20 Temmuz 2025 Pazar

Yaşanamayan Hayatlar ve Bir Temmuz Akşamı

Yolun gürültüsü, evin dağınıklığı ve kafamın içindeki karmaşa... Hepsi bir araya geldi bu sıcak Temmuz akşamüstü’nde. Çayımı yudumlarken, “Kimse okumazsa ileride ben okurum,” diye düşündüm. Belki de bu satırlar, kendime bırakacağım bir miras olur. Balkonda, tek başıma oturmuş yazıyorum. Yine Bursa Güzelyalı’dayım. Muhtemelen bu evde son kez kalem oynatıyorum. Haftaya taşınma telaşesi başlayacak. Hiçbir zaman bu tür işlerde lider olmadım; çarkın bir dişlisi olmayı tercih ettim. Yine üzerime düşeni yapıp sonra buralardan kaçmak istiyorum. Hem yoruldum hem bunaldım. Bünyem bir değişiklik arıyor artık.


Cuma akşamı, mesai sonrası evle ilgili işleri hallettikten sonra arabaya atlayıp biraz kafamı boşaltmak istedim. Her zamanki mütevaziliğimle... Migros’tan alınmış bir kutu bira, bir paket tuzlu fıstık. Polisleri ve aileleri rahatsız etmemek için sessiz bir köşe ararken, yol kenarında, kuytu bir ağacın altında farları kapatılmış bir araba. Radyoda mixlenmiş yabancı müzik, elimde telefonum, LinkedIn’de gezinerek haftanın yorgunluğunu atmaya çalışan ben... Hiç de fena gelmedi. Işın Karaca’nın dediği gibi: Yetinmeyi bilir misin?

Elim yüzüme gittiğinde bir haftadır kesmediğim sakallarımı hissediyorum. Yarın pazartesi. Kendime çeki düzen vermem gerek. Takvime göz attım; tatil dönemi olsa da toplantılar devam ediyor. Sabah hallederim, tatilden yemeyelim şimdi. Tatil demişken... İyi ki kışın yaz tatili için büyük beklentiye girmemişim. Yoksa bu kayıp yaz beni daha çok üzerdi. Sıcakta çalışmak, sosyal medyada arkadaşların gezdiğini görmek, eski yazlardaki rutinleri tekrarlayamamak... Bunlar yetmezmiş gibi hayallerimi gerçekleştirememek daha da zor olurdu.

Geçen yıl Temmuz ayında yaşadıklarım geldi aklıma. O zamanlar bugünkünden çok farklı gündemler vardı. Sabah yürüyüşlerinde kafama taktığım sorular: “Acaba olacak mı? Sözler tutulacak mı?” Ağustos’un ilk haftasında gelen mutlu haberle yerini rahatlamaya bırakmıştı. İnşallah bu yıl da hiç beklemediğim anda güzel gelişmeler gelir. Söz, seneye yine bu günlere memnuniyetle atıfta bulunurum.

O halde... Dertleri seçmeden, çekmeden; keyifle geçireceğimiz nice güzel günlerimiz olsun. Bu günlerin değerini bilelim. Anılar biriktirelim. Sonra “yaşanamayan hayatlar” konulu podcast’ler dinlerken kendimizi sorguladığımızda suçlu hissetmeyelim. Nasıl bağladım konuyu buraya ama...

Yürüyüş yolumun bir ucu

Yine aynı Cuma akşamı, arabada biraz takıldıktan sonra sorumlu bir içici olarak çöpümü attım, kulaklıklarımı taktım ve sahilde beş kilometre yürüyerek günün egzersiz hedefini tutturdum. Bana favori podcast’im Bu Mu Yani? eşlik etti. Son bölümün adı: Yaşanamayan Hayatlar. Denk gelen bölüm ve ruh halimin uyuşması, kendimi sorgulamam için güzel bir fırsat oldu. Cevabı buldun mu derseniz... Hâlâ arıyorum. Ama o arayış yolculuğunda olmak güzel. Özellikle sırtındaki teri hissediyorsan... 

Bu içeriğe ne kadar uydu bilemedim ama Galeri'de kalmasın istedim...


12 Temmuz 2025 Cumartesi

Idle Moments: A Quiet Pause in the Rush of Life


It’s been a while, I know. But finding time for myself again — even briefly — feels like a breath of fresh air. Life has been tangled lately, with family health concerns casting a shadow over our days. Yet here I am, sitting next to my son at a café across from the hospital on a Saturday, both of us quietly working, stealing a moment of peace. It feels like any second a phone might ring or an urgent email might arrive, cutting this moment short. So I write quickly, pouring out what’s been building up inside.

It’s mid-July, and I haven’t touched the sea yet. I usually have a summer ritual — a quiet coastal town, a few days of sun and saltwater — but this year, it’s hard to tell if that will happen. I used to think people who lived day-to-day were careless or unstructured. Now, I understand them. Life teaches you things. Sometimes gently, sometimes not.

Work has become a rhythm I know by heart. The topics change, the days shift, but the volume remains: over a hundred emails a day, most demanding action. I stretch my hours into early mornings and late nights, and even weekends become catch-up zones. I get things done, without letting anyone down.

And what about the life that slips through the cracks? You might ask. I choose not to dwell on it. I choose to be content with what I have. Just this morning, I opened a new spreadsheet and mapped out a plan — how much I could earn monthly from the funds and stocks I like, until year-end. That’s how I comfort myself. If tough times come (hopefully they won’t), I’ll have financial support. As for emotional support… we’ll see who’s there when the time comes.

There’s a quote I’ve been carrying with me lately:

If you’re healthy, you have many problems. If you’re not, you have only one.

That’s why, even when my inbox explodes, or someone pings me on Teams during a call, or asks for something urgently — I remind myself: these are problems worth being grateful for. I complete the task and move on. No overthinking. No heavy meaning (Did I really believe that? Hmm… questionable).

Last night, I told my son not to take everything people say to heart. Even if it hurts, it might mean nothing to the other person. You’re the one who ends up worn out. And I remembered how I used to do the same — get caught up in tiny things. Thankfully, we learn. Time, life, and experience teach us how to cope.


We change. We grow. We leave behind old habits and pick up new ones. I’ve always said I’m someone who finds joy in routine. And every time I step outside that routine, I remember its value. This morning, I returned to my long-paused weekend walks. Strolling by the water, listening to new podcast episodes — it felt good. Like a car that’s just finished a long journey, engine still running, catching its breath.


During the walk, I snapped a photo that took me back to childhood. I had a badge with that same character on it — maybe in kindergarten, maybe early school years. Now my son has left those days behind. Time slips through our fingers.

While waiting for the elevator at the hospital, my phone buzzed with a notification: my sleep patterns have shifted. No surprise there. With more hospital visits, longer days on my feet, and the constant balancing act between work and family, rest has quietly slipped down the priority list. I know it’s not sustainable. But instead of promising myself that “things will get better soon,” I’ve started embracing a different mindset — one that feels more honest, more grounded.

You can’t pour from an empty cup.”

That simple truth has been echoing in my mind lately. It’s a reminder that even in the middle of chaos, we need to refill ourselves — with rest, with quiet, with moments that belong only to us. Not because everything will magically fix itself, but because we deserve to feel whole even when life is messy.

And perhaps the best part? I can still write. Still share. Still connect.

If you’ve read this far, maybe you’re searching for your own idle moment.

When you find it, savor it.

Because life — real life — is hidden in those quiet pauses.

Rölantide Bir Hayat: Koşarken Durmayı Hatırlamak


Araya zaman girmiş olabilir ama yeniden kendime dönebilmek, iç sesimi duyabilmek ne güzel… Hayatın karmaşasında kaybolduğum bir dönemde, oğlumla bir Cumartesi günü hastanenin karşısındaki Starbucks’ta yan yana oturmak; bir yandan çalışmak, bir yandan kaçamak yapmak gibiydi. Sanki her an bir telefon çalacak ya da önemli bir e-posta gelecek ve bu an yarıda kalacakmış gibi… O yüzden hızlıca yazmak istedim, içimdekileri olduğu gibi.

Temmuz’un ortası geldi ama hâlâ denize giremedim. Her yılki Seferihisar tatilim bu yaz olur mu, bilmiyorum. Eskiden “günü yaşayan” insanları biraz dağınık bulurdum ama şimdi onları daha iyi anlıyorum. Hayat, insana her şeyi öğretiyor. Bazen de hatırlatıyor.

İş yoğunluğum artık hayatımın bir parçası. Günler değişiyor ama gelen e-postaların sayısı sabit: yüzü geçiyor. Çoğu da aksiyon istiyor. Sabah-akşam mesailer, hafta sonu telafileri derken işler tamamlanıyor ama… “Peki ya kaçan hayat?” diye soranlara cevabım net: elimdekine şükretmeyi seçiyorum. Az önce Excel’de yeni bir sayfa açtım; beğendiğim fon ve hisselerle yıl sonuna kadar ne kadar getiri elde edebilirim, onu hesapladım. Kendimi böyle avutuyorum. Zor günler gelirse (umarım gelmez), en azından kenarda bir maddi destek olur. Manevi destek içinse… O zaman geldiğinde kimler yanımda olacak, göreceğiz.

Bu aralar aklımdan çıkmayan bir söz var:

“Sağlığın yerindeyse birçok sorunun vardır. Ama sağlığın yerinde değilse, sadece bir sorunun vardır.”

İşte bu yüzden, beni çıldırtan e-postalar, Teams mesajları, call’lar arasında gelen talepler… Hepsi aslında şükredilecek dertler. Tamamlayıp devam edeceğiz. Takılmadan, çok anlam yüklemeden (yazar buna inandı mı? – şüpheli).

Dün akşam oğluma, ilişkilerde insanların her söylediğine takılmaması gerektiğini anlatırken, yıllarca ben de ne çok şeye takıldığımı fark ettim. Neyse ki insan öğreniyor. Zaman, hayat ve deneyimler birleşince her şeyle başa çıkılabiliyor.


Tabii bu süreçte değişiyoruz da. Gelişiyoruz. Yeni alışkanlıklar ediniyoruz. Ben, rutini içinde mutlu olanlardanım. O rutinin dışına çıktığımda, değerini daha iyi anlıyorum. Bu sabah, uzun süredir pas geçtiğim sabah yürüyüşlerine döndüm. Deniz kenarında yürümek, sevdiğim podcast’lerin yeni bölümlerini dinlemek… İyi geldi. Uzun yol yapmış bir aracın rölantide çalışması gibi, ben de kendime geldim.


Bugün hastane asansöründe telefonuma bir bildirim geldi. Uyku sürem azalmış. Evet, farkındayım. Sağlıksız. Ama bazen hayat seni öyle bir noktaya getiriyor ki, öncelik sıralaman değişiyor. Ayakta kalmak, işleri yürütmek, sevdiklerine destek olmak… Hepsi bir arada yürümeye çalışıyor. O popüler videodaki adamın dediği gibi:

“Şu olaylar bi’ bitsin, düzelicez inşallah.”


Ama belki de mesele, olayların bitmesini beklemek değil. Belki de mesele, olayların tam ortasında bile kendine küçük bir alan açabilmek. Bir kahve molasında, bir yürüyüşte, bir podcast’in yeni bölümünde ya da çocukluğundan gelen bir rozetin hatırasında… Hayatın rölantide çalıştığı o anlarda, kendini yeniden bulabilmek. Çünkü zaman geçiyor, çocuklar büyüyor, alışkanlıklar değişiyor. Ama içimizdeki o küçük “ben” hâlâ orada bir yerlerde, hatırlanmayı bekliyor.

Ve belki de en güzeli şu: Her şeye rağmen, hâlâ yazabiliyor olmak. Hâlâ anlatacak bir şeyler bulmak. Hâlâ bir yerlerde birileriyle bu satırlarda buluşabilmek. Eğer bu yazıyı buraya kadar okuduysan, belki sen de kendi rölanti anını arıyorsundur. Bulduğunda, tadını çıkar. Çünkü hayat, tam da o anlarda saklı.

16 Haziran 2025 Pazartesi

Time to Slow Down: Sleeplessness, Responsibilities, and Upcoming Summer


Sometimes I wonder what it would be like to sleep a full 8 hours. Tonight is another one of those nights where that thought made me open a blank page... After days of following the same routine, late hours at work, and growing exhaustion, I finally came close to sleeping like a “normal person” last night. I didn’t quite get there—but there’s hope. Maybe this time, I’ll do something just for myself.

Lately, my social media feed is filled with content about the harms of poor sleep. That triggered something inside me:
It’s time to do something for myself.

And that’s when I realized—I haven’t really done anything for myself in a long time. No writing, no walking, not even a basic cardio workout.

Writing, for instance, used to help. I’m grateful that my recent posts received such kind feedback. But lately, even writing has become a luxury. With Nilgün away in Bursa, I’ve been in full-time “dad mode.” I’ve put off walks and workouts just to make sure Okan isn’t home alone. I know it’s just a phase. Things will change. They always do. One step at a time…

This summer looks like it will be shaped by family health matters. We’ll be spending a lot of time in hospitals and clinics—taking care of our elders. With that kind of schedule, even the idea of a vacation feels tiring. But still, a short break during my one-week annual leave sounds like something to hold on to.

Mid-June is here, school’s out, and my mind naturally drifts toward the summer house. But this year, I know we’ll spend less time there. Maybe it’s not about the quantity—but the quality. Our parents need us more than ever. The roles are changing—now it’s our turn to support them. I just hope they live long, happy, healthy lives.

As I write this, Okan is beside me, constantly asking, “What are you writing, Dad?”
And as I read my sentences out loud, I realize—I’m passing on more than just thoughts. I’m unintentionally passing on this adult stress too. But maybe it’s not a bad thing. Maybe part of growing up is learning how to deal with life’s tough sides—not just the fun ones.

But enough adult talk…
This week, I’m taking Okan to Hupalumpa.
Some fun, some laughter, some time to just be kids again.
And I’ll let him have the last word: “This is so lame, Dad. We don’t have to go.” :)



 

 

15 Haziran 2025 Pazar

Yavaşlamak Gerek: Uykusuzluk, Sorumluluklar ve Yaklaşan Yaz Tatili

Bazen sadece şöyle bir 8 saat uyuyabilsem nasıl olurdu diye düşünüyorum. Bu gece yine o düşünceyle açtım boş sayfayı… Günlerdir aynı yolu gidip gelmenin yorgunluğu, üstüne eklenen fazla mesailer derken, nihayet dün gece “normal insanlar” gibi uyudum ve başarabilirsem bu akşam daaynı başarıyı elde etmeye biraz daha yaklaştım. Henüz hedef gerçekleşmedi ama bir umut: Belki bu kez kendim için bir şey yapabilirim.


Son zamanlarda sosyal medyada sıkça karşıma çıkan “az uykunun zararları” temalı içerikler iyice tetikledi bu düşünceyi. “Kendim için bir şey yapayım” dedim içimden… Ve o anda fark ettim: Kendim için uzun süredir hiçbir şey yapmamışım. Ne yazmak, ne yürümek, ne de basit bir egzersiz…

Yazmak mesela, iyi geliyor. Ne mutlu ki son yazdıklarım güzel geri dönüşler aldı. Ama bu aralar yazmaya bile zor vakit buluyorum. Nilgün’ün Bursa’da olmasıyla beraber “anne-baba” modunu tamamen açtım. Okan evde yalnız kalmasın diye yürüyüşleri, iş yerindeki spor salonunu bile erteledim. Ama biliyorum ki hiçbir şey sonsuza kadar sürmez; bu şartlar da değişir elbet. Yola devam…

Bu yaz, sağlık gündemiyle geçecek gibi görünüyor. Aile büyüklerinin sağlık durumları nedeniyle sık sık hastanelere gitmek, tedavi süreçlerinde yanlarında olmak önceliğimiz. Hal böyle olunca yaz tatili fikri bile yorgun hissettiriyor. Ama bir haftalık yıllık izinde “biraz olsun kopabilir miyim?” düşüncesi az da olsa heyecan katıyor.

Haziran’ın ortasında, okullar kapanırken zihnim yine yazlığa gitme hayali kuruyor. Fakat bu yaz, yazlıkta daha az kalacağımız belli. Deniz ve güneşin tadını eskisi kadar çıkaramayacağım. Belki de mesele nicelik değil, niteliktir. Aile büyüklerimizin bize daha çok ihtiyacı var artık. Roller değişti; artık onlar değil biz destek oluyoruz. Allah onlara uzun ve sağlıklı ömürler versin.

Bu satırları yazarken Okan yanımda, sürekli “ne yazıyorsun baba?” diye soruyor. Cümleleri yüksek sesle okurken fark ettim ki, aslında tüm bu gündelik stresi zaten farkında olmadan ona da aktarıyorum. O ise, bir çocuk olarak bu yüklerin neresinde olmalı? Belki de hayatın sadece güzel taraflarını değil, zorluklarını da tanımak onun için bir tür öğrenme süreci.

Ama yeter bu kadar yetişkinlik... En iyisi bu hafta Okan’ı Hupalumpa'ya götürmek. Biraz çocuk olmak, biraz oyun, biraz kahkaha… Hayatın keyifli taraflarını da göstermek gerek. Ama son cümle ondan gelsin:

“Bu ne baba ya, çok saçma, gitmesek de olur.” :) 

-----------------------------

Uykusuzlukla başa çıkma

Ebeveynlikte denge

Yaz tatili planlarıAile desteği

İş-yaşam dengesi

Yazmak terapidir

Çocukla kaliteli zaman

Hupalumpa etkinlikleri

Anne-baba olmak

Yıllık izin önerileri

Google adsense

Analytics