kişisel gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişisel gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2025 Pazar

Bazen Durup Yazmak Lazım

Bir aydır oturup bir şeyler yazmaya vakit bulamadım ama aklım hep buradaydı. Önceliklerim ve enerjim bir türlü yazı yazmak için uygun noktada buluşamadı. Ama peşinen söyleyeyim, ne enerjimde bir düşüş var ne de Ramazan ayı üretkenliğimi etkiledi. Sadece yapmak istediklerim ve yapmam gerekenler öyle birikti ki, kendime ayırdığım zaman da arada kayboldu. Sonuç? Bloga yeni bir şey yazamadım, kişisel hedeflerimi gözden geçiremedim hatta bir ödemeyi bile unuttum.


Bugün Pazar sabahı. Güne başlamadan, yapacaklar listeme dalmadan önce odama geçip bilgisayarımı aldım. Düşündüm ki, sanırım beynim odamı artık sadece çalışmakla eşleştiriyor. Biraz içimi sıktı bu durum. Burası aslında oturma odası olarak düşündüğümüz ama pandemiyle birlikte benim çalışma alanıma dönüşen bir yer. Ev halkı genelde salonda vakit geçirdiğinden kimseyi rahatsız etmiyor ama benim için buranın tam zamanlı bir iş yerine dönüşmesi biraz can sıkıcı oldu. O yüzden bugün bir değişiklik yapıp kanepeye geçtim ve yazıyorum.

Şirketimin bana ödül olarak verdiği bir koçluk programına başladım. Koçum Michael’la bu yılki gelişim hedeflerim üzerine çalışıyoruz ama arada kendi seçtiğim konulara da giriyoruz. Geçen hafta ona yoğun çalışma temposunun beni kendime ve aileme zaman ayıramaz hale getirdiğini söyledim. Bunun üzerine bana bir test gönderdi. Sonuç? Yüksek seviyede "self-sabotage" (kendine zarar verici alışkanlıklar). Yani başkalarını memnun etmeye çalışırken kendimi ihmal ediyormuşum. İş yerinde birçok insanın gece gündüz çalıştığını görmek, mesai sonrası kendime ve aileme vakit ayırmamın sanki "az çalışıyormuşum" gibi algılanacağı kaygısı yaratıyor. E-postalarım birikince de çalışmaya devam etmek çözüm gibi geliyor. Halbuki bunun sonu yok, biliyorum. O yüzden işte böyle hafta sonları biraz dengeyi bulmaya çalışıyorum. Gerçi şu yazıyı yayınladıktan sonra yapacaklar listemin çoğu yine işle ilgili ama neyse… Arada küçük kaçamaklar da var.

Mesela, oğlum Okan’ın doğum günü için ona bir akvaryum hazırladık. İlk hafta sekiz balığımızın altısını kaybettik. Bir hafta sonra eksikleri tamamladık ve bu kez işler yolunda gitti. Şimdi düzenli bakım yapıyoruz, su değişimi, temizlik falan… Hafta sonları baba-oğul olarak ilgilendiğimiz bir aktiviteye dönüştü. Bugün de çalışma molamızı balıklarımız için vereceğiz.


Geçtiğimiz ay kısa bir yurtdışı seyahatim oldu. Daha önce de gittiğim Sırbistan’a (o ziyarete ilişkin bir z raporu da paylaşmıştım: https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2023/12/z-report-of-belgrade-finance-workshop.html) üç günlük bir ziyaret yaptım. Belgrad bu kez gözüme daha güzel göründü ama yine de ailemi alıp tatil için götüreceğim bir yer değil gibi… Eskiden olsa bu geziyi hemen bloga yazardım ama bu defa öyle bir fırsat bulamadım. Ama şimdiden buraya not düşeyim: Mayıs ayında her şey yolunda giderse Lozan’a tekrar gideceğim. İlk ziyaretimin benim için çok özel olduğunu yazmıştım. Detaylarını burada paylaşmıştım: https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2024/02/a-long-awaited-journey-to-pmis.html Bakalım bu kez nasıl olacak… Detaylıca yazabilecek miyim yoksa sadece “gittim, gördüm, döndüm” diye mi özetleyeceğim, göreceğiz.

Belgrad’da Son Gece: Otele Dönmeden Hemen Önce

Oh be! İyi geldi şöyle durup, dingin bir şekilde bir şeyler yazmak. Şimdi yapacaklar listemi elime alıp yanlarına tik atmaya başlayayım. Tam bu satırları yazarken televizyondaki spiker “Kafanızda tasarladığınız gibi olmuyor” dedi. Yaşayıp görelim…

12 Ocak 2025 Pazar

Yoğun İş Temposundan Kaçış ve Kendine Zaman Ayırmanın Önemi

Aralık ayının sonu, iş yoğunluğumun dengeli olduğu bir dönemdi. Standartlarıma göre oldukça rahat geçse de operasyonel olarak yapılması gerekenleri fazlasıyla yerine getirdim. Özellikle yabancıların çoğunun izinde olması nedeniyle, 6 Ocak Pazartesi günü itibarıyla tazelenmiş beyinlerin talepkâr yaklaşımını öngörüyordum. Kafa olarak kendimi hazırlamış olsam da, mailler, toplantılar ve mesajlarla işler yağmur gibi yağdı. Şunu not alayım, bunu gece halledeyim, onu okunmamışlara alıp birazdan takip edeyim derken ne mesai ne de fazla mesai yetti. Cuma akşamı saat 19:00 olduğunda artık yeter deyip, ev halkı ile Avrupa Yakasına geçip kendimizi ödüllendirdik. Siparişimizi beklerken telefondaki bildirimlere bakınca, gün içerisinde ne kadar dış dünyadan uzaklaştığımı fark ettim.

Gün içinde yetişmeyen işleri gece toparlarken hayatı ıskalıyoruz

Bitmek bilmeyen haftanın sona erdiğini görmek güzeldi. Uzun yoldan geldikten sonra arabayı park ettikten sonra rölantide çalıştırmak gerektiği gibi, ben de tam olarak işi kafamda bitirememiştim. Adeta arka planda veri akışı devam ediyordu. Cumartesi sabahı Okan’ı okula bıraktıktan sonra biraz konsantre vakitte çalışırım deyip bilgisayarın başına geçtim ve öğle yemeği vakti hızlıca geldi. Ardından birkaç YouTube videosu izleyip birkaç sayfa kitap okuduktan sonra, yine Okan’ı alma vakti geldi. Yağmur ile beraber trafikte kalınca beynim şu soruyu sormaya başladı: Hafta içi o kadar yoruldun, bu hak edilmiş tatil gününde daha kaliteli vakit geçiremez miydin? En azından sana iyi gelen yazma eylemini gerçekleştiremez miydin? İlerlemeyen trafikte bu soru içimi kemirirken, hırsımı radyo kanalları arasında hızlı geçişler yaparak çıkarmaya çalışsam da bana iyi gelen bir şey bulamadım. Eve döndükten sonra biraz Playstation, biraz Beşiktaş maçı ve sosyal medya derken bomboş bir Cumartesi’yi geride bıraktım.

Küçük bir mola, biraz dijital detoks kafamızı toparlamak, hedeflere yürüdüğümüz yolumuzu belirlemek için şart

Bu satırları Bursa’da Medicana Hastanesi’nde, sağlığın önemini bir kez daha hatırlayıp halimize şükrederek Pazar öğlenine geldim. Sabah evden çıkmadan önce TV ve modemin elektriğini kesince, bizimkilerin hazırlanmasını beklediğim birkaç dakika elime ajandamı alıp hafta içi nelerle ilgileneceğimi düşünüp not almaya başladım. Yoğunluğun içinde dijital cihazlardan uzaklaşıp bir ara vermenin, blogumda sıklıkla yazdığım gibi, kendinle baş başa kalmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırladım. Koştur koştur yaşanan hayatımızı yavaşlatabilmek ne büyük bir erdem aslında bu çağda. Fırsat yaratıp durabilmek, nereye gittiğimizi görüp değerlendirebilmek, aklımızın kenar köşelerinde kalanları gün yüzüne çıkarabilmek pek faydalı.

Şimdi bir sonraki eyleme geçerken, biraz daha dinlenmiş bir beyinle bu tatil gününü verimli geçirmeye adayacağım kendimi. Bakalım sıradaki hafta neleri deneyimleyeceğim… Huzurla, bereketle ve tabii ki sağlıkla…


Bu aralar telefonumda kullandığım duvar kağıdım


6 Ekim 2024 Pazar

Kolay Olacağını Kimse Söylememişti

Ne zamandır aklımda, ama hep erteledim. İçimi dökeyim, biriktirdiklerimi akıtayım dedim ama olmadı. Halbuki kutladığım, olduğu zaman kesin yazarım dediğim o şey bile oldu ama ben yazacak ne zamanı ne de gücü bulamadım.

Bu aralar telefonumun duvar kağıdı da psikolojimi ele veriyor.

Öyle bir yoğun döneme girdim ki kendimle başbaşa kalacak, aklımdan geçenleri yazıya dökecek o kaçamak anını bir türlü bulamadım. Boş vakti bulduğumda yapabildiğim tek şey bilgisayar ekranından kaçıp telefon ve televizyonun ekranından medet unmak, biraz olsun o yaşadığım yoğunluktan uzaklaşmak oldu. Neyse ki bu Pazar akşamında yeni haftaya hazırlanırken odama çekilip kucağıma alabildim laptop’umu. Halbuki ne kadar hevesle almıştım bu cihazı geçen sene bu aralar, ama işe kendimi öyle bir verdim ki cihazın hakkını veremeden köşeye kaldırdım.

Bu kadar yoğunluktan yeterince ağladıysam eğer, biraz da önümüze bakalım. Ne zamandır beklediğim, uğruna denemediğim yol, almadığım sorumluluk kalmayan o kariyer adımını nihayet attım. Önümdeki o dağ belki dünkü kadar büyük değil ama burası da ayrı bir soğuk ve puslu. Kendine göre zorlukları olan, farklı dinamikleri olan bir yer.

Geçtiğimiz hafta üstüste gelen iki mail sonrası yaşadığım bir stres anı sonrasında yanımdaki kanepeye kendimi atıp “bunu sen istedin Volkan” diye kendime öğüt verirken buldum. Ayrıca kimse kolay olacağını da söylememişti. Ailem için, geleceğim için bunu tercih ettim ama işin bugünün şartlarına göre ağırlığı bugünümü keyifle yaşayamama sebep olmuştu. Ertesi gün o iki sıkıntılı mail de çözülünce yeni rolde uzmanlığı ele geçirdiğimde bu sıkıntıları atlatacağıma dair inancım arttı, keyfim de düzeldi. Bir de ders çıkardım: anlar sınırlı, o yüzden ailemle ve sevdiklerimle daha kaliteli zaman geçirmem lazım.

Aile her şeyden önce gelmeli!

Böyle olunca Cuma gecesi bir Avrupa Yakası yapıp ailece keyifli bir yemek yedik ve Galataport’u gezdik. Ertesi gün de 2007’deki mezuniyetim sonrası hiç uğramadığım Sabancı Üniversitesi’nin mezunlar günü için kampüsü gittik. Okan’ın yurtdışında okumasını çok istediğim için okulumu onun yanında çok övmesem de 2005’te girdiğim dönemki gibi Sabancı yine çok heybetli ve eğitim için harika duruyordu. Yemekhanede ailece yemek yerken bir ara okulda çok bunaldığım bazı günler aklıma gelmişti. Sonrasında okulu daha bitirmeden iş bulunca o buhranlı günler geride kalmıştı. Bugünlerde yaşadığım o zorlu adaptasyon günleri için de en iyi örnek bu olsa gerekti.

Gururlu bir mezun: 3 vakte 20. yıl geliyor, OMG!

Madem bu sıkı günleri de atlatacağıma inancımı bu satırları yazarak bir de yazılı hale getirdim artık elimdeki diğer işleri de halledip yeni haftaya dinç bir şekilde girmek için uykumu alayım. Güzel şeyler yaşamak ve paylaşmak üzere…

28 Nisan 2024 Pazar

Ne Güzel Bir Pazar, Değil mi?

Ne güzel bir Pazar, değil mi?” diye cevap değil de onay bekleyen bir soru ile laptopumu salondaki masada Okan’ın karşısına koyup çayımdan yudumlayarak beyaz bir sayfa açtım kendime. Sadece kendime döneceğim vakitlerde kullanmak için aldığım bu Macbook’u uzun zamandır açamamıştım. Ramazan’da sabahları mide ağrım ve uykulu halim, akşamları yemek sonrası çöken ağırlık derken, bir de ailedeki sağlık sorunları, iş yerindeki zorlu proje üstüne eklenince yine kendimle baş başa kalamadım ne zamandır. Yine de özeleştirimi yapmalıyım, 2048 oynamaya, Twitter’da gerekli gereksiz twitleri okumaya maalesef zaman buluyorum ama aynı zamanı kitap okumaya ve içerik üretmeye bulamıyorum. Derseniz ki, “sen zaten içerik üreticisi değilsin, bu neyin telaşesi!” işte o zaman bu blog’a başladığım 2007 yılındaki felsefem beni cezalandırır: kimse okumazsa ben okurum…

"Kimse okumazsa ben okurum"


Bu arada bireysel olarak çok içerik üretemediğim bir dönem olsa da iş yerinde iç portalları iyi kullandığım bir dönem geçirdim. Güzel bir amaç için iki global online toplantıya konuşmacı olarak katıldım. İş ortamındaki kişisel markam için güzel bir yatırım olduğunu düşünüyorum. Dahası gelmesi için bazı adımlar da attım, “engager” rolünü oynamayı seviyorum.


Hazırladığım içerikler şirket portallarında paylaşılınca ekstra mutlu oluyorum

Geçtiğimiz hafta PMI Duty Free’nin global konferansı İstanbul’da düzenlendi. 23 Nisan akşamı dünyanın farklı yerlerinden arkadaşlarımla buluşup 3 gün 3 gece boyunca arkadaşlarımlaydım. İçeriği yoğun iş olmayan, daha çok bizleri bir araya getirmek, takım olmamazı, sadeleşmemizi ve şirketimizin yeni kültürünü anlamamızı sağlayan bu etkinlik ekranlara daha az bakıp daha çok iletişim kurmamızı sağladığı gibi İstanbul’un güzel yüzünü de görme imkanı sundu. Kısacası iyi geldi. Bir de şunu söylemeliyim, eskiden bu tarz toplantılar beni gerer, sonunda bir an önce bitmesini istediğim hale gelirdi. Neyse ki sevdiğim, rahat paylaşımlarda bulunabildiğim insanlarla olunca o eski günler ve deneyimler de geride kaldı. Artık daha güzel hatıralar biriktirebiliyorum.

İş arkadaşlarımla güzel hatıralar biriktirmeye devam


Eskiden gezmeklere annemle gittiğim o çocukluk günlerimde muhabbet takıldığında konu bir şekilde havalara gelirdi. Ben de bir önceki paragraf sonrasında nasıl hava diye baktığımda bu Pazar’ı evde geçireceğimizi kestirmek çok zor değil. Nisan’ın sonu geldi ancak tam olarak baharı yaşadığımızı söylemek zor. Nisan sonu demişken, yılın üçte biri bitti. Şirket kurallarına göre 2 gün içerisinde tüm hedeflerimi sisteme girmiş olmam gerekiyor. Bakalım bu yıl kariyer açısından hedefime somut bir adım atabilecek miyim göreceğiz. Ey okuyucu, lütfen benim için hayırlısıyla başarılı olmamı dile…

Takvim ilerledikçe yaz da yaklaşıyor. Bu hafta konferans sebebiyle yabancılarla bir araya da gelmişken muhabbet olması için tatil planlarını da sordum. Mesela yöneticim 3 haftalık bir Yunanistan tatili planlamıştı. İçinde bulunduğumuz ülkenin ekonomik koşullarından mı yoksa üzerimizdeki ölü toprağından mı hiç tatil planı yapacak motivasyonum olmadı. Kolaya ve ekonomik olana kaçıp ailelerin evlerinde yazı geçiririz diye düşünüyorum. Bazen de “acaba hayatı ıskalıyor muyum?” sorusu aklıma takılmıyor değil. Belki de ileride çok arayacağım bu günlerde yap(a)madıklarımı… Her şeyde olduğu gibi denge çok önemli, ölçülü olmak, kararında yaşamak lazım…


"acaba hayatı ıskalıyor muyum?"
ara ara kendime sorduğum bir soru


Hedeflerden, akıp giden zamandan, iletişimden bahsettiğim bu haftaki paylaşımlarım bana iyi geldi. Şimdi biraz kitap, biraz kahve, sonrasında biraz kişisel gelişime vakit ayıracağım bir Pazar’a devam edeceğim. En kötü Pazar’ım böyle olsun…
 

9 Mart 2024 Cumartesi

Ramazanı Beklerken


Son iki üç gündür o kadar canım sıkılıyor, o kadar bunalıyorum ki kelimelerle ifade etmem çok zor. Adeta bir of çeksem karşımdaki dağlar yıkılacak durumundayım. Şükür halime deyip sabret ve devam et diye kendimde telkinde bulunsam da başarılı olamıyorum. Bir süre sonra kendime “Ne zaman?”, “Ya olmazsa?” veya “Bir daha aynı hayal kırıklığını yaşar mıyım?” sorularını sorarken buluyorum.

Dikkatimi dağıtmak için son dönemde blog içeriklerine biraz ağırlık verip Google Search Console üzerinde bloglarımla ilgili iyileştirmeler yapmaya çaba harcadım. Onların da geri dönüşü beni çok tatmin etmedi. Yine aynı yere çıktı kapılar: insanoğlu takdir edilmek, beğenilmek istiyor. Olmayınca da elindekilere şükretmek yerine ulaşamadıklarına kafayı takıyor.

Bir beklentiye girmek, sonunun olumlu da olumsuz da olabileceği bir yolculuk. “Gelsin hayat bildiği gibi” deyip göğüslemek lazım getireceklerini hayatın. Pedalı çevirmeye devam etmek gerekir tıpkı bu blog’un tepesinde yazdığı gibi. Hayat uzun, sağlıkla yaşadığımız sürece üstesinden geleceğiz. Hep güldürmese de hep ağlatmadığı da kesin, çok şükür…


Bu hafta sonu yine kahvemi Emaar Nero’da yudumlayarak yazarken yarın gece sahura kalkacağım için haftasonum nefsimi köreltme planları yapıyorum. Az önce burnuma kebap kokusu gelince öğlen kebap yemenin iyi bir fikir olacağını düşündüm. Al işte, şükredecek bir konu daha. Bardağın dolu tarafına konsantre olmuşken, hafta ortası televizyonun üstünde bir kaç çizgi belirdi. Sesinde de bir süredir cızırtı vardı. Sanırım artık çeyizimde getirdiğim emektar ile vedalaşıyoruz. Bu sabah yeni modelleri incelerken ekonomik sıkıntıya düşmeden yenisini alabilecek olmakta bir başka şükür konusu. Ramazan ayı boyunca iç dünyamı şükürle doldurmak umarım şu son günlerde yaşadığım huzursuzluğu geride bırakmamı sağlayacak.

Ramazan demek dinginlik, sakinlik, şükür, empati ve yardımlaşma anlamına geliyor benim için ama bir de keyif boyutu var. Sahurda uzun uzun kahvaltı yaparken izlediğim YouTube inceleme ve sohbet videoları her sene Ramazan deyince aklıma gelen şeylerin başlarında geliyor. Mutfakta kısık sesle bir buçuk iki saat sahur yaparken izlediğim kadar içeriği başka zaman tüketmem mümkün değil. Yarın gece TV inceleme videoları ile efsane geri dönüyor.

Bugünlük bu kadar yeter. Yukarıda bahsettiğim az okunan ama okunsa okuyanların faydasına olacağını düşündüğüm son dönemdeki içeriklerimden bir Türkçe ve bir İngilizce içeriği aşağıya bırakıyorum. Bakalım Google arama sonuçlarına nasıl katkısı olacak...

Noah Kagan yakın zamanda kitabı sayesinde tanıştığım ilham verici bir girişimci:

Will Guidara çok başarılı bir restoran işletmecisi ve iş dünyasında kullanabileceğimiz müthiş taktikler içeren bir kitabı var. Hepimizin faydalanabileceği tavsiyeleri var:
 
https://myhighlightz.blogspot.com/2024/02/unreasonable-hospitality-will-guidara.html

19 Mart 2023 Pazar

Mentorluk Deneyimim: iGrow


2021 yılının başında, tam da yeni yılın iş ve bireysel gelişim hedeflerini belirlediğim dönemde Yammer’da iGrow mentorluk programının 2. dönem başvuruların açıldığını görmemle beraber PMI içerisindeki bu mentorluk programından haberdar oldum. Mentorluk programının ilk dönemi 2020 yılında Life Sciences departmanı çalışanları tarafından başlatılmış ve program başarılı olunca global bir seviyeye taşınarak 2021 yılında tüm PMI çalışanlarına açılmıştı. O dönemki yöneticimi de bilgilendirerek, öncesinde belirlediğim gelişim alanında çalışmak üzere programa mentee olarak dahil oldum. Programın faydasını görünce 2022 yılında da farklı bir gelişim alanı belirleyerek bu yolculuğa devam ettim. Bu yıl için de programa katılmak için başvurumu yaptım, heyecanla eşleşeceğim mentorumu bekliyorum.

Mentorluğu tecrübe ve deneyim paylaşma ilişkisi olarak nitelendirebiliriz. Deneyimli kişi, tecrübesini bu tecrübeye ihtiyacı olan kişiyle paylaşır. Burada sadece olumlu tecrübeler değil olumsuz tecrübeler de paylaşılır. Böylece mentee, mentorunun deneyimlerinden faydalanmış olur. Mentor, edindiği tecrübeleri mentee’ye ileterek onun deneyim kazanmasına fayda sağlayarak bir tatmin ve doyum elde ederken, mentee de yaşayarak çok daha zor ve uzun zamanda elde edeceği tecrübeyi bir başkasından daha efektif bir şekilde elde edebilme fırsatını değerlendirir.

Bence mentor olmanın ilk ve en önemli şartı gönüllü olmaktır. Mentorun tecrübesini aktarmak için duyduğu istek ve gönüllülük sürecin başarısına doğrudan etki eder. Yeri gelmişken, kişisel olarak mentorluk sürecinin başarısız olması gibi bir durumun söz konusu olmadığını düşünüyorum çünkü en kötü deneyimde bile ne olmayacağınızı öğrenirsiniz. Benim bakış açımdan iyi bir mentor, benim geçtiğim yollardan benden önce geçmiş, dolayısıyla beni anlayabilecek ve bana destek olarak deneyimlerini aktarabilecek kişidir. İlişkiye mentee tarafından bakacak olursak, öğrenmeye ve gelişime açık olmak en önemli şarttır. Gelişim ve öğrenme demişken, bu iki kavram beraberinde hedef getirir. Mentee’nin sürece başlarken spesifik bir hedefi olmalı ve nereye gitmek istediğini bilmelidir. Mentorluk ilişkisinde proaktif olması gereken taraf mentee’dir. Mentee, hedefini bilmeli, doğru soruyu sorabilmeli ve zamanı iyi yönetmelidir. Karşılıklı sorumluluklar nelerdir diye düşündüğümde ilk aklıma gelen güven oluyor çünkü her iki taraf da samimiyetini açtığı bir ilişkide kafalarında güvenle ilgili bir kaygı duymak istemez. Bununla beraber, hepimiz gündelik iş sorumluluklarımızın üzerine bu süreç içerisinde yer aldığımız için zaman yönetimi ve ayırdığımız zaman içerisinde karşımızdakine konsantre olmamız ilişkinin verimliliği açısından önemli bir başka husus.

Sizlere biraz da menterloop’tan bahsetmek istiyorum. Programa dahil olduğum 2021 yılında bir MS Teams gurubu kurulmuştu. Duyurular, grup toplantıları ve mentorluk programından daha iyi faydalanabilmemiz için okumamız önerilen dökümanlar buradan paylaşılıyordu. Program başarılı bir şekilde ilerledikçe hem katılımcı sayısının artması hem de daha iyi yapılandırılmış bir sistem getirmek için katılımcılar menterloop uygulaması kullanmaya başladı. Mentorloop; EY, HP, Dior, Hilton gibi kurumsal müşterileri olan, 65bin kişiden fazla kayıtlı kullanıcısı olan bir platform. Sahip olduğu algoritması sayesinde kalabalık bir grubun içerisinde en akıllı eşleştirmeyi yapabiliyor. Böylece profilinizde belirttiğiniz ilgi ve gelişim alanlarına göre eşleştirmeler sistem tarafından yapılıyor. Silolar halinde çalışmamızın önüne geçmek için farklı coğrafya, kültür, dil ve ünvandaki kişileri eşleştirmesi sayesinde Menterloop dahiliyetçi, kapsayıcı bir ortam yaratıyor.

Özetleyecek olursam, mentorlük bir terapi, kariyer koçluğu ya da tüm sorularınızın cevabını bulacağınız bir süreç değildir. Aksine spesifik bir alanda mentee iseniz başkasının deneyimlerinden faydalanabileceğiniz mentor iseniz bir başkasının hayatına fayda katabileceğiniz bir ilişkidir. Gelişim odaklı ve güvene dayalı bu ilişkide doğru soruları sorarak ve zamanı iyi planlayarak maksimum faydayı elde edersiniz. Gelişim ihtiyacı konusunda açık ve şeffaf olduğunuz sürece hazırlıklı bir şekilde bu toplantılara katılırsanız programdan maksimum faydayı alacağınıza inanıyorum. Bu yolculuğu çıkacak olan herkese hedeflerine doğru somut adımlar atacağı verimli ve başarılı bir dönem dilerim.

17 Mart 2023 Cuma günü Mentorluk Programımız iGrow'daki deneyimleri Philip Morris Türkiye ekibi ile paylaştığım toplantımızdan bir hatıra


7 Şubat 2020 Cuma

Hiç İyi Gelmez mi Havaalanı?

Hiç iyi gelmez mi deniz havası? Galiba bu sözü değiştirip “hiç iyi gelmez mi havaalanı?” diye kendime uyarlayabilirim. Neden mi? Çünkü kaçıyorum, uzaklaşıyorum, geride bırakıyorum ve kendim için bir ara veriyorum… O içine girdiğimiz rutinde, o koşturmacanın, kovalamacanın, ardı arkası gelmeyen yapılacaklar listesinin içinde kaybolmuşken sistemin dışına çıkmak iyi geliyor.




Son dört gündür ayağımda çarıklar, kulağımda tıkaç üretim hattında makinaların arasında gezip fazla mesaili çalışırken o kadar yorulmuş, yıpranmıştım ki bu sabah 5’te İstanbul’a gitmek için uyandığımda kendimi fazlasıyla halsiz hissettim ama workshop için gelmiş olmak, farklı insanlarla tanışmak, sohbet etmek, kendimi ifade etmek bana iyi geldi. Yükseliş trendindeki bir hisse kağıdının grafiği gibi enerjim gün içerisinde yukarı çıktı. Şimdi de havaalanında bir şeyler yiyip içerken kendimi sosyal medyada ona buna twitler atarken, yorumlar yazarken buldum ve ne zamandır yapmıyordum böyle dedim. Adına boşluk deyin, fazla zaman deyin, boş vakit deyin ne derseniz deyin ama şunu da bilin ki bünyenin buna da ihtiyacı var. Bünye derken, fiziğin değil bence psikolojinin buna daha çok ihtiyacı var. Benim de bu ihtiyacım karşılayabildiğim yegane zamanlar iş için yolculuk yaparken kendimle baş başa kalabildiğim anlar oluyor. Hazır bu anlardan birini yakalamışken de hislerimi yazıya dökeyim istedim. Böylece geriye dönüp baktığımda, ihtiyaç halinden kendi ilacımı da bulmuş olurum.

Bugün bir toplantıya katıldım, ödüllendirme ve takdirle ilgili şirketimde ne gibi karın ağrılarımız (pain point’i bu şekilde Türkçeleştirmişler ki bence çok yerinde olmuş) var onları konuşup sorunlarımız için çözüm önerilerimizi sunduk. Farklı dünyalardaki çalışanların farklı noktalardan kanayan yaralarını görüp herkesin aslında sorunları ve bununla beraber hayata tutunduğu noktaları var diye düşündüm. Gelecek için belki köklü değişiklikler olmaz ama en azından sesimi, hislerimi duyurmak bana iyi geldi, kendimi değerli hissettim. “Önce insan” diyen organizasyonun bir parçası olmak yaşanan tüm hayal kırıklıklarına rağmen güzel, bir filiz var içimde gelecekte çevreyi yemyeşil sarabilecek…

İşte böyle bir Cuma günü akşam saatlerinde bu hisler yazıya dönüştü. Histe kalmadı, ölümsüzleşti…

7 Şubat 2020, 19:08, Sabiha Gökçen Havalimanı


7 Nisan 2019 Pazar

Neden Terfi Edemiyorsunuz?

Harvard Business Review’deki güncel içerikler arasında sörf yaparken kendimi bir anda 2018 yılı Nisan sayısında John Beeson’ın yazdığı dilimize “Neden Terfi Edemiyorsunuz?” diye çevrilen makaleyi okurken buldum. Başlık başta kendim için olmak üzere birçok insan için o kadar ilgi uyandırıcı ve adeta “kanayan yara” gibiydi ki hemen başlıktaki sorunun cevabını okuyup hap gibi almak istedim. Makale bir şirketteki terfi değerlendirmesinde ikinci kez terfiyi kaçıran bir adayın durumunu sanal bir örnek üzerinden inceliyordu. 

Ralph - "temsili" terfi kaçıran çalışan
Örneğimizdeki kahramanımız (!) Ralph'e son iki atamayı öğrendiğinde şirkette onu harika bir geleceğin beklediği ve “biraz daha deneyim kazandıktan” sonra yükselmek için hazır olacağı söylenmişti. Gerçekten neden terfi edemediğine dair detayları öğrenmek için defalarca uğraşmıştı fakat tek duyduğu, “iletişim becerilerini” geliştirmesi, “yönetici olarak varlığını” ve “liderliğini” daha fazla göstermesi gerektiğine dair muğlak yorumlardı. Görünen o ki şirket yönetim kurulu odasında görüntüsü ve sesiyle iyi duracak insanlar istiyordu; ve buna, kendisi gibi performansını kanıtlamış çalışanların yıllık sonuçlarından daha fazla önem veriyordu.

Buraya kadar özetlenen durum size tanıdık geliyorsa bu durumun arkasında yatan nedenleri keşfetmeye hazır olun.

Öncelikle yazarımız John Beeson önemli bir noktayı işaret ederek başlıyor: “az sayıda şirket, ilerlemek için gerekli kriterleri açıkça ortaya koyar”.  Bunu biraz açacak olursak, aslında şirket dediğimiz şey insanlardan oluştuğuna göre, şirketin terfilerde sözü geçen yöneticileri çalışanların yükselmeleri, terfi etmeleri için gerekli olan yapılacaklar listesini net bir şekilde iletmezler. Beeson bu durumu şöyle ifade ediyor:

Bilgi vermekten kaçınmak bir kötü niyet göstergesi değildir, daha ziyade, hiç kimsenin kötü haberler yaymayı istemediği varsayımına atfedilebilir. Ve bu, tamamen insani bir tereddüttür. Yöneticiler ve İK profesyonelleri genellikle, iyi bir çalışanı kaybetme korkusundan dolayı kasıtlı olarak belirsiz geribildirimler verirler.

Bardağın dolu tarafını görecek olursak, şu ana kadar özetlenen tablo size hala tanıdık geliyorsa, demek ki kaybedilmek istenmeyecek nitelikte bir değersiniz. Bardağın boş tarafı ise, maalesef bir sonraki yukarı yönlü adım için ise hazır değilsiniz.

Beeson’un bu noktada işaret ettiği bir tespit var ki o da yine açıkça paylaşılmayan gerekli niteliklerle ilgili: “liderlik becerilerinin farklı seviyelerde nasıl gösterilmesi gerektiğini veya hiyerarşide yükseldikçe bu niteliklerin -göreceli- öneminin nasıl değişeceğini ayrıntılarıyla anlatılmaz.” Bu ifadeyi biraz açmak gerekirse, orta kademe yönetimde takım çalışması, son derece önemli bir yetkinliktir çünkü bir grubun uyum ve motivasyonu sürdürme yeteneği olarak tanımlanır. Ralph’in de bir parçası olmayı umut ettiği daha üst seviyelerde ise önemi bu kadar hayati değildir. İşin aslı çoğu şirkette üst yönetimde, rekabet ve egodan dolayı, uyum yeterli bir kriter değildir. Ve takımlar bu kriter olmadan da görevlerini yerine getirirler.

Yine bu belirtilenler yazılı olmayan kurallardır. Yazılı olmayan kuralların birçoğunu sabit hale getirmek zordur çünkü teknik beceri, endüstriyel uzmanlık ya da iş bilgisi ile ilgili değillerdir. Daha ziyade, karar vericilere bir adayın üst yönetimde başarılı olup olmayacağı konusunda sezgisel bir fikir veren “sosyal” becerilerle ilgilidir. Makalemizin yazarı Beeson hem gözlemci hem uygulayıcı olarak, büyük şirketlerdeki 30 yıllık yedekleme planlama ve yönetici geliştirme deneyimim boyunca C-seviye yerleştirme kararlarının 3 kategoriye göre verildiğini tespit etmiş. Bunlar:
  • Zorunlu faktörler,
  • Eleyen faktörleri,
  • Esas seçim faktörleri
Ralph zorunlu olanlarda ve eleyen faktörlerde sınavı geçiyor fakat esas seçim faktörlerinin bazılarını karşılamada yetersiz kalıyordu ki hayalini kurduğu o terfiyi 2 kere kaçırmıştı. Bunlar arasında stratejik düşünme, güçlü bir ekip kurma ve kurumun iç sınırlar içinde etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak vardı. Şayet çalıştığı şirket, yöneticileri için bu faktörlerin bir listesini yapsaydı ve bir dizi yapıcı geribildirimle birlikte destekleseydi, Ralph muhtemelen enerjisini nereye harcaması gerektiğini bilecekti.

Fakat şirket bunu yapmadığı için Ralph altta yatan sorunları kendi yöntemleriyle açıklığa kavuşturmak zorunda kaldı. Her ne kadar 360 derece değerlendirmeler ya da benzer testlerden periyodik olarak geribildirimler alıyor olsa da –üçüncü bir taraf yüz yüze ve bireysel görüşmeler yapmadığı sürece- çıkmaza girmiş bir kariyerin arkasındaki temel sebepleri aydınlatmada çoğunlukla yeterli olmaz.

John Beeson’a göre içgörü elde etmenin en net yollarından biri, her ne kadar sınırlı bilgiler paylaşsalar da, doğrudan yöneticilerin veya görevdaşların görüşlerine başvurmaktır. Size karşı dürüst davranmayabilirler ve bakış açıları kıdemli karar vericilerin birçoğundan farklı olabilir. Fakat siz daha fazla bilgi almak için eski yöneticinizle ya da yöneticinizin yöneticisiyle görüşebilirsiniz. Neler yaptığınızdan haberi olan ve ilişkilerinizin de iyi olduğu yöneticilerden en üst düzey olanla iletişime geçmeye çalışın; böylece yaklaşımınız doğal ve uygun görünecektir. Beeson burada bir uyarı yapma gereği duyuyor: yöneticinizin arkasından iş çevirmeyin, yöneticiniz diğer yöneticilerle olan iletişiminizi ve niyetinizi bilmeli. Yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü, bilgi alabilmek için biraz uğraşmanız gerekecektir. Ve bu kolay olmayacaktır.

Gelelim bu zorlu araştırma sürecinde yapılacaklara… Geribildirim isterken, yükselmenize engel olan sorunları öğrenmede ne kadar istekli olduğunuzu samimi bir şekilde gösterin ve tartışma yaratmaya çalışıyor gibi görünmemek için dikkatli olun. Temel sorularınız şu şekilde olmalı, “Gelecekte bir gün daha fazla sorumluluk alacağım pozisyonlara yükselmek için hangi becerilerimi geliştirmem gerekiyor?”

Eğer aldığınız geribildirimlerin anlamını çözmekte zorlanıyorsanız yazarımız bu gibi durumlar için her oturumun sonunda şunu sormayı öneriyor: “Şirkette üst pozisyonlarda başarılı olma potansiyelime güvenmenizi sağlayacak şeyler neler, özellikle en önemli bir –iki tanesi?” Karşınızdaki dürüst cevap verdiği sürece bu soru, belirsizlikleri ortadan kaldıracak ve sapla samanı birbirinden ayıracaktır.

Şunu aklınızdan çıkarmayın, hakkınızda yıllar içinde oluşmuş ve yer etmiş yargıları değiştirmek somut ve istikrarlı bir çaba gerektirir. Bu nedenle genellikle bir veya iki kilit alana odaklanmak ve buralarda gelişmeye çalışmak en iyisidir.

Eğer Ralph gibi çalışanlar (buraya kadar bu içeriği merakla okuduysanız “siz”), onları engelleyen faktörlerin gerçekten ne olduğunu öğrenirse şirketler daha iyi çalışanlara sahip olur. Açık ve samimi iletişim, gerçeklerin ifade edildiği yapıcı diyaloglar bence kariyer yolunda tıkanmış olan çalışanların önünü açıp şirketleri için daha faydalı olmalarını sağlayacak asıl araçlardır.

Eğer bu içeriği beğendiyseniz;
* sosyal medya hesaplarınızda paylaşabilir, arkadaşlarınıza mail ya da whatsapp üzerinden gönderebilirsiniz:

https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2019/04/neden-terfi-edemiyorsunuz.html

* bahsedilen makalenin Türkçe tam metnine ulaşmak için “Neden Terfi Edemiyorsunuz, John Beeson” diye aratabilirsiniz

* ya da sözkonusu makaleyi İngilizce olarak okumak için “Why You Didn’t Get That Promotion, John Beeson” şeklinde araştırabilirsiniz.

20 Mart 2019 Çarşamba

Öğrenmek İçin Ne Gerekir?



Eğitim kişi üzerinde yapılan bir eylem, yani edilgen bir şey. Öğrenme ise tamamen kişinin sorumluluğunda. Görüp geçmemek, gözlem yapmak gerek. Okumaya zaman ayırmak, okuduklarının üzerine düşünmek ve yorumlamak gerek. Sonuca değil, sürece odaklanmak, en kalıcı öğrenme yöntemi olan başarısızlıklardan da öğrenmek gerek. Unutmayın ki öğrenmeyi öğrenememiş insanlar bilgisizliğe mahkumdurlar. Öğrenebilmek için meraklı olmak, cevapların değil soruların peşinden koşmak gerek.

Sorular demişken, CEO ve başkanlık görevleri yürüten, çok sayıda şirkette yönetim kurulu üyeliği yapan Cem Kozlu’nun doğru soru sormak ve işin püf noktasını keşfetmek üzerine paylaştığı bir deneyimini aktarmak isterim.

Cem Kozlu üniversiteden mezun olduktan sonra ilk işini NCR’da bulur. İşe başlamadan önce kendisine ev bulmak için bir emlakçıya gider. Emlakçı, “Genç adam, hastanenin karşısında bir blok var. Orada sana uygun bir stüdyo daire var. Üstelik çok şanslısın, binanın neredeyse tamamında hemşireler kalıyor” der. Komşularının genç ve güzel kızlardan oluşacağını düşünen Cem vakit kaybetmeden evi tutar. Ancak yerleştikten sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Emlakçının söylediği gibi bütün komşuları hemşiredir, ancak tamamı yaşlı ve emekli hemşirelerden oluşmaktadır. Özetle Cem, kritik soruyu sormadan karar vermiş, işin püf noktasını kaçırmıştır. “Komşuların ne tip hemşireler?” olduğu, “evli mi, genç mi?”  gibi doğru soruları yöneltip alacağı cevaplara göre karar alsa hayal kırıklığına uğramamış olacaktı.

Gözlem yapmakla ilgili de Mudo’nun kurucusu Mustafa Taviloğlu’nun Rauf Ateş ile paylaştığı güzel bir anekdot var. Taviloğlu, “Balıkçı balık tutacağı zaman nereye bakar bilir misiniz?” diye bir soru yöneltmiş. Denize, tekneye, radara, kuşlara gibi cevaplar gelmiş. Mustafa Taviloğlu’na göre doğru yanıt bunların hiçbirisi değildir. “Balıkçı, yine balıkçıya bakar. Etrafta avlanan diğer balıkçıların ne yaptığını gözler.” Belli ki Mudo’nun başarısının ardında Taviloğlu’nunu etrafını, sektörü, piyasayı iyi gözlemlemesi yatıyor.

26 Şubat 2019 Salı

İnsanı Yaşlandıran Şey Zaman Değil Mutsuzluktur

Yukarıdaki bu iddialı başlık "İnsanı Yaşlandıran Şey Zaman Değil Mutsuzluktur" bana değil Kaan Sekban'a ait. 2017 sonunda Kaan Sekban’ın kitabını okuyup kendisini bir hayli sevmiştim. Aradan geçen zamanda kendisini sosyal medyada takip etmeye devam ettikçe kendisine olan sevgim ve dönüşüm hikayesine olan saygım daha da arttı. Kısmetse önümüzdeki Pazar günü de kendisini ilk kez canlı izleme fırsatı bulacağım. Çalıştığım şirketin “gezi kulübü” üyeleri olarak kalabalık bir grup biletlerimizi aldık ve Pazar günü eğlenceli “beyaz yakalı” hikayeleri dinlemek için sabırsızlanıyoruz.
Bununla beraber, bu hafta içerisinde Harvard Business Review’de Kaan Sekban’ın bir röportajına rastladım. Açıklamalarından özellikle dikkatimi çeken kısımları renklendirdim. Seviyorum kendisini, siz hala sevmiyorsanız belki bu röportajı okuyunca seversiniz…
Bu arada Kaan’ın kitabını okuduktan sonra yazdıklarıma da buradan ulaşabilirsiniz:
"Konfor alanınızdan çıkın ve sınırları zorlayın."
HBR: Neden on yıl beklediniz? Kariyer değiştirmek için doğru zamanın geldiğini nasıl anladınız?
Sekban: Bankadayken yönetici pozisyonuna geçebilmek için çabalıyordum. Hayal kırıklıkları ve uzun bekleyişlerle dolu bir süreçti bu. Ne kadar yıprandığımı ve sıkıldığımı anladığımda değişim kararını verdim. Kurumsal dünyanın beyaz yakalı çalışanları kendilerini bir konfor alanının içine hapsediyor. Sabit bir gelir, risk almadan sürdürülen bir yaşam. Değişimden fazlasıyla korkuyoruz. “Doğru zaman” olup olmadığı ise tartışılır. İşin aslı, finansal durumlar açısından son derece yanlış bir zamandı. Ve bu, benim için en büyük meydan okumaydı. Zorlu bir yolculuğa çıktığımı biliyordum. Ancak kurumsal hayatın bana kazandırdığı iş disiplini, iş ahlakı ve daha pek çok değer benim donanımlı başlamama yardım etti.
Peki düşündüğünüz kadar zorlu oldu mu? Evet. Size bir anda tüm kapılar açılmıyor. Bazı insanların kafasında hep o “bankayı bırakmış gelip-geçici çocuk” olarak kalıyorsunuz. Dışarıdan görünen renkli gösterilerle dolu bu güzel manzaranın arkasında, kurumsal dünyayı eleştirdiğiniz için size tepki gösterenler ve kültür-sanat sayfalarında yer vermeyen gazeteler, dergiler de var. Ayrıca size destek olacak bir sponsor ya da yapımcı da bulamıyorsunuz. Önyargıları aşmak ve kendinizi ispat etmek emek ve zaman istiyor. Fakat üretmeyi kafasına koyup çok çalışan insanın başaramayacağı hiçbir şey yok. 
Gösterilerinize nasıl hazırlanıyorsunuz? Aslında tüm gösteriler, süreçte şekilleniyor. Hazır bir metnim yok. Anlatacaklarım zihnimde kayıtlı. Ancak sahnede aklıma gelen ve çok iyi tepkiler aldığım espriler olursa onları çıkışta not ediyorum. Niyetim detaylı bir şaka tablosu yaparak şakaların istatistiklerini tutmak, bir nevi şaka analizi yapmak.
Gösteri esnasında stresi nasıl yönetiyorsunuz? Biletler çok önceden tükeniyor. Bu da bende peki ya beklentiyi karşılayamazsam diye bir endişe yaratıyor. Ancak sahneye çıktığım anda hissettiğim enerji beni büyülüyor ve ben sadece akışına bırakıyorum.
Sahne üstünde algı yönetimi önemli. Siz bunu nasıl başarıyorsunuz? Mizahın bir matematiği var. Ve ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz önemli. Doğru reaksiyonu almak için mimiklerinizi çok iyi kullanmalısınız. 
Sırada ne var? En büyük hayalim, komedinin yerel bir iş olmadığını kanıtlamak. Bunun da ilk adımı bu işi İngilizce yapmak. Önce Türkiye’deki expat’larla başlamak ve her kültürden insanın karşısına çıkarak tepkilerini görmek istiyorum. Ayrıca ikinci kitabımı yazmaya başladım.
Kariyerine yeni bir yön vermek isteyen insanlara tavsiyeniz nedir? Öncelikle kurumsal dünyayı şekillendirmek çalışanların elinde. Plazalar korkutucu yerler olmak zorunda değil. Fakat yine de içinden çıkmak istiyorlarsa ilk tavsiyem planlı ve hazırlıklı olmaları. Bu yola çıkarken bedeller ödemeye hazır olun.
Profesyonellerin en büyük sorunu istedikleri şey hemen olsun istemeleri. Beklemeye tahammülleri yok. Ayrıca en ufak başarısızlıkta yıkıma uğruyorlar. Öncelikle bundan vazgeçmeleri lazım. Sonra başkalarının ne dediğine, yaş, cinsiyet ve benzeri önyargılara kulak asmayıp kendi seslerine kulak vermeleri gerekli. 
İnsanı yaşlandıran şey zaman değil mutsuzluktur. Tüketmekten üretmeye geçersek daha mutlu olacağız ve genç kalacağız. Bu nedenle kendinize bir meydan okuma bulun, konfor alanınızdan çıkın ve sınırları zorlayın.

18 Şubat 2019 Pazartesi

İnsanları Harekete Geçirebilmek


Bir önceki kaleme aldığım içerikte (https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2019/02/beklentiyi-karslamak-haftasonu-ise.html) performans değerlendirme sistemiyle ilgili biraz hayal kırıklığı yaşadığıma dair bir izlenim bırakmış olmalıyım ki bugün bir arkadaşım yazdıklarımla ilgili geri bildirimde bulundu. Geçen yılı alınan derslerle beraber geride bırakacak olursak, özellikle soft skill’ler konusunda insanlardan aldığım yapıcı geri bildirimleri artırmaya odaklanacağım bir yıl hayal ediyorum bu dönem.

Bunlardan bir tanesini aslında yılın hemen başında kendi başıma düzenlediğim bir yarışma ile farklı bir ekipteki çalışma arkadaşımdan aldım bile. Şirketimin dönüşüm yolunda aldığı mesafeyi anlatan bir dökümanı çalışma arkadaşlarımın okumasını sağlama için bir mini test yaptım. Testin cevaplarının bu dökümanda olduğunu ve soruları doğru bile 3 kişiye de kitap armağan edeceğimi belirten bir duyuru yaptım. Bunla da kalmadım, dökümanı basıp ofiste herkesin görebileceği bir masaya da koydum.

Ardından insanlardan teste cevaplar gelmeye başladı, onları okumaya yönlendirebilmiştim. Bunun üzerine, görüşlerine değer verdiğim bir çalışma arkadaşımdan aşağıdaki mesajı aldım. Şimdi bu performans değerlendirilmesinde değerlendirilmez belki ama bence bu ve benzeri aksiyonları gösterenler şirketlerin dönüşümünde pay sahibi olur. Nokta.

2 Ağustos 2018 Perşembe

Yavaşla

Kemal Sayar'ın Yavaşla adlı kitabı düşük beklentiyle elime alıp kendime güzel dersler ya da bir başka deyişle notlar çıkardığım bir kitap olarak geride kaldı.

Çok hızlı giderseniz içinizde olup bitenleri özümseyecek ve onu kendi duyarlılığınızın bir parçası kılacak kadar vaktiniz olmaz. Güzellik ancak onu durup temaşa edecek zamanınız varsa size bir şey söyler. Günümüzde görmenin yerini bakmak, hatta bakmanın yerini göz atmak alıyor. Şeyler, ancak iki göz atış arasındaki süre boyunca ilgimizi çekebiliyor.

İnsan özne olduğu duygusuna ancak zamanın içinde yaşayarak, geçmişten bugüne hareket ederek ulaşır.

Bir genç ancak konuşmak ve kendini ifade edebilmekle sağlıklı bir benlik duygusu geliştirir. Bir ebeveynin çocuğu ile hemdem olabilmesi, kafası dağılmadan, sıkıntısız bir biçimde onu dikkatinin odağına oturtabilmesiyle mümkündür.

Aşırı çalışma ve her an küçülme tehdidi stres yaratır. Ve nihayet buradan benmerkezli bir popüler kültür üretilir, artık iyiliğin adap ve erkânı değil, yükselme arzusunun zalimliği iş başındadır.

Yaşama zamanının yokluğunda, kayıp zamanı, yani çalışmanın ziyan ettiği hayatı telafi eden tek şey paradır. Oturduğumuz evler, sürdüğümüz konforlu arabalar, gidebildiğimiz lokanta ve eğlence mekânları, aldığımız ıvır zıvır, çalışma köleliğimizi meşrulaştırır. Ama ya onlar da ruhumuzdaki sızıyı dindirmiyorsa? Ya bunlara sahip olmak için ortaya sürdüğümüz pey, yani ömrümüz, bizim için daha kıymetliyse? Hayat geri gelmiyor. İnsan, ruhunu özgürleştirmeyen, kendisine bir ifade imkânı sunmayan, kendisini gerçekleştiremediği işlerle tatmin bulmuyor. Ruh istiyor ki kendi hikâyelerini anlatabilsin. Hikâyeleri başka insanlara çarpsın, onlarda çoğalsın, kendisine geri dönsün. Çağdaş iş yaşamı ve şirket köleliği ise disipline dayalı. Göreceğiniz düşlerin bile birbirine benzediği, kılık kıyafet, jest ve mimik, şaka ve konuşmaların birörnekleştiği bir disiplin düzeni öngörüyor.

Yapmak için ayrılan zaman, olmak için ayrılması gereken zamanı yer bitirir.

Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Aslında bütün varlığımızla bir yerde değiliz, parça parça orada ve buradayız. Anlaşmak için zaman gerekir, zaman ve mekân. Konuşmanın yanında susmak da gerekir, birbirinin söylediğine dikkat kesilebilmek, kalbini dostunun kalbine yaklaştırmak gerekir.

Zamanın para demek olduğu bir çağda dinlemeye ve düşünmeye ayrılan vakit giderek azalıyor. Yüz yüze konuşmanın gerektirdiği duraklamalar, düşüncenin ufak molalarla derlenip toparlanma ihtiyacı, fazlasıyla sıkıcı ve yavaş bulunuyor. Böylece diyaloğun yerini veriler, yorumun yerini power point sunumları alıyor.

'İçime çektiğim hava değil gökyüzüdür’ diyebilenler, eve mutlu dönüyor.

Feuerbach’ın söylediği gibi ‘biz yediklerimiziz’. İnsanların hızlı beslenmeyle uğradığı felaketlerden kurtulma fikriyle yola çıkan ‘yavaş besin’ hareketi dünya üzerinde yaygınlaşıyor. Genetik değiştirmeye karşı çıkan, organik tarımı önceleyen, biyolojik çeşitliliğe prim veren bu hareket; küçük, yerel ve telaşsız olana yaptığı vurguyla global kapitalizme muhalefet ediyor. Yiyeceklerimizi hakkını vererek, daha metafizik bir bakış açısıyla konuşacak olursak ‘şükrünü eda ederek’, onlarla ve o masanın etrafında bulunan dostlarımızla konuşarak tüketmek, bizi daha insan kılar.

“Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde” diye yazmıştı Kundera, Yavaşlık adlı romanında, “kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile.”

Telaş, hayatı daha da yüzeysel kılar. Hız hayatı eksiltir.

“İnsan zamanı ölçer, zaman da insanı” diyor bir İtalyan atasözü.

"Kadere karşı sigortalanmak.” Karen Blixen, Avrupalının arzusunu böyle betimliyordu. Oysa Afrikalı onu doğallıkla kabulleniyor, buyur ediyordu. “Ölebilenler, özgürce yaşar” diye eklemişti yazar.

Kellesini ipten zar zor kurtarmış adamın zalimliğinden kork.

Yaşadığımız zaman diliminde çocuklarımıza yapabileceğimiz iyiliklerden birisi, onları televizyon veya bilgisayarın değil gerçek hayatın sesiyle buluşturmaktır. Onlarla hayatı gezebilir, insanları ve sokakları tanıyabilirsiniz. Biraz tuhaf görünmek pahasına da olsa şunu öneriyorum: Onlarla akıl hastanelerini, huzurevlerini, yetiştirme yurtlarını, mülksüzlerin yaşadığı sokakları, camileri, havraları ve kiliseleri gezin. Birlikte çarşıları, pazarları, aktarları dolaşın. Gerçek hayatın nasıl bir şey olduğunu ve ıstırabın gerçek bir insana değdiğinde ne yapabileceğini onlara gösterin. Gerçek hayatın nerelerde soluk alıp verdiğini, insanların nelere gülüp nelere üzüldüğünü, gerçek hayatın seslerinin neye benzediğini onlara öğretin.

İnsan, fark edilmek ister. Oysa giderek aynılaşan ve anonimleşen bir dünyada, fark edilmek zorlaşmıştır.

Daha çok kazanıp daha çok harcıyor, fakat diğer insanlarla daha az zaman geçiriyoruz. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Yakın ilişkilerin oluşması zaman ve emek ister. Oysa zaman, mutlak biçimde sınırlı bir kaynaktır. Teknoloji zaman kazandıran icatlar yapadursun, zamanla ilgili sınırlılıklarımız giderek artıyor. Modern uygarlık, ‘eşyadan yana zengin, zamandan yana yoksul’ bireyler üretiyor.

Maddi ve sosyal şartlarımız geliştikçe kendimizi kıyasladığımız standartlar yükselir. Haz duygusunun referans noktası arttıkça, beklenti ve hayallerimizin çıtası yukarı çıkar. Seçeneklerin artması, kaçınılmaz biçimde beklentilerin de artmasına neden olur.

Hayatı sadeleştirmek gerekiyor, basit yaşayan insanlar, kanaat edebilenler, ele geçirmeyi reddedenler, kendilerini sınırlandırabilenler bir adım önde yürüyor. Onlar, nadide sarı laleler gibi, ışıltılarıyla dünyayı güzelleştiriyor.

Varsayalım ki, iki hayalî dünyadan birisi arasında bir seçim yapmanız isteniyor: İlkinde yılda 50 bin dolar kazanıyorsunuz oysa diğer insanlar 25 bin dolar kazanıyor. İkincisinde yılda 100 bin dolar kazanıyorsunuz, oysa diğer insanlar yılda 250 bin dolar kazanıyor. Hangisini seçerdiniz? Bu soru, bir grup Harvard öğrencisine sorulmuş ve ezici çoğunluk ilk seçeneği işaretlemiş. Kendi durumları diğer insanlara göre daha iyi olduğu sürece, daha az kazanmaya razı olmuşlar. Başka bazı çalışmalar da aynı sonuca ulaşmış. İnsanlar, başkalarına göre kendilerini daha üstün konumda hissettikleri sürece, gelirlerindeki düşmeyi çok önemsemiyorlar. İnsanın gelirinden memnun olup olmaması, belirli bir normla yaptığı mukayeseyle ilgili. Bu norm da iki şeye bağlı; ‘diğer insanlar ne kadar kazanıyor’ ve ‘ben ne kadar kazanmaya alışkınım’. İlki sosyal mukayeseyle ilgili, ikincisi de süregiden duruma alışmayla.

Mutluluğu sürdürmek için elinizde olanı tutmak ve onun üzerine bir şeyler eklemek istersiniz. İnsan maddi şeylere çabuk alışır ve onların verdiği tatminle çabuk doyar. Reklamcılar da zaten buradan ekmek yer. Bu iptilayı yeni harcamalarla beslememizi isterler. İhtiyacımız olmadığı halde yeni cep telefonları, yeni giysiler, yeni arabalar alırız. O halde gerçekten ihtiyaç duymadığımız şeyleri satın almamamız ve zamanımızı dostluk, anne babalık, dayanışma gibi solmayan, kaybolmayan, alışıp bıkmayacağımız değerlere ayırmamız gerekir.

Mutluluk kendimize hedefler tayin edebilmemizle ilgilidir. Kolay ulaşılır hedefler bizi çabuk sıkar. Zor hedefler, hayal kırıklığı yaratabilir. İnsanın hedeflerini yaşadığı gerçeklerden hareket ederek tayin etmesi gerekir. Ulaşılması güç hedefler koyarak bu uğurda fazla yorulmak, bilinen depresyon nedenlerinden birisidir. İç sıkıntısı, bugün Batı toplumlarını içten içe kemiren bir illet. İnsanlar yeni şeyler peşinde koşmak yerine konforu seçiyor, iş dışında aktif olarak ilgilenecekleri uğraşlar bulmakta zorlanıyor. Bizim toplumuzdaki ezici çoğunluk gibi, hayatta kalmak için canlarını dişlerine takıp çaba harcamaları gerekmiyor. Bu da onları amaçsız, tüketim kölesi, televizyon bağımlısı, sıkıntılı insanlar haline getiriyor. Hepimizin, bizi zaman duygusundan kurtaran, adeta zamanın dışına çıkaran, yaptığımız işe gömüldüğümüz, ‘akış’ anlarına ihtiyacımız var. O halde işin dışında da, uğruna uçurtmalar uçurduğunuz ideal, uğraşı ve hedefleriniz olsun.

“Kaderini sev” demişti Nietzsche, “kaderini sev ki o senin hayatındır.”

“Hayat” diyordu Kierkegaard, “geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır.”

Tuhaf şeydir, işlerimiz bize bir kimlik verir ama annelik veya babalık vermez.

Günümüz toplumu, artık kişinin güç konumunu daha çok hiyerarşik organizasyonlardaki yerine göre değerlendirmektedir. Kişi toplum içinde ne kadar yüksek bir mevkie sahipse o kadar varlıklı demektir ve varlık eskiden üstün erkek özelliği sayılan fiziksel kuvveti kolaylıkla satın alabilmektedir.

Yetişkinlerle yapılmış iyi bir konuşma çocuğun beynini uyarır, zaten akışkan ve dinamik bir yapı olan beyin böyle bir konuşmayla değişir, sinir hücreleri yeni dallanmalarla genişler. İyi ve güzel bir konuşma çocuk beyninin besinidir.

“Görme zafer kazanır; çünkü faydalıdır” diye yazmıştı Jacques Ellul olağanüstü güzellikteki kitabı Sözün Düşüşü’nde. “Görme bizi düşünme ve hatırlama derdinden kurtarır.” Hız unutturur. İmge bombardımanı bizi hatırlamak derdinden kurtarır. Ekran bizi seyirci kılar, seyirci eylemin peşinde koşan kişi değildir, ‘seyirciye dönüşen varlığımız herhangi bir eylemde bulunma imkânımızı felce uğratır’.

İşlerimiz sayesinde kendimizi önemli hissederiz. Kendimize daha fazla önem verme ihtiyacı duyduğumuzda işlerimizi abartırız.

“Aşk” demişti Hannah Arendt, “ortalıkta gösterildiği an, solmaya ve ölmeye yüz tutar.”

Günümüzde sessizlik hor görülür. Konuşan insanın sağlıklı olduğu önermesi alttan alta desteklenir. Oysa kedere sessizce de katlanabilir insan. Hayatın keder ve sevinçleriyle bizi usul usul büyütmesine izin vermek gerekir.

Mitolojiler pek çok kültürde ortak bir hikâye anlatır: Ebeveynleri tarafından terk edilen özel çocuk, vahşi doğada veya koruyucu anne baba elinde büyür, pek de merhamet ve şefkat görmez. Zaman ve şartlara acımasızca maruz kalır. Fakat bu maruz kalıştır ki onu yeni ve daha güçlü bir insan kılar. Hayata maruz kalmak, hepimiz için bir tehdit ve bir fırsattır. Çok incinebilir olduğumuzu hissettiğimiz anlar, aynı zamanda hayatta yeni bir role geçebileceğimiz fırsat anlarıdır. Çocuk en savunmasız göründüğü anlardan bir kuvvet duygusuyla sıyrılabilir.

3 Nisan 2018 Salı

Muhasebe Mesleğinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolları


MAKALE YARIŞMASINDA DERECEYE GİRENLER ÖDÜLLERİNİ ALDI

Turan Veldet Velidedeoğlu Makale yarışmasında başarılı olanlara ödülleri verilirken ; ilk üçe giren Ankara SMMM Odası’dan  Kadir GÜLÇİN birinci olurken İzmir SMMM Odası’ndan Doç.Dr. Engin HEPAKSAZ ikinci Samsun SMMM Odası’ndan  Öğr. Gör. Esra GÜR üçüncü oldu. Övgüye değer yazılar içinde MANSİYON açısından yapılan inceleme de; Ankara SMMM Odası’na kayıtlı olan Melike GÜLER, Salman YILMAZ, Doğan YALÇINKAYA İstanbul SMMM Odası’ndan Dr. Mete AKYOL, İzmir SMMM Odası‘ndan Volkan YORULMAZ dereceye girdi.


Ankara Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası tarafından düzenlenen Turan Veldet Velidedeoğlu Makale Yarışması için “Muhasebe Mesleğinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolları” konulu makalem ile mansiyon ödülüne layık görüldüm. Bu bir makale yarışmasından aldığım ilk ödül değil, umarım da son olmaz ama benim için bu ödül anlamlı kılan, yaptığım mesleği ileri götürebilmek adına yapılabilecekleri paylaştığım bir çalışmanın onca değerli katılımcı arasında takdir edilmesi oldu. Bu vesileyle Ankara SMMM Odası'na ve büyük bir nezaket gösterip beni telefonla arayan Oda Başkanı Ali Şahin'e teşekkürlerimi sunarım.

Bu gözlemlerimin ve düşüncelerimin daha geniş bir tabana yayılması için ve beklenen değişimin gerçekleşmesine ufak bir katkısı olması adına makalemi buradan da paylaşıyorum:

Muhasebe Mesleğinin Temel Sorunları ve Çözüm Yolları

Serbest Muhasebeci Mali Müşavir, kendi mesleğinde yeterli düzeyde bilgi alt yapısına sahip olmalı, kendisini sürekli bir değişim içerisinde olan dünya koşulları ve mesleki standartlar içinde yenileme gereğini duymalı, etik değerlere sahip olmalı ve bunları uygulamalı, mesleğinde gösterdiği özen ve titizlikle çevresine katkı sağlamalı, güven vermeli ve örnek olmalıdır.


Muhasebe mesleğini icra etmekte olan Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler, bu unvan yolunda önemli bir adım atmış olan meslek stajyerleri ve tüm diğer muhasebeciler mesleğin gerekliliklerini yerine getirirken bir takım sorunlarla karşılaşmaktadır. Karşılaştıkları bu sorunların bir kısmını farklı kanallarla muhataplarına iletip bunların belirli bir kısmına çözüm üretilmesini sağlasalar da çözüm bekleyen sorunları, mevzuattaki değişiklikler ile oluşan yeni sorumluluklar ve değişen iş yapış şekilleri ile beraber her geçen gün çığ gibi artmaktadır.

Bu makalenin amacı tek tek münferit sorunları belirtip, farklı makalelere konu olmuş, bağlı bulunulan odalara iletilmiş konuları yeniden gündeme getirmekten ziyade konuyu daha makro düzeyde değerlendirip gözlemlediğim sorunları belirtip bunlara pratik çözüm önerileri sunmaktır.

Yalınlaştırılmış Muhasebe

Günümüzde muhasebecilerin temel sorunlarından biri üzerlerindeki iş yükünün getirdiği sorumlulukları/görevleri yerine getirirken iş ve özel hayat dengesini kaybetmeleridir. Belirli bir süreçte yetiştirilmesi gereken raporlamaların olması sebebiyle yapılan fazla mesailer ve mevzuattaki düzenlemelerle uzayıp giden yapılacaklar listesi muhasebecilerin özel hayatlarında kendine ayırması beklenen zamandan çalmaktadır. Bağımlı çalışan meslek mensupları uzayıp giden mesaileri karşılığında çoğu zaman fazla mesai ücreti alamamakta iken, bağımsız çalışanlar da sorumlulukları altındaki mükellef defterlerini tutmak ve beyanlarını zamanında gerçekleştirmek için büyük bir özveri ile çalışmaktadır. Hal böyle olunca, muhasebeci ailesine, kişisel gelişimine, dinlenmesine ve benzeri ihtiyaçlarını gidermesine vakit bulamamaktadır. Bu süreç mutsuz çalışanlara sebep olduğu gibi sürekli bir şeyleri yetiştirme telaşında olan kişilerin katma değerli işler ortaya koymasına da engel olmaktadır. 

Bu sorunun çözümü köklü bir değişim ve birden fazla tarafın inisiyatifi ile gerçekleştirilebilir, o da süreçlerin yalınlaştırılması ve sadeleştirilmesi ile mümkündür. Yalınlaştırmadan kasıt, muhasebecilerin üzerindeki yasal raporlama sorumluluklarının gözden geçirilerek tekrar eden, elimine edilebilecek süreçlerin tespit edilmesi ve bunlardan vazgeçilerek muhasebecilerin üzerindeki haddinden fazla yükü azaltmaktır. Bu değişim sürecini yönetmek için muhasebe mesleğini icra edenler kendi iş yapış şekillerini ve süreçlerini, kendilerinden beklenen yasal zorunluluklar açısından değerlendirip, daha etkin çalışabilmeleri için hangi raporlamaların daha yalın ve sade olması gerektiği yönünde toplu bir öneriyi TÜRMOB kanalıyla muhatabına iletebilir. Burada konunun muhatabı Maliye Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve İç İşleri Bakanlığı ile TÜRMOB temsilcileri bir araya gelip süreçlerdeki yalınlaştırmanın meslek örgütü ve çalışanları üzerinde yaratacağı pozitif etkiyi anlatarak sadeleştirme önerilerini sunabilir. Bu önerileri muhatapları kabul edebilecekleri gibi önerilere farklı çözüm yöntemleri de getirebilirler. Bu gibi bir durumda TÜRMOB kanalıyla temsilciler değerlendirme yapıp süreçlere ilişkin farklı sadeleştirme metotları belirleyebilirler. En kötü senaryoyu düşündüğümüzde, taraflar arasında herhangi bir mutabakat sağlanmasa bile en azından yaşanan sıkıntılar ve gelişim alanlarına yönelik çözüm önerileri muhataplarına iletildiği için sonraki dönemlerde alınacak kararlarda mevcut iş yükü ve muhasebeciler üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulur. Yaratılacak algı ve sunulacak bilgilendirme ile insan emeğinden çok dijitalleşmenin ve elektronik dönüşümün sağladığı faydalardan destek alacak düzenlemeler yapılmasına önem verilir.

Yalınlaştırma sürecinde başarı sağlanması muhasebecilerin “görevi yapan”dan “stratejik karar alan” pozisyonuna geçmesi için zaman ve koşulların oluşmasını sağlayacaktır. Bu sayede, bu mesleği icra eden kişiler daha kalifiye işlere vakit ayırabilecek, daha yüksek bir iş tatmini yaşayacak ve kurumlara (burada hem müşavirlik/danışmanlık hizmeti alan, hem de raporlama yapılan idari kurumdan bahsedilmektedir) daha nitelikli hizmet sunacaktır. Ülkemiz içerisinde bulunduğu elektronik dönüşüm sürecini başarıyla yönetmektedir ve bu süreçlerin sonucunda hayatımıza giren e-fatura, e-defter, e- arşiv fatura, e-sevk irsaliyesi gibi örnekler yurt dışındaki örneklerle kıyaslandığında tatmin eden ve ihtiyacı/beklentiyi karşılayan seviyededir. Durumun böyle olması, takip edilecek yalınlaştırma ve sadeleştirme süreçlerine olan inancı da artırmaktadır. Bu dönüşüm sürecine muhasebe mesleğini icra edenlerin “izleyen” statüsünden “katılımcı” statüsüne geçerek dahil olması, her iki tarafın da lehine olacaktır. Özellikle dijitalleşen dünyada bulut teknolojisi ve Endüstri 4.0’ın etkisiyle raporlamalarda muhasebeci üzerindeki emek yoğun işler alınıp kendisinin daha vasıflı ve katma değerli süreçlere zaman ayırması sağlanırsa, meslek mensupları da bunu kendi hayatlarında, kariyerlerinde fırsata dönüştürür. 

Kamu kurumlarının istemiş olduğu beyanname ve bildirgeleri yasal sürelerinde yetiştirme döngüsünün içerisinde sıkışıp kalmış olan muhasebeciler, önümüzdeki dönemlerde süreçlerin yalınlaştırılması ve elektronik dönüşümle beyanname ve bildirimlerin sistemler tarafından üretilmesi ile en büyük sorunlarına çözüm bulmuş olacaktır. Dijitalleşmenin olumlu katkısını da göz önünde bulundurduğumuzda, doğru veriyi şimdiden çok daha kısa zamanda üretebilen muhasebeci bunları analiz edip, yorumlayıp müşavirliğini yaptığı ya da çalıştığı firmaya içerisinde bulunduğu rekabetçi piyasa içerisinde doğru adımı atmasını sağlayacaktır. Bu değişim de muhasebecilerin değerinin artmasında devrim niteliğinde olacaktır. 

Çağı Yakalayan Eğitim

Muhasebe mesleğinin temel sorunlarından biri eğitimdir. Yapılan meslek sürekli olarak bir değişime ve gelişime konudur ve bu değişim sadece yerel mevzuat ile kalmamakta aynı zamanda uluslararası standartlarda da yaşanmaktadır. İrili ufaklı ve her daim bir değişime konu olan mesleği icra eden bireylerin mesleki yeterliliklerini koruyabilmeleri için sürekli ve periyodik bir eğitim döngüsü içerisinde olması gerekmektedir. Günümüzde muhasebe mesleğinin ruhsatlı mensubu olabilmek için hem staj başlatma hem de yeterlilik sınavı için adaylar ciddi seviyede bir eğitim almakta, aldıkları eğitim sağlıklı bir şekilde ölçümlenmekte ve ardından da başarılı olan adaylara unvanları verilmektedir. Ancak mevcut düzende ruhsatını alıp mesleğini icra etmeye başlayan bir muhasebeciyi kendini geliştirmeye zorlayan herhangi bir yazılı zorunluluk bulunmamaktadır. Bu da bireyi gelişimi için kişisel bir tercihe itmekte; birey ya mesleğinde ileri gidebilmek için kendini geliştirmek adına kişisel çalışmalar yapmakta ya da ruhsatı aldığı günkü bilgilerini koruyarak mesleğini sürdürmektedir. Takdir edersiniz ki, bu da mesleğinde kendini güncel tutarak geliştirmiş bireyler ile diğerleri arasında ciddi fark oluşmasına sebep olmuştur. Bu fark ücret tarifesi ve rekabet koşulları sebebiyle menfaat ve getirilerin belirli seviyede olduğu muhasebecilik seviyesinde kendini geliştirmenin cazip ve özendirici olmasının önüne geçmiştir. Bir başka deyişle, mesleki yeterliliklerini geliştiren meslek mensubu ile ruhsatı aldıktan sonra gelişim için bir çalışma yapmamış meslektaşın ayrıştırılması için herhangi bir ölçüt söz konusu değildir. Mesleki yeterlilik çıtasının yükseltilmesine yönelik bir hedef belirlenip bu çıtanın yükseltilmesi için düzenleme yapılmalı, kendini geliştirip güncel tutan, mevzuata hakim meslek mensuplarının artması için çalışmalar yapılmalıdır. Kısaca bilgi birikimini güncel tutan, buna emek ve vakit harcayan meslektaş sayısının yetersizliği bir sorundur. Bu yönde çalışmalar yapmaya zorlayan veya özendiren bir sistemin kurulu olmaması ise bir eksikliktir. 

Bu noktada neler yapılacağı ve bu sorunun nasıl çözüleceği hususunda çözümü teknolojiyi kullanarak bulabileceğimizi düşünüyorum. İllerdeki meslek odalarından temsilciler, TÜRMOB ve TESMER’in temsilcileri ile bir araya gelerek periyodik olarak meslek mensuplarının alması gereken eğitimleri belirleyip bu konularda eğitim içerikleri hazırlamalı, yeri geldiğinde bu konudaki profesyonellerden destek almalı ve güçlü bir veritabanı oluşturmalıdır. Bunu yaparken üniversitelerin ilgili bölümleri, çok uluslu bağımsız denetim firmaları ve danışmanlık firmaları ile işbirliği yapılarak sektörün talep ettiği yüksek nitelikli iş gücünde aranan özelliklere cevap verecek şekilde bir içerik belirlenmelidir. Hazırlanan eğitim içerikleri video ve metin içeriği şeklinde düzenlenip çevrimiçi (online) eğitimler şeklinde bu mesleği icra edenlere sunulmalıdır. Bu içeriklerin hazırlanması ve sunulmasının belirli bir maliyeti olacağını göz önünde bulundurursak, bu içeriklere erişimin de meslek mensupları için kabul edilebilir seviyede bir ücret karşılığında yıllık üyelik aidatlarına ek katkı şeklinde olması makuldür. Meslek mensubu olmayanlar ama muhasebe mesleğini yapanlar da eğitimlerden ücretini ödeyerek faydalanabilmelidir. Bu alanda, gerekirse Maliye Bakanlığı’na mesleki yeterliliğin seviyesinin yükseltilmesinin kendilerine sağlayacağı fayda açıklanarak yapılacak düzenleme ile bu eğitimler için ekonomik teşvik sağlanması gündem gelebilir. Eğitimlerin içerikleri hem ülkemizdeki mevzuat değişikliklerini takip etmeyi ve öğrenmeyi sağlamalı, hem de uluslararası finansal raporlama standartları hakkında meslektaşları belirli bir seviyeye taşıyacak nitelikte olmalıdır. Bununla beraber muhasebe mesleğini icra eden kişilere liderlik, karar alma, proje yönetimi, sunum becerileri ve etkili iletişim gibi konularda yetkinlik ve becerilerini geliştirecek eğitimler de sunulmalıdır. Başta SAP ve Excel olmak üzere muhasebe programları ve veri analizi ile ilgili yazılımları bilgisayarda etkin bir şekilde kullanmayı sağlayacak eğitimler ve başta ileri düzey olmak üzere, konuşma ve iş İngilizcesi eğitimleri de sunulmalıdır. 

Bu eğitimlerin sınıf içi olması yerine çevrim içi olması da çok geniş bir kitleye ulaşmasını, tekrar tekrar izlenebilir, okunabilir olması sağlayacaktır. Meslek mensubu dilediği şekilde eğitimlere iş yerinden, hafta sonu,  işe giderken ya da akşam evinde katılabilecek ve tamamladığı eğitimleri elektronik ortamda belgelendirebilecektir. Eğitimleri düzenleyen, hazırlayan, denetleyen kurum da işin erbabı olduğu için içerik nokta atışı olacaktır ve hedeflenen verim alınacaktır.

Yapılacak değerlendirme ve tercihe göre, eğitimleri başarıyla tamamlayan meslektaşlara sertifikasyonla beraber teşvik edici olması için anlaşmalı kurumlarda ek indirimler, meslek odalarının websitesinde en çok sertifikasyona sahip olan meslek çalışanlarının ilan edilmesi gibi özendirici uygulamalar seçilebilir.


En verimli yatırım, insana yapılan yatırımdır. Yukarıda belirttiğim şekilde meslektaşlarımıza yapılacak yatırım, bu mesleği icra edenlerin bilgi ve yetkinlik seviyesinin ciddi bir şekilde yükselmesine sebep olacaktır. Bu da hem kendilerine hem de çevrelerine faydalı olmalarını sağlayacaktır. Muhasebe mesleğinin algısına da olumlu yansıyacak bu gelişme nitelikli iş gücünün değerini de yukarıya taşıyacaktır. Bir mesleği icra edenler ne kadar donanımlı olursa, sundukları hizmetten faydalananlar da o kadar üst düzeyde bir verim elde etmiş olurlar, bu da bu meslekteki kişilerin değerini artırır. Artan değer meslektaşların finansal getirilerine yansır. Refah seviyesi ne kadar artarsa daha mutlu, daha motive meslektaşlar olur.

İletişim İçindeki Meslektaşlar

İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında iletişim kurmak ve iletişim içinde kalmak artık çok kolay. Taraflar arasında iletişimin sağlıklı kurulduğu bir ortamda sorunları tespit etmek, ilgilisine iletmek ve bunlara çözüm önerileri bulmak eskisinden çok kolay. Önemli olan iletişime açık, çözüm odaklı bireyler olarak bunu hem bireysel kültür hem de temsil ettiğimiz kurumun kültürü haline getirebilmek ve bunu tabana yayabilmektir. Henry Ford’un dediği gibi “Bir araya gelmek başlangıçtır, bir arada durabilmek ilerlemedir, birlikte çalışmak başarıdır.”

Çağın şartları iletişimi kolaylaştırmış olsa da muhasebe mesleğinin temel sorunlarından bir diğeri ise meslek mensupları arasındaki iletişim eksikliği ve birliktir. Bir bütün olarak hareket edememek, sesimizi yeterince güçlü çıkaramamamıza ve gerektiğinde lobi faaliyetlerinde başarılı olamamamıza sebep olmaktadır. Farklılıklarımızla bir mozaik oluşturup tek ses, tek bilek olabilmek konusunda eksikliğimiz olduğunu gözlemliyorum. İçimizde farklı görüşler olsa da demokratik bir ortamda bunları tartışıp dışarı da tek ve net durabilmeliyiz. Bu iletişim eksikliğinin giderilmesi de yine günümüz teknolojisi ile mümkün olacaktır.


Örneğin meslek mensuplarının erişimine açık olan bir çevrim içi sosyal platform hazırlanarak, belirli konuların buralarda tartışılması, farklı görüşlerin hep beraber değerlendirilmesi, oylama yapılması, yorumlanması ve kararlaştırılması sağlanabilir. Pek çok meslektaşın dile getirdiği sorunları, talep ettiği istekleri bu platformda aracısız bir şekilde gündeme getirilebilir. Gözlemlediğim kadarıyla, bağlı bulunduğumuz odalara bunu taşımaktan, doğru kontak kişiyi bulmaktan çekinen pek çok meslektaşımız mevcut. Halbuki internet üzerinden üye meslek mensuplarının erişimine açık olan “şeffaf forum” gibi bir ortamda bu konular gündeme getirilip ele alınarak görüşler, sorunlar paylaşılıp ortak kararlar alınabilir. Geliştirilecek basit bir uygulama ile meslektaşlar bunu cep telefonlarına da indirebilir, her an bağlantı halinde kalıp yurdumuzun dört bir yanındaki meslektaşlarıyla kendilerini ilgilendiren konularda paylaşımda bulunabilir, özetle her bir meslektaşın katkısıyla oluşturulacak bilgi ve tecrübe havuzuna ulaşabilir.


Tüm meslektaşlara açık ve “ünvansız liderlik” yapılabilecek bu gibi ortamlarda herkes kendini daha rahat ifade edebilecektir. Bu yöntemle temsil sorunu da giderilecektir. Ayrıca bu forum platformunu sadece bir sorun taşıma aracı olarak kullanmak yerine elde edilen farklı deneyim ve tecrübeleri paylaşma ve fikir/bilgi alışverişinde bulunma aracı olarak inşa edersek meslektaşların kendi içerisinde kaynaşmasını ve bilginin de hızla yayılmasını sağlayabiliriz. Halihazırda mali müşavirler bağlı bulundukları odalarda ilgi duydukları alanlardaki komitelere üye olmakta, zaman ayırabildikçe komite toplantılarına katılmaktadır. Bu toplantılardan çıkan sonuçlar çok kısıtlı bir gruba dağıtılmakta, bilginin paylaşılarak çoğalması sağlanmamaktadır. Halbuki bahsedilen şeffaf forum platformu ile bu toplantıda gündeme gelip kararlaştırılan konular platforma da taşınırsa benzer konu hakkında platformda yorumlar alınabilir ya da bu konuyu araştıran diğer meslektaşlar kayda geçmiş görüşlere ulaşıp faydalanabilir. Özetle meslektaşların arasında birlik, bütünlük, uyum ve ahengi sağlayacak bir paylaşım platformuna ihtiyaç vardır. Herkesin en kolay, en hızlı ve en düşük maliyetle katılabilmesi için bunun internet tabanlı olması gerekir. Burada kurulan bağlar ardından düzenlenecek periyodik toplantılar, sempozyumlar, ortak komite aktiviteleri ile desteklenerek geliştirilir ve meslektaşlar arasında kapsayıcı bir bütünlük sağlanır.

Sonuç


Günümüzde muhasebe mesleğinin karşı karşıya olduğu temel sorunlarını üç temel başlıkta değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki mesleğin yalınlaştırmaya ihtiyaç duyulan süreçlerinin gözden geçirilerek iş ve özel hayat dengesi bozulmuş çalışanların hayatına dokunacak elektronik dönüşüm ve dijitalleşme ile mesleği daha nitelikli ve katma değerli hale getirebiliriz. İkincisi, çağı yakalamak ve güncel gelişmeleri takip edebilmek için sürekli bir eğitim döngüsü içerisinde olmak gerekir. Bunu içeren bir eğitim platformu dizayn ederek meslek mensuplarının her daim kendilerini güncel tutmasını sağlayabiliriz. Sonuncusu da kaybolmaya başlayan birlik ve bütünlüğümüzü yeniden kazanmak için çağa uygun iletişim kanallarını kullanıp bir şeffaf forum oluşturarak, meslektaşların kendi arasında herhangi bir farklılık gözetmeden iletişim kurması için gerekli aracı inşa ederek kendi aramızda birlik ve bütünlük sağlanabilir.

Özet olarak, bugün yaşadığımız her sorun aslında bizim için bir fırsatı da temsil ediyor. Belirtilen temel sorunları gidermek bizlere beraberinde fırsatları sunacaktır. Yaratılan sinerji ortamıyla diğer pek çok sorunun da giderilmesi kolaylaşacaktır.

Google adsense

Analytics