında heyecanlandık, ne zaman trivela yapar, ne zaman rabona izleriz diye hep tetikte olduk. Şampiyonluk kutlamalarında çocuğu ile sahadaki sevinci de çok sempatikti, seneye yeni kupa sevinçlerinde bu ikiliyi yine sahada görmek isteriz.
 
Olcay Şahan; "müthiş sol ayağıyla" bu sezon tabelaya çok fazla adını yazdıramasa da Şenol Hoca'nın güvenini kazanıp maçların çoğunda sahada kendine yer buldu. Takım olmak için Olcay gibi ortamı yumuşatan, esprileriyle gergin ortamları bile rahatlatmayı seven birilerine ihtiyaç vardır. Olcay takımda üstlendiği rol ile bunu başarıyla gerçekleştirdi.
 
Mario Gomez;“cha cha” adlı kibi izleyerek sezon başı ümitle eski günlerindeki gibi dönmesini bekledim, zira İtalya’daki hali ile gelirse Demba Ba’yı mum ile arardık. Neyseki ümitlerimiz boşa çıkmadı ve beklediğimizden de iyi bir performans ile tabelayı en çok değiştiren oyuncumuz oldu. Ligi gol kralı olarak bitirirken, bizdeki yüksek performansı ile Alman Milli Takımı’na yeniden
seçildi. Bir Cumartesi sabahı Nişantaşı’nda kendisine rastladığımda beni kırmayıp fotoğraf çektirmesi ile de kalbimde ve hafızamda önemli bir yer sahibi oldu. Başarılı olmak için atanın ve tutanın iyi olması gerekir, Gomez de atan konusunda görevini fazlasıyla yerine getirdi. Bu maliyetiyle bu verimi aldığımız santraforumuz için transferinde emeği geçenlere de tebrik ve teşekkürlerimi sunarım.
 
Cenk Tosun; “Tosun Paşa” bu yıl vazgeçmemenin ve her an hazır olmanın, zamanı geldiğinde, fırsatı bulduğunda işin rengini ne kadar değiştireceğinin somut örneği oldu. Hiç küsmedi, demotive olmadı ve ne zaman oyuna girse gol için adeta savaştı. Bazen atan, bazen de asisti yapan oldu. Kenarda skoru değiştirebilecek bir ismin olmasının rahatlığını hep bizlere yaşattı. Attığı kritik gollerle şampiyonlukta da pay sahibi olunca Milli Takım’ın as golcüsü pozisyonuna da yükseldi. Unutmadan,
şampiyonluk sonrası Telegol’e katıldığında çayı iki şekerle içmesi dikkatimden kaçmadı… Baklavayı ağır bulup sütlü tatlıları tercih ediyor ama çaya şeker koyarken aynı hassasiyeti göstermiyor :)
 
İşte bu sezonun en özet haliyle futbolcu performansları benim için böyleydi. Aslında Kerim Frei, Necip Uysal, Tolgay Arslan ve Veli Kavlak da birer paragraf açmak isterdim ama onlara övgü dolu methiyeler yazmak için belki önümüzdeki sezon daha uygun olacaktır. Mesajımı anlayan anlamıştır.Şimdi hak edilmiş şampiyonluğun gururunu yaşayacağımız bir yaz sezonu geçirme zamanı, haydi tadını çıkaralım…

Google adsense

Analytics