hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2022 Pazar

Çağıllı Plajından Magandalar Geçti

Okullar kapandı, ben de ailemle beraber Finike'de uzaktan çalışmaya başladım. Mesai bittikten sonra duruma göre plaj ya da yürüyüş ile kafamı boşaltıp, farklı bir yerde çalışmayı avantaja çevirmeye çalışıyorum. Geçen hafta (30 Haziran Perşembe akşamı) mesai sonrasında Çağıllı Plajına ailece gittik. Biz girerken iki araç çıkıyordu ve onların çıkmasıyla beraber plajı adeta kapatmışız gibi plajda bir tek biz kaldık. Plajda tek bir görevli vardı, hoş geldiniz dedi, plaj giriş bedelini ödedik ve yerimize geçtik. Müziğimizi açtık, sohbetimizi yaptık ve denize girdik.

Gittiğimizde Çağıllı aynen bu karedeki gibi sakindi
Biz denizdeyken siyah yeni bir BMW ile 4 adam geldi. Plaj görevlisi geldi, kişi başı giriş bedelini istedi. Adamlar "ne parası, yiyip içer parasını veririz" dedi. Plajda kimseler olmayınca biz denizde de olsak konuşmaları ve ifadeleri net duyup görebiliyorduk. Görevli yiyecek ve içecek bir şeyin olmadığını söyleyince, adamlardan biri "madem yiyecek, içecek bir şey yok, bi denize girer, para falan vermeden çıkarız" dedi. Bu tarz konuşma yapan birinin nasıl biri olduğunu siz de kafanızda canlandırmışsınızdır, bu tipte insanlara karşı görevli de uzatmadı ve "peki" deyip döndü yerine oturdu.

Onun maruz kaldığı bu tavra ben de üzüldüm ama elimden bir şey gelmedi. Çevrelerine zarar veren bu adamlar gidince biz de yeniden rahatımıza kavuştuk, biraz daha takıldıktan sonra havanın da kararması sebebiyle toparlanıp arabamıza yürüdük. O an görevli otoparkta hızlıca yanıma geldi, "kusura bakmayın, sizin de rahatınız kaçtı" dedi. Ben onun için üzülürken, o da bizim için üzülmüştü. Ve işin en acı yanı, o adamlar bu hal ve hareketlerinin başkalarını ne kadar olumsuz etkilediği konusunda bihaberdi.

"Maganda"lar malesef her yerde


5 Şubat 2018 Pazartesi

Bonus Card Kart Aidatı Nasıl Geri Alınır?

Takvimler 2017 yılı Kasım ayının son haftasını gösterirken Garanti Bankası Bonus kredi kartımın ekstresinde 104.50 TL’lik “yıllık üyelik bedeli” görünce duruma müdahale etme gereği duydum. Son yıllarda yoğunluktan üzerine pek düşemediğim kredi kartı aidatı ya da yıllık üyelik bedeli adı altında tarafımdan alınan bedelleri geri almanın zamanı gelmişti. Daha önce farklı bankalara karşı birçok kez başarıya ulaştığım gibi Garanti’den de yıllık üyelik bedelimi almıştım, şimdi bunu tekrarlamanın zamanıydı.



2014 yılına ilişkin başarı hikayem için:
2013 yılına ilişkin başarı hikayem için:

Yukarıda bahsettiğim yıllara ilişkin kart aidatlarını aldıktan sonra 2015, 2016 ve 2017 yıllarında olmak üzere tarafıma toplamda 285.50 TL yıllık üyelik bedeli yansıtılmıştı.

Bu tutarın iadesini istediğimi kendilerine açıkça ilettim ve "ne olacak bu kart aidatlarının durumu" diye sordum:
Aldığım olumsuz cevap sonrası ilk izin günümde ekstreler ve olumsuz cevap ile beraber soluğu İzmir Karşıyaka Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nde aldım. Başvurumu yaptım ve süreci beklemeye başladım. Bekleme süresi eskisine göre çok daha kısalmış durumda ve süreci e-devlet üzerinden de takip edebiliyorsunuz. Gerçekten büyük kolaylık.


Bu arada eğer Kaymakamlığa gitmekle uğraşmak istemezseniz oturduğunuz yerden başvurunuzu e-devlet üzerinden de yapabiliyorsunuz. Bu konuda hazırlamış olduğum içeriğe linkten ulaşabilirsiniz:
Dediğim gibi, süreç artık eskisine göre çok daha hızlı işliyor. E-Devlet üzerinden takip ettiğim süreç 27 Kasım 2017 tarihinde başladı ve 17 Ocak 2018 tarihinde karara bağlandı. 18 Ocak 2018 tarihinde de karar yazısı hazırlandı ve posta ile tarafıma 25 Ocak 2018 tarihinde tebliğ edildi. İşte karar belgesi:

Kararı aldıktan sonra twitter üzerinden Garanti'yeSor (https://twitter.com/GarantiyeSor) adlı Garanti Bankası twitter hesabına konuyu ilettim. Kararı banka şubesine teslim etmem gerektiğini söylediler. 2 Şubat 2018 günü kararı bankaya götürdüm, tarayıp Hukuk Birimlerine ilettiler. Aynı günün akşamı müşteri temsilcisi ile yaptığım görüşmede ödemenin onaylandığını, şubeye giderek muvafakatname imzalamam gerektiğini öğrendim. 5 Şubat 2018 tarihinde de şubeye gidip ilgili belgeyi imzaladım. Ardından twitter üzerinden gerekli işlemleri tamamladığımı ilgililere ilettim.


Bu mesajlar sonucunda da telefon ile bana ulaşan Garanti Bankası twitter ekibinden temsilci arkadaşımız kartıma iade işleminin gerçekleştiği bilgisini paylaştı. Kontrol ettim ve güzel haberi gözlerimle gördüm:

Demek ki neymiş, o kredi kartı üyelik bedelini bankalar istedikleri kadar yazsınlar, uğraşınca geri alınabilirmiş. Evet izin günümden kaybettim, yazıştım, telefonla konuştum, özetle vakit kaybettim ve yoruldum ama bugün bu yazıyı gururla hazırlayıp birilerine yol göstermiş olduğum için mutluluk yaşayabiliyorsam kazanan ben, kaybeden banka olmuş demektir. Ve buna kesinlikle değer…

Dilerseniz buradan Garanti Bankası'ndan 2019 yılında geri aldığım kart aidatıma ilişkin başımdan geçen tecrübemi de okuyabilirsiniz:

https://volkanyorulmaz.blogspot.com/2019/01/kredi-kart-uyelik-bedelimi-yine-geri.html

11 Ocak 2018 Perşembe

2005 Model Hayaller

Aşağıdaki yazıları bugün işten, yani Torbalı'dan Karşıyaka'ya dönerken paylaşmak istediğim bir eski fotoğrafın altına yazdım. Throwback gününde biraz eskilere ışınlanınca, fazlasıyla da duygusala bağladım. Neyse, herkesin instagrama erişimi olmayabilir diye buradan da paylaşmak istedim.

Ne çok seviyoruz unutmayı. Birilerini, yapılan iyilikleri... En çok da zamanın geçtiğini... Pek çok şey unutulur unutulmasına da, bazı hatıralar dipdiri kalır yüreğimizde.

Bu fotoğraf 2005 senesinden, üniversite son sınıftayım, bir kaç ay sonra mezun olacağım. Tek hedefim var, Sabancı'da MBA yapmak. Başvuru belgelerini hazırlayıp Ankara'dan İstanbul'a gelmiştim. Başvuru sonrasında mabedimizin çevresinde dolaşıp atmosferi kokladıktan sonra "geri döneceğim bir kaç ay sonra" diye içimden geçirmiştim. Çok şükür, Allah dualarımı kabul etti, o hayalim de gerçek oldu. Darısı şimdiki hayallerime...

Her şey bitse, tükense ya da öyle zannetsek; hayalleri kalmalı insanın. Belki de bu yüzden, "Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var." demiş Nilgün Marmara. Ne güzel demiş... Düşlerinizi incitmeyiniz. 


Sevgiler,



26 Kasım 2017 Pazar

İş Dünyasının Temelleri Üzerine Kısa Kısa


Kim övülmekten hoşlanmaz ki? Bunun cevabını herkes bilir ama pek az insan övmeyi tercih eder. Karşısındakinin, ya da şöyle de diyebiliriz "altındakinin" şımaracağından çekinir ve onun övülmeye layık olan işlerini ve yeteneklerini farketse de bunu dile getirmez.

İnsanlara gerçek liderlik yapmanın sırrı onları övmekte yatar. Samimi övgü insan yüreğini en iyi harekete geçiren şeydir. Hiçbir zaman unutma ki ödüllendirilen davranış tekrarlanır.

Halbuki kişi övüldüğünde illa ki yaptığı işte daha mutlu olur, daha motive bir şekilde aynısı tekrarlamayı hatta geliştirmeyi hedefler. Bu çabası da takımına, şirketine pozitif bir şekilde yansır.

Bakın bu konuda Goethe, “insanlara olmaları beklenen biriymiş gibi davranarak olabilecekleri kişi olmalarına yardım edin” demiştir.
 

Bir insana olduğu gibi davranan, öyle kalacaktır. Bir insana olabileceği ve olması gerektiği gibi davran, öyle olacaktır. (J.W. VON GOETHE)

İşteki başarının özü insanların yüreğiyle bağlantı kurmaktır. İnsanlarla ilişkin ne kadar derinse onlara yaptığın liderlik o denli etkili olacaktır. İnsanlar sana güvenmezse seni takip etmezler.

Bu noktada genelleme yapmaktan kaçıp, kendi tecrübemi paylaşmam gerekirse, özelimi paylaşabildiğim, kendimi açabildiğim yöneticilerime karşı hep daha yüksek bir güven hissedip takım ruhunu performansıma yansıtmayı başardım ve bu da ekip olarak daha iyi sonuçlar almamızı sağladı. Özetle iş dışında birşeyler paylaşabilmek, kısacası ilişkiyi "iş"ten öteye taşıyabilmek, ilişkiye derinlik katabilmek liderin ekibinden alacağı sonuca direk pozitif katkı sağlayacaktır.
Hayatta gerçekten başarılı olmanın en iyi yolunun gerçekten nazik olmaktan geçtiğini unutma.

Bazı sert tavırlar işin yapılmasını sağlayabilir, bazı kişilerce bu "otoriter" tavır sonuç odaklı bir izlenime de sebep olup pozitif algılanabilir. Ama tatlı dilin yılanı bile deliğinden çıkaracağını unutmamakta fayda vardır. Günün sonunda kalp kırarak yaptırılan bir işin orta ve uzun vadede getireceği negatif geri dönüşleri gözden kaçırmamak lazım. İnsanları kazanmak nezaketten geçer ve siz bir insanı kazandığınızda bir değil pek çok işi başarmış olursunuz.
Başarısızlık başarıya giden otoyoldur. Başarısızlık nasıl kazanacağını öğrenmekten ibarettir. Başarısızlıkta asla olumsuz ya da tenkit edici bir lisan kullanma. Azarlamak, insanları özel kılan yegane ışıklarını söndürür.

Nezaketi her an korumak ise asıl fark yaratandır. İşler yolundayken nezaket göstermek kadar işler iyi gitmediği anlarda da nezaketi korumak gerekir. Kriz anlarında nezaket sınırlarının aşılması sonrasında pek çok olumsuz sonucu da beraberinde getirir. Unutulmamalıdır ki, iş yapan kişi hata da yapar. Bu işin doğal bir sonucudur. Bu gibi durumlarda önemli olan gerekli dersin alınmasıdır. Hatayı yapan kişiyi sert bir dille eleştirmek o insanın yeteneklerinin körelmesine, kendine güveninin azalmasına sebep olur. Ondan iyi bir yönetici bu anlarda da destek olabilmelidir.

8 Ekim 2017 Pazar

Pause Tuşuna Basar Mısınız?

Akıp giden zamanın içerisinde anı durdurup nerede olduğunu ya da nereye gittiğini sorguluyor musun? Yoksa sen de o bitmek tükenmek bilmeyen yapılacak listeleri ve hedeflerin yetişmesi için nefes almadan, sağına soluna bakmadan çalışanlardan mısın? Ya da “umurumda mı ki bu dünya” diye uzun hava çeken sen misin? Hangisi olursan ol, bir ara bir dinlen, rölantiye al motoru, izin ver devri biraz düşsün… İçindekini dinle, onun biriktirdiklerini toparlamasına ve dışarıya atmasına izin ver. Ancak böyle yaparsan çıkabilirsin önünde o dimdik yokuşları. Yok benim zamanım demeye devam edersen, ya o yokuşu çıkarken boğarsın motoru ya da yokuşun yanındaki kestirme rampayı kaçırırsın gözlerinden. İşte bu yüzden ayır kendine de biraz zaman, hani o toplantılara, toplantıda aldığın notlara, yapman gereken rutin işlerine, geliştirmeye çalıştığın o projene ayırdığın gibi. İnan onlar kadar zaman ayırmasan da olur, biraz dinlendir kendini sadece…

Tanırsın sen kendini, bilirsin sana neyin iyi geleceğini… Belki yazıp içini dökersin benim gibi, belki de bu hiç sana göre değildir, seçersin doğada yürümeyi… Ya da o en sevdiğin müziği dinlersin, belki de ne zamandır ertelediğin hobine vakit ayırırsın. Belki hiç görmediğin ama hep merak ettiğin bir yere gider, instagram için değil de kendin için hatıralar biriktirirsin. Belki de ruhunu dinlendirmenin yolunu ibadette bulursun. Aklıma gelmeyen daha nice alternatifin de olacağından eminim. Tek derdin benim unuttuğum ama sana iyi gelecek o şeyi bulmak ve ona vakit ayırmak olsun.

Bu bahsettiğimi yaparsan kazanan sen olursun. Zaman kaybederim diye düşünürsen eğer şimdiye kadar bunu yapmadığında da o yapılacaklar listendeki satırların azalmadığını hatırlatırım sana. Senden yine onlarca hedefi tutturmanı beklerken birileri bir PAUSE tuşuna bassan oyunu kaybetmezsin. Belki de o arayı vermek için şimdi en doğru zamandır, ne dersin?
Yukarıdaki yazıyı havuzun kenarında yazdıktan sonra bilgisayarımı kapatıp bu manzarayı ölümsüzleştirdim...

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Cesur Sorulardan Geriye Kalanlar

Kendini her geçen gün tanımaya ve keşfetmeye, bu sayede seçtiği her alanda ustalık yolculuğunda ilerlemeye ve bunu gerçekleştirmek isteyen başkalarına da destek olmaya adamış Dost Can Deniz’in “Cesur Sorular: Yaşamınızı Kutlamaya Çevirecek 101 Soru” kitabını bitirdim. Herşeyden önce bu kitabı benim için çok değerli olan birinin kütüphanesinde görüp isteyerek okumaya başladığımı belirtmeliyim, yani kitap bana gelmeden önce çok iyi seçilmişti. Bu kitabı okurken içindeki 101 sorunun önemli bir kısmını cevapladım ya da cevaplamak için düşündüm. Okurken hoşuma giden, beni etkileyen bölümleri ise birinci tekil şahıstan, yani kendi ağzımdan yazdım. Yaşamınızın odağına her ne koyarsanız koyun, yaşamın asıl anlamının bu her neyse onun ustası olabilmek için devamlı ilerlemek olduğuna inanan Dost Deniz’den bana bakın neler kaldı.

 
Sahip olduğum tek yaşam şimdi burada, olduğum yerde yaşanıyor. Yaşamım ben onu değiştirince değişecek! Değişim ve başarı için tutku ve arzuya sahip olursam gerisini tamamlayıp yola çıkmam çok daha kolay olur. Kitap okuyarak, seminere giderek, mentörle veya koçla zevkli ve aydınlatıcı sohbetler yaparak, eylem planları yazarak değişemem. Ancak öğrendiklerimi uygulamak için eyleme geçersem değişirim. Değişimim için ne bir finiş çizgisi ne de bir teslim tarihi var. Her gün gelişimim için atacağım adımlardan mutlu olmayı deneyeceğim. Kim olduğumu yaptığım eylemler belirler, eylemlerimin sonucu değil.

Aradığım daha yüksek yaşam kalitesi maalesef rahat ettiğim bölgenin dışında. Yaşadığım kenti seversem, ona iyi bakmaya, onun içinde gezmeye, o olmaya başlarsam, işte o zaman başka semtleri de olduğunu fark edeceğim. Dışa dönük olmaya çalışmayı bırakıp içedönüklüğümün tadını çıkarmaya başladığımda insanlarla daha fazla beraber olmaktan keyif almaya başladığımı göreceğim. Çünkü tam ve bütün bir insan olmanın tek yolu, olduğum insanı tam olarak olmaktan geçiyor.
Yaşamın bana dağıttığı elin üzerinde kontrolüm yok ama o eli nasıl oynayacağım benim kontrolümüzde. Yaşamımda ne olduğuna ben karar vermiyorum ama yaşamımın nasıl olduğunu ben belirliyorum.

İyi bir insanım diye başıma kötü olaylar gelmeyeceğini beklemek, vejeteryanım diye boğaların bana saldırmayacağını beklemekten farksızdır.
"Seninle daha sonra ilgilenebilir miyim?" demediğim sürece yaşamımda o anda en üstte olan şey, başka şeylerle ilgilenmeme izin vermeyecektir.

Kendimi bilme becerim, onu dile getirebilme becerimle sınırlıdır. Ancak kendime iyi bakarsam yaşam kalitemi artırmak için gerekli olan enerjiye sahip olurum.
Bana acı çektiren insanları, değiştiremeyeceğim geçmişi serbest bırakıyorum, gitsinler diye... Gitmekte olduğum gelecekte onlara ihtiyacım olmayacak.

Gölgede kalan, henüz fark etmediğim veya kabullenmek istemediğim, karşılaşmaktan korktuğum şeylerden korkmamalıyım. İçimde olan hiçbir şeyle karşılaştığımda incinmem.
Artık neyin eksik olduğuna değil de neyin var olduğuna odaklanacağım. Bana sunulan lütufların, yaşamımdaki güzel şeylerin farkına varacağım. Sahip olduğum şeylere ve olduğum insana şükredeceğim. Neye sahip olduğunu bilen insan, onları kullanarak, bunu bilmeyense yokluk içinde yaşar.

İnsanın ayağı dağlara takılmaz, ayağımızı kaydıran küçük taşlardır.
Karşımdaki benden farklı düşünüyorsa ona karşı merakla yaklaşıp "Bana böyle düşünmenin nedenlerini anlatır mısın?", "Daha başka?" ve "Bu sonuca nasıl vardığını merak ediyorum?" diyeceğim.

Yapmam gereken önce kendimi saymak. Yüzde yüz vermek kendimi o an yaptığım işe, beraber olduğum kimselere, kişisel gelişimime ve ilerlememe, hedeflerime, yaratmak istediğim yaşama. Artık yaşamın bana istediklerimi, hak ettiklerimi vermediğinden yakınmayı ve şikayet etmeyi bırakıp kendimi yüzde yüz yaşamaya adayacağım. Karşılığında bir şey aldığım için değil, sadece keyfi için değer katacağım her yaptığıma. Ve, tam adanmışlık yoksa eğer, yüzde 99 adanmışlıkla yüzde 1 adanmışlık aynı şeydir.
Herhangi birini istediği şeyin peşinden götürecek olan, sihirli bir formül değildir. Beni ilerletecek olan, ne olursa olsun, neyle karşılaşırsa karşılaşılsın, istenilen şeye doğru tutarlı ve sürekli olarak ilerlemek ve hareket etmektir. Aslında, bu hedefe odaklanmak ve ilerlemek ile vazgeçmeye yol açan iç diyalog arasındaki çok basit bir süreçtir. Ve gerçekte, muharebe budur. Eğer bir savaş sürüyorsa, savaş aslında benim içimdedir ve bu savaş benim her gün yüzleşmek zorunda olduğum bir savaştır.

Yaşamda nereye gidersem gideyim, santim santim gideceğim. Maalesef yaşamda kestirmeler yok. Korkmayı bırakıp bedelini hesaplayıp, imkanlarımızı hazırlayıp çıkalım yola. Evren sadece hareketi alkışlar, düşünceyi değil.
Şu ana kadar yaptıklarını yaparsan, şu ana kadar elde ettiklerine ulaşacaksın. Eğer farklı bir şey istiyorsan, farklı bir şey yap. Eğer işe yaramıyorsa, değiştir. Bırak yol seni götürsün.

İstenilen sonuçları, hatta mucizeleri yaratmanın birinci parçası ve her şeyin başı NİYET. Yaşamın oluşmasını sağlayan şeydir niyet. Eğer niyetlenmezsem beni kimse yataktan kaldıramaz. Formülümüzün ikinci bacağı İNANÇ. Eğer bir şeyi başaracağıma inanmazsam, hiçbir şekilde başarılı olmamın imkanı yoktur. Henry Ford’un da dediği gibi, “Yapabileceğinizi ya da yapamayacağınızı düşünüyorsanız, büyük ihtimalle haklısınız.” İnançlar yaşamın ve benim motorlarımdır. Niyet ve inancımın yanına istekliliğim yani sebat ve azmimi koyarak çıkacağım yolda karşılaşmanın kaçınılmaz olduğu küçük büyük aksiliklerden dolayı geri adım atmayacağım. Kesinlikle çalışan bir formül: Niyet + İnanç + Sebat = Mucize
Başarılı olmanın tek yolu hata yapmaktır.

Yaşamda ya ilerliyorsunuz ya da ilerlemiyorsunuz.
Goethe demiş ki, “Ne yapabilirseniz veya yapabileceğinizi hayal ediyorsanız, başlayın. Cesaret, içinde dehayı, gücü ve sihri barındırır.”

Eğer bir kere, bir yerde, bir durumda yapabildiysem, her istediğim zaman yapabilirim. Ve biz, her istediğimiz zaman, her istediğimiz şey olabildiğimizi gördüğümüzde işte o zaman gerçekten kendimiz olmanın ne demek olduğunu anlamaya başlarız.
Bütün bilgelik öğretileri, bütün yaşam ustaları, bütün dinler, bütün diller ortak olarak aynı şeyleri buyurur insan oğluna: Kendini Bil. Kendini Gerçekleştir. Kendin Ol!

John A. Shedd, “Limandaki bir gemi güvendedir, ama geminin yapılış amacı bu değildir.” diyor. Biz insanlar, vasatı mükemmel yapmaya programlanmış durumdayız. Bir yandan potansiyelimizi kullanamamaktan, işimizin, yaşamımızın, evrenin bize olabileceğimizin en iyisini olmamız için fırsatlar vermediğinden yakınıyoruz, bir yandan da rahat ettiğimiz vasatlık alanını terk etmeye ödümüz patlıyor.
Yaşamda benim için nelerin mümkün olduğunu, potansiyelimin neleri içerdiğini, sınırlarımın ne kadar geniş olduğunu oturduğum yerde bulamayacağım. Yaşam sadece yaşayarak anlaşılabilecek bir şeydir.

Yaşam kalitemi yükseltmek için kendime “Hiçbir şekilde yakınmam, çünkü yakınmama neden olacak şeyleri yaşamıma sokmam. Eğer soktuysam da bunun sorumluluğunu üstlenirim.” gibi yeni bir standart tanımladım. Yaşam kalitemi arttırmak demek, yaşamıma tam bir kalite yönetimi anlayışı ile yaklaşmak demektir.
Herkesin iyi olmaya çalıştığı, iyi olmazsa sanki eksik ve yetersiz görüldüğü birtakım becerileri kendime yakıştırmak çabamdan vazgeçmem gerek. Bu zaten üstümde eğreti duran ve emtia haline gelmiş becerilerimden oluşan bir “güçlü yanlar” portföyünden vazgeçmektir. Çünkü emtia haline gelen şeylerin, standardize olmuş malların piyasa değerleri düşer!

Ustaca yaşam budur: Davranışlarına dışsal bir dayanak aramadan, herhangi bir referans noktasına ihtiyaç duymadan, içsel bir bilişle bildiklerinin dışındaki hiçbir sisteme ve kurallar manzumesine uymaya çalışmadan, sadece senin için ve senin vicdanına göre en doğrusu o olduğu için, sadece öyle bütün ve tam hissettiğin için “doğruyu” hissetmek, düşünmek, söylemek ve yapmak.
Ustalık, bir paye, bir seviye, bir unvan, bir yer değil, bir yolculuğun adıdır. Yolumuz açık olsun.

Kitapta beğenimi kazanan özlü sözlerde bir hayli çoktu. Onlardan en çok hoşuma gidenleri not aldım. Belki bir gün bir yerlerde kullanmak pek şık olur:
  • Yapabileceğime inandığımda, başlangıçta buna gücüm olmasa bile bu gücü elde ederim. Mahatma Gandhi
  • Memnuniyetsizliğinizi boşa harcamayın, yakıt olarak kullanın. Thomas Rutledge
  • Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan yeni okyanuslar keşfedemez. Andre Gide
  • Maşrapamız küçükse, deryayı suçlamaya hakkımız olmaz. Mevlana
  • Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen bir kaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır. Bertolt Brecht
  • Kışın en soğuk zamanında, ben en sonunda, içimde yenemeyeceğim bir yaz olduğunu anladım. A.Camus
  • Büyük işler başarmak için üstün yetenekli olmak gerekmez, insanüstü değil ama kendi içinizde olanlarla birlikte olmak gerekir. Montesquieu
  •  Var olma ihtimali, insanın ilişki kurabilme kapasitesinde yatar. Medar Boss
  •  Yarın bambaşka biri olacağım diyorsan neden bugünden başlamıyorsun? Epictetus

13 Temmuz 2017 Perşembe

Zenginlik Üzerine Düşünceler

Forbes dergisinin 2017 Temmuz sayısında düşünürlerin zenginlik ve para üzerine sözlerine yer verilmiş. Seçilmiş sözleri bir de ben tekrar süzgeçimden geçirip hoşuma gidenleri blog'uma alıntıladım. Bakalım beğenecek misiniz?



İki yazar karşılaştıklarında –tıpkı diğer insanların yaptığı gibi konuşmaya önce paradan başladıklarını herkes çok iyi bilir. V.S. PRITCHETT

Sorunum brüt alışkanlıklarımla net gelirim arasında uyum sağlamakta yatıyor. Errol FLYNN

Borç, ahmaklık ve suçun anasıdır. Benjamin DISRAELI

Bugünlerin son derece parlak bir ışığı var. Ne tarafa dönsem kocaman bir faturayla karşılaşıyorum. Joseph O’CONNOR

Zenginlik göz önündedir, fakirlik gizli. James RESTON

Diş ağrısı çekenler, dişleri sağlam olanları; yoksulluk çekenler parası bol olanları mutlu sanır. Bernard SHAW

Çok az şeye sahip olan insan değil, asıl çok şeyin özlemini çeken insan fakirdir. SENECA

 

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Keyfini Sürerken Aklıma Takılanlar

Bu Cumartesi sabahı biraz pedalladım. Uzun zamandır yapmadığım bir aktivite olduğu için özlediğimi hissettim ve hoşuma gitti. Tek başıma bisikletimi sürerken bol bol düşünme fırsatım da oldu. Aklıma takılanlardan aklımda kalanlar:

- Tadında yalnızlık iyidir, fazlası ise eksikliktir.
 
- Dün katıldığım sunumda "betterment" konsepti işlenmişti ve insanların artık sağlıklı yaşamak için çok para ve efor sarfettiği anlatılmıştı. Bunu çok net gördüm, eskiye kıyasla daha fazla insan koşuyor, yürüyor, bisiklete biniyor, egzersiz yapıyor. (Ki Temmuz ayında olmamız sebebiyle bir çok insan da şehirde değil)
 
- Eskiden imrenerek baktığım villalar malesef demode olmuş, yanı başında yapılmakta olanlar tüm ihtişamıyla yükseliyor, bu da bana zamanın değişimi de beraberinde getirdiğini, değişemeyenin ise kaybetmeye mahkum olduğunu hatırlattı.
 
- Yolda kalın bir hortumun bir kaç kat şeklinde olduğu bir bölgede risk almayarak bisikletimden inerek geçtim, yanımda bir arkadaşım olsaydı ya da daha sıklıkla bisiklete binip neyi yapıp neyimyapamayacağımı daha iyi kestirebilseydim belki de risk alırdım. Demek ki tecrübe önemli, özellikle de tecrübeleri sıcak tutmak, kendini bilmek ve çevrendekilerden görüşlerini almak.

İşte böyle... Şimdi sağlıklı birşeyler yiyip, yeşil çay içme zamanı...
 


22 Ekim 2016 Cumartesi

Masterpiece Hatırası

21 Ekim Cuma akşamı işten çıktım, servise bindim, önce arkadaşımla bir yemek yedim, ardından da yıllar sonra resim yaptım. Hafif müzik ve keyifli sohbet eşliğinde adeta ruhumu dinlendirdim. O anlardan bakın geriye neler kalmış...

Bu arada merak edenlere ve özenenlere de detaylı bilgi için gelsin:
http://www.studiomasterpiece.com/






 

11 Ekim 2016 Salı

Modern Filozof ve Yeni Nesil İlişkiler


Modern ilişkilere, aşklara dair kafadaki tüm soruları bu kez bir aşk romanı yazan ‘modern filozof’ Alain de Botton’a sormuşlar. Hürriyet’te çıkan röportajdan yeni nesil ilişkilerine ilişkin kendimce öne çıkanları aşağıda toparladım:


Etrafına bir bak, herkes birlikte olmak isteyeceği kişiyi tanımlarken ‘nazik’, ‘eğlenceli’, ‘maceraya açık’, ‘etkileyici’ gibi laflar sayar. Bunları arzulamakta bir sakınca yok. Fakat mutluluğu yakalamak için biraz gerçekdışı niyetler bunlar. Modern insan hiç olmadığı kadar defolu. Bu yüzyılda, modern hayatın içinde yaşıyorsan nevrotik ve dengesiz olmaman mucize. Herkes az biraz deli, herkes belli bir seviyede ruh hastası.

Birbirinizi tanıma evresinde “En sevmediğim özelliğim mükemmeliyetçi olmam” gibi cümleler kurmaktan vazgeçin. Huysuz, deli, ruh hastası taraflarınızı aylarca halının altına süpürüp saklamanın faydası yok. O halı, elbet bir gün havalanacak. Birbirinizi tanıma faslında, arıza taraflarınızı olabildiği kadar karşılıklı dökmeye bakın. İyi gelecek.

Aşk İçin Evlenen Kalmadı

Evliliği, geri kafalı bir müessese olarak düşünmek kulağa çok cazip geliyor tabii. İnsan sevdiğiyle birlikte mutlu mutlu yaşayıp giderken neden bunu ele güne karşı tescil etme ihtiyacı hissetsin? Hayattaki tüm yakınlarını bir odada toplayıp “Bakın, ne kadar sevdiğime siz şahitsiniz” demek kadar saçma bir şey olabilir mi? Dünyada her beş kişiden dördü yapması gereken bir şey olduğu için evleniyor. Düzen böyle işliyor. Tanrı bizden bunu istiyor.

Günümüz evliliklerinin çoğu dayatma ürünü. Ya da başka başka sebeplerin sonucu: Anne-babanı memnun etmek, rahata ermek, sosyal baskıdan kurtulmak, çocuk sahibi olmak diye uzar gider liste. Âşık olmak, maalesef sıralamanın en altında. Sırf aşk için evlenen kalmadı ki evliliğe olan inancımız kalsın.

Modern aşk fikri, birini sevmekten çok birine hayranlık duymakla güçlü bir şekilde ilintili. Birinin zihnine ve/veya fiziğine hayranlık duymakla başlar aşk. Karşımızdakini her geçen gün daha zeki, cesur ve güzel bulmaya başlarız.

İnsan doğası bu; hayatı boyunca sürekli hayranlık duyacak, yörüngesinde dolanacak bir ışık arar durur. Aslında insana değil, ‘âşık olma’ haline âşık olur dururuz.

Modern hayatta başkasının mutluluğunu, kendi mutluluğundan önce düşünebilir misin? Geçmiş yüzyıllarda bu çok mümkündü. İnsan hayatının kapladığı alan sınırlı, dünyası daha küçüktü. Hayattaki seçeneklerinin sonsuz olduğu bir düzende, kendinden vazgeçebilmek hiç de kolay değil.

Hepimiz Yalnız Ölmek Zorundayız

Hayatta bizi gerçekten anlayan birinin olması teknik olarak mümkün değil.

Sevgilinizle istediğiniz kadar aynı görüşe, zevklere, ilkelere sahip olun; şiddetli ölçüde bir uyumsuzluk her zaman baş gösterir. Sebebi basit: Dünyaya farklı zamanlarda gelmişsiniz, başka ailelerin ürünüsünüz, deneyimleriniz farklı. Bir manzaraya karşı aynı şeyi düşünmek mümkün değil. Mavi gökyüzüne karşı biri yanındakinden son derece romantik ve büyüleyici cümleler duymayı beklerken, öteki belki de bu kareyi azap verici derece banal buluyor.

Hayatımızdaki insan bizi bir noktaya kadar anlayabilir, gerisi hep yalnızlık. İstediğimiz kadar evlenelim, âşık olalım, biriyle aynı evi, hayatı paylaşalım; bu, günün sonunda yalnız olduğumuz ve yalnız öleceğimiz gerçeğini değiştirmiyor.

Hepimiz yalnız ölmek zorundayız. Doğa böyle işliyor.

Şu hayatta yaşayacağımız en utanç verici yüzleşme: Yalnızlığı kabullenmek. Gerisi kolay. Bununla barışmadan başlayacağınız her ilişki sakat doğar, sancılı geçer, saf mutluluk getirmez.

Bir yandan yaşı ilerleyen her bekâr insan, “Yalnız yaşlanacağım” korkusuyla ilişki peşinde. Yapılan en büyük hata da bu zaten. İnsanların çoğu gerçekten âşık olduğu için değil, yalnız kalmak istemediği için bir ilişkiye başlıyor, hatta evleniyor.

Mutlu bir hayat, sağlıklı bir ilişki için önce yalnızlığımızı kabullenmemiz gerekiyor yani... Hayatı boyunca aslında yalnız olduğunu, idrak eden, hayatı daha hafif, daha sorunsuz yaşar. Rahatlar bir kere. Daha yaratıcı olur. Şarkılar söyler, şiirler yazar, kitaplar üretir. Bambaşka bir mertebede yaşar, üretir. O seviyeye ancak kendi kendine yetebildiğini fark eden insan erişebilir.

Kendi kendine yetebilen bir insan sağlıklı, mutlu bir ilişki kurabilir, bir başkasını gönülden sevebilir. Başkasının düşündüklerini tekrar edip durmaz, kendine ait bir görüşü vardır çünkü. Daha dikkatli dinler, kendini dinlemekten antrenmanlıdır çünkü.

Vücut Evrimini Tamamlasa da Kafa Değişmiyor!

Dünya üzerindeki 7 küsur milyar insan arasında elbet sizi en iyi anlayacak, ruhunuzu tamamlayacak bir avuç insan var. Kim bunlar, neredeler, en ufak fikrimiz yok. Belki az önce sokakta yürürken yanımızdan geçti gitti, belki iki hafta önce Sydney’de hayatını kaybetti, kim bilir... ‘Big Data’, hepimizi kodlayıp etiketleyerek dev bir bilgi havuzuna atmadan kiminle nasıl kusursuz bir uyum sağlayacağımız bilinemez.

Çocuklarla kurduğumuz ilişkiyi düşün... Ufak yaştakilere karşı sonsuz bir toleransımız vardır. İster durduk yere çığlık atsınlar, ister elindeki oyuncağı garip bir şekilde yerden yere vurmaya başlasınlar; ‘çocuk’ der geçeriz, huysuzluğunu uykusuz olmalarına ya da acıkmalarına veririz. Oysa bir de yetişkinlerin ilişkilerdeki davranışlarına bak... Eşiniz, annenizin doğum günü partisine işi yüzünden geç kaldıysa gününüzü mahvetmek istiyordur. Eve gelirken diş macunu almasını birkaç kez hatırlatmasına rağmen unuttuysa kesin yapmak istemediğiniz bir şeyin öcünü alıyordur. Kulağa başta garip gelse de bilimin de kanıtladığı bir gerçek var: Yaşımız kaç olursa olsun, hepimiz, az biraz çocuk kalıyoruz. Dışardan koca yetişkin bireyler olarak gözükebiliriz. Vücut, fiziksel değişimini, evresini tamamlasa da kafa değişmiyor.

Boşanmak da Evlilik Kadar Kutlamaya Değer Olmalı

Maalesef hayat her zaman aynı iyimserlikte ilerlemiyor. “Evet” demeden önce sarf ettiğimiz büyük laflar, farkında olmadan bizde ağırlık yapıyor. Bu yüzden, sözünü yerine getirmediğinde yenilmiş hissediyorsun, boşanma eşiğine geldiğinde insan karşısına çıkamayacak kadar utanç içinde buluyorsun kendini. Oysa boşanmak da evlilik kadar kutsal ve kutlamaya değer olmalı. Evlilik öncesi verilen yeminler yüzünden boşanmak bir insanın başına gelip gelebilecek en kötü şeymiş gibi gözüküyor.

Derin Sohbet Her Zaman İyi Seksi Döver

Karşınızdaki kişiyi bir an önce soymayı değil uzun ve güzel sohbet etmeyi hayal edin. Burnu, gözleri ne kadar ilgi çekici olursa olsun bir süreden sonra gözünüz alışacak, sıradan gelecek. Birbirinizi, saatlerce sıkılmadan konuşacak kadar enteresan bulmuyorsanız, o ilişkiden hayır gelmez. Çoğumuz farkında değiliz ama günün sonunda derin ve ilginç bir sohbet, her zaman iyi seksi döver.

Tercihimiz, başta seks gibi gözükür. Ama asıl kazanan, sohbeti güzel olan olur.

4 Eylül 2016 Pazar

9 Yılda Öğrendiğim 9 Şey

3 Eylül 2007 tarihinde başladığım iş hayatımın 9. yılını kutladığım şu günlerde geriye dönüp geçen zaman diliminde gözlemlediğim veya tecrübe ettiğim dersleri kaleme alıp saklamak istedim. Böylece hem kendime bir özet hem de okuyanlara faydalanabilecekleri bir kaynak bırakmayı amaçladım.  

Geride kalan 9 yıllık dönemin tamamını çok uluslu firmalarda ve genel olarak finans ve denetim ile ilgili alanlarda geçirdim. 2007’den 2010’a denetim ve danışmanlık alanında faaliyet gösteren PriceWaterhouseCoopers’ta, 2010’dan 2013’e dünyanın otomotiv devlerinden biri olan General Motors’ta çalıştım. Son 3 yıl 1 aydır da dünyanın bir numaralı sigarasını üreten firmada çalışıyorum. Bu üç firmada farklı ekiplerle ve yöneticilerle çalışma fırsatı buldum. Birbirinden farklı liderlik ve yöneticilik özellikleri olan kişileri gözlemledim, onlarla iletişim ve etkileşim içerisinde kendime bir şeyler katmayı hedefledim. Dolu dolu geçen bu 9 yılın sonunda aldığım dersleri özetle 9 maddede topladım:

  • Her şeyin başı sorumluluğunu yerine getirmek
  • Planlı ol, not al, ajandanı yönet
  • Etkin bir network sahibi ol
  • Yan masanda olup bitenden haberin olsun (büyük resmi kaçırma)
  • Profesyonellik dedikleri şey ketum olmayı gerektirir
  • Ya bir role-model’in ya da bir coach’un olsun
  • Heyecanı kaybetme, kaybediyorsan gerekli aksiyonu al
  • Özgün liderliğini keşfet
  • Hiç kimseye çok güvenme

Orta okul ve lise yıllarında tarih derslerinde savaşların sebep ve sonuçlarını sorarlar, yukarıdaki gibi maddeleri ezberlettirirlerdi. Sınavı geçinceye kadar aklımızda tutar, sonra da bir daha asla hatırla(ya)mazdık. Gelin bu 9 madde de öyle olmasın, biraz detaylandıralım.

Önce sorumluluğunu yerine getir

Çalışanın işvereniyle arasındaki iş akdinin gereği olarak öncelikle kendisine atanan sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir. Her profesyonel, kendisinden beklendiği üzere, önce işini yapmalıdır. Unutmamalıyız ki, işveren tanımlanmış sorumlulukların yerine getirilmesi için para ödemektedir. Çalıştığımız firmada bizim gibi tüm çalışanların bir takımı oluşturduğunu düşünürsek, hepimizin sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi günün sonunda bizim de kazanan bir takım olmamızı sağlayacaktır. Ve unutmayın ki kazananlar daima ödüllendirilir ve takdir edilir.
Eğer kariyerinizde hedeflediğiniz noktaya ulaşmak istiyorsanız, önce bu birinci maddeyi layıkıyla yerine getirmeniz gerekiyor. Özellikle kariyerinizin başındayken, almış olduğunuz yüksek eğitiminize paralel olmayan daha basit işlerle meslek hayatınıza başlayabilirsiniz. Title’ınızın “assistant” ya da “trainee” unvanını içermesi, önemli toplantıları dahil edilmemeniz, ofiste geçen belirli bir sürenin basit ofis işleriyle geçiyor olması sizi demotive etmesin. Bundan hiç gocunmadan, bu işin de üyesi olduğunuz o ekipte biri tarafından yapılması gerektiğinin bilincinde olarak o işe sarılın. Öğrenmek için geçen kariyerinizin ilk yıllarında da kıdem ve tecrübeniz ile ekibin en saygın personeli olacağınız kariyerinizin son yıllarında da her işinizi önemseyip sorumluluklarınızı bilinçli bir şekilde yerine getirin. “Ya harika bir şey yap, ya da harika bir şekilde yap” sözünü mottonuz haline getirin ve size verilen sorumluluğu katma değerinizi de katarak ekibinize sunun. Özellikle performans değerlendirmelerinde amirlerinizin öncelikle bakacağı şeyi işinizi ne derece iyi yaptığınızı değerlendirmek olacaktır. Bu sebeple hedeflediğiniz performans zamları ve terfiler için öncelikle size verilen sorumlulukları yerine getirmeniz gerektiğini unutmadan işinize ve gerekliliklerine yoğunlaşın.

Ünvanınız ne olursa olsun, sorumluluğunuz nereden başlayıp nerede biterse bitsin, siz üstlenmiş olduğunuz o sorumluluğun tek ve asıl sorumlususunuz. (Unutma ki sen de bir patronsun, hakkını ver) Şirketin organizasyon şemasındaki yeriniz ne olursa olsun siz hakkını vererek sorumluluklarınızı yerine getirin. İşinizi yönetin. Liderlik edin. Unutmayın bunları yapabilmeniz için illa ki altınızda size raporlayan onlarca insan olmasına gerek yok. Bir çok “direct report”u olup da hala sahip olduğu işte yöneticilik vasıflarını ve liderlik yetkinliklerini kullanamayan kişilere inat, A’dan Z’ye alanına hakim, sorumluluğunun bilincinde, kendine güvenen bir birey kartvizitinde havalı ünvanlara ihtiyaç duymadan gayet başarılı bir şekilde kendi işine patronluk yapabilir. Ayrıca konuya geniş çerçeveden bakarsak, üst düzey bir yönetici de işinin ve işin getirdiği sorumluluklarının hakkını veremediği durumlarla karşılaşabiliyor. Bunda karşılaşılan zor insanlarla başa çıkabilmek özellikle önemli pay sahibi oluyor. İşte bu durumda teknik yeterliliklerle birlikte yönetimsel yetkinliklerin gelişmiş olması da olası sorunların üstesinden gelmekte önemli pay sahibi olacaktır.

Planlı ol, not al, ajandanı yönet
İlk maddede işimizi iyi yapmanın öneminden bahsetmişken, işimizi yapış şeklinden hiç bahsetmedik. Benim gözlemlerim, işinde başarılı, alanına hakim her yöneticinin planlı bir şekilde çalıştığını gösteriyor. Lisedeyken bir hocamız tahtaya Fransızca bir cümle yazıp bir sonraki hafta bunun ne demek olduğunu açıklayan öğrenciye bir üst not için kanaat notu kullanacağını söylemişti. Ertesi hafta geldiğinde tahtada yazan cümlenin “not alarak çalışın” olduğunu öğrendiğimizde “bu muymuş yani” demiştik. Aslında hem okulda hem de işte not almak ve alınan notları planlı bir şekilde değerlendirip uygulamak çok önemli. Günümüz iş dünyasında birçok toplantıya giriyoruz, bunların bir kısmı bilgilendirmeden öteye gitmezken bir kısmı ise hararetli tartışmaların yaşandığı ve fikirlerin adeta çatıştığı toplantılar oluyor. Bu toplantılarda pek çok kişinin önünde not defteri mevcut oluyor ancak bu deftere ismini yazmak ya da imza atmak yerine toplantı gündemine dair önemli notlar alanlar hep günün sonunda da farkı yaratan kişiler oluyor. Tabii ki not almak sizi tek başına bir yere taşımaz, burada asıl vurgulamak istediğim planlı bir şekilde hareket etmeniz. 

“Ferrarisini Satan Bilge” ve “Ünvansız Lider” kitaplarının yazarı Robin Sharma’yı severek okuyorum. Kendisinin ofiste mesaiye başlamayla ilgili güzel bir önerisi var. Çoğumuzun güne bilgisayarımızı açıp, mailleri ve iş telefonumuzdaki mesajları kontrol edip bunlardan önemlilere cevap vererek başladığımızı söylüyor. İşte bunu yaparken de o günü planlamayı es geçtiğimizin altını çiziyor. Bunun yerine işe gittiğimizde ilk işimizin akşam eve giderken o gün nelerin bitirmiş olması gerektiğini planlamak olduğunu belirtiyor. Bunun için de öncelikle günlük olarak yapılması gerekenleri yazmamızı, sonrasında da belirli aralıklarla o hafta, ay ve yıl içerisinde tamamlamamız gereken sorumluluklar için ajandamızı şekillendirmemizi tavsiye ediyor. Ben de bu sistemi uygulayarak gün içerisindeki iniş-çıkışlardan etkilenmeden o gün yapmam gerekenleri basit bir şekilde izleyebiliyorum ve gün sonunda eve giderken neleri bitirdiğimi ve varsa ertesi güne sarkan işlerimi takip edebiliyorum. Notlarınızı çağın gerekliliklerine göre farklı yazılımlarda takip edebileceğiniz gibi klasik ajandalarda da izleyebilirsiniz, önemli olan sizin kendinizi rahat hissetmeniz ve yapacaklarınızın listesini eksiksiz not almanız.

Etkin bir network sahibi ol
Sabancı Üniversitesi’nde yönetim bilimleri (MBA) alanında yüksek lisansımı yaparken çarşamba günleri iş dünyasından tepe yöneticiler okulumuzda workshoplara katılırlardı. Bu workshopların birinde ülkemizde de faaliyet gösteren çok uluslu büyük bankalardan birinin yöneticisi, “iş dünyasında herşey çalışmakla olmaz, bazen kimi tanıdığınız da sizin başarılı işler ortaya çıkarmanızı sağlar” demişti. Konuyu pekiştirmek için verdiği örneklerde davetlere mutlaka katıldığını, her defasında özellikle farklı insanlarla tanışmaya özen gösterdiğini, kartvizit değiştirmenin çok önemli olduğunu ve her gün mutlaka telefon rehberini gezip bir süredir aramadığı birini arayarak network’ünü canlı tuttuğunu ve sarfettiği bu eforun hep karşılığını aldığı anlatmıştı. 

İşte ilk o zaman bu havalı “networking” kavramı ile tanışmıştım. Sonrasında çalıştığım şirketlerde de geniş bir network’e sahip olan her seviyeden çalışanın bir yerlere gelirken bazı engelleri daha kolay aşabildiğini gözlemledim. Bu sebeple, sadece çalıştığınız departmanda değil de diğer departmanlarda da arkadaşlarınız olsun. Sırf çıkar için de bunu yapmayın. Büyük resmi görmek ve şirketinizin operasyonlarını anlamanız için de bu size avantaj sağlar. Farklı departmandaki arkadaşınıza bir gün sizin işiniz düştüğünde bir şey rica edecekken bu size konfor alanı yaratır. Yine şirket dışında da network’ünüzün geniş olması müşteri ve tedarikçilerle ilişkilerinizde yeri geldiğinde rüzgarın sizin lehinize dönmesini, sektörde olup bitenleri de takip etmenizi sağlayacaktır. Tabii ki network’ün geniş olması kadar canlı tutulması yani bağlantılarla sıcak ilişkilerin devam ettirilmesi de önemli. Harvard Business Review’in günlük olarak yayınladığı ve gönderdiği ipuçlarında bu konuda faydalı bir öneri paylaşılmıştı: Her gün öğle yemeğini farklı biriyle yiyin. Kesinlikle öğle araları, kahve-sigara molaları, şirketin sosyal aktiviteleri network’ünüzü genişletmek, yeni bir çevre edinmek için eşsiz fırsatlardır. Bunları etkin bir şekilde değerlendirin.

Yan masanda olan bitenden haberin olsun
Network’ün öneminden bahsederken diğer departmanlardaki insanlar ile kuracağınız ilişkinin şirketinizin operasyonlarını anlamak için size fayda sağlayacağını belirtmiştim. Bu konu özellikle büyük ve çok uluslu firmaların personellerine getirdiği uzmanlaştırma kültürü sebebiyle çalışanın kendi alanına derinlemesine yoğunlaşmasından ötürü etrafında neler olup bittiğini kaçırması ihtimalini düşündüğümüzde çok daha önemli bir hal alıyor. Siz size verilen sorumluluk kapsamında işinize çok hakim olabilirsiniz, ancak günümüzün dinamik iş dünyasında bu kariyer hedeflerinize ulaşmak için yeterli olmaz. Bunu illa ki çevrenizde olup bitenleri anlayıp kendi işinizle bağlantılarını kavrayarak pekiştirmelisiniz. Özetle büyük resmi görebilmek için kafanızı kaldırın ve çevrenizi gözlemleyin. 

Sorumluluğunuzdaki masanın işlerine olan hakimiyetiniz sizin o masada kalmanızı sağlar, bir terfi ile amirinizin masasına ya da bir başka firmadaki amir pozisyonuna geçmeyi hedefliyorsanız mutlaka öncelikle kendi departmanınız olmak üzere diğer departmanlarda da neler olup bittiği konusunda bilgi ve fikir sahibi olmalısınız. Bununla beraber şirketinizin nasıl faaliyet gösterdiğini, operasyonun nasıl yönetildiğini, sizin sorumluluklarınızın bu operasyon içindeki önemini çok iyi kavramanız gerekir. Back-up sistemi ile çalışan organizasyonlarda bir çalışanın yokluğunda onun yerine aynı departman içerisinden biri bakar. Siz de bu back-up sistemine dahil olma konusunda istekli olursanız kendi masanız dışında bir masanın da genel olarak sorumluluklarını yerine getirebilir duruma gelirsiniz. Bu da sizin avantajınıza olacaktır. Özellikle yönetici pozisyonlarındaki kişileri gözlemlediğimde her masanın işlerini detaylı olarak bilmeseler de günün sonunda her masadaki faaliyetin operasyonu ya da finansal tabloları nasıl etkilediğini çok iyi biliyor olduklarını fark ettim. Eğer sizin de hedefleriniz tepedeki yönetici pozisyonlarıysa sorumluluklarınızı harika bir şekilde yerine getirirken ekip arkadaşlarınızın sorumluluklarını da anlayıp büyük resmi görmek için çaba sarf edin.

Profesyonellik dedikleri şey ketum olmayı gerektirir
İş hayatında bulunduğunuz pozisyon stratejik olsun ya da olmasın bir gün elinize şirketinizle, sektördeki rakip(ler)inizle, yeni çıkaracağınız ürünle, ekip arkadaşınızla ya da direk sizinle ilgili çok önemli bilgiler ulaşabilir. Bu bilgileri iyi analiz edip biriyle paylaşılabilir olup olmadığı konusunu gözden geçirmeden kesinlikle en samimi çalışma arkadaşınızla dahi paylaşmamalısınız. Bu aşamada yapacağınız yanlış bir tercih hem sizin adınıza bir hata olarak hanenize yazılır, hem de şirketinizin zarar görmesine ya da itibar kaybetmesine sebep olabilir. Yine Sabancı Üniversitesi’ndeki workshopların birinde Jan Nahum bizlere iş hayatına yönelik verdiği bir tavsiyede, yürütmekte olduğunuz bir projeyi finalize oluncaya kadar en yakın iş arkadaşınızla bile paylaşmayın diye öğütte bulunmuştu ve başından geçen benzer bir olayda kendisinin bitirme aşamasına getirdiği bir projeyi bir iş arkadaşıyla paylaştıktan hemen sonra o iş arkadaşının genel müdürden bu projenin hayata geçmesi için onay aldığında yaşadığı hayal kırıklığını paylaşmıştı. 

Benzer şekilde günümüzde sıklıkla kullandığımız sosyal medya araçlarında da (twitter, facebook, instagram, snapchat, linkedin, vb.) işimizle ilgili önem arz eden konuları paylaşmaktan sakınmalıyız. Bilginin hızlı bir şekilde ve dezenformasyona da uğrayabilecek bir biçimde bu kanallarda yayılması yine istenmeyen sonuçlara yol açabilir ve bu da hem bize hem de çalıştığımız kuruma zarar verir. Tabii ki duvarları olan ve iletişimi zor bir ekip arkadaşı olmadan iş arkadaşlarımızla samimi paylaşımlarda bulunup güçlü ilişkiler kuracağız. Ancak paylaşımlarımızda profesyonelliğin gerekliliklerini yerine getirip neyin paylaşılıp neyin saklanması gerektiğini tartıp ona göre hareket etmeliyiz.

Ya bir role-model’in ya da bir coach’un olsun
Ulaşmak istediğiniz kariyer hedefini belirlerken kendiniz için bir role-model belirleyip onun başarı öyküsünden esinlenerek kendi başarı hikayenizi yazabilirsiniz. Tabii ki tek bir role-model belirlemek durumunda değilsiniz, farklı özellikler için farklı liderleri örnek alıp dilediğiniz özelliklerini hayatınıza adapte edebilirsiniz. Bu noktada örnek alacağınız kişinin biyografisini okumak, yaşayan kişiler ile linkedin gibi farklı kaynaklardan iletişime geçmek, onlar üzerine yazılmış incelemeleri takip etmek size bakış açısı kazandıracaktır. Örneğin Steve Jobs’un biyografisini okuyuncaya kadar sunum tekniklerine yönelik birçok eğitim alsam da başarılı sunumlar yapmaktan uzak bir performansım vardı. Kitapta Jobs’un Powerpoint’ten sunum yapan bir kişinin anlattıklarına hakim olması için o slaytlar olmadan sunabilecek donanımda olması gerektiğini, bu sebeple kendisinin ofiste Powerpoint kullanmayı yasakladığını okudum. Ben de bundan etkilenip hazırladığım sunumlarda slaytlar hiç yokmuş gibi çalışmalarımı yapıp sunuma çıkmaya başladım. Gerçekten de bu sunum performansımı olumlu yönde etkiledi.

Pek tabii ki çalıştığınız şirkette koçluk/mentörlük sistemi varsa bunu da iş hayatınıza aktif bir şekilde adapte ederek koçunuzdan/mentörünüzden alacağınız tüyolarla iş yapış şeklinizi farklılaştırıp kendinizi ulaşmak istediğiniz seviyeye taşıyabilirsiniz. Hatta illa bu sistem şirketinizde aktif olarak kullanılmasa bile yukarıda bahsettiğim networking faaliyetleriniz kapsamında yöneticilik niteliklerini beğendiğiniz kişilerle iletişim kurup onlardan geribildirim ve öneriler toplayarak kendinizi geliştirebilirsiniz.

Heyecanı kaybetme, kaybediyorsan gerekli aksiyonu al
Her sabah masanıza oturduğunuzda o gün yapacaklarınız için duyduğunuz önem ve istek, işinize olan bağlılığınızın en güzel göstergesidir. Heyecan konusunda 9 yıllık gözlemlerime göre, heyecanını kaybetmiş insanlar ay sonunda maaşını alıp ailesini geçindirmek için çalışıyor olmaktan hayıflanırken, heyecanla işine bağlı olan çalışanlar ise sürekli işiyle ilgili geliştirilebilir alanları kovalayan, ek sorumluluk almak için çaba gösteren, kendini güncel tutan ve farklılaştırmaya çalışan bireyler olarak hem kendine hem de şirketine değer katıyorlar. Hal böyle olunca da sarf edilen bu eforu birileri mutlaka görüp takdir ediyor ve bu onlara performans zammı ya da terfi olarak geri dönüyor. Bu sebeple kişi kendi durumunu değerlendirip özeleştirisini yapmalı ve eğer mevcut durumda üstlendiği sorumluluklar için heyecan duymuyorsa bir aksiyon planını hayata geçirmelidir. 

Peki böyle bir durumda neler yapılabilir? Kişi ek sorumluluklar isteyerek “job enrichment” olarak nitelendirilen iş zenginleştirmesi yöntemiyle yeni sorumluluklar tecrübe edebilir. Yine amiriyle durumu paylaşıp rotasyon çerçevesinde bölüm içerisinde farklı bir pozisyon ile yola devam edip daha önce yapmadığı işleri yapıp hem yeni bir şeyler öğrenmenin, hem de yeni bir şeyler yapmanın heyecanını hayatına dahil edebilir. Çalışan eğer yeteneklerinin ve donanımlarının bulunduğu departman dışında da çalışmasına elverişli olduğunu düşünüyorsa, kendisine uygun bulduğu pozisyon için ilgili departman yöneticisi ve İK yönetici ile görüşüp talebini ileterek açılacak pozisyon için havuzda kendine yer edinebilir. Yine tüm bu saydıklarımla soruna çözüm bulamıyorsa iş değişikliği ile yeni bir firmada, yeni ekip arkadaşları ve yeni sorumluluklarla kariyerine devam edebilir. Organizasyon kültürü dersinde öğretilen verilere göre çalışanların düşük performans ve düşük iş tatmini yaşamalarının sebeplerinden biride içinde bulundukları organizasyonun kültürüne tam olarak adapte olamamalarıdır. Bu sorunu aşan çalışanların performanslarında yükseliş ve buna bağlı olarak yaptıkları işten tatmin olma seviyelerinde artış gözlemlenmiştir.

Özgün liderliğini keşfet

Öncelikle bu bölüme kadar olan bölümleri büyük ölçüde ilk yedi yıllık tecrübemle yazdığımı, bu bölümü ise sekizinci yılımdaki tecrübemle kaleme aldığımı belirtmek isterim. Gelelim bu sene eklediğimiz özgün liderlik konusuna. Harvard Business Review’in Liderlik üzerine yazılmış bilimsel makaleleri bir araya getirdiği kitabındaki Özgün Liderliğinizi Keşfetmek adlı makale kitaptaki en çok ilgimi çeken çalışma oldu. Makalede liderlik konusunda çalışan bilim insanlarının büyük liderlerin tanımlayıcı tarzlarını, niteliklerini veya kişilik özelliklerini belirlemek çabasıyla binden fazla çalışma yürüttüğü ancak bu çalışmalardan hiçbirinin ideal liderin net bir profilini çıkaramadığı belirtilmiş. Eğer bilimciler seri üretilmiş bir liderlik tarzı tarzı ortaya koymuş olsaydı, insanlar sonsuza kadar onu taklit etmeye çalışacaklardı. Neticesinde insan değil, oyun karakteri haline gelirlerdi, böylelikle de başkaları anında içlerini okurdu.
Yukarıdaki altıncı maddede belirttiğim gibi (ya bir role-modelin ya da bir coach’un olsun) başkalarının deneyimlerinden öğrenebilirsiniz, ama onlar gibi olmaya çalıştığınızda başarılı olmanız imkansızdır. İnsanlar özgün ve sahici olduğunuzda size güvenir, başka birinin kopyası olduğunuzda değil. Lider olmanız için yine yukarıdaki ilk maddede belirttiğim gibi (önce sorumluluğunu yerine getir) kuruluşunuzun tepesinde olmanız gerekmez. Özgün bir lider olmak için de bir liderin belirli nitelikleri veya kişisel özellikleriyle doğmak zorunda değilsiniz. Önemli olan potansiyelinizi keşfetmek. Young & Rubicam’ın CEO’su Ann Fudge’un bu konudaki söylemi ilham verici: “İster iş ister devlet hayatında ya da kar amacı gütmeyen bir gönüllü olarak olsun, hepimizin içinde liderlik kıvılcımı vardır. Karşımızdakine meydan okuma, liderlik yeteneklerimizi başkalarına hizmet etmek için nerede kullanacağımızı keşfetmemize yetecek kadar kendimizi iyi anlamaktır.” Deneyimlerinden özfarkındalık geliştirebilen birisi kendi değer ve ilkelerini gerçekleştirerek bu farkındalığa uygun olarak hareket eder. Dış ödül ve takdirler için duyduğu arzu kadar bu iç değerler tarafından da harekete geçirilmek için motivasyonunu dengelemeye özen gösterir.

Hiç kimseye çok güvenme

Her geçen yıl tecrübem arttıkça bu makaleye de aldığım yeni bir dersi ekliyorum. Yıl içerisinde özellikle yöneticilere ait okuduğum anı ve otobiyografi kitaplarından elde edindiğim birbirinden değerli tecrübelerden kendi iş hayatımla özdeşleştirdiğim birini bu yıl listeye dahil etmeyi planlıyordum. Ancak özel hayatımda yaşayıp iş dünyası dahil her alanda kulağımıza küpe olabilecek bir durumla karşı karşıya kalınca onu önceliklendirdim: hiç kimseye çok güvenme.

Yola çıktığınız ya da çıktığınız yolda karşınıza çıkan insanlara, belirli bir geçmişiniz olsun ya da olmasın, hiç bir zaman kontrol edilebilir bir güven seviyesinden fazla güvenmeyin. Tabi ki iş yaptığınız kişilere güvenerek daha rahat iş yaparsınız ama insanoğlu her zaman kendi çıkarlarını başkasının önünde görür ve sözkonusu kendisi olduğunda geçmişteki yaşanmışlıklar tek kalemde silinebilir. Bu yüzden hem özel hayatınızda hem de iş dünyasında siz siz olun ve birlikte olduğunuz insanlara ne kadar güvenirseniz güvenin bir gün onların da sizi yarı yolda bırakabileceğini aklınızda bulundurun. Kendi küçük dünyamdaki tecrübemi bir üst seviyeye taşımam gerekirse size 'kurumsallık' konsepti ile cevap verebilirim. Kurumsallaşmaya çalışan firmaların hepsi insana bağlı yapılardan sisteme bağlı yapılara geçmeye çalışırlar, edinilen tecrübenin şirket tabanına yayılmasını hedeflerler. Bunun arkasında kişiye bağlı yapının yarınının olmaması vardır. Peki neden kişiye bağlı yapı kullanmak istemezler, çünkü o kişi yarın orada olmayabilir. Sizde kendi içinizde bir değerlendirme yaparak mevcut network'ünüz içinde olması gerekenden fazla bir güven hissiyle bağlandığınız kişiler varsa bu yapıyı nasıl alternatifli hale getirebileceğinizi düşünün. Yukarıda bahsettiğim "etkin bir network sahibi ol" maddesi içerisinde herhangi bir kişiye diğerlerinden çok daha ayrıcalıklı bir güven ile bağlıysanız yarın o kişi siizn hayatınızda olmasa ve hayatınızdan çıkarken size nasıl zararlar verebileceği üzerinde kafa yorun ve ona göre kendinizi koruyup alternatifler geliştirin. Bu da sizin kendi sigortanız olsun. Tabi ki her güvendiğiniz sizi yarı yolda bırakacak değil ama ya yarı yolda bırakırsa?

Dokuz yıllık tecrübemle, çok uluslu firmalar başta olmak üzere, çalışanların kariyerlerini yönetirken dikkat etmesi gereken hususları yukarıda özetlemeye çalıştım. Bakalım geçen zaman bu deneyim ve gözlemlerimde ne gibi değişikliklere yol açacak. Kariyer basamaklarını çıkıp kıdem aldıkça listeden neleri çıkarıp, neleri ekleyeceğim bunu zaman gösterecek. Tabi ki herkesin doğruları kendine göre değişir ama yine de yazdıklarım aklınızın bir köşesinde bulunsun. 

Google adsense

Analytics