31 Aralık 2011 Cumartesi

Ve Bir Yıl Daha Geride Kalır


Hatırlıyorum da, son postumu atarken artık daha sık blog yazacağımdan bahsetmiştim o keyifli Pazar günü… Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. İşler yılsonu sebebiyle öyle bir yoğunlaştı ki, akşamları sadece ölü gibi TV’nin karşısında biraz yatabildim, sonra hemen uyku vakti geldi.

Bu yoğun dönemde 2 güzel olay gerçekleşti. Birincisi Nilgün’ün işe girmesiydi. 3 aylık arama süresinden sonra neyse ki hayırlısıyla yeni yılın ilk iş gününde yeni işine başlayacak. Evimize yakın olması da çok isabetli oldu.

Diğer güzel olayda doğum günümdü. Nilgün’ün iş için gerekli belgelerini topladıktan sonra bu yılki ikinci Swiss maceramız kapsamında yediğimiz keyifli akşam yemeği ile günü finalize ettik. Artık doğum günlerinde SMS’ler yerini facebook mesajlarına bırakmış. Sağolsun arkadaşlarım duvarıma güzel dileklerini iletmişler. Sadece “like it” yapma fırsatım oldu. İlk fırsatta bir teşekkür yayınlamam gerek.

2011 evlendiğim yıl olması sebebiyle unutulmaz bir dönüm noktası oldu. Bakalım 2012 de beni neler bekleyecek. İçimde güzel hisler var, hadi hayırlısı!

27 Kasım 2011 Pazar

Ne Var Ne Yok?

Çok uzun oldu bu ayrılık farkındayım. Çok fazla yaşanmışlık birikti ona da kabulüm. Ama benim de bir “excuse”üm var. O da hayatımda yaşadığım “evlilik” gibi sıradışı bir tecrübe sonrası ve hatta öncesi blogumla yeterince haşır neşir olamamış olmam. Günün sonunda yine bloguma birşeyler aktarmak için buradayım. O halde başlıyoruz….

Öncelikle bugün bu yazıyı yazıyor olmam da en etkili faktör izlemeyi az önce bitirmiş olduğum filmdir: Julia ve Julie. Hemen bir özet copy paste’leyelim (İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalarda hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor. İki gerçek hikayeden yola çıkan film, farklı zaman dilimlerinde yaşayan ve kendi zaman dilimlerinde benzer mücadeler vermiş olan iki kadının hikayesini merkez alıyor. Zaman ve mekan olarak ayrı olsalar da hayatları iç içe geçen bu iki kadın, bizlere tutku ve cesaretle herşeyin başarılabileceğini gösteriyor.)

2 saatlik bu film, ki benim 2 saatlik filmi evde tek günde izlediğim çok ama çok nadirdir, eşimle keyifle izlendi. Her ne kadar romantik komedi olmasa, hatta erkeklerin ilgisini çekmeyen yemek konusu üzerine kurulu olsa da filmi başarılı buldum ve severek sıkılmadan izledim. Filmdeki genç karakterin blogu sayesinde kavuştuğu ün de beni motive etti ve bu satıraları yazıyorum. Motivasyondan bahsetmişken, blogum sayesinde üzlü olmak gibi bir derdim yok. Hatta o trenin kaçtığının farkındayım (bknz: Pucca şimdi milyonları sayıyor bense ay sonuna kalan günleri) Şaka bir yana halimize şükür, keyfimiz yerinde. Parmaklarımın ucunda “brand new” Vaio’m var. O kadar yeni ki daha şarj bile edilmedi, pilini kutusundan bile çıkarmadım hatta.

Biricik eşim Nilgün'le geçtiğimiz hafta Pazartesi günü, evet evet izinliydim, kendimizi şımartıp istediğimiz teknolojik oyuncaklarımızı aldık, sonra da feribotla üçkuyulardan bostanlıya geçmeyi planladık. Arabanın içinde oyuncaklarımızla ilgilenirken vakit hızla geçti ama yol bir türlü bitmedi, neden hala Güzelyalı açıklarındaydık? Çünkü feribot bozulmuştu, evet bu da başıma geldi, hem de solumdaki 20’lik dişimi aldırmaktan 1 saat önce. Arkadan gelen feribota halatlarla bağlandıktan sonra bostanlıya oradan da dişçiye hızlı bir geçiş yaptık.

Dişçi serüvenimizde en önemli raund dün akşamdı. Hem eşim hem de ben dün akşam 2 tane daha 20’liğe elvada dedik. Benim böylece 3 tane 20’lik gitmiş oldu. Biri operasyonla alındığı için dikişli falan ciddi bir işlemle bünyemi bir hayli sarstı. Şöyle ki dün gece yatakta 2 saat bekleyip uyuyamadıktan sonra evde tek başıma odaları gezmeye, daha sonra mutfak penceresini açıp kafamı dışarıdaki soğuğa uzatıp ağrının geçmesini bekledim. Hiçbiri çare olmayınca Nilgün’le Okan Bayülgen izlerken uykuya dalmışım. Sabah yedi gibi uyandım, ki bu yaklaşık 5-6 saat uyku demek, benim için yeterliydi.
Şimdi closing’i minimum diş ağrısıyla geçirip önüme beyaz bir sayfa açmak istiyorum. Bu sayfa için yeni yıl da güzel fırsatlar sunacak diye inanıyorum. Artık bu ortamdan gelişmeleri paylaşırım.

Herkese elektrikli günler …

PS. Anlayan anladı :)

21 Ağustos 2011 Pazar

EUCA - Excel Deyip Geçmeyin

Finans ve muhasebe alanında çalışan herkes gün içerisinde en az bir Excel dosyası açıp, bu dosyada çalışıyordur diye düşünüyorum. Sözkonusu bu çalışmalar sonucu atılan muhasebe kayıtları ve yapılan analizler şirketi finansal tablolarına direk etkisi olabilicek sonuçlar içerir. İşte bu noktada, kullandığımız Excel dökümanlarında ne kadar güvenli çalıştığımız konusu çok önemli bir hal alıyor.

Bu haftasonu End User Computing Application (EUCA) Controls adında web tabanlı bir eğitim aldım. Eğitimde Excel ve Access dosyalarının finans personeli için ne kadar hataya açık bir alan olduğu ve ne gibi kontrol mekanizmaları geliştirilmesi gerektiği anlatılmış. Çalıştığım firmanın eğitim sayfasına girdiğimde (GM University) bu eğitimin şu an en popüler eğitim olduğunu görmek konunun önemini gösteriyordu.

Eğitimde bir de örnek olay verilmiş. Bu olay öylesine masumane bir hatayı anlatıyordu ki hepimizin başına gelebilir diye kaleme dökmek istedim. Özetlemem gerekirse…

Firmanın muhasebe personelinden bir tanesi tedarikçilerin avans ödemelerinden sorumlu. Çalışmalarını Excel tablolarında hazırlıyor ve muhasebe kayıtlarını da bu çalışmalara bağlı olarak atıyor. Bir gün işlerini daha da kolaylaştırmak için kullanmış olduğu Excel dosyasının bir kopyasını yine dosyanın orijinal ismine çok yakın bir isimle kendi masaüstüne kaydediyor ve içindeki formülleri güncellemeye başlıyor. Ancak öemli bir iş yükü olduğu içi çalışmayı sonlandıramadan kaydediyor. Olacak oluyor ve bu kişi birkaç gün sonra hastalanıyor ve işe gelemiyor. Şef, avans ödemesinin yapılacağı o gün çalışmayı bir başka muhasebe çalışanının yapmasını istiyor. O kişi arkadaşının bilgisayarını açıyor, masaüstünde kolaylıkla dosyayı buluyor, dosyanın tarihine bakıp güncel olduğunu görüyor ve üzerinden çalışarak ödemeleri yapıyor ve ilgili kayıtları atıyor. Tüm bu işlemler gerçekleştikten sonra aslında üzerinde çalışılan dosyanın henüz draft halde olduğu öğreniliyor ama iş işten geçmiş oluyor.

İşte bu gibi risklerle karşılaşmamak için kullanmış olduğumuz Excel dökümanlarına birden fazla kontrol mekanizması kurmalı, formülleri olabildiğince basitleştirmeli, manuel girişleri azaltmalı, serverda çalışmalı ve her zaman bir önceki çalışmanın üzerine yazmak yerine yeni bir dökümanda çalışarak olası bir hatada kurtarma şansımızı yükseltmeliyiz.

Hepinize güvenli çalışma ortamları dilerim…

19 Haziran 2011 Pazar

OPC Experience

Babalar gününü minimum duygusallık, maksimum hızla geride bırakıyorum. Sabah 10'da Çeşme'ye Insignia OPC'yi test etmeye arkadaşlarımla (Erdem, Mümin, Ahmet) gittik. Bilen bilir, öyle hızlı arabalara çok merakım yoktur. Belki de bugünden itibaren "yoktu" demem daha doğru olur. Çünkü bu araç bambaşka. 325 beygirlik güç, 4*4'le birleşince gayet canavar bir araç ortaya çıkmış. Yolu tutuşu, frenlerde duruş zamanlaması, ve hızlanması beni fazlasıyla tatmin etti. Parkurdaki 3 turun tadı damağmda kaldı.

Günün geri kalanı da oldukça güzel geçti. Sağolsun Şirket'imiz çalışmış, hazırlanmış. Emeği geçen herkese buradan teşekkürler. Çayların da şirketten olmasıyla birlikte oldukça doyurucu birgün geçirdik. Havanın da güzel olmasıyla birlikte denizin ve güneşin tadını çıkardık. Ve tabii ki Çeşme'den ayrılırken yenilen kumru ve dondurma ile Çeşme'nin hakkını vermiş olduk.

Bugüne ait bir hatıra karesi ile blogumuzu renklendirelim:

18 Haziran 2011 Cumartesi

Pascal - Helal Olsun Sana!

Pascal için ne yazsam az vallahi. Ben böyle mütevazi bir ünlü ne gördüm, ne duydum. Adam, 13:00-17:00 arası Kipa Balçova'da Coca-Cola'nın sponsorluğunda kasada durup alışveriş yapanlarla fotoğraf çektirdi. Herkesle konuşmaya çalıştı, herkese güleryüzüyle ilgi gösterdi.

İlk fotoğraf çekilirken anneme sempatik hareketler yapıp, "çok tatlısın" dedi. Beraber fotoğraf çektirdiğimizde ben ona İngilizce teşekkkür ederken o bana Türkçe "ben teşekkür ederim" dedi. Ufak ama bizim gibi duygusal Türk insanını son derece mutlu eden jestler sergiledi.

İlk iki fotoğrafı çektirdikten yaklaşık 1 buçuk saat sonra onu bahçede dinlenirken gördük. Fotoğraf çektirmek istediğimizde hiç problem etmedi, anneme de bana da sarıldı, hatta bununla kalmadı, annemin önce elini öptü, sonra yanaklarını öptü.

İşte bunun için "Çok Sevdik Be Abi!"





Google adsense

Analytics