23 Nisan 2019 Salı

İstanbul Gezimiz - Nisan'19

Aralık ayının 30. günüydü. 2019 için ilk tatil planımızı yapıp İstanbul için uçak bileti alıp, Romanya’dayken otelde kaldığım 4 hafta sayesinde birikmiş olan puanlarımı kullanarak otel rezerve etmiştim. Planımız şöyleydi: 20 Nisan Cumartesi sabahı makul bir saatte İstanbul’a uçuyorduk, 22 Nisan Pazartesi akşamı da geri dönüyorduk. Böylelikle bir gün izin kullanarak dört gün tatil yapabileceğim bir dönemi ailemle İstanbul’da kafa boşaltarak geçirebilecektim.

Sonuç kadar sürece de önem veren bir yapım olması sebebiyle, benim için aradaki o dört aylık süreç yoğun çalıştığım yılın ilk çeyreğinde benim için motive edici, hatta kamçılayıcı bir unsur olmuştu. Sadece benim için değil, oğlum Okan için de aynısı geçerliydi. İlk kez kumbarasını aktif şekilde kullanıp para biriktirdi. Oyuncak alma amacındaki Okan kumbarası ağırlaştıkça daha mutlu oluyordu. Bir de odasındaki büyük takvimde 20 Nisan’a özel sticker yapıştırıp O da kendince geri sayım yapıyordu.

Neyse ki her şey yolunda gitti ve 20 Nisan’a kazasız belasız ulaştık. Gerçi ilk planımızdan bir sapma olmuştu, dönüş biletimizi Atatürk Havalimanı’ndan olacak şekilde planlamıştık ancak Pegasus’tan Şubat ayında gelen bilgilendirme ile uçuşumuzun 3. Havalimanı’na alındığını öğrendik. Açıkçası 6 Nisan’da kullanılmaya başlanan yeni havalimanı hakkında olumlu ve olumsuz onca şey duyup okuyunca insan merak ediyor, o yüzden bunu da bir fırsat olarak gördük.
Havaalanı'na ulaştık!
Fotoğraf yanıltmasın, Okan son derece rahat
Bu yazıyı bir gezi yazısından ziyade daha çok aile içi bir hatıra yazısı olarak düşündüğüm için şimdi İstanbul’da geçirdiğimiz 3 günü anlatacağım. İlgi çekmeye bilir, peşinen uyarayım, ancak benim ve ailem için hatıra niteliğindedir. Bilirsiniz, “yazı kalır”.

20 Nisan sabahı, seyahat heyecanından olsa gerek, kurduğumuz saatler daha çalmadan uyandık. Hazırlıklarımızı tamamlayıp önce bizim Cafe Blue’da İzmir klasiği simit peynir çay ile kahvaltımızı yapıp ardından Mavişehir İzban durağına arabamızı park edip havaalanına gittik.  Yanlış saymadıysam 22 duraklık yolculuğumuzun sonunda keyifler oldukça yerindeydi. Güvenlik kapılarından geçip uçağımıza alındıktan sonra belirtilenden de önce bizi İstanbul’a ulaştıran pilotumuz sayesinde İstanbul’a sorunsuz vardık. Okan’ın uçuş esnasındaki rahatlığı umarım sevgili eşim Nilgün’e de nasip olur deyip İstanbul maceramızla devam edelim.
İstanbul için enerji toplamak lazım
Hafta başından beri meteoroloji İstanbul için Cumartesi yağmur bildiriyordu, neyse ki indiğimizde yağmıyordu. Bavulumuzu aldıktan sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Havabus’a binerek Taksim’e gittik. Havaalanından ulaşımla ilgili dersimizi önceden çalıştığımız için bu aşama da planlandığı gibi geçti. Taksime vardıktan sonra taksiyle Maçka’daki AC Hotel’e varmamız da pek kolay oldu. Okan için ek bir yatak odamıza yerleştirildikten sonra odamız konaklamamız için hazırdı. Biraz dinlendikten sonra yürüyerek Nişantaşı Midpoint’te öğle yemeğimizi yiyip moralimizi ve enerjimizi iyice yükselttikten sonra taksiyle Kanyon’a geçtik. Okan’ın biriktirdiği paraların meyvesini alma vakti gelmişti. Kanyon’da oyuncakçı olarak çok alternatif olmasa da Lego Store olması bize yetti. Bu aralar Minecraft’a adeta takılmış olan Okan Minecraft temalı bütçesine uygun Lego görünce başka bir mağaza görmek istemese de çok ısrar ettiğimiz için Kanyon’un yanındaki Özdilek AVM’yi de hatırımız için gezdi. Sonuç değişmedi, yine Lego’dan Minecraft temalı oyuncağını aldı. 23 Nisan kampanyalarından faydalanarak araya bir lego da ben kattım ancak bu yazının yazıldığı an itibariyle o oyuncağı annesi için aldığımı düşünüyor, oyuncakta stok iyidir, her zaman lazım olabilir.
Lego Store Hatırası
AVM’lerde vakit geçirdikten sonra bir kez daha taksiye binip Maçka’ya doğru yol aldık. Maçka girişinde şoför “nerede ineceksiniz?” diye sorduğunda “AC Hotel” diye cevap verince birden bağırıp “söylesenize, Beşiktaş’tan girerdim” vesaire demeye başladı. Gezmek istediğimizi söyleyince “o zaman Maçka parkında gezin” deyip indirdi. Bu tavrına pek anlam veremedik ama garip bir hatıraydı, yazmak istedim. Parkın içinden geçip yokuşta aşağı inerek otele vardık. Dinlendikten sonra çevremizi bir de gece görmek için tekrar dışarı çıktık. İlk işverenim olan PwC’nin de ofislerinin bulunduğu BJK Plaza’nın önünden geçip Akaretler’de yürüyüp Beşiktaş çarşısına vardık. Akaretler’deki mekanların gece oldukça hareketli olduğunu imrenerek gözlemlesek de biz çocuklu bir aileydik. Eski dost Kızılkaya’larda dürüm dönerimizi yedikten sonra yürüyüşümüzü tamamlayıp odamıza çekildik.
Pazar sabahı Beşiktaş iskelede kahvaltımızı yaptıktan sonra Türk kahvesi ile taçlandırdıktan sonra soluğu Deniz Müzesi’nde aldık. Eğer denizciliğe merakınız varsa, gemi, tekne ya da tarih ilgi alanınıza giriyorsa, ya da çevrenizde ilgilenenler varsa mutlaka gidin ya da gitmesini önerin. Hem merkezi konumu ile ziyaret etmesi çok kolay, hem de içeriği ile gerçekten çok doyurucu bir müze. Giriş kişi başı 10 TL ve çocuklardan ücret alınmıyor. Burada megabyte’larca fotoğraf çektikten sonra Ortaköy’e geçtik. Ortaköy’de ilk önce Nilgün’ü uzun süredir sayıkladığı tekne ile boğaz turunu gerçekleştirdik. 1 saat süren tekne turu güneşli havaya rağmen üst katta beni üşütmeyi başardı. Okan’ın da aşağı inme isteği ile turun geri dönüş kısmını teknenin alt katındaki kapalı kısımda sıcak bir şeyler içerek geçirdik. Tekne turunu özellikle Arap turistlerin ve instagram profilini zenginleştirmek için bir araç olarak gören kızların tercih ettiğini gözlemledim. Yine de 25 TL’ye güzel bir aktiviteydi. Tekne gezisi sonrasında bir Ortaköy klasiği olan Ortaköy’de kumpir yedikten sonra (hayır, ben light tost yedim) Okan’ın dayanabildiği kadar yürüyüp bir taksiye binerek Bebek’e ulaştık. Bebek sahilinde Pazar’ın ve güneşin tadını çıkaran yüzlerce insanla beraber sahilde yürüyüş yaptıktan sonra molayı Divan Pastanesi’nde verdik. Güzel havayı fırsat bilen İstanbul’lular her mekanı doldurmuştu. Bizim bulunduğumuz yerde de Filiz Akın’ı dünya gözüyle görmek bize nasip olmuştu. Bebek’teki molamızdan sonra geri dönüş için yola çıktık. Arnavutköy’e kadar yürüdükten sonra Okan bize bomba haberi verdi: tuvaleti gelmişti. Sağda solda girebileceğimiz bir uygun mekanı bir türlü bulamayınca riski aldık ve bir inşaatın köşesinde pantolonunu indirdik. Neyse ki küçük tuvaletiydi ve etrafta kimsecikler yoktu deyip bu konuyu kapatıyorum. Sonra yola devam ederken taksi aramaya başladık fakat herkes aynı saatlerde evine dönmek isteyince bu bizim için hiç te kolay olmadı. Sıkışık Ortaköy trafiğinin ardından Beşiktaş’a ulaşıp otelimize geçtik.


Bebek'te keyifler her daim yerinde
Pazartesi günü, İstanbul’daki son günümüzdü. Sabah uyandıktan sonra otelden çıkış vaktimize kadar biraz dinlenip kafa boşaltmak istediğimiz için odada vakit geçirmeyi tercih ettik. Valizimizi otele emanet ettikten sonra Akaretlerden inip ağaçlı yoldan Vodafone Park’ın oraya yürüdük. Oradan bir taksiye binip Galata Kulesi’ne gitmek istediğimizi söyledik. Miting sebebiyle taksi şoförü bizi Galata Kulesi’ne bırakamasa da yakınına götürdü. Tarihi kuleye girmek için sıra bekleyen kalabalığı görünce vazgeçip önünde fotoğraf çektirip İstiklal’e yöneldik. Burada, Yapı Kredi Yayınevi’nden Okan’a kitap aldıktan sonra Beyoğlu çikolatası alıp yemek yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık. Hem doyurucu hem farklı bir yer olsun derken kendimizi İstiklal’i bir uçtan bir uca gezmiş ancak hala bir yer seçememiş olarak bulduk. Bunun üzerine daha önceki İstanbul ziyaretlerimizde Nilgün’le denediğimiz Münhasır Döner & Kebap’ta karar kıldık. Hem ücretsiz wi-fi hem de lezzetli İskender olunca Okan’ın da keyfi yerine geldi. Ankara günlerinden favori yemeğim olan Beyti’nin yanında çiğköfteyi götürünce İstiklal’in kalabalığında yorulmuş olan ben de kendime geldim. Karnımızı doyurduktan sonra İstanbul maceramıza başladığımız gibi bitişi de Nişantaşı’nda yapalım istedik. Yürüyerek Nişantaşı’na gelip bir şeyler içmek için caddede bir yere oturduk. Son saatleri de “yüksek sosyete” ile aynı atmosferde nefes alarak geçirdikten sonra otelden bavulumuzu alıp Beşiktaş İskele’den Havaist’e binip yeni havalimanının yolunu tuttuk.
Galata Hatırası

Son keyif anları

Her güzel şey biter, önemli olan güzel bitirebilmek
Yolculuk esnasında koca otobüs biz dahil toplam 6 yolcu ile gittiği için oldukça rahattık. Pazartesi akşamı saat 5’te binmemize rağmen yaklaşık 1 saatte havaalanına ulaştık. Büyüklüğü ve modernliği ile oldukça göz alıcı gözükse de hala eksiklerinin olduğunu gözlemlediğimiz (örneğin Pegasus deskleri) stratejik havalimanımızda 2 saat kadar takıldıktan sonra (beklemek demedim çünkü o kadar sıkıcı değildi) uçağımıza bindik. Maalesef bir 25 dakika kadar uçakla havaalanında gezdirildik ve ardından İzmir’e indik.

İşte bizim bu 23 Nisan tatilimiz her ne kadar 20-22 Nisan arasını değerlendirmiş olsak ta bu şekilde geçti. Biz İstanbul’u sevdik. Yani böyle beğendiğimiz yerleri gezince güzel, keyifli. Kendi yorar pek tabi ki her daim yaşayanını, o yüzden zaten pek çok kişi bir şekilde ondan kaçmak derdinde.

Ee Volkan, peki sen gezdiklerini ve aklında kalanları anlattın da, bu geziden kendi ilk üçünü yazacak olsan bunlar ne olurdu derseniz?
  • Bebek – Arnavutköy arasında çok güzel yaşanır, yaş alınır. Hele ki stres seviyesi yüksek bir işte çalışmıyorsan ve iyi kazanıyorsan, değmesinler keyfine…
  • Her şeyin en iyisinin İstanbul’da olduğuna iyice inanmaya başladım. (Özellikle Münhasır’da yediğim kebaptan sonra bu fikir iyice güçlendi)
  • Her taksiye binişimde “işler nasıl” diye sordum ve hep aynı kapıya çıkan cevabı aldım, şoförler işlerin iyi olduğunu, müşterilerin ve diğer insanların harcamalarını kısmadığını söylüyor. Bu ekonomi iyi anlamına gelmese de insanların standartlarını varlıklarıyla ya da borçlanarak sürdürdüğünü gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google adsense

Analytics