Sene başında eğitim kataloğunda ismine
ve hedef kitlesine göre eğitimlere göz atıp seçtiğim iki eğitimden ilki Hikaye Anlatıcılığı
eğitimiydi. Tadı damağımda kalan bu eğitim sonrasında davet edildiğim ikinci eğitim
Geri Bildirim Atölyesi oldu. Nedir bu “Geri Bildirim Atölyesi” eğitimi
derseniz, katalogdaki ifadelerle size yardımcı olabilirim:
İşimizi ve birbirimizi
geliştirmek için geri bildirim almayı ve vermeyi günlük hayatımızın bir parçası
ve doğal rutini haline getirmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu program katılımcıların
ekipleri ve diğer paydaşlar ile etkileşimlerinde, etkin geribildirim alma ve
verme konularında gelişmesini sağlamak ve kritik iletişim ortamlarının etkin
olarak kurgulanması ve yönetilmesi için gereken ipuçlarını tanıtmak üzerine
kurgulanmış bir programdır.
Neden Katılmalıyım?
- Toplantıları, spontane geri bildirimleri ve düzenli birebirleri; katılımcı, değer veren, geliştiren, zoru başarmaya teşvik eden ve yetkilendiren bir şekilde yapabilmenin yollarını öğrenmek istiyorum
- Beklentiler üzerinde el sıkışmak ve etki alanımdaki kişilerin performansını başarıya ve sonuca yönlendirebilmek üzere geribildirim ve gelişim diyaloglarını kurgulayabilmek istiyorum
- Geri bildirim konusunda uzmanlaşabilmek için kendi güçlü yönlerimi ve gelişmeye açık alanlarımı keşfetmek istiyorum
İşte bu amaçla 24 Ekim 2019 sabahı
İzmir’den İstanbul’a eğitim için yola çıktım. Hiç alışık olmadığım bir sürprizle
sabah evden çıkmadan önce, 5’i 10 geçe gibi Türk Hava Yolları’ndan aldığım SMS
ile irkildim. Üst üste attıkları iki mesajla uçuşumun iptal edildiğini ve
detaylar için müşteri hizmetlerini arayabileceğimi yazmışlardı. Ev halkını
uyandırmadan dışarı çıkıp aradım, motor arızası olduğunu ve seçeceğim bir başka
seferle uçabileceğimi söylediler, neyse ki sorunsuz bir şekilde bunu da deneyimledim
ve tam zamanında eğitime katıldım.
Eğitimi Management Centre
Türkiye (MCT)’den Gözde Berber Özbalaban veriyordu. Kendisinden 2017 yılında da
bir eğitim almıştım ve o dönemden beri kendisini sosyal medyadan takip ettiğim
için adaptasyonla ilgili hiç sorun yaşamadım. Zaten kendisi ortamı o kadar iyi
kontrol ederken katılımcılara öyle paylaşımcı bir ortam yaratıyor ki herkes eğitim
esnasında kendine bir konfor alanı buluyor. Bu izlenimimi pekiştirecek cinsten ifadeleri
MCT websitesinde Gözde Hanımın paylaştığı aşağıdaki cümlelerde de buldum:
"Kariyerim boyunca mesleğim ile
ilgili öğrendiğim en değerli bilgi, organizasyonlarda hayal edilen değişimin,
ancak insan faktörünün kalbine ve yüreğine dokunulduğunda hayata geçebileceği
gerçeği oldu. Şirketler, sürekli gelişim ve pozitif değişim yolculuğunda
ilerlerken ‘insan’ faktörünün resimdeki asıl kahraman olduğunu unutmamalılar.
Bu inançla, birlikte yol aldığım organizasyonlarda en önemli hedefimi,
‘insanlara’ dokunabilmek ve organizasyonların gelecek resmini güzelleştirmek
olarak tanımlıyorum.”
 |
Eğitim öncesi; tüm şartlar verimli bir eğitime hazırdı... Sahiden... |
Eğitim esnasında içselleştirdiğim
önemli kazanımlar olurken, özellikle not alıp sonra geriye dönüp tekrar
üzerinde düşünmek istediğim bazı konular oldu. Bunlardan biri Motivasyon 3.0’dı.
Daniel Pink tarafından öne
sürülen Motivasyon 3.0 sisteminde 3 ana unsur söz konusu. Bunlardan ilki
özerklik, bunun açılımı kendi hayatlarımızı yönetme becerisi. İkincisi
üstünlük, bir bakıma önemli olan konularda her zaman daha iyi olma isteği.
Üçüncüsü ise amaç, bunun anlamı da yaptıklarımızın aslında bizden de büyük
anlamlar içeriyor olması. Farkında olsak da olmasak da ortaya koyduklarımızla
bir şeylere hizmet ediyor, bir ihtiyacı karşılıyor ya da bir değişimi
yaratıyoruz.
Çalışan motivasyonunu ve
verimliliğini yükseltmek isteyen şirketlerin Motivasyon 3.0’ın üç ana unsuruna
dikkat etmesi gerekiyor. Bu üç ana unsur konusunda da kendilerine şu soruları
sormalılar: “Çalışanlarımız işlerini nasıl, ne zaman, nerede ve kimle
yapacakları konusunda yeterli kontrol ve özgürlüğe sahip mi?”, “Çalışanlarımıza
düzenli olarak yaptıkları işi daha iyi yapma konusunda fırsat veriliyor mu?”,
“Çalışanlarımız yaptıkları işin ne kadar önemli olduğunu, dünyayı ya da
yaşamları anlamlı bir şekilde değiştirmeye katkıda bulundukları duygusunu
yaşıyorlar mı?” Eğer bir şirket bu adımları atıp her bir soruya çalışanları
adına “evet” yanıtını verebiliyorsa o zaman çok verimli ve cazip bir iş alanı
yaratma konusunda iyi bir yolda demektir.
Eğitimde incelediğimiz konulardan
biri de Duygusal Zeka idi. Daniel
Goleman, Duygusal Zeka kavramını sunduğundan beri IQ ve EQ arasında gidip
geliyoruz. Ama aslında bilinen şu ki seçim yapmak zorunda değiliz hatta bu
kavramlar birlikte işlevsel olduğunda bireyin hayat kalitesi yükseliyor.
Duygusal zeka kuramı 4 temel
kavram üzerine odaklanır. Birincisi “Öz Farkındalık” yani bireyin duygularının
farkında olabilmesi. Çünkü duygularımızın farkında olabilirsek nasıl
davranacağımıza karar vermek daha da kolaylaşır. İkinci kavram “Öz Denetim”;
duyguları, düşünceleri ve davranışları organize etmeye yarar. Üçüncü kavram
“Sosyal Farkındalık” bireyin kendine odaklanması kadar çevresinin de farkında
olmasının önemini vurgular. Son olarak “İlişki Yönetimi” kavramı ise kendisinin
ve çevresinin farkında olan bireyin sosyal ilişkiler kurması ve devam ettirmesi
için gerekli becerileri kapsar.
Bu kavramları biraz açmak için
yaptığım araştırmada 4 temel kavramı oluşturan bileşenleri şu şekilde buldum:
1. Öz Farkındalık:
a) Duygusal öz farkındalık:
Kendi duygularını okuyup etkilerini fark etmek; kararlara rehberlik etmek için
“altıncı hissini” kullanmak.
b) Doğru öz değerlendirme:
Sınırlarını ve güçlü yanlarını bilme
c) Özgüven: Öz değer ve
yetenekleri konusunda sağlam bir anlayışa sahip olmak.
2. Öz Denetim:
a) Öz Denetim: Rahatsız edici
duygu ve dürtülerini denetim altında tutmak
b) Saydamlık: Dürüstlük ve
karakter bütünlüğü; güvenilirlik
c) Uyumluluk: Değişen durumlara
uyum sağlama ya da engellerin üstesinden gelme esnekliği
d) Başarma Dürtüsü: Performansı
arttırma arzusu
e) İnisiyatif (girişimcilik):
Eyleme geçip fırsatları yakalamaya hazır olmak
f) İyimserlik: Olayların iyi
yönlerini görmek
3. Sosyal Farkındalık:
a) Empati: Başkalarının
duygularını sezmek, bakış açılarını anlamak ve endişeleriyle etkin bir biçimde
ilgilenmek.
b) Kurumsal farkındalık:
Gündemi, karar mekanizmalarını ve kurumsal politikaları okumak.
c) Hizmet uyumu: Takipçi,
müşteri ya da tedarikçilerin gereksinimlerini fark etmek ve karşılamak
4. Sosyal Beceriler:
a) Başkalarını geliştirme:
Geribildirim ve rehberlikle başkalarının yeteneklerini pekiştirmek.
b) Liderlik: Cazip bir vizyonla
yol göstermek ve şevk vermek.
c) Etki (Başkalarınca sözü
dinlenilir olma): Çok çeşitli ikna taktiklerini kullanmak.
d) İletişim (Bağlar kurmak): Bir
ilişkiler ağı kurmak ve sürdürmek.
e) Değişim katalizörlüğü: Yeni
bir doğrultuda başlangıç yapmak, değişimi yönetmek ve önderlik etmek.
f) Çatışma yönetimi:
Anlaşmazlıkları çözmek
g) Takım çalışması: İş birliği
yapmak ve takım oluşturmak.
Eğitimde ele aldığımız bir başka
konu ise Transaksiyonel Analiz’di. 1950’lerde Eric Berne isimli psikolog
tarafından temeli atılan bu kavram şöyle der: İnsanda 3 benlik hali vardır:
“Anne-Baba” benlik durumu
(Ebeveyn egosu)
“Yetişkin” benlik durumu
(Yetişkin egosu)
“Çocuk” benlik durumu (Çocuk
egosu)
“Ebeveyn” benlik durumunu, bir
kişiye tavsiye verirken, korumaya kollamaya çalışırken, eleştirirken, kısacası
bir ebeveyn gibi davranırken kullanırız. Buna bir nevi, kendi ebeveynlerimizden
öğrendiklerimizi kullanıp uyguladığımız halimiz diyebiliriz.
“Yetişkin” benlik durumunu, karşımızdakiyle
bir konuyu tartışırken duygusal olmadan, akılcı ve mantıklı olarak, problem
çözmeye çalışırken kullanırız. Bu benliğimiz plan program yapan, ne harcadığını
ve ne kazandığını düşünüp planlayarak hareket eden halimizdir.
“Çocuk” benlik durumu ise,
kişiliğimizin en çocuksu yönünü yansıtır. Nasıl bir çocuk karnı acıktığında
hemen yemek ister, bekleyemez, duygularını erteleyemez; aynı şekilde
isteklerimizin bir an önce olmasını isterken bu benliğimizi kullanırız. Ya da karşımızdakine, tıpkı suçlu bir çocuk
gibi boyun eğerken, onun taleplerini ve öğütlerini kabul ederken. Ya da
otoriteye karşı çıkarken örneğin, özgür ve asi bir çocuk gibi davranırız.
Bu konuları değerlendirdikten,
bir başka deyişle geri bildirim konusuna direk girmeden önce temeli
oluşturup artık kullanılmaması gereken hamburger modelinden ve
bu modelden neden vazgeçildiğinden bahsettik.
Geribildirim sürecinde hassas
bir denge var. Hamburger modelinde ilk önce geri bildirim vereceğimiz kişinin
iyi yaptığı şeyleri belirterek başlarsınız, arada eksik yanlarını uygun bir
dille anlatıp/eleştirip son kısımda yine iyi yaptığı noktaları belirterek/överek
bitirirsiniz. Böylece geri bildirim alan kişi hem eksiklerinin farkına varır
hem de iyi yaptığı şeylerin takdir edilmesi onu rahatlatır ve daha çok çalışmak
için motive olur. Ancak değişen jenerasyonda artık geri bildirimi alan negatif
noktaları göz ardı edip olumlu noktalara konsantre olduğu için bu yöntem artık
amacına hizmet etmemektedir.

Artık insanlardan anlamlı
geribildirimler almak, vermek ve bunların ileride de sürmesini sağlamak için, D2E2
diye kısaltabileceğimiz Durum-Davranış-Etki-Eylem adlı yeni modelin
kullanılması önerilmektedir. D2E2 modeli insanlara, algıları yapılandırmaları
için bir çerçeve sağlar. Sizin spesifik ve yararlı geribildirimlere ulaşmanıza
ve karşınızdaki kişinin de bunu güvenli bir biçimde yapabilmesine olanak verir.
D2E2 modeli, performansınıza ilişkin algıyı dört parçaya böler: Önce durumun,
sonra sizin davranışınızın, ardından bu davranışın orada hazır bulunan diğer
insanlar üzerindeki etkisinin betimlenmesi ve gerekli eylemin alınması.
Durum: Söz konusu davranış nerede ve ne
zaman meydana geldi? ("Bu sabahki personel toplantısında"; "Ayşe
ile yaptığımız toplantıda.")
Davranış: Değiştirilmesi ya da
iyileştirilmesi gereken özellikler, gözlemlenebilir eylemler, sözel ve sözel
olmayan davranışlar hangileriydi? ("Daha sözünü bitirmemişken Ayşe’nin
görüşlerini eleştirdin ve söylediklerine pek de değer vermediğini beden
dilinle belli ettin.)
Etki: Bu davranış ne gibi sonuçlar
doğurdu? Başka insanlar üzerinde nasıl bir etki uyandırdı? Onlarda ne gibi
düşünce ya da duygulara yol açmış olabilir? Bu davranış etkin bir davranış mı?
(" Ayşe’nin söylediklerinde haklı olabilecek yanlar vardı, ama sen onu
sonuna kadar dinlemedin. Ayrıca bu davranışınla oradaki diğer insanları da
fikirlerini söylemekten alıkoydun.")
Eylem: Sahne sizin, artık dönüşümü
gerçekleştirme ve alınan geri bildirim doğrusunda hareket ederek ortaya eylemi
koyma zamanı.
Geribildirimle ilgili şunu
belirtmek lazım; pratiğiniz arttıkça geribildirim istemek ve almak sizin için
daha kolay bir işe dönüşecek, etrafınızdaki insanlar bu sürece daha sıcak
bakmaya başlayacak ve aldığınız geribildirimler hem profesyonel hem de kişisel
yaşamınızda size daha büyük ödüller getirecektir.
Eğitmenimiz Gözde Berber Özbalaban’ın
da belirttiği gibi en iyi geri bildirim tekniği “sahicilik”tir. Sahici olmak
demek, insanın her düşündüğünü, “hiç yutkunmadan” söylemesi ya da bulunduğu
ortamı hiç dikkate almadan aklına estiği gibi davranması değildir elbette. Bir
insanı sahici kılan, bir maske arkasına gizlenme gereği duymamasıdır. Şeffaf
olmak, olduğu gibi davranmak, aslında en akıllıca tutumdur.
İşte bir eğitim ve ardından
bende bıraktıkları (Gözde Hanım'ın tabiriyle "tikveşlisi" yani en kaymaklısı") ve araştırmaya yönelttiği konularla yazıya dönüşen çıktısı.
Bir de bu eğitim özelinde değil ama genel olarak gelişim yolculuğumuzda Gözde
hocamızın okumamızı önerdiği kitapları da şuraya bırakayım ki “ne okusam ki?” diyenlere
bir faydam olsun.