2016 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2016 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2017 Pazar

2016 Yılı Egzersiz Raporlaması

Geçen yıl başında “2015 yılı egzersiz raporlaması” adı altında bir blog içeriği hazırlayarak yıl içerisinde kaçgün spor yaptığımı ve her seferinde ne kadar kalori yaktığımı paylaşıp bir takım istatistikler sunmuşum. Bu içeriğin sonunda da “2016 yılında aynı planı sürdürüp sene sonunda da artık 2015 ile karşılaştırmalı tablolar hazırlamak gibi bir hedefim var. Umarım bu hedefe ulaşırım ve seneye bu dönem yine paylaşırım.” deyip konuyu kapatmışım.
Spor salonlarında fotoğraf çektirmeyi, paylaşmayı çok sevmesem de arşivimde salonda çekilmiş fotoğraflarım mevcut

İlgili içerik için:


Ne mutlu bana ki bu yıl da düzenli şekilde spor salonuna gitmeye vakit ayırabildim. Herşeyden ötesi, bunu kendime bir alışkanlık edindim. Ofisteysem öğle aramı salonda geçirmek benim için artık bir standart haline geldi. Aynı şekilde, yıl içerisinde eğitim, toplantı gibi sebeplerle otelde konakladığımda da spor yapma alışkanlığımı sürdürdüm. Fiziksel olarak sporun bana katkısı olduğuna kesinlikle inanıyorum, herşeyden önce çok çok uzun yıllar sonra ilk defa bu yaz sahilde tshirt’ümü rahatlıkla çıkarıp güneşlenebildim. Önceden göbeğim sebebiyle t-shirt adeta benim kalkanım gibiydi.


Peki bakalım bu yıl spor salonunda neler yapmışım?

Aylar
#Salona Gidilen Gün
#Yakılan Kalori
Ocak
16
4,946
Şubat
10
2,818
Mart
18
5,749
Nisan
14
4,329
Mayıs
12
3,201
Haziran
12
2,505
Temmuz
16
3,845
Ağustos
16
3,146
Eylül
14
2,982
Ekim
17
4,291
Kasım
17
4,619
Aralık
20
4,002
Genel Toplam
182
46,433

Temel bazı verileri geçen yıl ile kıyaslayacak olursak önümüze çıkan tablo ise şu şekilde:

2015
2016
Değişim
Egzersiz için spor salonuna gittiğim gün sayısı:
169
182
7.7%
Spor salonuna gittiğimde yaktığım ortalama kalori:
353
255
-27.8%
Bir günde salonda yakılan en çok kalori:
480
425
-11.5%
Spora salonuna en çok gittiğim ay:
Aralık
Aralık

Salonda en çok kalori yaktığım ay:
Nisan
Mart


Bu tabloya ilişkin rakamların arkasındaki gerçekleri de açıklamam gerekir. Öncelikle geçen yıla göre 13 gün daha fazla spora gitmiş olmak benim adıma çok sevindirici. Sadece mesai günlerinde spor salonuna gitme şansı olan biri olarak geçen yıla kıyasla yaklaşık %8’lik artış bence tatmin edici. Kabaca yılda 52 hafta ve 260 iş günü var desek. 15 iş günü iznimi, yaklaşık 10 gün de resmi tatillerini düşsek, geriye 235 gün kalır. 235-182=53 gün de benim toplantımın olduğu, hasta olduğum, misafirimin olduğu günlerle açıklanabilir. Tabloda değişimin düşüş gösterdiği konularla ilgili ise şunu söyleyebilirim; bu yıl belli bir kiloya düştükten sonra almış olduğum geri bildirimlerle biraz daha kardiyonegzersizlerinden ağırlığa yönelmem söz konusu oldu. Bu da makinalarda hesaplanabilen kalori yakımlarından ağırlık kaldırarak yırtılmaya çalışılan kaslara bir kayış olduğunu göstermektedir. Bunun fiziksel olarak gözükmesi için ise biraz daha zamana ve özveriye ihtiyacım olduğunu da kabul etmem gerekir.

2016’yı bu şekilde geride bıraktım. Bu yazıyı bloguma eklediğimde 2017 de yakacağım kalorileri takip edeceğim Excel dökümanını hazırlayıp yakılacak kalorileri takip etmeye hazır olacağım. Bakalım seneye bu dönemde karşılaştırmalı tablolar yapmış olacağım egzersizlere yönelik neleri gösteriyor olacak?

26 Aralık 2016 Pazartesi

2016 Biterken

Bir yıl daha geride kalırken artık yeni yıl heyecanı iyice zirveye çıkıyor. 1 Ocak’ta büyüsü biter mi derseniz bence büyük olasılıkla o gün ya da ertesi gün yine sıradanlaşacak, bahsettiğim büyünün yerini günlük telaşeler alacak. Ama yine de yeni yıl bir şekilde sahip olduğu büyü ile yılın bu son günlerini heyecanla geçirmemizi sağlıyor. Mesela yeni bir defter ile başlayacağım yeni yıla, aylar önce aldığım parfümü de yeni yılda açacağım, hatta diş fırçamın başlığı da ay başında geldi ama onu da yeni yılın ilk gününde değiştirmeyi planlıyorum.

Yeni yıl için böyle ufak tefek planlar yaparken kafamda yeni hedefler, gönlümde yeni istekler var tabii ki. Yazarak bunların gerçekleşmesi için enerji yaratabilirim ama şimdilik bu konuda yazdıklarımı ya da yazacaklarımı buradan paylaşmak yerine kendime saklayacağım. Ancak 2016’nın bana öğrettiklerinden bahsetmeden edemeyeceğim.

Bu yıl dost bildiklerimi tanımam, kaybetmem için tecrübe kazandığım bir yıl olarak aklımda kalacak. İnsanlara güvenimi kaybettiğim, kırıldığım, üzüldüğüm, geçmişte “bence” güzel anılar biriktirdiğim kişilerin hayatımdan çıkıp gidişlerini şaşkınlıkla izlediğim bir dönem oldu ki adeta sudan çıkmış balığa döndüm. Belki uzun uzun yazılacak ya da yüzlerine söylenecek iki çift lafı buraya da taşımak lazım ama vicdanım o kadar rahat ki sonucun değişmeyeceği durumlar için çaba harcamaya değmez diyorum ve şu an dinlemekte olduğum keyifli müziği herhangi bir şekilde gölgede bırakmak istemiyorum.

2016’nın ileride oğluma anlatabileceğim nitelikte geride bıraktığı bir konu da 15 Temmuz’daki darbe girişimi ya da o dönem sıklıkla telaffuz edilen adıyla kalkışma idi. Sıradan bir Temmuz Cuma akşamında Okan’ın uyumasını takiben TV ve sosyal medya şeklinde salonda takılırken birden olaylar patlak verdi ve gece yarısı TRT’de darbe açıklaması, Tayyip Erdoğan’ın facetime ile Cnn Türk’e bağlanması ve camiden yapılan duyurular sıradışı bir tecrübe idi. Bakalım yıllar yıllar sonra o gece yaşananlar ve yaşanamayanlar Türkiye için nasıl yorumlanacak, hep beraber göreceğiz.

Bu yılın güzel yanları da vardı pek tabii ki. Mesela Marmaris’te yaptığımız tatil… Özellikle kalbimizi fetheden Selimiye’nin o sakinliği ve huzuru. Pek bi hoştu. Ne yalan söyleyeyim bu satırları yazarken bir mola alıp booking.com’dan Selimiye’de yeniden bir tatil için ne kadar bütçe ayırmak lazım bakmadan edemeyeceğim.

Dipnot: Yukarıdaki son paragrafı yazdıktan sonra o akşamı booking.com ve etstur sitelerinde tatil planları yaparak geçirdim, ardından hafta sonu geldi, onu doğum günüm takip etti. Doğum günümü kutladığım bu günün akşamında ise yatağımda biraz vücudum kırgın, boğazım yanarak bu satırları yazıp, biliyorum biraz havadan kalacak bu final paragrafı toparlıyorum. 2016’yı geride bırakıp, 2017’de yaşayacağımız güzel deneyimlere odaklanıyorum. Şimdi sessizlik lütfen…

25 Kasım 2016 Cuma

Binek Araçta Yeni ÖTV Oranları

Bir süredir binek araçlardaki ÖTV oranlarının değişeceği konuşuluyordu. 24 Kasım'da Bakanlar Kuruluna değişiklik için yetki verildi ve 25 Kasım sabahı Resmi Gazete'yi kontrol ettiğimizde karşımıza yeni oranlar çıktı.


Özellikle yıl sonunda firmaların en rekabetçi fiyatlarını sunduğu ve satış hedeflerine ulaşmak için müşterilerini cezbettiği içinde bulunduğumuz dönemde kafalar bir hayli karışacak. Çünkü yeni sistem ÖTV matrahında bayinin yapacağı indirimle uygulanacak ÖTV oranında ciddi değişiklikler getirebiliyor. Kararın yayımlandığı sabahın 6'sında bu konuyu kendimce kıyaslayarak ele aldım ama Türk halkı bu konuda daha çok yorum ve dahiyane fikir üretir.

Bazı Mal ve Hizmetlere Uygulanan Katma Değer Vergisi Oranları ile Özel Tüketim Vergisi Oranlarının Yeniden Belirlenmesi Hakkında Karar'a göre oluşan karşılaştırmalı tablo aşağıdaki gibidir:

87.03 GTİP numaralı mallar 24.11.2016 tarihi itibarıyla 25.11.2016 tarihi itibarıyla
Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü geçmeyenler 45% 60%
Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü geçen fakat 2000 cm3'ü geçmeyenler     
Elektrik motoru da olanlardan elektrik motor gücü 50 KW'ı geçip motor silindir hacmi 1800 cm3'ü geçmeyenler 45% 60%
Diğerleri 90% 110%
Motor silindir hacmi 2000 cm3'ü geçenler     
Elektrik motoru da olanlardan elektrik motor gücü 100 KW'ı geçip motor silindir hacmi 2500 cm3'ü geçmeyenler 90% 110%
Diğerleri 145% 160%
Yukarıda belirtilen vergi oranları 25.11.2016 itibarıyla aşağıdaki şekilde uygulanır.
Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü geçmeyip;    
ÖTV matrahı 40.000 TL'yi aşmayanlar için   45%
ÖTV matrahı 40.000 TL'yi aşıp 70.000TL'yi aşmayanlar için   50%
Motor silindir hacmi 1600 cm3'ü geçen fakat 2000 cm3'ü geçmeyenlerden;    
ÖTV matrahı 1000.000 TL'yi aşmayanlar için   100%
Elektrik motoru da olanlardan elektrik motor gücü 50 KW'ı geçip motor silindir hacmi 1800 cm3'ü geçmeyenlerden;    
ÖTV matrahı 50.000 TL'yi aşmayanlar için   45%
ÖTV matrahı 50.000 TL'yi aşıp 80.000TL'yi aşmayanlar için   50%
Elektrik motoru da olanlardan elektrik motor gücü 100 KW'ı geçip motor silindir hacmi 2000 cm3 ila 2500 cm3 arasında  olanlardan ÖTV matrahı 100.000 TL'yi aşmayanlar için   100%

7 Ağustos 2016 Pazar

Shoe Dog - Nike'ın Hikayesinden Kendime Dersler

Bu yaz için okunması gereken “business” kitapları listelerinin birinde Shoe Dog’u görüp, nedir ne değildir diye detaylı incelediğimde Nike’ın sahibi Phil Knignt’in anı kitabı olduğunu görünce, sevdiğim ama hikayesi hakkında hiç bir şey bilmediğim bu marka ve arkasında yatan muhtemel bir başarı hikayesi için kitabı edinme kararı aldım. Ardından, bu aralar telefonumda kullandığım “goodreads” adlı uygulamada okumakta olduğum kitaplar listesine bu kitabı eklerken aslında kitabın sadece önerilmekle kalmadığı bir hayli de beğenildiğini hem notundan hem de yorumlarından farkettim. Yaklaşık 760 sayfalık kitabı bitirince de kendim için aldığım notlarla birlikte bir değerlendirme yapmak istedim.

Bir kere daha önce hakikaten hakkında hiç bir şey bilmediğim Phil Knight’i çok sevdim. Sanırım bunda en önemli faktörde onun da benim gibi PwC adlı denetim firmasından geliyor olması önemli faktör oynadı. Bununla birlikte bir ortak noktamız daha var; o da bazı konularda tepkisini koymakta benim gibi zorlanıyor ve susarak, tepkisizlikle konuya cevabını veriyor. Şirketin kuruluş aşamalarında kendisine çalışanlarından gelen talepkar postalara cevap vermemesi hayır diyememesinin en basit örneği, ama o sorun yaşamamak için, hayır yerine susmayı tercih etmiş. Daha önce hayır diyebilme konusunda okuduğum bir kitapta eğer kolay hayır diyemiyorsanız, evet demek yerine susun deniyordu, Phil de bunu başarıyla uyguluyor. Ama Phil’in de gayet dik bir duruş sergileyip “hayır” demeyi bildiği noktalar da var; ilk aklıma gelen, yine benim mesleki tecrübemle yakın olmasından ötürü, şirketine verilen yüklü gümrük vergisi cezası için idari makamlara sonuna kadar itiraz etmesi, hakkını aramak için her türlü araştırma ve girişimde bulunması yazdığı başarı hikayesi için de dönüm noktası oldu.

Kitapta hikayesini yıl yıl anlatması çok hoşuma gitti. Olayların ardı ardına tarihsel olarak devam etmesi kendimi hikayenin içinde hissetmemi sağladı.

Hacettepe Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okurken bölüm başkanımız yazın mutlaka biyografi ya da otobiyografi okumamızı önerirdi ve kişilerin yaşanmış hikayelerinden kendimize çok iyi dersler çıkarabileceğimizi söylerdi. Son 2-3 yıl içerisinde okuduğum kitaplardan Steve Jobs ve Alex Ferguson’dan bu bağlamda güzel şeyler edindiğimi düşünürken, bu kitap ta kesinlikle fayda açısından (oto)biyografilere  ve anı kitaplarına önem vermemi sağlayacak cinsten oldu.

İngilizce olarak okuduğum kitaptan hoşuma giden bazı alıntılar yaptım. Aşağıda da bunların bir kısmına kısa yorumlar yaparak içselleştirmek istedim. Bakalım ileride bu notları okuduğumda neler düşüneceğim…

Bu arada kitabı okumayı düşünenler için, kesinlikle tavsiye ederim. Özellikle girişimcilik konusunda cesarete ihtiyacı olanlarla, çok paraya sahip olunca hayatın nasıl değiştiğini merak edenler için güzel ipuçları içeriyor bu kitap…

Ayrıca kitabı ve Phil Knight için ekşi sözlükte yazar hash browns'un yazdıkları da şu şekilde:

"1964'te şirketini kurduğunda pazar bu kadar büyük değildi. spor ayakkabılar genelde sporcuların kullandığı ekipmanlardı. Harcanabilir gelir ve boş zamanın artması, spor yapma alışkanlığının yaygınlaşması, spor aktivitelerinin ticarileşmesi ve küreselleşmesi, reklam, tasarım ve konfora yapılan yatırımlarla spor giyimin günlük kullanımının artması pazarı büyüttü. phil knight bu trende katkıda bulunarak hem de bundan faydalanarak büyük bir global marka ve şirket yarattı. Başından beri spor ayakkabıların iyi satacağına ilişkin güveni tamdı. japon onitsuka'nın distribütörlüğü ile başladığında, pazarda talebin arzdan fazla olduğunu görüyordu. bu güçlü talebi karşılamak için şirketin bilançosunu zorlamaktan çekinmedi. yüksek büyüme oranlarını devam ettirebilmek için tedarikçi ve banka fonlamasını sonuna kadar kullandı. ilk on yıl hep likidite sıkıntısının içinde oldu. bir kaç kez iflasın eşiğinden döndü. Likidite sıkıntısını aşmak için bulduğu yollardan biri perakendecilerden geri ödemesiz ön sipariş almak oldu. bunun karşılığında %7 iskonto verdi. perakendeciler başta buna yanaşmasa da ürünlerin rağbet görmesi kabul etmelerini sağladı. bu program halen kullanılıyor. Önceki iş tecrülerinden kurumsal hayattan lezzet almadığını gördü ve etrafında da genelde o hayat tarzından sıkılan 'unemployable' kişiler toplandı. ilk yönetim kademesi bunlardan oluştu. dolayısıyla nike'ın kültürü de. En etkin pazarlama yöntemi sponsorluk anlaşmaları olduğu için sporcular ve kulüpler ile yakın ilişkiler kurdu. onlara daha bütüncül bir ürün desteği verebilmek için konfeksiyon tarafına da girdi. bu atılım aynı zamanda mağazalardaki raf alanını ve görünürlüğünü artırdı. Sıfırdan başladığı yıllarda pazarın en güçlü oyuncuları adidas ve pumaydı. şu anda ise nike'ın abd'deki pazar payı %21 adidas'ın ise %3.5. nike'ın global satışları 31 milyar dolar, adidas'ın 19 milyar dolar. utangaç bir girişimci için hiç fena değil. * yazdığı 'shoe dog' adlı kitaptan aklımda kalanlar. akıcı ve güzel bir anı kitabı. tavsiye ederim."
 
 
In the beginner’s mind there are many possibilities, but in the expert’s mind there are few. (ee ben bunu şöyle yorumluyorum; tecrübe bazı ihtimallerin aslında ihtimal dahilinde olmadığını görebilmektir.)

Like it or not, life is a game. Whoever denies that truth, whoever simply refuses to play, gets left on the sidelines, and I didn’t want that. (Hayatın oyun olduğunu kabul edersek acaba daha mı rahat davranız yoksa bu oyunu kazanmak için daha mı çabalarız?)

So that morning in 1962 I told myself: Let everyone else call your idea crazy . . . just keep going. Don’t stop. Don’t even think about stopping until you get there, and don’t give much thought to where there is. Whatever comes, just don’t stop. That’s the precocious, prescient, urgent advice I managed to give myself, out of the blue, and somehow managed to take. Half a century later, I believe it’s the best advice—maybe the only advice—any of us should ever give. (İnandığın yolda vazgeçmeden çalışmaya devam et dendiğinde kişisel gelişim kitabı mesajı gibi oluyor ama böyle gerçek bir başarı hikayesi ile süslendiğinde bu söz gerçekten “vurucu” oluyor)

Now, here, you see, it takes all the running you can do, to keep in the same place. If you want to get somewhere else, you must run at least twice as fast as that.

The man who moves a mountain begins by carrying away small stones.

A tiger hunts best when he’s hungry. (Gerçekten ihtiyacın olan şey için gösterdiğimiz performans sıradan şeyler için gösterdiğimiz performanstan her daim fazla oluyor, yoksa daha fazla havuçla mı doldursak dünyamızı?)

To study the self is to forget the self.

A wise man climbs Fuji once. A fool climbs it twice.

Happiness is a how, not a what. (Kısa ama net cümle; ne yaptığın ile nasıl yaptığın konusun şirketlerin performans değerlendirmesinde bile son derece önemli hale gelmişken mutluluğun da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatan Phil Knight’a teşekkürler)

Business is war without bullets.

Shoe dogs were people who devoted themselves wholly to the making, selling, buying, or designing of shoes.

It’s the Greek goddess of victory. (Nike’ın Yunan tanrıçası olduğunu da bu kitap sayesinde öğrendim)

Good news travels fast. Bad news travels faster than Grelle and Prefontaine. On a rocket. (Biz Türkçe’de kötü haber tez duyulur diyoruz, demek ki her kültürde olan bir şey bu.)

A race is a work of art that people can look at and be affected in as many ways as they’re capable of understanding.

I told them that this program, which we were calling Futures, was the future, for us and everyone else, so they’d better get on board. Sooner rather than later. (Ah şu türev ürünler, 2006’da yüksek lisans yaparken üzerinde ürün bile geliştirdiğim ama sonar hayatımda hiç karşıma çıkmayan türev ürünler, Nike’ın finansman sorunu için ilaç olmuş bile)

Don’t go to sleep one night. What you most want will come to you then. (Denemeye değer sanki ama o gece hangi gece acaba?)

No brilliant idea was ever born in a conference room, he assured the Dane. But a lot of silly ideas have died there, said Stahr. (Nedense ben de hem iyi yorumlarımı hem de sıra dışı fikirlerimi diğer insanlarla bir aradayken değil de kendimle başbaşayken vermişimdir)

Somebody may beat me—but they’re going to have to bleed to do it. (İddialı cümle…)

Nike was more than just a shoe. I no longer simply made Nikes; Nikes were making me. If I saw an athlete choose another shoe, if I saw anyone choose another shoe, it wasn’t just a rejection of the brand alone, but of me. (Son iki şirketimde bende de bu algı var, çalıştığım markaların ılımlı fanatiği oluyorum, ki sadece maaşlı çalışanım, Phil gibi şirketin kurucusu/sahibi olsam durum holiganlığa bile gidebilir)

Don’t tell people how to do things, tell them what to do and let them surprise you with their results. (Bu tavsiye çocuk gelişimi için de veriliyor, bakalım oğlumuz için ne kadar uygulayabileceğiz)

I let them be, let them do, let them make their own mistakes, because that’s how I’d always liked people to treat me.

Vastly trickier than how to get midsoles from Point A to Point B was the question of Son A and Son B, how to keep them happy, while keeping Son C, Nike, afloat.

There is no finish line. (Emekliliğe bakış açım…)

Beating the competition is relatively easy. Beating yourself is a never-ending commitment. (Yoksa tek rakibimiz kendimiz miyiz? Peki ya THY?)

He said going public wasn’t an option. It was mandatory. I needed to solve this cash flow problem, he said, attack it, wrestle it to the ground, or else I could lose the company. Hearing his assessment was frightening, but necessary. (Nakit sıkıntısı Phil’I çok yordu, ama borsaya açıldıktan sonra da kral oldu)

I recall thinking during one of my nightly runs: Everything is about to change. It’s just a matter of time. (Biz buna  kişisel gelişim kitaplarında “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” diyoruz)

Essentially the American Selling Price law, or ASP, said that import duties on nylon shoes must be 20 percent of the manufacturing cost of the shoe—unless there’s a similar shoe manufactured by a competitor in the United States. In which case, the duty must be 20 percent of the competitor’s selling price. So all our competitors needed to do was make a few shoes in the United States, get them declared similar, then price them sky high—and boom. They could send our import duties sky high, too. And that’s just what they did. One dirty little trick, and they’d managed to spike our import duties by 40 percent—¬retroactively. Customs was saying we owed them import duties dating back years, to the tune of $25 million.

Fortune favors the brave. (Kendi fikrini işi haline getirmeyi düşünen potansiyel girişimci bu cümleyi okuyup şirketin kuruluş işlemlerini başlatır, net…)

When you see only problems, you’re not seeing clearly.

I say by pure chance, but is it really? Am I allowed to think that some coincidences are more than coincidental? Can I be forgiven for thinking, or hoping, that the universe, or some guiding daemon, has been nudging me, whispering to me? Or else just playing with me? Can it really be nothing but a fluke of geography that the oldest shoes ever discovered are a pair of nine-thousand-year-old sandals . . . salvaged from a cave in Oregon? Is there nothing to the fact that the sandals were discovered in 1938, the year I was born?

To study the self is to forget the self. Mi casa, su casa

You measure yourself by the people who measure themselves by you.

Though we knew that much of the criticism was unjust, that Nike was a symbol, a scapegoat, more than the true culprit, all of that was beside the point. We had to admit: We could do better. We told ourselves: We must do better. Then we told the world: Just watch. We’ll make our factories shining examples. And we did. In the ten years since the bad headlines and lurid exposés, we’ve used the crisis to reinvent the entire company.

Change never comes as fast as we want it. (Ah bir de bana sorun, değişmesini istediğim şeyi kaç senedir bekliyorum bi bilseniz…)

When goods don’t pass international borders, soldiers will. (Küreselleşen dünyayı harika anlatan bir ifade…)

When it came rolling in, the money affected us all. Not much, and not for long, because none of us was ever driven by money. But that’s the nature of money. Whether you have it or not, whether you want it or not, whether you like it or not, it will try to define your days. Our task as human beings is not to let it. (Para sana hakim olmak için her şeyi yapar, dikkat!)

Luck plays a big role. Yes, I’d like to publicly acknowledge the power of luck. Athletes get lucky, poets get lucky, businesses get lucky. Hard work is critical, a good team is essential, brains and determination are invaluable, but luck may decide the outcome. Some people might not call it luck. They might call it Tao, or Logos, or Jñāna, or Dharma. Or Spirit. Or God. Put it this way. The harder you work, the better your Tao. And since no one has ever adequately defined Tao, I now try to go regularly to mass. I would tell them: Have faith in yourself, but also have faith in faith. Not faith as others define it. Faith as you define it. Faith as faith defines itself in your heart. (Şans faktörünü kabullenmek bir erdemdir, her şeyi şansa tabi ki bağlayamayız ama şansın etkili bir tamamlayıcı olduğunu ilk kez bu kitapta okumadığımıza göre bizim de kapımızı çalmasını, hatta kırmasını beklediğimizi haykırabiliriz)

Google adsense

Analytics