30 Ocak 2009 Cuma

Makarnanın Püf Noktası



Makarnayı severim, beni öğrencilik yıllarıma götürür. Yani aramızda "duygusal" bir bağ bulunmaktadır. Bununla kalmaz, makarnayı severek yerim. Hatta pilavdan daha çok sever, daha çok tercih ederim. Annemden de sıklıkla yapmasını isterim. Peki makarna yapımında püf nokta nedir? Elimizin altında bulunsun. İhtiyaç halinde blogu açar bakarız :)

Makarnanın püf noktası kaynar derecede bol su ve tuz! Bol suyun nedeni, nişasta miktarı çok fazla olan makarnanın az suda yapışacak olması; tuz ise lezzet için önemli. Taze makarna birazcık daha yapışkan olduğundan haşlanan suya yağ da eklenebilir. Ve makarnacıların en çok tartıştığı soru: "Haşladıktan sonra makarna sudan geçirilmeli mi?" Cevap veriyoruz; eğer makarnada İtalyanların 'al dente'sinin yani dişe gelen, birazcık diri bir lezzetin peşindeyseniz evet, makarna haşlandıktan sonra soğuk sudan geçirilmeli ki kendi ısısıyla kaldığı sürede pişmeye devam etmesin, yapışıp hamur olmasın. Hamur kalınlığına ve hamur özelliğine (taze, kalın, yağlı vs.) göre değişse de ortalama 8 dakika makarnanın pişmesi için yeterli olan süre.

Makarnanız hazır; şimdi bu lezzeti süsleme vakti. Farklı soslarla makarna sadece makarna olmaktan çıkar, her seferinde farklı bir yemek olur. Hangi sosun hangi makarnayla servis edileceği tamamen kıvam meselesi; geniş yüzeyli makarnalar sulu soslarla, spagetti gibi ince çeşitleri katı, taneli soslarla tercih edilmeli. Makarnayı sosu hazırladığınız tavada sosla karıştırmanız önemli bir detay; sos makarnaya iyice karışmalı!

16 Ocak 2009 Cuma

Maaş Bordrosu ve Ödenen Vergiler Üzerine

Yeni yılın ilk iş gününde ofisten çıkmadan önce hazırladığım yazım vergiportalının blog bölümünde yayımlandı, okuyamayanlar için blogumda da paylaşmak istedim:

http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=BlogDetay&Id=36

Ofiste her ayın ilk günü elimize maaş bordrolarımız ulaşıyor. Özellikle yılın son maaşını aldığımız şu günlerde içinde bulunduğumuz gelir vergisi dilimi sebebiyle maaşımız yüksek orandan vergileniyor. Benim gibi kariyerinin başında olan ve geleceği için birikim yapma zorunluluğu hisseden kişiler için aybaşları iple çekilen günler. Ancak aybaşı gelince maaş bordrosunda ödenen maaşımıza göre göreceli olarak yüksek olan o gelir vergisini görünce ister istemez o parayla neler yapabileceğimizi düşünüp üzülüyoruz.

Daha iyi bir dünya için devletin bizden vergi toplaması kadar doğal bir şey olamaz. Kişisel olarak bunu hiçbir zaman sorgulamadım da ancak vergi olarak alınan oran bir kurumun ödediği oran ile aynı olunca bu beni ister istemez "neden?" diye sorgulamaya itiyor. Böyle bir sorgulama içerisinde kişi vergi ödeme karar ve tercihini de sorguluyor.

Bende böyle bir sorgulama ruhu içerisindeyken hemen google da vergi psikoloji diye bir aratma yaptım. Bireylerin gönüllü vergi ödeme ve ödememe karar ve tercihlerini belirleyen başlıca sekiz faktör olduğunu gördüm. Bunlar Can Aktan Hocamız tarafından psikolojik, ahlaki, kültürel, kurumsal, dinsel, siyasal, idari-yönetimsel ve hukuksal faktörler olarak sıralanmış.

Bunlardan psikolojik faktörleri açıklarken, çok özet bir ifadeyle, vergileme ile algılama arasında çok yakın bir ilişki olduğu söylenmiş. Psikolojide algılama (perception) ya da çerçeveleme (framing) mevcut bilgi setimiz dahilinde karşı karşıya bulunduğumuz somut ve/veya soyut olayların ve nesnelerin farkına varma, zihnimize yerleştirme ve nitel ve/veya nicel olarak değerlendirme sürecidir.[1] Yine psikoloji bilimi açısından bireysel davranışın bir stimulus (uyarı) bir de response (karşılık) mekanizmasının işlemesi sonucu oluştuğunu söyleyebiliriz. Vergiye karşı gösterdiğimiz tutum ve davranışlarımız, çoğunlukla onu nasıl algıladığımıza bağlı bulunmaktadır.

İlgimi çeken bir başka açıklama isi ahlaki faktörleri anlatırken kullanılmıştı:

Ahlak, insan ilişkilerinde "iyi" ya da "doğru" veyahut "kötü" ya da "yanlış" olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade eder. Ahlak insanlararası ilişkilerde nasıl davranılması (ya da nasıl davranılmaması) gerektiğini gösteren kendiliğinden oluşmuş (spontan) ve hazır bir değer yargıları sistemidir. Başka bir tanımla, ahlak, toplumsal yaşamda, belirli kişi, grup ya da toplum için belirli zamanda ve belirli bir yerde geçerli olan (ya da geçerli olması beklenen) değer yargılarının, örf, adet, norm ve kuralların oluşturduğu bir sistem bütünüdür. Hiç şüphesiz bir toplumun ahlak normları ile vergileme arasında bir yakın ilişkinin mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Vergi ödemeyi bir ödev ahlakı olarak ele alan ve vergi kaçakçılığını ayıplayan ve kınayan bir toplumda bireylerin vergiye gönülü uyumunun kendiliğinden sağlanacağı söylenebilir.

Açıkçası en vurucu ve işlevsel açıklama ise kısa olmasına rağmen idari-yönetimsel faktörlerin anlatılmasında kullanılmıştı:

Genel olarak iyi devlet yönetimi (good public governance) ile vergiyi gönüllü ödeme arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.

Kanımca, kesinlikle vergiyi öderken çoğu birey/kurum buna inanarak ödeme yapmıyor. Dolayısıyla da vergi kaçırma ya da vergiden kaçınma yollarına gidiyor. Ancak bizim gibi geliri üzerinden vergi veren kişiler vergiyi öderken gönüllülük hususu olmadan ödese de vergiyi ödedikten sonra devlet yönetiminde iyilik seviyesinin yükseleceğini umarak vicdanını rahatlatıyor. Bize ilkokuldan beri anlatılan ödenen vergilerimizin bize yol, su, elektrik olarak geri döneceğini bilmek, maaşımızdan kesilen o paralarla alabileceğimiz pek çok şeyi göz ardı etmemizi sağlıyor.

Ödenen vergilerin iyi devlet yönetimlerine sebep olacağı ve bizlerin maaş bordromuzda o vergi rakamlarını gördüğümüzde sistemi sorgulamamıza gerek bırakmayacak günler dileğiyle…

12 Aralık 2008 Cuma

En Büyük Asker & Dost

5 ay 5 gün… Nasıl başlasam bilemiyorum, ilk defa senden bu kadar süre ayrı kalıcam kanka… Sensiz gececek olan 155 gün…Ama yok ya, sen ayın 1’inden itibaren asker sayılıyorsun, o halde 150’den bile az gün kalıyor sensiz. Bardağın dolu tarafını görmek bu olsa gerek…


Hani Yılmaz Erdoğan’ın bir sözü var ya, aynı öyle bir durumdayım: “Sen gittin ya şimdi her şey sana benzeyecek…” Her anı senle paylaşmaya çok alışmıştım kanka, yarın yola çıkmanla birlikte ilk defa senden 1 ay boyunca haber alamayacağım gerçeği içimi burkuyor şimdiden. Ben Beşiktaş’ın golünden sonra kimi arayıp “Nasıl goldü be!” diycem, işle ilgili canımı sıkan bişi olduğunda kim senin gibi beni bir anda kahkahalara boğacak… Of off…


Neyse biz önümüzdeki maçlara bakalım, sen bi git gel de sağsalim, seninle daha çok şeyler paylaşıcaz dostum, çok hem de çook…


Unutma ki sen ve Serkan bana babamdan yadigarsınız… Biliyorum ki beraber her şeyin üzerinden geliriz. Askerlik mi, aman, bi kaç beden eğitimi hareketi değil mi ki… Halledersin dostum!


Havalar ısınsın da Ankara’ya geleceğim uğruna, bilen bilir, pek az etmem Ankara’yı ama senin için çiğ tavuk bile yerim (iddialı açıklamalar-reklam kokan hareketler).
Ya ne alakaysa şimdi senin bize yemeğe geldiğin akşam kurduğun “bağ ortamı güzel olur” sözün aklıma geldi, umarım askerlikteki ortamda güzel olur ama bilirsin ben kıskanç adamım, oralarda arkadaşlık kur ama başıma yeni dostlar getirme :)


Şaka maka sonunda duygusal bir sonuç paragrafı yazmamak için elimden geleni yaptım. Ee artık finish çizgisini göreyim. Kankacım bir an önce sağ salim gidip gelmen dileğiyle. AEO (Allaha emanet ol – özellikle açıklama getiriyorum çünkü Serkan’ın ilk bu kısaltmayı kullandığı mesajdan sonra uzun bir süre kısaltmayı çözememiş, sonra aramıştım)


Finally, I want to emphasize that I will miss you so much my dear friend…


Best Regards...


PS1: İngilizce yazmam görgüsüzlüğümden değil duygularımı daha rahat ifade etmemdendir.
PS2: Ofiste olduğum için PC'deki en uygun fotoğraf olarak aşağıdaki fotoyu seçtim ;)

16 Kasım 2008 Pazar

Issız Adam ve Bende Bıraktıkları



Herkesin dilinde şu sıralar Issız Adam var. Ben de 15 Kasım'da Bursa Carrefour'da izledim. Çok beğendim ve çok etkilendim. Filmden çıktığımdan beri Amerikan filmleri içerisinde kala kala kendi özümüzde ne kadar güzel yapıtların olduğunu/olabileceğini unutmuşuz diyip duruyorum. Film 10 numaraydı bence, konu ilgi çekici, müzikler şahane... Yemekler de perde arkasından bir o kadar başarılı gözüküyordu.

Bursa'dan dönerken filme ait son derece güzel anılarla döndüm...

İlişki biter ama aşk kalır. Ya da ilişki de biter, aşk da... Geriye nefret kalır. Aşkın karşıtı nefret değil, kayıtsızlıktır. Aşıklar ayrılsalar bile birbirlerine kayıtsız kalamazlar. Issız Adam'ın finali bu çoğu zaman kaçtığımız, görmezden gelmek istediğimiz, bastırdığımız " bilgi "yle yüzleştiriyor bizi...

Issız Adam'ı seyrederken aklıma hep Fransızların o lafı geldi: "Aşk olağanüstü bir şeydir; siz bile kendinizi sevemiyorken, bir başkası sizi sever."

Aşk ihtiyaç duymasa da cinselliği sever. Ama cinselliğin aşkı sevdiği kuşkuludur. Bu popüler kültürün yalanıdır.

Trajik çember... Bir kez ipin ucu kaçmaya görsün; gelişen şefkat cinselliği; derinleşen cinsellik aşkı öldürür.

9 Kasım 2008 Pazar

Nostalji Zamanı

Uzun zamandır Beşiktaş'ım ile ilgili nostalji yapmamıştım. Bugün Sahilevleri'nde güzel bir kahvaltı sonrası kafamı boşalttıktan sonra evde SPK çalışmaya başlamadan önce Lig TV'nin sitesindeki BJK videolarını gezerken bu videoya rastladım. 100. yıldaki efsane kadromuzdan "psikopat" Ali Eren'in videosunu bulmak beni heyecanlandırdı. Hem de İstanbul yıllarımdan hatıra bir mekanı işletiyor olması hoşuma gitti. Arşivimde bulunsun istedim ve bloguma koydum. Tadını çıkaralım...

Google adsense

Analytics